Etiket: Üç

  • Kastamonu’da üç katlı ahşap ev çıkan yangında kül oldu

    Kastamonu’da üç katlı ahşap ev çıkan yangında kül oldu

    Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde çıkan yangında üç katlı ahşap ev tamamen yanarak küle döndü.

    Edinilen bilgiye göre, Taşköprü ilçesine bağlı Çiftkıran köyü Kayko Mahallesinde Ekrem K’ya ait ahşap evde henüz bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. Yapılan ihbarın üzerine köye giden Taşköprü Belediyesi itfaiye ekipleri yangına müdahale etti. İlçeye 30 kilometre mesafede bulunan Kayko Mahallesinde ahşap evde çıkan yangın, giderek büyüyeler tüm evi sardı. Yangın, çevrede bulunan samanlıklara sıçramadan itfaiye ekiplerince kontrol altına alındı. Gece vakti çıkan yangında evde ikamet eden kimsenin olmaması yaşanabilecek bir faciayı önledi. Yangında ev tamamen yanarak küle dönerken, jandarma ekipleri olayla ilgili inceleme başlattı.

  • Elle meme muayenesinde kanseri yakaladılar: Üç kadın, üç hikaye

    Elle meme muayenesinde kanseri yakaladılar: Üç kadın, üç hikaye

    İzmir’de ikisi geçtiğimiz Şubat, biri de Mayıs ayında kendi kendine elle muayenede memelerinde kitle fark eden üç kadın, kanser mücadelesine bir sıfır önde başladı. Meme kanseri tanısı alan Funda Öztolan (58), Neslihan Ergin (38) ve Nesrin Tunç (38) pandemiyi bahane etmeden hemen tedavilerine başlarken, Doç. Dr. Gürbüz Görümlü, “Meme kanserinde erken teşhis ne kadar önemliyse tedavinin de geciktirilmemesi hayati önemde. Bu hastalarımız bu iki avantajı da kullanabildi, ancak maalesef virüs bulaşır korkusuyla birçok kadın tanı ve tedavide ihmal kurbanı oluyor. Oysa sağlık kuruluşları gerekli önlemleri alarak hastalarına güvenli hizmet sunuyor” dedi.

    Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde oturan iki çocuk, iki torun sahibi Funda Öztolan (58), eşine ait eczanede yıllarca çalıştı, üç yıl önce de çalışma hayatına veda etti. Artık kendisine ayıracak zaman bulan Öztolan, 22 Mayıs günü banyo sonrası yaptığı meme kontrolünde eline gelen şişlikle irkildi. Kanser olabileceği hissiyle kimselere haber vermeden hemen tetkiklere başladı. Nitekim şüpheleri doğru çıktı. Öztolan, Kent Onkoloji Merkezi’nde Prof. Dr. Ömer Harmancıoğlu tarafından gerçekleştirilen ameliyat sonrası Medikal Onkolog Doç. Dr. Gürbüz Görümlü’nün takibinde kemoterapi almaya başladı.

    5 yaşında kızı var

    Defne adında 5 yaşında bir kız çocuğu annesi olan ve sağlık güzellik ürünleri pazarlayan bir Alman firmasında çalışan 38 yaşındaki Neslihan Ergin için ise 27 Şubat günü tarihi bir gün oldu. Yoğun bir iş gününün ardından halk oyunları çalışmasını tamamlayan Ergin, göğüslerine eliyle dokunduğunda farklılık hissetti. Ailesinde kanser tedavisi gören hastaların fazlalığı onu hiç zaman kaybetmeden doktora gitmesini sağladı. Yaşı itibarıyla bugüne kadar hiç mamografi yaptırmamış olan Ergin’e yapılan tetkikler sonucu kanser tanısı koyuldu. Meme ucunda da tümör bulunan genç anne, Kent Onkoloji Merkezi’nde Prof. Dr. Murat Kapkaç tarafından ameliyat edildi. Doç. Dr. Gürbüz Görümlü, sağ memesi alınıp yerine protez yapılan Ergin’e 4 Haziran’da kemoterapiye başladı. Son 4 kürü kalan Neslihan Ergin’in tedavisi akıllı ilaçla devam edecek.

