Etiket: Tekrarlayan

  • Tekrarlayan düşük problemine dikkat

    Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Prof.Dr. Bülent Berker, tekrarlayan düşük problemlerine dikkate dilmesi gerektiğini söyledi.

    Düşük gebeliğin 20. veya kimilerine göre de 24. haftasından (139 günden) önce sonlanması olduğunu kaydeden Prof. Dr. Bülent Berker, “Düşük yapan kadınlarda plasenta (bebeğin eşi), amniyotik zarlar ve ağırlığı 500 grama ulaşmamış fetus (gelişmekte olan bebek) atılır. Hamileliğin en sık görülen komplikasyonu düşüktür. Gebeliklerin düşükle sonlanma ihtimali kesin olarak bilinmemekle birlikte bu ihtimalinn yüzde 15-40 arasında olduğu düşünülmektedir. Birçok kadın çok erken dönemde düşük yaptığından düşüğü ağır bir adet kanaması zannederek fark edemeyebilir. Düşüklerin yüzde 75’i 16.gebelik haftasından, yüzde 62’isi 12. gebelik haftasından önce gerçekleşir. Gebelik ilerledikçe düşükle sonlanma ihtimali azalır” dedi.

    Prof. Dr. Bülent Berker, yirminci veya yirmi dördüncü gebelik haftasından önce ve bebeğin ağırlığı 500 grama ulaşmadan gerçekleşen 2 veya daha fazla sayıdaki düşüğe tekrarlayan düşük denildiğini kaydederek, “Tekrar düşük yapma ihtimali ilk düşükten sonra yüzde 25, ikinci düşüğü takiben yüzde 30 ve üçüncü düşüğü takiben yüzde 40’tır. Vajinal kanama; Düşüğün ilk bulgusu vajinal kanamadır. Bu açık renkli bir kanama olabileceği gibi vajinal salgılarla karışık koyu kahverengi bir kanama da olabilir. Vajinal kanama saptandığında hemen sizi takip eden hekime başvurmanız gerekir. Anne adaylarının yüzde 70’inde gebeliğin ilk haftalarında lekelenme şeklinde kanamalar görülebilir. Gebeliğin ilk haftalarında meydana gelen lekelenmeler embriyonun rahme tutunması sırasında görülür. Kasık ağrısı ve kramplar; Vajinal kanamaya kasık ağrısı ve krampların eşlik etmesi düşüğün en önemli bulgularındandır. Gebeliğin ilk aylarında artan progesteron hormonunun bağırsak ve idrar yolları üzerindeki etkilerine bağlı olarak kasık ağrısı görülebilir. Düzenli aralıklarla gelen ve giderek şiddetlenen kasık ağrısı varlığında hemen hekime başvurulmalıdır. Uzun süren kanama ve kramplar çoğunlukla düşükle sonlanır. Gebeliğe bağlı bulguların kaybolması; Gebeliğe bağlı bulantı ve göğüslerde gerginlik gibi bulguların birden kaybolması gebeliğin sağlıklı devam etmediğinin göstergesi olabilir” diye konuştu.

    Prof. Dr. Bülent Berker, düşüklerin tıbbi sınıflamasını ise şöyle açıkladı:

    “Tekrarlayan düşük (habitüel abortus); arka arkaya iki veya daha fazla sayıda düşük yapılmasıdır. Düşük tehdidi (abortus imminens); günlerce bazen haftalarca süren vajinal kanama ve beraberinde kasık ağrısı ve kramplar olan klinik tablodur. Kaçınılmaz düşük (abortus insipiens); bebeğe ait zarların yırtıldığı, kanama ve bebeğe ait parçaların açılan rahim ağzından dışarı çıktığı durumdur. Düşük kaçınılmazdır. Tamamlanmamış düşük (inkomplet abortus); gebeliğin bir kısmı dışarı atılmıştır. Geriye kalan kısmının temizlenmesi ve kanamanın durdurulması için kürtaj yapmak gerekir. Farkına varılmamış düşük (missed abortus); fetusun (bebeğin) yaşamı sonlandığı halde hiçbir bulgu vermez ve anne adayı tarafından bu durum fark edilmeyebilir.”

