Etiket: Tüketin

  • Dondurmayı mutlaka su ile tüketin

    Dondurmayı mutlaka su ile tüketin

    Yaz aylarında dondurma tüketiminin artmasıyla beraber boğaz enfeksiyonu sıklığı belirgin oranda arttı. Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Yavuz Selim Yıldırım dondurmanın su ile beraber tüketildiğinde boğaz enfeksiyonu sıklığının azaldığını belirtti.

    Malum sıcaklarda serinlemek için en çok tercih edilen şüphesiz ki dondurma olduğunu ifade eden Doç. Dr. Yavuz Selim Yıldırım, “Dondurma doğru şekilde tüketildiği takdirde herhangi bir sağlık sorununa neden olmaz. Fakat doğru şekilde tüketilmezse bağışıklığı düşük olan kişiler de boğaz enfeksiyonuna neden olabilir.” dedi.

    Yazın hasta olmamak için ne yapmalıyız ?

    Doç. Dr. Yavuz Selim Yıldırım, “Dondurma süt, yağ, şeker, protein ve kalsiyum gibi vücut için önemli maddeler içerir, yaz aylarında çocukların vazgeçilmezidir. Tatlı seven insanlar için sağlıklı bir besin kaynağıdır. Doğal meyvelerden yapılan meyveli çeşitleri ile de antioksidan kaynağıdır. İnek sütü alerjisi olanlar ise keçi sütünden üretilen dondurma yiyebilir” diye konuştu.

    Doç. Dr. Yavuz Selim Yıldırım dondurmanın nasıl tüketilmesi gerektiği konusunda şunları söyledi; “Kendim Kahramanmaraşlıyım, bizim memlekette dondurma su ile beraber servis edilir. Su ile tüketmek boğaz enfeksiyonu sıklığını azaltıyor. Buna ek olarak dondurma ambalajından çıkarıldıktan sonra hemen tüketilmemeli.Bir miktar beklemek mide ve barsaklar içinde iyi olur.Yine boğazda küçük parçalar ve eriterek yemek boğaz enfeksiyonu olasılığını azaltır.

    Nelere Dikkat etmeliyiz ?

    Dondurmanın fazla miktarda tüketilmesi kilo problemi olanlar için sorun oluşturabilir,

    Tok karna tüketmek daha sağlıklıdır,

    Soğuk su ile tüketmeyin !

    Dondurma yedikten sonra dişlerimizi korumak için ağız yıkanmalı.

    Paketli dondurmalar mutlaka soğuk zincirde korunmuş olmalı ve son tüketim tarihi kontrol edilerek tüketilmeli.

    Boğaz enfeksiyonu sadece dondurma tüketince mi olur ?

    Hayır. Burnu tıkalı kişiler gece boyu ağızdan nefes alır.Ağızdan nefes almak boğazın kurumasına, dişlerin çürümesine, ağızda kötü bir tat hissine neden olarak boğaz enfeksiyonunu artırır.Bağışıklık sistemi zayıf kişiler de yine sürekli boğaz enfeksiyonu geçirir.Uyku apnesi- horlaması olan kişiler gece uykuda tıkanmaya bağlı daha sık hasta olurlar.Sigara içenler ve geniz akıntısı fazla olan kişiler daha sık hastalanır.

    Peki Sık Tekrarlayan Boğaz Enfeksiyonlarının Nedeni Nedir ?

    Ağızdan solunum (ağızdan nefes alıp vermek) en sık nedenlerin başında gelir, burun tıkanıklığı, bağışıklık sisteminin zayıf olması, sigara içmek, antibiyotik direnci, aşırı yorgunluk ve uykusuzluk, stres, fazla soğuk ve sıcak yemek içmek, geniz akıntısı, geniz eti ve burun alerjisi sayılabilir.

    Sık tekrarlayan boğaz enfeksiyonlarında çözüm nedir ?