    40 yaş altı olduğu için mamografi çektirmeyen, bu yüzden de elle muayenesini rutin bir şekilde sürdüren bir çocuk annesi ev hanımı Nesrin Tunç (38) da titizliği sayesinde kanseri eliyle yakaladı. Pandeminin başında sağ memesinde eline gelen kitle üzerine soluğu doktorda alan Tunç’a kanser tanısı koyuldu. Prof. Dr. Murat Kapkaç’ın 4 cm’lik kitlenin ameliyattan önce küçültülmesi gerektiğini söylemesi üzerine Kent Onkoloji Merkezi’nde Medikal Onkolog Uzm. Dr. Ahmet Özveren’e başvuran Tunç’a tedavi planlandı. Tümör 1 santimetreye gerilediğinde ameliyat olan Tunç, kanserin lenflere sıçramadığını, yavaş ilerleyen bir tip olduğunu öğrenirken, psikolog, diyetisyen gibi destek programlarından da yararlanarak rahat bir tedavi süreci geçirdi, tedavinin sonuna geldi.

    Ne dediler?

    Grip bile olmayan, sağlıklı bir kişi olduğunu belirten Funda Öztolan, “Kendimi emekli ettikten sonra artık her şeye zaman bulabiliyordum. Yaklaşık 5 ay önce bir banyo sonrası sütyen balenin altında iç kısımda elime bir kitle geldi. Kanser olabileceğimi düşündüm. Bu kitleyi uzanarak kontrol ederken fark ettim. Kesin sonucu alıncaya kadar da aileme hiçbir şey söylemedim. Agresif ve sıçrayan, çabuk büyüyen bir kitle olduğu ortaya çıktı. İlk öğrendiğimde kendimi kötü hissettim, hastanenin yeri ayağımdan kayıp gitmişti. Kitleyi bulmadan bir gün önce torunum doğmuştu, o süreçte kimseyi üzmek istemedim. Son raporu alınca aileme açıkladım. Kitleyi fark ettiğim günden Kent’e gelinceye kadar geçen sürede bomboştum, hiçbir şey algılayamıyor, söyleneni anlayamıyordum, anlatılanı aklımda tutamadığım gibi ne yapacağımı bilmiyordum. Kızlarım otur dese oturacak, kalk dese kalkacak durumdaydım. Büyük kızım Nihal’in ‘anne kendine gel, sen lazımsın’ uyarısından sonra varlığımın önemini anladım. Hayatın sadece çocuklara ait, işe ait olmadığını anladım. ‘Ben’ demeyi öğrenmeye başladım, daha düzenli beslendim, stresli, üzücü haberlerden uzak durmaya çalıştım, hala da böyle devam ediyorum. Tedavimi bir gün bile aksatmadan uyguluyorum. Pandemiye karşı gerekli önlemler alındığı için güven içinde tedavim başladı, öyle de sürüyor. İyi olacağıma inanıyorum, en önemlisi bu. Beklentilerim var. Torunlarımın büyüdüklerini görmek istiyorum. Saçlarım dökülmesin diye tedavi sırasında uygulanan buz kaskı işe yarıyor. Sokağa çıkınca kemoterapi alan bir hasta gibi görünmüyorum, bu da moralimi düzeltiyor. Bir müzik derneğinin başkanı ve solistiyim, pandeminin bitmesini ve eskiden olduğu gibi konserlerimizin başlamasını, şarkı söylemeyi iple çekiyorum. Kadınlara önerim elle muayenelerini mutlaka uzanarak yapsınlar, ben böyle yakalayabildim. Diğer bir önerim ise kendinizi önemseyin, sevin. Hayatı ıskalamayın, ben demeyi öğrenin” dedi.