  • Tekrarlayan baş ağrısına dikkat

    Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Yavuz Selim Yıldırım, tekrarlayan baş ağrısının dikkat alınması gerektiğini söyledi.

    Hisar Hospital Intercontinental Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Yavuz Selim Yıldırım, “Tekrarlayan baş ağrısında genellikle migren ve beyin tümörleri akla gelirken sinüzit unutuluyor” dedi.

    Sinüslerin burun ve göz çevresinde bulunan hava boşlukları olduğunu kaydeden Doç. Dr. Yavuz Selim Yıldırım, “Sinüslerin iltihaplanması sonucu burun tıkanıklığı, yüz ve baş ağrısı, koku almada azalma, sarı – yeşil burun akıntısı, geniz akıntısı, öksürük ve balgam şeklinde bulgu verir. Burun tıkanıklığı her zaman olmayabilir. Bazı sinüslerin tıkanması halinde tek belirti baş ağrısı olabilir. Bazen ilk belirti gözlerde şişme, menenjit veya beyin apsesi olarak ‘ta karşımıza çıkabilir” diye konuştu.

    Doç. Dr. Yavuz Selim Yıldırım, Burun içerisindeki yapısal nedenler örneğin sonradan oluşan burun eti, var olan burun etlerinin büyük olması, burun etlerinin hava ile şişmesi, kemik ve kıkırdak eğriliği sinüzite neden olduğunu bunlardan başka üst solunum yolu enfeksiyonları, alerjik burun rahatsızlığı, uçak yolculuğuna bağlı basınç değişikliği ve geniz eti gibi nedenlere bağlı da sinüzit gelişebildiğini anlatarak, “Sinüzit Burun tıkanıklığı, baş ağrısı, yüzlerde dolgunluk ve basınç hissi, geniz akıntısı, öksürük, balgam, ağız kokusu, horlama, halsizlik ve yorgunluk yaparak hastaların yaşam kalitesini tansiyon ve şeker hastalığına oranla daha fazla bozar. Islak saç ile dışarı çıkmanın ya da duş sonrası saçları kurutmadan dışarı çıkmak, rüzgarlı havalar dış ortam ısısını vücuda iletmede iletken rol oynayarak sinüzite neden olur.

    Mukozadaki ödemin artması sonucu sinüslerin ağzının tıkanması ile sonuçlanır, sinüs içerisinde hapsolan hava ve sinüs sıvıları bakterilerinde etkisi ile enfekte olunca baş ağrısı, alın ve iki taraflı şakak ağrısı, dişlere, damağa ve buruna yayılan ağrı, geniz arkası ağrısı, unutkanlık ve dalgınlık görülebilir” şeklinde konuştu.

    Doç. Dr. Yavuz Selim Yıldırım, sinüzit tedavisi konusunda ise şunları söyledi; “Akut sinüzit medikal tedavi ile kronik sinüzit bilgisayar destekli endoskopik sinüs cerrahisi ile güvenli ve kolay bir şekilde tedavi edilir.

    Sinüziti alternatif tedaviler ile tedavi etmeye kalkarken hayati riskler taşıyan yöntemlerden uzak durulmalı. Halk arasında sinüzite iyi geleceği düşünülen bazı yöntemler gırtlakta ödem yaparak hayati birtakım sonuçlara neden olabilir. Sinüzite iyi geldiği düşünülen, bitkisel tedaviler de yan etkileri nedeniyle çok riskli olabilir.”

    Doç. Dr. Yavuz Selim Yıldırım, sinüzit olmamak için ne yapılması konusunda ise şu önerilerde bulundu:

    “Akut üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında burnun deniz suyu ve spreyler ile açık tutularak burun ve sinüslerin tıkanması önlenmeli, Burun alerjisi tedavisi yapılmalı, ıslak saç ile dışarı çıkılmamalı, başınızı rüzgardan koruyun.”