    Bir yıl içerisinde 4-5 ten fazla boğaz enfeksiyonu geçirmesi durumunda, erişkin ve çocuklar için ameliyat seçeneği devreye girer. Geçirilen boğaz enfeksiyonu uygun şekilde tedavi edilmez ise bu enfeksiyon kalbe, böbreklere ve eklemlere zarar verebilir. “

  • Göz sağlığınız için havuç tüketin

    Uzman Diyetisyen Şebnem Kandıralı Yıldırım, göz sağlığı için havuç tüketilmesinin önemli olduğunu söyledi.

    Uzman Diyetisyen Şebnem Kandıralı Yıldırım, “1 orta boy havuç ya da 1/2 bardak doğranmış havuç 1 porsiyon olup, 30 kaloridir, 6 gram karbonhidrat, 3 gram şeker ve 1 gram protein içerir. Mükemmel bir A vitamini kaynağıdır, 1 porsiyon havuç günlük ihtiyacının %210’unu karşılar. C vitamini ihtiyacının yüzde 6’sını, demir ve kalsiyum ihtiyacının ise yüzde 2’sini 1 porsiyonu ile karşılar. Havuca parlak turuncu rengini veren beta karoten adlı bir antioksidandır. Beta karoten bağırsakta emilir ve sindirim sırasında A vitaminine dönüştürülür. Havuç aynı zamanda lif, E ve K vitamini, potasyum, folat, manganez, fosfor, magnezyum ve çinko gibi birçok vitamin ve mineral içerir” dedi.

    Uzman Diyetisyen Yıldırım, havucun faydalarını şöyle sırayadı:

    “1- Görme fonksiyonunu geliştirir: Havuç beta karotenden zengindir, beta karoten karaciğerde A vitaminine çevrilir. Retina da ise A vitamini rodopsine dünüşür, rodopsin gece görüş için gerekli olan mor bir pigmenttir. Beta karoten aynı zamanda makula dejenerasyonu ve katarakt oluşum riskini azaltır. Yapılan bir çalışmada beta karotenden zengin beslenen bireylerde makula dejenerasyon oluşum riskinin %40 daha az olduğu saptanmıştır.

    2- Kanseri önlemeye yardımcıdır: Yapılan çalışmalar havucun akciğer, meme, prostat ve kolon kanseri riskini azalttığını göstermektedir. Havuç içerdiği falcarinol ve falcarindiol ile antikanser özelliktedir. Falcarinol köklerini mantar hastalıklarından korumak için havuç tarafından üretilen doğal bir ilaçtır. Yapılan bir çalışma havuç tüketen farelerde 1/3 oranında kanser riskinin azaldığını saptamıştır. Sigara içen bireylerde yapılan bir çalışmada havuç tüketmeyen bireylerin, haftada 1 ve üzerinde havuç tüketenlerle karşılaştırıldıklarında akciğer kanserine yakalanma riskinin 3 kat daha fazla olduğu saptanmıştır. Genç erkekler üzerinde yapılan bir çalışma da beta karotenden zengin diyetle beslenmenin prostat kanserine karşı koruyucu rolü olduğunu göstermektedir. Çiğ havuç tüketen kadınlarda meme kanseri gelişme riski hiç tüketmeyenlere göre %5-8 arası daha azdır. Lif zengini havuç tüketimi kolon kanseri riskini %24 oranında azaltır.

    3- Yaşlanmayı yavaşlatır ve sağlıklı bir cilt oluşumunu destekler: Yüksek oranda beta karoten içeriği ile hücre hasarına karşı bir antioksidan görevi görür, hücrelerin yaşlanmasını yavaşlatır. A vitamini ve antioksidanlar güneş hasarına karşı cildi korur. A vitamini eksikliğinde saç, cilt ve tırnaklarda kuruluk görülür. A vitamini erken kırışmayı, akne, kuru cilt, pigmentasyon, lekeler ve düzensiz cilt tonunu önler.