    “Çok yorulmuşum, hayat bana ’biraz dinlen, daha güçlü olacaksın’ diyor, ben buna inanıyorum”

    “Tedavimin yarısındayız, her şey güzel gidiyor” diyen Neslihan Ergin (38) duygularını şöyle anlattı:

    “Hem iş hem sosyal açıdan çok aktif bir insanım. Yoğun geçen bir ayın son günüydü. Göğsümde elime bir kitle gelir gelmez doktora gittim. 2. evrede yakaladım kanseri. Hiç mamografi çektirmemiştim. Bu elle kontrol benim şansım oldu. Kent Onkoloji Merkezi’ne geldim. Önce ameliyat, ardından tedaviler başladı. 4 Haziran’da başlayan tedavimin yarısı bitti, akıllı ilaçla devam edeceğim. Başlamak bitirmenin yarısı. Karamsar olmamak gerek. Ben hep hayat doluydum, hala da öyleyim, hiç pes etmedim hayatımda. Yine pes etmiyorum, o da tedavime yansıyor. Herkese erken teşhisin hayat kurtarıcı olduğunu söylüyor, yaşadıklarımı çevremdekilere anlatarak rehberlik ediyorum. Bu benim hayatımda kısa bir mola. Çok yorulmuşum, hayat bana ’biraz dinlen, daha güçlü olacaksın’ diyor, ben buna inanıyorum. Covid hepimizin hayatına bomba gibi düştü. İnsanlık için çok kötü bir şey ancak pandemiye karşı alınan önlemler bizim gibi hastalar açısından olumlu oldu. Ziyaret kısıtlaması, mesafe, maske kendimizi daha iyi koruduk. İyi yönlerine bakmak lazım. Ben hafta sonlarını doğada geçirerek kendimi ödüllendiriyorum. Önlemlerimi alıp kendimi hayattan soyutlamadan yaşıyorum.”

    “Mamografi çektiremediğim için sık sık elle muayenemi yapardım, bu kontrolde yakaladım”

    Ailesinde hiç kanser vakası olmadığını, 38 yaşında olduğu için hiç de mamografi çektirmediğini belirten Nesrin Tunç şunları söyledi:

    “Benim hastalığım genetik değil, ne anne ne baba tarafında kanser olan var. Mamografi çektiremediğim için sık sık elle muayenemi yapardım. Bu kontrolde yakaladım. Tetkikler yapıldı, tanı koyuldu. Kardeşim hekim. Onun araştırması sonucu Kent Onkoloji Merkezi’ne geldik. Önce kemoterapi aldım, ardından ameliyat oldum. Şimdi ise akıllı ilaç ve ışın tedavisi görüyorum. Kemoterapi başladığında oğluma saçlarımın döküleceğini söyledim, çok üzüldü. O üzülmesin diye 4. kürden itibaren buz kaskı kullanmaya başladım, seyrelmeler olmuştu; ama hafif ilaçlara başlayınca ondan sonra çıkmaya başladı. Kemoterapim bitmeden saçlarım çıktı, gürleşti. Bu süreçlerde moral çok önemli. Ben de hiç moralimi bozmadım, hiç yokmuş gibi hayatıma devam ettim. Kendimi soyutlamadım hayattan. Arkadaşlarımla görüşmeye devam ettim. Tedavi görürken yüzünüzde vücudunuzda şişkinlikler, eklem ağrıları, kaş kirpik dökülmesi oluyor ama umursamamak gerekiyor. Önemli olan sağlığınızın yerine gelmesi. Dökülen kaş, saç da yerine geliyor. Moralinizi bozar, kendinizi kapatırsanız, üzülürseniz yıpranırsınız. Kendinizi kontrolü elden bırakmayın, tedavinizi de salgını bahane ederek ertelemeyin.”