  • Tekrarlayan omuz çıkıkları en çok gençlerde görülüyor

    Omuz çıkığı özellikle 18-30 yaş arası gençlerde ve sporcularda sık görülen bir sorun. Acıbadem Kayseri Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Fatih Karaaslan gençlerde ve sporcularda sık görülen ve tekrarlayan omuz çıkıkları ve tedavi yöntemi hakkında bilgi verdi.

    Omuz çıkması, spor yaparken ya da basit kazalar sonucunda ortaya çıkan bir sorun. Ancak vücudun hareket sınırı en fazla olan yani kollarımıza neredeyse 270 derece dönme kabiliyeti sağlayan omuz eklemi söz konusu olunca, tedavisi kadar tekrar oluşmaması da önemli hale geliyor. Omuzun gün içinde en fazla kullandığımız eklemlerden biri olduğunu söyleyen Acıbadem Kayseri Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Fatih Karaaslan, “Omuz, kolumuzla gövdemizin birleşim yeridir. Gün içinde en fazla kullandığımız kısımlardan birisidir. Yüzeylerin birbiriyle uyumu hemen hemen hiç yoktur. Bu da eklemin bir arada durmasını çevreleyen esnek yapıdaki yumuşak dokular sağlar. Bu yumuşak dokuların esnekliği hareketin üst sınırlarında, özellikle fırlatma hareketinde ya da arkaya uzanıp bir şey almaya çalıştığımızda eklemi bir arada tutmaya yetmez ve omuz eklemi yerinden çıkar. En sık genç yaş grubunda, özellikle spor aktiviteleri sırasında ve basit kazalar sonucunda çıkıklar oluşur” dedi.

    Şiddetli ağrı oluşturur

    Omuz eklemi çok güçlü kas ve yumuşak dokularla çevrelenmiş olmasına rağmen sıklıkla düşme, çarpma gibi travmaya bağlı olarak çıkık oluştuğunu söyleyen Doç. Dr. Fatih Karaaslan, zorlanma sırasında bağların ve dokuların yırtıldığını ve eklemin yuvasından çıktığını belirtti.

    Omuz çıktığında çok ciddi bir şekil bozukluğu ve ağrı oluşturuyor. Yerine oturtulduğunda ise bu sorunlar ortadan kalkıyor. Ancak omzu yerinde tutan contaya benzer bir yapı, omuz ilk çıktığı anda zarar görüyor. Bir kısmı yırtılıyor ve yerinde durması zorlaşıyor. İşte bu durumda da omuz çıkıklarının tekrarlaması neredeyse kaçınılmaz oluyor. Omuz çıkıkları, en sık 18-30 yaşları arasında görülüyor. Bu yaş grubu içinde; bir yaralanma ya da zorlanma nedeniyle omuz bir kez çıktığında, tekrarlama riski, yüzde 80.

    Artroskopik (kapalı) ameliyat tercih ediliyor

    Omuzun çıkık sayısı arttıkça omuz eklemi ve çevresinde yapmış olduğu tahribat artıyor. Bu nedenle çıkık tekrarlayıcı düzeye geldiğinde mutlaka bir ortopediste başvurmak gerekiyor. Zira bu durumda ameliyat bir tedavi seçeneği haline geliyor. Omuzdaki hasarın derecesine göre farklı tipte ameliyatlar yapılıyor.

    Tekrarlayan omuz çıkıklarında artroskopik (kapalı) ameliyat yöntemleri tercih ediliyor. Omuz çıkığına özel yapılan artroskopik ameiiyata ise “Bankart Ameliyatı” ismi veriliyor. Bu yöntemde eklem bir kamera yardımıyla görüntüleniyor. Omuz eklemi çevresinden küçük delikler açılarak bu iş için üretilmiş özel cerrahi ekipman kullanılıyor ve böylece cerrah, eklemin içindeki bozukluğu giderebiliyor. Bankart ameliyatı sırasında, sadece yırtılan dokular orijinal yerlerine dikiliyor.