    4- Kalp hastalığı ve inmeyi önler: Yapılan çalışmalar karotenoidlerden yüksek diyetlerin kalp hastalık riskini azalttığı yönündedir. Havuç yalnızca beta karoten değil aynı zamanda alfa karoten ve lutein içerir. Havucun düzenli tüketimi kolesterol seviyelerini düşürür, bu da havucun içerdiği çözünür liflerin (pektin) safra asitleri ile bağlanmasından kaynaklıdır. Yapılan bir çalışmaya göre haftada 6 ve üzerinde havuç tüketenlerin ayda 1 veya daha az havuç tüketenlerle karşılaştırıldığında inmeden zarar görme olasılıkları daha düşük olduğu görülmüştür. Günde 1 avuç inme riskini %68 oranında azaltır.

    5-Vücudu temizler, karaciğer için faydalıdır: A vitamini vücuttan toksinlerin atılmasında karaciğere yardımcı olur. Karaciğerde safra ve yağı azaltır. Havuçta bulunan liflerde kolonu temizler ve atık hareketini hızlandırır. İyi bir lif kaynağı olması nedeniyle yavaş sindirilir ve tok tutar.

    6- Diş ve diş etlerini korur: Havuç dişleri ve ağzı temizler, plak oluşumunu azaltır, tükürük oluşumunu arttırarak alkali ortam sağlar, asit oluşumunu ve çürüğe neden olan bakterilerin oluşumunu önler.”

    Bu lezzetli kök sebzesini alırken en koyu turuncu renkli olanların seçilmesi gerektiğini ifade eden Diyetisyen Yıldırım, “Beta karoten içerikleri daha yüksektir. Havuçları buharda pişirmek beta karotenin biyo yararlılığını arttırır. Çok az da yağ ilavesi yapmak beta karotenin vücut tarafından en iyi şekilde kullanılmasını sağlar. Havucu bütün olarak pişirip sonra kesmek antioksidan besin öğeleri ve falcarinol kaybını önleyecektir. Glisemik indeksi yüksek bir sebze olduğundan şeker hastaları havuç suyu ya da tek başına bir havuç salatası yememelidir. Havuç işlem gördükçe glisemik indeksi artar. Havuç içerdiği karotenoid ve A vitaminleri ile gözü diyabetik retinopati veya uzun dönem diyabetlilerde gözdeki kan damar hasarlarına karşı koruduğundan son derece faydalı bir sebzedir bu sebeple buharda pişmiş olarak limon, sirke ya da yoğurt ilavesi ile glisemik indeksi azaltılabilir” açıklamalarında bulundu.

  • Ekmeğinizi hem sağlıklı, hem bilinçli tüketin

    Yaşar Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Gıda İşleme Bölüm Başkanı Öğretim Üyesi Dr. Ruhan Aşkın Uzel,

    her bireyin ekmek gereksiniminin farklı olduğunu belirterek, “Yetişkin bir kadın bireyin günlük ekmek gereksinimi günde 4- 6 dilim ekmek, yetişkin bir erkek bireyin günlük ekmek gereksinimi ise ortalama 6-10 dilim ekmek civarındadır” dedi.

    Avrupa’nın en çok ekmek tüketen ülkesi olmamıza rağmen vatandaş, hangi ekmek çeşidini tüketmesi gerektiği konusunda tereddüt yaşayabiliyor. Besin değeri ve doyuruculuğu yüksek olan ekmeği nasıl seçmemiz gerektiğini anlatan Öğretim Üyesi Dr. Ruhan Aşkın Uzel, her bireyin ekmek gereksiniminin farklı olduğunu söyledi. Ekmeğin fazla miktarda tüketilmesinin beraberinde obezite, diyabet, kalp rahatsızlıkları, sindirim bozuklukları gibi bazı sağlık sorunlarını getirdiğini ancak bunun ekmeğin sofralardan tamamen çıkarılması anlamına gelmemesi gerektiğini belirten Uzel, “Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre günlük ihtiyaç duyulan enerjinin yüzde 55-60 oranında karbonhidrat kaynaklı olması gerekir. Bu oran göz önünde bulundurulduğunda ekmek tüketiminin elzem olduğu sonucuna varılabilir. Karbonhidrat alımı önemlidir. Çünkü vücuda alımının ardından parçalanarak temel yapı taşı olan glikoza dönüşür ve kan şekerinin tedarikçisi rolünde bulunur. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı beyin ve sinir sistemi için enerji sağlanmış olur. İlaveten vücut açlık durumunda önce karbonhidrat, sonra yağ, en son proteinleri yakmak ve enerji sağlamak ister. Eğer vücudun karbonhidrat rezervi yeterli değilse enerji proteinlerin yıkımına kadar gidilerek sağlanır, bu da kas dokularına zarar verebilir” dedi.

