Etiket: Vücudun

  • Genç cildin ve sağlıklı vücudun anahtarı;  Kollajen

    Genç cildin ve sağlıklı vücudun anahtarı; Kollajen

    Medikal Estetik Hekimi Dr. Meltem Ayran, genç cildin ve sağlıklı vücudun anahtarının kollajen olduğunu belirtti.

    Kollajenin bilinen en az 16 çeşidi bulunduğunu ancak insan vücudunun yüzde 89-90’ ı Tip1,2,3 kollajenden oluştuğunu dile getiren Dr. Meltem Ayran, “Cilt, saç,tırnak, tendonlarda Tip1 ve Tip3 önemliyken eklem kıkırdağında, Tip2 kollajen daha yoğundur.Hücrelerin arasında ve yumuşak dokuda, yapıları bir arada tutan, sıkı, fibröz yapıda, güçlü, esnek bir proteindir. Endojen kollajen vücudumuzda üretilir. Eksojen kollajen dışarıdan aldığımız destek ürünlerdir. Kollajen tüm vücudumuzda bulunur ama daha çok; Cillte, kemiklerde ve yumuşak dokuda yer alır” dedi.

    “Biliyoruz ki, 5 yaşından itibaren her yıl yüzde 1,5 oranında kollajenimizi kaybederiz. Ağızdan alınan kollajenlerle ilgili birçok çalışma gösteriyor ki, vücudun nemlenmesinde artış, kırışıklıklarda azalma sağlar. Ancak burada doğru kollajen ve doğru doz önemli.” diyen Dr. Meltem Ayran kollajen üretimini azaltan etkilerden de bahsetti.

    Dr. Meltem Ayran, açıklamasını şöyle sürdürdü; “Yaşla birlikte kollajen üretimi azalır ve cildimiz kuru, kırılgan, kırışık hale gelir, eklem kıkırdaklarımız da zayıflama olur. Kadınlarda menopozla birlikte kollajende çok dramatik bir düşüş olur ve 60 yaşında önemli kollajen kaybından söz edebiliriz.

    Neler Vücutta Kollajeni Azaltır: Diyette yüksek şeker alımı, Sigara, tütün ve diğer kimyasallar kollajen ve elastin liflerine zarar verir. Nikotin, damarların kasılarak cilde gerekli besin ve oksijenin ulaşmasını engeller. Ultraviyole Işınları, Otoimmün Hastalıklar, vücut kendi kollajenine zarar verebilir. Gebelik olarak hasarlı ya da işlevsiz kollajen üretilebilir,

    Kollajen Üretimini Artıran Etkiler Neler ?

    Medikal Estetik uygulamalarıyla kollajen üretimini tetikleyebilir ve üretimin artmasına yardımcı olmak mümkün olduğu gibi besinlerle de vücudumuza yardımcı olabiliriz.

    Prolin, yumurta akı, et, peynir,susam soya, lahana, ay çekirdeği, C vitamini, Antisiyanidin, berrylerde bulunur, yaban mersini,frambuaz, kiraz, Bakır, Deniz kabukluları, kırmızı et, karaciğer, lifli yeşillikler, A Vitamini. Dışarıdan alınan kollajenler, balık, sığır, domuz ve koyundan elde edilir. Kabaca, balık kaynaklı kollajenlerin cildimiz için daha iyi olduğunu sığır kollajeninin de eklemlerimiz için daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Hidrolize kollajen kullanımın da biyoyararlanımı daha yüksek olacaktır. “

    Günlük doz en az 2,5 gr olması.12 haftalık kürü, 30-50 yaş arasında yılda 2 kez. 55 yaş üstünde de yılda 3 kez kür tavsiye eden Dr. Ayran, kollajen üretimine destek veren, C vitamini, Alfalipoikasit, Coenzimq10 ve Glutatyonu da ihmal etmememiz gerektiğini vurguladı.