    “Covid-19’a yakalanma riski nedeniyle doktora gitmeyi erteleyebildiğini gördük”

    Kent Onkoloji Merkezi Medikal Onkoloğu Doç. Dr. Gürbüz Görümlü, kanser ile mücadelede için en önemli stratejinin kanserin erken saptanması olduğunu söyledi. Görümlü, “Meme kanseri, erken evrede saptandığında başarıyla tedavi edilebilen bir hastalıktır. Meme kanserinde erken teşhis ne kadar önemliyse tedavinin de geciktirilmemesi hayati önemde. Bu hastalarımız bu iki avantajı da kullanabildi. Son dönemde pandemi sürecinde meme kanseri belirtileri ortaya çıksa bile kadınların Covid-19’a yakalanma riski nedeniyle doktora gitmeyi erteleyebildiğini gördük. Bu durumun ciddi olarak tanıda gecikmelere ve olumsuz sonuçlara yol açabildiğini gözlemledik. Bu nedenle kanser şüphesi olan veya teşhis konan hastalarımızın tedavilerini geciktirmeden pandemi öncesi dönemde olduğu şekilde ivedilikle ilgili doktorlara başvurmaları çok önem taşımaktadır” diye konuştu.

  • Koç, “Çocuklarda bu üç sorunun cevabı çok önemli”

    Koç, “Çocuklarda bu üç sorunun cevabı çok önemli”

    DÜZCE(İHA) – Prof. Dr. Mustafa Koç, Okul öncesi ve ilkokul birinci sınıfların okula başladığı düşünüldüğünde, her bir velinin çocuğunun bulunduğu eğitim kademesine göre bir özeleştiri yapmasının faydalı olacağını söyledi.

    Düzce Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Koç, Covid-19 salgını gölgesinde çocukların okul öncesi eğitimi ve ilkokul süreciyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

    “Güvende miyim? Sevilesi biri miyim? Başarabilir miyim?” Prof. Dr. Mustafa Koç, ilkokul dönemi başlayıncaya kadar çocuğun; “Güvende miyim? Sevilesi biri miyim? Başarabilir miyim?” olmak üzere bu üç soruyu kendine sorduğunu ve bu üç soruya verdiği cevaplara göre akademik ve sosyal yaşamının şekillendiğini belitti.

    “Hayır, diyerek başlamanın sonuçları”

    Çocukların ilkokula bu üç soruya “hayır” diyerek başlamalarının sonuçlarını değerlendiren Prof. Dr. Mustafa Koç, “Çocuk ilkokula bu tablo ile başlarsa, çalışkanlık yerine aşağılık duygusu gelişir. Aşağılık duygusu, çocuğun kendini diğerleri ile kıyaslayıp yetersizlik duygusu yaşaması olarak tanımlanabilir. Çocuğu sistem içinde tutma, motivasyonunu artırma, istendik davranışları kazandırma ve daha uyumlu hale getirmek için kıyaslamanın temel yöntem olarak kullanılması, çocuğun sahip olduğu içsel aşağılık duygusunu daha da olumsuz hale getirmektedir. Okul devamsızlığı, ders devamsızlığı ve okul terkinin en yüksek olduğu Avrupa ülkesi olmanın bir nedeni de gelişimsel süreçte okula başlayıncaya kadar çocuğun kazanması gereken gelişimsel özellikleri kazanmaya katkı sağlayacak doğru deneyimlere sahip olamamadır denilebilir” ifadelerini kullandı.

    “Velilerin özeleştiri yapması faydalı olur”

    Okul öncesi ve ilkokul birinci sınıfların okula başladığı düşünüldüğünde, her bir velinin çocuğunun bulunduğu eğitim kademesine göre yukarıda yapılan açıklamalar bağlamında bir özeleştiri yapmasının faydalı olacağını dile getiren Prof. Dr. Koç, sürecin çocuklar için daha olumlu ve işlevsel olması için kendini yeniden düzenlemeye ihtiyaç olduğunu söyleyerek konuyla ilgili önerilerde bulundu.

    Çocuğun sorduğu sorulara cevap vermeden önce, sorduğu soruya ne cevap vereceğini öğrenmenin önemli olduğunu söyleyen Koç, “Unutmayalım ki hangi yaşta olursa olsun insan, soruyu öncelikle kendine soruyor. Ya bulduğu cevaba onay almak için ki genellikle bunun için başkasına sorar, bazen de bilmediği için sorar. Çocuğun sorduğu sorular, hangi düşünce tarzına sahip olduğunu da göstereceği için sorulan sorular ve bu sorulara çocuğu da katarak cevap vermek önemlidir” şeklinde konuştu.