    Kadın ve erkekler ne kadar tüketmeli

    Türkiye’de yılda kişi başına düşen ekmek tüketiminin 50 kilogram olduğunu hatırlatan Yaşar Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ruhan Aşkın Uzel, “Elbette ülkemizde ekmek tüketiminde miktarı dengelemek için önlem alınması gerektiği açıktır. Tabii ki miktarı dengelerken ekmeğin türü konusunda da seçici olunması gerekir. Öncelikle her bireyin günlük ekmek gereksiniminin farklı olduğu unutulmamalıdır. Bunun farklı olmasının nedeni bireylerin cinsiyet, yaş, kilo ve boy ölçüsü, beslenme alışkanlığı, yaşam tarzı, metabolizma hızı, çalışma durumu gibi faktörlerdeki farklılığıdır. Ancak yine de genellemek gerekirse ekmeğin türüne bağlı olarak yetişkin bir kadın bireyin günlük ekmek gereksinimi günde 4-6 dilim ekmek, yetişkin bir erkek bireyin günlük ekmek gereksinimi ise ortalama 6-10 dilim ekmek civarındadır” diye konuştu.

    Ekşi mayalı ekmeğe dönüş

    Tahıl içeriği yüksek olan ekmeklerin önemine dikkat çeken Dr. Uzel, pek çok faydası bulunan ekşi maya ekmeği ile ilgili de şu bilgileri verdi:

    “Önemli olan besleyiciliği, doyuruculuğu iyi olan ekmeği seçmektir. Örneğin beyaz ekmek glisemik indeksi yüksek olan bir ekmek türüdür. Glisemik indeksin yüksek olması kan şekerinin hızlı yükselmesi anlamına gelmektedir. Tam taneli tahıldan yapılan ekmeğe nazaran lif içeriği daha düşüktür ancak bazı tüketicilerin damak zevkine göre daha çok tüketilebilmektedir. Kepekli ekmek de en çok tercih edilen ekmek grubundadır. Lif içeriği yüksektir, damar sertliğinin önüne geçer ve bağırsakları düzenli çalıştırır. Tam buğday ekmeği bağışıklık sistemini düzenler, özellikle diyetisyenler tarafından ağırlıklı olarak çocuklar ve yaşlılar için de önerilmektedir. Tam taneli tahıllı ekmeklerin de lif oranı yüksektir ve glisemik indeksi düşüktür. Bu da bağırsakların daha düzenli çalışmasını, tokluk hissini, kan şekeri seviyesinin kontrollü olmasını, kilo kontrolünü mümkün kılar. Bu sayede tüketicilerin hem besin değerleri mümkün ölçüde karşılanır ve aynı zamanda vücutlarında kolesterol dengelenir, kötü kolesterol ile mücadele edilir. Ekmek türlerinden bahsederken listede son yıllarda sıklıkla yer almaya başlayan bir ekmek türü de ekşi maya ekmeğidir. Her ne kadar süpermarket zincirlerinde geç yer almaya başladıysa da ekşi maya ekmeğinin çok uzun bir geçmişi bulunmaktadır. Ekşi maya 500 yıldır kullanılan, un ve suyu ekmek haline getiren en eski yöntemdir. Un ve suyun olduğu uygun üretim ve saklama koşullarında ekşi mayadan üretilen ekmek uzun süre saklanması en kolay ekmektir. Glisemik indeksi düşüktür ve yoğun posa içerir. Uzun süre tok tutar. Bağışıklık sistemini de destekler, bunun nedeni ekmekte bulunan ve bağışıklık sistemini destekleyen beta glukanın pişme sırasında parçalanmasını önlemesidir. Ayrıca ekmek tüketimi konusunda ekmeğin türünden bağımsız olarak dikkat edilmesi gereken bir husus da hijyen. Ambalajlı, el ile temas etmeyen ekmeklerin satın alınması gerekir.”