  • ‘Nöral terapide vücudun kendini yenileme sistemi devreye girer’

    Nöral terapinin hangi durumlarda kullanıldığını ve nasıl bir uygulama yöntemi olduğunu anlatan Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Feride Ekimler Süslü, “Nöral terapide ağrıya neden olan faktörler ortadan kaldırıldığı için vücudun kendini yenileme sistemi devreye girer. Böylelikle fonksiyonlarda düzelme ve normale dönme sağlanır” dedi.

    Sinir, kas ve iskelet sisteminde pek çok nedene bağlı olarak meydana gelen bozukluklar, yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilecek ağrılara yol açabiliyor. Son zamanlarda kronikleşen ağrılar için uygulanan ’nöral terapi’, tamamlayıcı bir tıp dalı olarak Türkiye’de de giderek önem kazanıyor.

    Enjeksiyon yöntemiyle lokal anestezi uygulanarak otonom sinir sistemini etkilemek ve bu sayede vücudun kendini iyileştirme fonksiyonunu devreye sokmak anlamına gelen nöral terapi birçok hastalıkta kullanılabiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Uzman Dr. Feride Ekimler Süslü, nöral terapinin uygulama alanları hakkında bilgi verdi.

    Yaşam boyunca geçirilen kazaların, enfeksiyonların, ameliyatların, fiziksel ve psikolojik travmalar gibi dışarıdan gelen tüm uyarıların otonom sinir sistemine kaydedildiğini ifade eden Süslü, kaydedilen bu uyarıların vücudu bir ağ gibi saran otonom sinir sisteminde elektriksel hasarlar oluşturduğunu söyledi.

    “Kronik ağrılar ortaya çıkar”

    Zaman içinde vücutta kronik ağrıların ortaya çıktığını belirten Süslü, “Bu ağrılar için uygulanan nöral terapi ile sinir sistemindeki iletim bozukluğunun elektriksel aktivitesi yükseltilir ve biyoelektriksel olarak iyileşme sağlanması hedeflenir” dedi.

    “Yenileme sistemi devreye girer”

    Nöral terapinin, lokal anestezik madde kullanılarak yapılan düzenleme tedavisi olduğunu vurgulayan Uzman Dr. Feride Ekimler Süslü şu ifadeleri kullandı:

    “Nöral terapide kesinlikle kortizonlu ilaçlar kullanılmaz. Amaç çeşitli alanlarda bozulmuş olan yapıların normale döndürülmesidir ve uzun süreli iyileşme sağlanır. Nöral terapide ağrıya neden olan faktörler ortadan kaldırıldığı için vücudun kendini yenileme sistemi devreye girer. Böylelikle fonksiyonlarda düzelme ve normale dönme sağlanır. Tedavi seanslar halinde yapılmaktadır. Haftada 1-2 seans uygulanabilir. Her iki seans arasında en az 3 gün olmalıdır. Ancak aralıklı olarak da yapılabilir. Tedavi hastaya göre değişmektedir.”

    Nöral terapinin iyi geldiği rahatsızlıklar

    Nöral terapinin iyi geldiği rahatsızlıklara da değinen Süslü, herhangi bir yan etkisi bulunmayan ve ilaç kullanımı gerektirmeyen bir yöntem olduğunu dile getirdi. Süslü, “Baş ağrıları, bölgesel kas-iskelet sistemi ağrısı, fibromiyalji sendromu, kronik pelvik ağrısı, bel-boyun-sırt ağrısı ve fıtıkları, omurga kireçlenmeleri, kronik iltihaplanmalar, karpal tunel sendromu, dirseklerde meydana gelen kronik ağrılar, diz ve omuz ağrısı, tendinit, spor yaralanmaları gibi rahatsızlıklara iyi geliyor” dedi.