    Aynı gün taburcu olmak mümkün

    Bankart Ameliyatı sayesinde kaslara çok az zarar verilmesi, hastaya pek çok konfor sağlıyor. Hastalar daha az ağrı duyuyor, daha hızlı taburcu oluyorlar, işe dönüş süreleri de kısalıyor. Ameliyat sonrasında sıklıkla hastaların aynı gün taburcu ediliyor veya bir gece hastanede kalıyor. İlk gün az bir miktarda ağrı olsa da, pek çok hastada hiç ağrı oluşmuyor. Ameliyat sonrası hastaya ilk günden itibaren bir egzersiz programı uygulanıyor. 3 hafta omuz askısı kullanımı öneriliyor. 3. haftadan itibaren Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon programı başlanıyor. Bankart ameliyatını geçiren bir hasta 3.ayda omzun tüm hareketlerini rahatlıkla yapabiliyor, 6. ayda ise spor yapabilecek hale geliyor.

    Ameliyat sonrasında iyileşen hastada tekrar çıkık oluşma riski yüzde 80’den yüzde 3-20’ye düşüyor. Çıkığın tekrarının önlenmesi için hastanın ilk 6 -12 ay süresince dikkatli olması gerekiyor. Bu süre sonrasında çıkık riski minimuma iniyor.

  • Tekrarlayan İdrar Yolu Enfeksiyonlarına Dikkat

    Böbrek hastalıklarına davetiye çıkaran idrar yolu enfeksiyonlarının önemsenmesi gerektiği belirtildi.

    Ege Üniversitesi Organ Nakli Merkezi doktorlarından Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cüneyt Hoşcoşkun, şiddetli ve uzun süren, iyi tedavi edilmeyen ya da tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarının böbrek yetmezliğine neden olabileceği konusunda uyarılarda bulundu. Prof. Dr. Hoşcoşkun, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarının böbrek yetmezliği sonucunu doğurduğunu belirterek “Çocuklarda doğumsal bozukluk, idrar yollarındaki yapısal bozukluk, idrar yollarında darlık, mesaneden geriye kaçış, kalıtsal böbrek hastalıkları ve nefrit ilerleyen zamanlarda kronik böbrek yetmezliğine neden olabilir. Çocuklardaki böbrek hastalıkları yeterince tedavi edilemezse böbrek yetmezliğine kadar ilerler, diyaliz ve böbrek nakli yapılması gerekebilir” diye konuştu.

    “ÇOCUKLARDA DA HAYATI TEHDİT EDEBİLİR”

    Böbrek hastalıklarının her yaştan insanı etkilediğini anlatan Prof. Dr. Cüneyt Hoşcoşkun, bir çok çocuğun da yaşamın erken yaşlarından itibaren böbrek hastalığı riski altında olduğunu dile getirdi.

    Yeni doğan döneminden itibaren böbrek hastalıklarına yönelik eğitim, erken tanı ve sağlıklı bir yaşam tarzı önerdiklerini belirten Hoşcoşkun, “Erişkin yaşta saptanan bazı böbrek hastalıkları ilk olarak çocuk yaşlarda başlamış olabilir. Böbrek hastalıkları çocukları değişik şekillerde etkiler. Bazı hastalıklar herhangi bir sekel (araz) bırakmadan iyileşir. Ama bazen hayatı tehdit edecek boyutta hastalık gelişebilir” dedi.