    Türkiye’de ekmek tüketimi

    Türkiye’de imal edilen ürünler içerisinde tahıl grubu ürünlerin payı yüzde 66 oranında. Ekmeğin ise bu tahıl grubunu karşılama oranı yüzde 56. Ağırlıklı olan bu paydan hareketle kişi başı günlük ekmek tüketimi 319 gram. Bu da 1,3- 1,6 adet ekmeğe karşılık geliyor. Bu tüketim yıllık tabanda ise kişi başı en az 100 kilogram bandında. Bu tüketim miktarıyla Türkiye, Avrupa’da ekmek tüketiminde birinci sırada yer alıyor. Türkiye’de kişi başı ortalama ekmek tüketimi ise yılda 50 kilogram.

  • Prof. Dr. Boyacıoğlu:”Balı ham haliyle tüketin”

    İstanbul Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümünden Prof. Dr. Dilek Boyacıoğlu, piyasadaki ballar üzerinde üniversitede yaptıkları analizler sonucunda, bala uygulanan işlemlerin etiketlerde belirtilmediğini ve tüketicilerin doğru bilgilendirilmediğini ifade etti. Boyacıoğlu, balın besin değeri ve faydası için pastörize ve filtre edilmemiş ham halini tüketilmesinin önemli olduğunu duyurdu.

    Prof. Dr. Dilek Boyacıoğlu balı, arıların bitki nektarları ve salgılardan ürettiği, kendine özgü maddeler ile birleştirerek değişikliğe uğrattığı, su içeriğini düşürdüğü ve petekte depolayarak olgunlaştırdığı doğal ve değerli bir besin olarak tanımladı.

    Balın bileşiminde proteinler, enzimler, vitamin, mineraller ve antioksidan özellik taşıyan fenolik flavonoid bileşenlerinin yer aldığını dile getiren Prof.Dr. Boyacıoğlu, balın içeriğinde ise B1, B2, B3, B5, B6, C vitamini ile sodyum, kalsiyum, potasyum, magnezyum, fosfor, çinko, bakır, demir gibi minerallerin yer aldığını belirtti.

    Prof. Dr. Dilek Boyacıoğlu, balın içerisindeki bu değerli bileşenlerin korunması için balın pastörize ve polenleri tutacak derecede filtre edilmemesi gerektiğinin altını çizdi.

    “Tüketiciye doğru bilgi verilmiyor”

    Prof.Dr. Boyacıoğlu şöyle devam etti: “Pastörizasyon, 65-76 derece aralığında uygulanan ısıtma işlemidir. Süt, meyve suyu gibi ürünlere uygulanmaktadır. Pastörizasyon işlemi ballarda kristalizasyon yani şekerlenmeyi önlemek için yapılmaktadır. Bu işlem ile ballar raflarda daha uzun süre şeffaf berrak bir şekilde kalmaktadır. Ticari amaçla uygulanan bu işlem, balın içerisindeki enzimlerin, proteinlerin, vitaminlerin ve antioksidan maddelerin zarar görmesine neden olur, dolayısıyla besin değerini azaltır. Bal binlerce yıldır; yara ve yanıkların tedavisinde, cilt rahatsızlıklarında ve mide hastalıklarında da kullanılmaktadır. Fakat balın besin değerinden ve faydalarından bahsedebilmemiz için balın pastörize ve filtre edilmemiş ham halini tüketmeliyiz.”