    “Küçük insülin iğne uçları kullanılmaktadır”

    Nöral terapinin, refleks tedavileri içinde en etkin sonuçları olan bir regülasyon tedavisi olduğunu kaydeden Dr. Süslü, “Hastalığın nasıl, ne zaman ve neden sonra ortaya çıktığı tanı açısından çok önemlidir. Nöral terapi iki temel mekanizma ile çalışmaktadır. Birincisinde rahatsızlığın uzandığı omurga bölümüne yapılan anestezik madde enjeksiyonu esastır. İkincisi ise rahatsızlık olan bölgeye yapılan enjeksiyondur. Nöral terapide lokal anestezik uygulamalar; cilt altı, kas dokusu, vücuttaki yara ve ameliyat izleri, eklem içi ve ağrılı noktalara yapılır. Enjeksyonlar sinir içerisine yapılmaz. Uygulamalarda genellikle ince, küçük insülin iğne uçları kullanılmaktadır.” şeklinde konuştu.

    Bu rahatsızlıklarda nöral terapiye dikkat

    Nöral terapinin uygulanmaması gereken durumları açıklayan Süslü şöyle konuştu:

    “Myastenia gravis, Parkinson ve multiple skleroz hastaları, kalp yetmezliği, II. ve III. derece AV kalp bloğu olan hastalar, pıhtılaşma bozukluğu olan hastalar, maling hastalığı olanlar, ruhsal hastalığı olanlar, akut cerrahi endikasyonu olanlar, aspirin gibi kan sulandırıcı ilaç kullananlar ( İlaç1 hafta süre ile bıraktırıldıktan sonra nöralterapi uygulanabilir), troid için atom tedavisi alan hastalarda 6 ay, troid sintigrafisi çektiren hastalarda da 1.5 aydan önce uygulanmamalıdır.”

  • Dr. Gökosmanoğlu: “Tiroit vücudun dengesidir”

    Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Feyzi Gökosmanoğlu, tiroit hormonunun, kilo dengesinden, cildin hassasiyetine, saç dökülmesinden zeka gelişimine kadar vücudun önemli metabolik faaliyetlerini kontrol ettiğini söyledi.

    Medical Park Ordu Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Feyzi Gökosmanoğlu, birçok kişinin, tiroit hastalıklarıyla mücadele ettiğine dikkat çekerek, tiroit bezlerinin az veya çok çalışmasının, insan vücudunda çeşitli sorunları beraberinde getirdiğini aktardı. Tiroit bezinin, boynun ön yüzünde bulunan, kelebek şeklinde olan, tiroit hormonu salgılayan bir organ olduğuna dikkat çeken Dr. Gökosmanoğlu, “Tiroit hormonu yetersizliğinde, vücudumuzda tüm metabolik süreçler yavaşlar, denge bozulur. Vücudumuzdaki tüm hücreler tiroit hormonlarından etkilenir. Tiroit, hastalığı hayatımızda çok önemli bir sağlık sorunudur” dedi.

    “Tiroit hormonu, anne karnındaki bebeğin gelişimi, doğum sonrası büyüme, gelişme, zeka düzeyi, kilo dengesi, cildin hassasiyeti, saçların canlılığı, kalbin çalışması, vücudun sıvı dengesi gibi metabolik faaliyetleri kontrol etmektedir” diyen Dr. Gökosmanoğlu, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

    “Toplumun yaklaşık üçte birinde, çok sayıda önemli şikayetlere ve belirtilere sebep olan tiroit hastalığının teşhisi basittir. Hastalığın geç fark edilmesi veya teşhis edilememesi çok önemli sağlık sorunlarına yol açar. Tiroit hastalığına eşlik eden hormonal dengesizlikler, hamile kalamama, kısırlık, adet periyodundaki değişimler, dengesizlik gibi sorunlara sebep olabilir.”

    Dr. Feyzi Gökosmanoğlu ayrıca, tiroit bezinin aynı zamanda vücut ısısının düzenleyicisi olduğunu, üşüme gibi sorunlara yol açabileceğini ve beraberinde çeşitli hastalıkları da getirebileceğine de dikkat çekti. Uzun süredir devam eden depresyon ve mutsuzluğun nedeni tiroit bezinin az çalışmasından kaynaklanabileceğini de belirten Dr. Gökosmanoğlu, “Kilo kaybı, çarpıntı, sinirlilik, aşırı duyarlılık, ani heyecanlanmalar, uyku bozulmaları, ellerde terleme ve titreme, kas güçsüzlüğü, yorgunluk, halsizlik en sık görülen belirtilerdir” diye konuştu.