    Prof. Dr. Koç, “Çocuğun sorduğu soruya cevap vermeden önce bu soruyu daha önce başkasına sorup sormadığını öğrenmek ve sorduysa nasıl cevap verdiğini bilmek önemlidir. Çünkü çocuk soru soruyorsa, ya yeni bir şema oluşturma gereğinin, ya da var olan şemada bir değişiklik yapma ihtiyacının göstergesidir. Verilecek cevapların doğru ve tutarlı olması, çocuğun bilişsel anlamda çelişki yaşamasını engeller. Cevaplardaki tutarsızlık şemalarda da karşılık bulur, böyle bir durumda aynı uyarıcıya karşı nasıl tepki vereceğine ilişkin bilişsel kararsızlık, psikolojik olarak kendine güvensizlik ile sonuçlanır.”

    Koç, “Çocuk yapması gerekenleri sürekli erteliyor ve sonrasında da kolayca vazgeçiyor, bu sürece ilişkin hissettikleri durumla örtüşmüyor ise, çocuğun sürekli yaptığı fakat fark edilmeyen durum kendini suçlamasıdır. Böyle bir durumda çocuğa sürekli ne yapacağını hatırlatmanın ya da söylemenin bir faydası yoktur. Bunun yerine çocuğu ilgi ve yeteneklerine uygun, başarabileceğimizden emin olduğumuz sorumluluklar vererek başarma ve yeterlik duygusu yaşamasını sağlamaktır. Unutmayalım ki bizim için küçük, hatta gereksiz diye düşündüğümüz her görev onun için büyük bir adımdır” diye konuştu.

    “Çocuklarımızı beklenti zengini fakirlere dönüştürmeyelim”

    Okul öncesi ve ilkokula başlayan çocukların, öğrenme stillerini, bağlanma tarzlarını, dikkat ve eylem kontrol düzeylerini, duygu düzenleme becerilerini ve temel yetenek düzeylerini belirlemenin önemli bir unsur olduğuna işaret eden Prof. Dr. Mustafa Koç, “Nasıl öğrendiğini, nasıl bağlandığını, dikkat ve yelme kontrol düzeyini, algılama, hatırlama ve ayırt etme beceri düzeylerini bilmediğimiz çocuklara ilişkin beklentilerimiz, onların önündeki en büyük engel ve stres kaynağı haline gelebilmektedir. Çocuklarımızı beklenti zengini fakirlere dönüştürmeyelim” şeklinde görüşlerini iletti.

    Prof. Dr. Koç, “Okula başlayacak çocuklara ilişkin, özellikle okulun varsa psikolojik danışmanına ve öğretmenine çocuğun; fiziksel sağlığı, gelişimi, uyumsuz davranışları, bu uyumsuz davranışlara karşı aldığınız önlemler, ilgi ve varsa gözlenen ya da ölçülen özel yetenekleri, okula başlamaya hazırlanma süreci, aile ilişkileri, ebeveyn tutumları vb. konularda mutlaka bilgi verilmelidir” dedi.

    Okula başlamayla birlikte çocuğun yaptığı veya yapmadığı davranışlarla ilgili açıklamalarına devam eden Koç, “Daha yaptığı artık yapmadığı, artık yapmadığı ya da daha yapmadığı artık yapmaya başladığı benlik bütünlüğünü bozucu ve kişilik gelişimini engelleyici davranışların olup olmadığı gözlenmeli, nedenine ve çözümüne ilişkin süreci ilgili tarafları da bilgilendirerek başlatmalıdır. Bu bağlamda evde yapılan ve iyi sonuçlar veren uygulamaların okulla paylaşılması, okulda uygulanan ve iyi sonuçlar veren yöntemlerin ebeveyn ile paylaşılması gerekir” dedi.