    “Pastörize bal olduğu etiketlerde belirtilmiyor”

    Pastörize edilen ballarda bu işlemin etikette belirtilmesi gerektiğini işaret eden Prof.Dr. Boyacıoğlu, “Fakat şu anda raflarda gördüğümüz pek çok üründe bu ifade belirtilmiyor. Bu durum tüketicinin konu hakkında eksik bilgilendirilmesine yol açıyor. Türk Gıda Kodeksi Bal Tebliği’ne göre 45 derecenin üzerine ısıtılan balların fırıncılık balı olarak adlandırılır, bu balların sadece fırıncılık ürünlerinde kullanılabilir ve rafta satışa sunulmaması gerekir. Fakat raflarda satılan birçok ürünün pastörize ve aşırı filtre edilmiş olmasına rağmen etiketlerde bu belirtilmiyor ve tüketiciye bu şekilde ulaşıyor.”diye konuştu.

    “Piyasada satılan balların analizi üzücü”

    Prof.Dr. Boyacıoğlu, piyasada satılan balları İstanbul Teknik Üniversitesi laboratuvarlarında analiz ettiklerini belirterek, “ Balda özellikle invertaz enzimi yüksek sıcaklığa karşı hassastır. Dolayısıyla balın invertaz aktivitesinden, pastörize edilip edilmediği anlaşılmaktadır. Piyasadan topladığımız toplam 36 adet bal örneğinin 29’unda invertaz değeri, 45 derecenin üzerine ısıtılmamış ham ballarda literatüre göre olması gereken minimum değerin (80 U/kg) altında çıkmıştır. Pastörize ve filtre edilmemiş ham bal örneklerinde ise bu değer 130 – 310 (U/kg) arasında değişmektedir. Bu sonucun da bize gösterdiği üzere, balın içerisindeki enzimlerin ve değerli besin öğelerinin korunması için pastörize edilmemiş olması önemlidir.”ifadelerine yer verdi.

    “Ham balın besin değeri daha yüksek”

    Ham balın kovandan alındığı hali ile tüketime sunulan doğal bal olduğunun altını çizen Prof.Dr. Boyacıoğlu, “Pastörize ve filtre edilmemiştir. Pastörizasyon balın içerisinde doğal olarak bulunan enzimler, vitaminler ve antioksidan özelliğe sahip bazı fenolik ve flavonoid yapıdaki faydalı bileşenlerin azalmasına neden olurken; filtrasyon da balın içerisinde doğal olarak bulunan polenlerin azalmasına neden olur. Ham bal, pastörize edilmediğinden ve filtre edilmediğinden besin içeriği tüm doğallık ve saflığıyla korunmaktadır. Buradaki filtrasyon, polenleri tutacak derecede yapılan ince filtrasyondur. Kaba bir filtrasyon, balın içerisindeki arı kanadı gibi yabancı maddelerin uzaklaştırılması için tabii ki gereklidir. Fakat ince filtrasyonda, balın içerisindeki polenler de kaybolmaktadır. Bu da tercih edilen bir durum değil, fakat ne yazık ki piyasadaki ballarda bu işlem uygulanmaktadır.”dedi.

    “Balık kristalleşmesi doğal bir olaydır”

    Kış mevsiminde baldaki kristalleşme olayına da açıklık getiren Prof.Dr. Boyacıoğlu, “Ham balda bu işlem uygulanmadığı için doğal olarak kristalleşme görülebilir. Balın kristalleşmesi tamamen doğal bir olaydır. Kristalleşmiş balın tüketilmesinde herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Bu kimyasal bir bozulma belirtisi değil, fiziksel bir değişimdir. Bal kristal halde de doğrudan tüketilebilir. Üstelik ham bal içerisindeki değerli bileşenler korunduğundan yüksek antioksidan ve anti-bakteriyel aktivite de göstermektedir.”