  • Uzman Dr. Eyüp Yılmaz: “Tereyağlı Gıdalar Vücudun Su Kaybını Önler”

    Tıbbi Beslenme Danışmanı Uzman Dr. Eyüp Yılmaz, sıcakların artmasıyla, oruç tutan vatandaşın doğru beslenme ile ilgili sıkıntılar yaşamaması için önemli açıklamalarda bulundu. Dr. Yılmaz, tereyağlı ürünlerin vücuttaki su kaybını önleyeceğini söyledi.

    Ramazan ayında özelikle sıcakların artmasıyla vatandaşın merak ettiği konuların başında besinlerdeki su oranı oluyor. Hangi besinin su tutucu özelliği olup olmadığı konusunda bilgi veren Tıbbi Beslenme Danışmanı Uzman Dr. Eyüp Yılmaz, “Gıdaları iki guruba ayırırsak biri vücuttan su çekerler diğer ise vücuda su verirler. Vücuttan su çekenlerin başında etli ürünler, yoğunlukta protein gıdalar bunların içinde peynir var et var. Bunlar miktarlarının 5 katı kadar su çekerler vücuttan. Bir de hamurlu ürünlerde miktarlarının 3 katı kadar su çekerler. Bunları sahurda tüketen vatandaşın sabah uyandıklarında dilleri kuru şekilde uyanıyorlar ve gün boyunca susuzlukla geçiriyorlar. Bir de vücuda su veren gıdalar var, bu gıdaların başında semizotu, salatalık, havuç gibi ürünler geliyor. Tereyağlı gıdalar vücudun su kaybını önler ve sindirildikçe de tereyağlı ürünler vücuda ekstra su verir” dedi.

    Asitli içecekler ile ilgili bilimsel bir gerçekliğin olduğunu belirten Dr. Yılmaz, “Asitli gıdalar konuldukları kaplarda şiddetli bir erozana neden olurlar. Asitli içecekler de mideye sirkeden 5 kat daha zarar verir. Asitli içecekler tatlandırıcı maddelerle bu örtülmüştür ve vücut bunu hissetmiyor. O hissedilmeyen şey plastik petlerin içinde hissediliyor. Çalışmış olduğum kanser ünitelerinde kolon kanseri vakalarının hemen hemen birçoğunun asitli içecek bağımlısı olduğunu fark ettim. Hatta eşimin iki dayısını da kolon kanserinden dolayı kaybettik. Ve ikisi de asitli içecek bağımlısıydı” şeklinde konuştu.

    Gazlı içeceklerin masumiyetine aldanılmaması gerektiğinin alını çizen Dr. Eyüp Yılmaz, “Evimizde bulundurduğumuz asitli içeceklerinin masumiyetine veya lezzetine aldanmamamız gerekli. Bu riski almaya değer bir lezzet mi diye kendimize sormamız lazım. Çocukların önüne koyarken bir daha düşünmeliyiz. Bu asitli içeceklerin yerine harika bir içeceğimiz var, örneğin meyan. Ülkemizin her yerinde bulabileceğimiz bir içecek. Su tutucu bir özelliği vardır. Bu yüzden böbrek hastalarına önerilmiyor çünkü susatmaz. Bizim geleneksel içeceğimiz çok fazla, limonata yapabiliriz, ayran içebiliriz” diye konuştu.

  • Prof. Dr. Kevin Warwick: “Makineler Vücudun Uzantısı Olarak Kullanılabilir”

    Dünyadaki ilk “cyborg” olarak bilinen Güdübilim uzmanı Prof. Dr. Kevin Warwick, “İnsanın beyni ve vücudunun aynı yerde olması gerekmiyor. İnsan vücudu da sadece uzuvlarıyla sınırlı olamaz. Makinalar vücudun uzantısı olarak kullanılabilir” dedi.