    “Neden” ve “Niye” kelimelerini kullanmadan çocuklarla konuşmak

    Ailelere faydalı tavsiyelerine devam eden Düzce Üniversitesi Öğretim Üyesi Koç, “Okul öncesi ve ilkokul döneminde çocuğu olan ailelere ve her bir gelişim döneminde yapılacak en işlevsel tavsiyelerden biri de; çocuğun yapması gerektiği halde yapmadığı ya da yapmaması gerektiği halde yaptığı davranışları konuşmaya başlarken ‘neden’ ve ‘niye’ kelimelerini kullanmadan yapmaktır. ‘Neden’ ve ‘niye’ ile başlayan konuşmalarda çocuğun önceliği ne yaptığını ve yaptığının sonuçlarını düşünmeden, saldırı altında olan benlik yapısını korumaktır. Bu dönemde en iyi yöntem, davranışı yapanı konuşmak yerine, davranışı ve davranışın sonuçlarını konuşmanın yanında alternatif davranışları konuşmak gerekir” ifadelerinde bulundu.

    “İstenmeyen çocuk değil, istenmeyen yaptığı davranışlarıdır”

    “Çocuklarla iletişimde duyguları temel iletişim aracı olarak kullanmayan ebeveynler, yetişkin yaşama bilişsel, fiziksel, duygusal, baş etme ve affetme esneklik berilerinden mahrum bir robot hazırlıyor denilebilir” tespitinde bulunan Prof. Dr. Koç, “Duyguların iletişim aracı olarak kullanılması, anlaşılmanın ve hatta var olmanın en işlevsel yoludur. Çocuklarda istenen davranışları artırmanın ve istenmeyen davranışları söndürmenin yolu, bu davranışların diğer insanlar üzerindeki duygusal etkilerini fark etmesine ve kabullenmesine bağlıdır. Çocuğa ne yaptığını hatırlatma yerine, yaptığı şeyin sizde oluşturduğu duyguyu söyleyin. Bu ayını zamanda çocuğun benliği ile davranışı arasında önemli bir koruyucu bariyer görevi de görür. Yani istenmeyen çocuk değil, istenmeyen yaptığı davranışlarıdır. Çocuk bu ayrımı fark edince kendisinin değil, davranışının değişmesi gerektiğini bilir. Sadece öğrenmesi gereken şey, istenmeyen davranış yerine, hangisinin öğrenileceğini ve nasıl öğrenileceğini bilmesidir. Burada en işlevsel öğretme yöntemi model olmaktır. Unutmayalım çocukların davranışlarında daha önemli olan bu davranışlara karşı ebeveynlerin nasıl tepki verdiğidir. Yani asıl sorun, çocuğu yaptığı davranıştan daha çok, bu davranışla baş etmek için kullanılan yöntemin kendisidir. Ağlayarak isteklerine ulaşmayı öğrenen bir çocuğu, bir isteğinin gerçekleşmesine ilişkin engellenme durumunda yapacağı şey daha önce yaptığı bu sonuca ulaştığı ağlamaktan başka bir şey değildir. Sorun burada ne çocuğun isteğidir, ne de isteğine ulaşmak için ağlamasıdır, sorun çocuğun isteğini ağlayınca karşılamaktır” şeklinde konuştu.

    “Psikolojik miras kendini yönetebilmenin anahtarıdır”

    Ebeveynlerin çocuklarına daha çok maddi miras bırakabilmenin kaygısını yaşadığına işaret eden Düzce Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Koç, “Bunun yanında çocuğa bırakılması gereken sosyal ve psikolojik miraslar da vardır. Maddi ve sosyal mirası koruyacak, geliştirecek, etkin ve işlevsel kılacak olan ise psikolojik mirastır. Psikolojik miras, çocuğun yerinde ve zamanında isteklerinden vazgeçebilmesi, yerinde ve zamanında ihtiyaçlarını erteleyebilme becerisidir. Bu beceri başarmanın, tahammül etmenin, psikolojik sağlamlığın, kendini toparlama gücünün, kendine yetmenin, kendini taşıyabilmenin kısacası kendini yönetebilmenin anahtarıdır” sözleriyle açıklamalarını sonlandırdı.