    Çocuklardaki böbrek ve idrar yolu hastalıklarının bir kısmının doğuştan olabileceğini ifade eden Hoşcoşkun, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Bunlar, bebek daha anne karnında iken ve hiçbir belirti vermeden önce, ultrasonografi ile tarama incelemesi yapıldığında görülebilir. Anne karnında en sık olarak teşhis edilen bozukluk, idrar yollarındaki genişlemedir. Bunlar, idrar yollarındaki darlık nedeniyle, darlık öncesinde idrarın birikmesi neticesinde ortaya çıkar. Böbrek havuzunun hemen sonrasındaki darlık böbrek havuzunda, idrar kesesinin çıkımındaki darlıklara bağlı olarak da idrar kesesi ve tüm idrar yolları genişler. Ayrıca çocuklarda idrar kesesi enfeksiyonları ve idrar kesesinin dolmasını ve boşalmasını bozan hastalık görülebilir. Şiddetli ve uzun süren, iyi tedavi edilmeyen ya da tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları (mikrop hastalıkları) böbrek yetersizliğine neden olabilir. Çocuklarda doğumsal bozukluk, idrar yollarındaki yapısal bozukluk, idrar yollarında darlık, mesaneden geriye kaçış, kalıtsal böbrek hastalıkları ve nefritler ilerleyen zamanlarda kronik böbrek yetmezliğine neden olabilir.”

    BÖBREKLERİ KORUMA TEDBİRLERİ

    Böbreklerin korunması için sekiz kuralın olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Hoşcoşkun, “Düzenli egzersiz yapın, şeker hastalığınızı ve tansiyon yüksekliğinizi kontrol altında tutun, tuzdan uzak durun, sağlıklı beslenin, fazla kilonuz olmasın, yeterli su için, sigara içmeyin, böbreklere zarar verebilecek ilaçları kullanmayın” dedi.

    ÇOCUKLARDA BELİRTİLER

    Çocuklarda böbrek hastalığının belirtilerinden bahseden Prof. Dr. Hoşcoşkun, sözlerine şöyle devam etti:

    “İdrar renginde değişiklik, çay rengi idrar yapma, göz kapaklarında, yüzde ve bacaklarda şişlik karın ağrısı, böğür ağrısı, idrar yaparken yanma, sızlama, sık sık idrara çıkma, geceleri yatağa idrar kaçırma, idrarı fışkırtamama ve damla damla idrar yapma, ateş yüksekliği, idrar miktarının aniden azalması, kilo alımının ve büyümenin duraklaması, kansızlıktır. Böbrek ve idrar yolu hastalıklarında, bu belirtilerden biri veya birkaçı ortaya çıkabilir. Bazen belirtiler çok hafif olabilir ve çocuğu fazla rahatsız etmez. Çocuklardaki böbrek hastalıkları yeterince tedavi edilemezse böbrek yetmezliğine kadar ilerler, diyaliz ve böbrek nakli yapılması gerekebilir.”

  • Tekrarlayan Gebelikte, Tedavi Nedene Yönelik Olmalı

    Halk arasında “düşük” olarak bilinen gebelik kayıpları, bebek sahibi olma heyecanı ve hayali yaşayan çiftlerin korkulu rüyası. Özellikle anne adayı üzerinde travmaya yol açabilen ve tıp dünyasında “tekrarlayan gebelikler” diye adlandırılan bu kayıpların, iki kez gerçekleşmesi halinde, daha fazla beklenmeden araştırılması gerekiyor.

    Başkent Üniversitesi Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Uzmanı Doç.Dr. Tayfun Çok, tekrarlayan gebelik kayıplarının tanı ve tedavisinin, kadın hastalıkları ile doğum uzmanları arasındaki en tartışmalı konulardan olduğunu kaydetti. Amerikan Üreme Sağlığı Cemiyetinin iki, Avrupa Üreme Sağlığı Cemiyetinin ise üç kayıptan sonra araştırma yapılmasını önerdiğini hatırlatan Doç.Dr. Tayfun Çok, tartışmanın yaygın boyutlarına dikkati çekti.