    Warwick, bu görüşü ısrarla savunduğunu belirterek, 2000’li yılların başında bileğine sinir sistemine bağlı bir çip yerleştirdiğini ve sonuç aldığını hatırlattı.

    İnsan ve makine arasındaki çizgiyi test etmek için 1998 yılında vücuduna ilk çipi takan İngiliz profesör Wareick, 2002’de bir adım daha ileri giderek bileğinin altındaki sinirlere bağlı bir çip taktırmıştı. Çip duyuları aktaran ve kaslarını hareket ettiren sinir kodlarını dinleyip kaydediyordu. İngiltere’de Oxford ve Coventry Üniversitelerinde ders veren ve araştırmalar yapan Prof. Dr. Warwick, deneylerinde kendisine “kobay” olarak eşlik eden eşi Irene Warwick ile İstanbul Aydın Üniversitesi’nin (İAÜ) Hırvatistan’ın en saygın İşletme kurumlarından olan Zagreb School of Business ile birlikte düzenlediği “2.’nci Uluslararası Bilimsel ve Profesyonel “Fedor Rocco” Konferansına katıldı.

    “Living in a Digital World, Social Aspects” (Digital Dünya’da Yaşamak: Toplumsal Boyutlar) temalı konferansta İstanbul Aydın Üniversitesi’ni temsilen açılış konuşmasını yapan İAÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi ve Finans Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sedat Aybar, Türkiye’de “teknolojik üniversite” sloganıyla tanınan İstanbul Aydın Üniversitesi’nin Zagreb School of Business ile Erasmus+partneri olmasından büyük memnuniyet duyduklarını söyledi. Prof. Dr. Aybar, “Suni zekâ, biyomedikal sistemler, robotik ve cyborg’lar üzerine çalışmalarıyla ünlü Prof. Dr. Warwickayrıca, diş hekimliğinden başlayarak pek çok alanda vücuda yapılan implantlar ile ilgili araştırmalarıyla tanınıyor. Dünyanın ilk cyborg’u olan Prof. Warwick’in bizlere aktardığı çalışmalarını nefes nefese dinledik. Heyecan verici deneylerin içerisinde” dedi.

    Dünyanın ilk cyborg”u olan Prof. Dr. Kevin Warwick, konferansta yaptığı konuşmada, insan robot olma deneyini vücuduna enjekte edilen bir akıllı “chip” aracılığıyla içinde yaşadığı bina ile kendisi arasında dijital bağlantı kurarak nasıl başlattığını anlattı. Daha sonra vücuduna yerleştirilen başka “chip”lerin sağladığı ultrason vibrasyonlar aracılığıyla ısı algılamasıyla devam ettiğini dile getirdi. Kevin Warwick daha sonra eşiIrene Warwick’le arasında iletişim sağlayan ve duygulara göre sinyaller gönderen “chip”leri vücutlarına enjekte ettiğini belirterek, şunları söyledi: “İnsanların aralarındaki iletişimin sadece “dil” üzerinden sağlandığı yaklaşımını da sorguladım. Bu çalışmamız, kendi kendisine öğrenen robotların geliştirilmesine de katkı yaptı. Başından beri ben insanın beyni ve vücudunun aynı yerde olması gerekmediğini savunuyorum. İnsan vücudunun da sadece uzuvlarıyla sınırlı olamayacağını, makinaların vücudun uzantısı olarak kullanılabileceğini vurguluyorum. Deneylerimin takma kol ve bacak gibi organların gerçek organlarla eş tepkiler vermesini sağlamasını amaçlıyordum. Bunda da ciddi oranda başarılı olduk. Çiplerin sinir sistemini taklit etmesiyle ortaya çıkmaya başlayan buluşlar aynı zamanda felçliler için de bir çözüm umudu doğurdu.”