  • Doktorlar “Üç ay yaşar” dedi, 2,5 yaşında ayaklandı

    Doktorlar “Üç ay yaşar” dedi, 2,5 yaşında ayaklandı

    Antalya’da doktorların 3 ay ömür biçtiği doğuştan ağır epilepsi ve kesin tedavisi bulunmayan mikrosefali (baş küçüklüğü) hastası 2.5 yaşındaki minik Ata, fizik tedavi ile başını tutabiliyor, doktorunun yardımıyla kısa süreli de olsa ayağa kalkabiliyor.

    Antalya’da yaşayan Tarık ve Ceylan Özdemir çifti 2017 yılı aralık ayında ilk çocuklarının dünyaya gelmesinin mutluluğunu yaşadı. Son derece sağlıklı olan erkek çocuklarına Ata ismini veren genç çift, günler ilerledikçe çocuklarının davranışlarında farklılıklar gözlemledi. İddialara göre, doğumun gerçekleştiği özel hastanede son derece sağlıklı dünyaya geldiği söylenen minik Ata’yı başka bir hastaneye götüren Özdemir çiftinin bebeklerinde, epilepsi ve kesin bir tedavisi bulunmayan mikrosefali (baş küçüklüğü) hastalığı teşhis edildi.

    3. ayına kadar sık sık nöbetler geçiren minik Ata, birçok kez yoğun bakıma kaldırıldı ve yaşam mücadelesi verdi. Bu süre içerisinde turizmci anne Ceylan Özdemir de işini bırakmak zorunda kaldı, babaysa gündüzlerini işte, akşamlarını hastane koridorlarında geçirdi. Aile, minik yavrularını hayatta tutabilmek için hastane hastane gezdi. Doktorlardan ’3 ay yaşar’ cevabı alan aile, ümidini yitirmedi. Ata, baba ve annesinin şefkatiyle yaşama tutundu.

    Şu anda 2.5 yaşını dolduran küçük Ata, evinde haftada 2 seans olmak üzere fizik tedavi alıyordu, fakat pandemi sürecinde ara verilmek zorunda kaldı. 2 aydır yeniden fizik tedavi almaya başlayan Ata, el parmaklarını kilitlemeye başlarken, el ve ayaklarındaki gevşeme gözle görülmeye başladı. Ailenin en büyük mutluluğu ise Ata’nın başını düz şekilde tutabilmesi ve doktorunun yardımıyla kısa süreli de olsa ayağa kalkabilmesi oldu. Anne Ceylan Özdemir ise o anları cep telefonu kamerası ile kaydetti sosyal medya hesabından paylaştı.

    “Kafasını dengeli tutuyor”

    Oğlunun gelişim sürecinden duyduğu mutluluğu dile getiren anne Ceylan Özdemir, “Ata şu an iki buçuk yaşında, yaklaşık üç ay sonra 3 yaşına girecek. Maalesef hastalığının verdiği etkenlerden dolayı bir çok uzvunu gerçekleştiremiyordu. Ama zamanla birçok yol katedebildik. Bunda fizik tedavinin rolü var. 7 ay boyunca fizik tedavi alamadık, pandemi döneminde gerileme oldu. 5, 6 haftadır fizik tedavi almaya başladık. Ata, kaybettiği bir çok şeyi geri almaya başladı. Ata, normalde kafasını hiçbir şekilde tutamıyordu, öne doğru atıyordu. Şu anki durumuna bakacak olursak ilerleme kaydediyoruz. Fizik tedaviyle nöbetlere de faydası oldu. Ata hiçbir şekilde kafasını tutamıyordu. Tabi ki büyük mutluluk. Oturmasında bir ilerleme kaydedebiliyoruz. Annesi olarak gözlemlediğim kadarıyla rahatlıyor. En önemli şey kafasını ve vücudunu dengeli şekilde tutması onun dışında rahatlaması çünkü sürekli yatan bir çocuktu Ata” dedi.