  • “Sağlık için balık tüketin”

    Vitaminler ve mineraller açısından çok yararlı bir besin maddesi olan balığın düzenli tüketildiğinde birçok hastalığı yok ettiğini söyleyen Dr. Mustafa Eraslan, balığa dair bilgi paylaşımlarında bulundu.

    İnsan hayatında olmazsa olmazlardan olan balığın yaşamımızda ki önemine değinen Doktor Mustafa Eraslan, “Balık neredeyse anne sütüne yakın beslenme değeri olan bir gıdadır” diyerek balık tüketiminden, tutulma yöntemine kadar dikkat edilmesi gereken noktaları anlattı.

    “Balığın yüzde 90’ını vücut protein olarak alır”

    Balığın, kırmızı et ve tavuk etinden farkı olduğunu söyleyen Dr. Eraslan, “Kırmızı eti veya tavuk etini yediğiniz zaman yaklaşık yüzde 30 ile yüzde 50’sini protein olarak alırsınız. Örneğin 1 kilo et tüketildiğinde bundan 300 ile 500 gr protein alınır. Ancak balık etinde öyle değil, yaklaşık 900 gr yani yüzde 90’ını neredeyse vücut protein olarak alır. 1 kilo et yerine yarım kilo balık bizim için daha önemlidir” dedi. Bunun yanı sıra saçın beslenmesinde de balığın çok önemli rol oynadığını ifade eden Eraslan, “Saçın iyi beslenmesinde, güçlü olmasında balık çok önemli. Bunun yanında cilt bakımında ve cilt sağlığı içinde balık çok büyük bir servettir” dedi.

    Tedaviye destek: Balık kalp ve damar rahatsızlığı olanlar için balığın önemini anlatan Dr. Eraslan, “Ölümlerin yüzde 50’si damar tıkanıklığından oluyor. Damar tıkanıklığını önleyen en önemli maddelerden bir tanesi bizim omg3 adını verdiğimiz madde oda balıkta mevcut. Bir önemli konuda şu, biz yurt dışından omg3 alıyoruz. Norveç’te omg3 bakımından önemli olan somon balığı alıyoruz ama emin olun 1 buçuk katı şuanda bizim halkımızın yediği hamside var. Yani hamsi omg3 konusunda belki de dünyada ki en kıymetli besinlerden bir tanesi. Bunun yanı sıra hazmı en kolay olan et balık etidir” dedi. Aynı zamanda balık ile tedaviye destek vermenin de mümkün olduğunun da altını çizen Dr. Eraslan, “Koruyucu hekimlik dediğimiz noktada balık önemli. Düzenli balık yiyenlerde birçok hastalık olmuyor. Örneğin alzheimer, emes (MS), kalp damar hastalığı, böbrek hastalığı, hiper tansiyon dediğimiz hastalıklar kolay kolay olmuyor. Yani siz sadece balığı düzenli ve mevsiminde tüketerek birçok hastalığa yakalanmıyorsunuz. Ya da başka bir şekilde hastalığa yakalandınız menünüze balığı katarsanız kan basıncınızda düzelme olur. Şuan da şeker hastalarının yiyeceği en önemli protein kaynağı balıktır. Kan şekerini düşürüyor bunun yanında insülin salınımı arttırıyor” diyerek önemli bilgiler verdi.

    Balık tutumunda önemli noktalar

    Birçok vatandaş gibi kendisinin de balık tutmayı sevdiğini ve yaptığı bir aktivite olduğunu söyleyen Eraslan, “Balık nesillerinin devam etmesi lazım. Ben küçüklüğümden hatırlıyorum ortaokuldayken Marmara Denizi’ nde 180, 200 kilolarda orkinos balığı yakalanırdı. Ancak tükendi Sebebi şu; balıkların yumurtlaması lazım ki balık sayısı artsın, nesilleri devam etsin. Bu nedenle tavsiyem mutlaka balık neslini devam ettirebilmek için yumurtlama döneminden sonra yakalamamız” diyerek cümlelerini sonlandırdı.