    İKİ YA DA DAHA ÇOK KAYIPTA PROBLEMLER AYNI

    Doç.Dr. Tayfun Çok, yapılan bir araştırmaya göre; iki gebelik kaybı olan hastalar ile daha fazla kaybı olan hastalar arasında bu soruna yol açan problemler arasında fark olmadığının tespit edildiğini bildirdi. Doç.Dr. Çok, “Bu yüzden iki gebelik kaybından sonra hastalarda araştırma yapılabilir. Kaldı ki, anne olma hayali ve heyecanıyla başlayan gebelik macerası iki kez hayal kırıklığı ile sonuçlanmış ve yine aynı sonuçla karşılaşma endişesi yaşayan bir kadına ‘bir düşük daha olduktan sonra araştırma yapılabileceğini’ söylemek çok kolay değil.” dedi.

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç.Dr. Tayfun Çok, tıp alanında dünya ölçeğinde yaşanan gelişmelere rağmen bu çiftlerin ancak yüzde 40-50’sinde gebelik kayıplarının sebebinin saptanabildiğini kaydetti. Doç.Dr. Çok, “Bu hastalarda araştırılması için hemfikir olunan bazı rahatsızlıklar da var. Bunlar, pıhtılaşma ve gebelik kayıpları ile seyreden otoimmün (bağışıklık sistemi kaynaklı) bir hastalık olan AFS (antifosfolipid antikor sendromu), rahim anormallikleri ve çiftlerin kromozom anormallikleridir” diye konuştu.

    RAHİM ANORMALLİKLERİ DÜZELTİLEBİLİR

    Antifosfolipid antikor sendromu tedavisinde, heparin ve aspirin gibi pıhtılaşmayı azaltıcı ilaçlar kullanıldığını kaydeden Doç.Dr. Tayfun Çok, “Rahim anormalliklerini ise rahimde perde ve rahimde şekil bozuklukları ( T veya Y şeklinde rahim) olarak sayabiliriz. Halk arasında rahim filmi olarak bilinen histerosalpingografi (HSG) ile tanısı konulmaktadır. Bu anormallikler, histeroskopi adı verilen vajinal yoldan kamera ile rahim içine girilerek yapılan dikişsiz bir ameliyatla düzeltilebilir. Tek taraflı rahim (unikornuterus) ve çift rahim (bikornuuterus) ise düzeltilemez, ancak bu rahimlerdeki gebelik kaybı oranı daha azdır.” bilgisini verdi.

    GEREKSİZ TEDAVİLERDEN KAÇINMALI

    Başkent Üniversitesi Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Uzmanı Doç.Dr.Tayfun Çok, çiftlerdeki kromozom anormalliklerinde ise tüp bebek ve genetik tanı tedavisi kullanılabileceğini söyledi. Doç.Dr. Tayfun Çok, “Bu tedavide tüp bebek tedavisi ile oluşturulan embriyoların bazı hücreleri alınarak genetik olarak incelenip sağlam olanlar rahim içine bırakılmaktadır. Bu hastalarda doğuştan olan tombofililerin (pıhtılaşmaya yatkınlık) araştırılması ve tedavisi tartışmalıdır ve önerilmemektedir. Yapılan çalışmalarda, bu hastalarda ve herhangi bir neden bulunamayan hastalarda uygulanan pıhtılaşmayı önleyici tedavilerin canlı doğum oranlarını arttırmadığı gösterilmiştir. Yine yakın zamanda açıklanan bir araştırmada; nedeni açıklanamayan tekrarlayan gebelik kaybı olan hastalarda sıklıkla kullanılan progesteron hormonu tedavisinin de bir faydasının olmadığı bulunmuştur” ifadelerini kullandı.

    Doç.Dr. Tayfun Çok, açıklamalarını; “Hastalar için oldukça üzücü bir durum olan tekrarlayan gebelik kayıpları araştırılmalı ve nedene yönelik bir tedavi planlanmalıdır. Faydası olmayan gereksiz tedavilerden de kaçınılmalıdır” diye tamamladı.