    “Bu hali bizi mutlu etti”

    Ata’nın fizik tedaviyle birlikte yavaş yavaş ellerini de açmaya başladığını ifade eden Özdemir, “Güzel bir yol katediyoruz. İnşallah Allah izin verirse ilerleyen zamanlarda daha güzel gelişmeler olacağını düşünüyoruz. Çok mutlu oluyoruz, bizim için çok büyük bir şey. Yürümesinin, koşmasının dışında rahat bir şekilde nefes alabilmesi için biz elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Ata, 8 kez yoğun bakıma girdi çıktı. Her seferinde daha da güçlü oldu. Bu da bize umut veriyor. Ata’nın güçlü olması, tedavilerine cevap verebilmesi çok önemli. Bu tedaviler oluyor ama kendisi de bu tedavilere cevap veriyor. İlk fizik tedavi aldığı zamanla şu an aldığı fizik tedavi arasında dağlar kadar fark var. İlerleyen zamanlarda etkilerini göreceğiz. Ama şu anki hali bizi çok mutlu ediyor” diye konuştu.

    “Başını doğru tutabilmesi önemli”

    Fizik tedavi uzmanı Oğuz Atılgan ise, “Ata hareketlerimizle rahatlıyor. Fizik tedavi hareketlerine daha iyi reaksiyon veriyor. İlerlemeleri günbegün veriyoruz. Başını tutabilmesini çok hızlı kazandı. Bu çok iyi bir gelişme. Başını doğru ve dengeli şekilde tutabilmesi beynin doğru oksijenlenmesini fazla arttırıyor. Yatış pozisyonundan artık ayakta durma pozisyonuna geçmemiz lazım. Bunu sağlamak için de duruş egzersizleri yapıyoruz” dedi.

  • Üç üniversiteden sağlıklı ve güvenli bir eğitim öğretim yılı için ortak çalıştay

    Üç üniversiteden sağlıklı ve güvenli bir eğitim öğretim yılı için ortak çalıştay

    Sağlıklı ve güvenli bir eğitim öğretim yılı sunmak amacıyla bir araya gelen Anadolu Üniversitesi, ESOGÜ ve ESTÜ yönetimleri, 27 Ağustos Perşembe günü düzenlenecek olan “2020-2021 Örgün Sistem Öğretim Yılı Planlaması Çalıştayı”nda buluşacak.

    Aday öğrencilere zorlu üniversite tercih sürecinde rehberlik yapan “Tercihim Eskişehir” platformu paydaşları, yeni öğretim yılında en sağlıklı ve en güvenilir modeli tartışmak için çalıştayda bir araya geliyor. Eskişehir’in 3 önemli yükseköğretim kurumu, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) ve Eskişehir Teknik Üniversitesi (ESTÜ) aday öğrencilere tercih döneminde sunduğu desteği yeni eğitim öğretim yılı boyunca da sürdürecek.

    Pandemi döneminde eğitim ve öğretim konuşulacak

    Tercih döneminin sona ermesinin ardından ortak çalışmalarına devam eden üç üniversite, yeniden bir araya gelerek pandemi koşullarına en uygun eğitim öğretim modelini ortaya koymaya hazırlanıyor. Bu amaçla düzenlenecek çalıştayda, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından alınan kararlar doğrultusunda örgün sisteme yönelik olarak 2020-2021 eğitim ve öğretim yılında yüz yüze verilecek eğitimlerde seyrekleştirme yöntemi, çevrimiçi ders işleme yöntemleri, uygulama dersleri, ders süreleri ve materyallerin nasıl olacağına yönelik planlamalar, hazırlık süreçleri, alana özgü çevrimiçi ders müfredatı ve etkinlikler, sınav, proje ve diğer çevrimiçi ölçme ve değerlendirme yöntemleri, devam ve devamsızlık durumları ile diğer hususlar ve öneriler ele alınacak.

    Pandemi önlemleri alınarak Anadolu Üniversitesi Rektörlük Senatosu’nda düzenlenecek çalıştaya Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fuat Erdal, ESOGÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Şenocak ve ESTÜ Rektörü Prof. Dr. Tuncay Döğeroğlu’nun yanı sıra üç üniversitenin rektör yardımcıları da katılacak.