Etiket: Tarihçi

  • Ünlü tarihçi Halil İnalcık vefat etti

    “Tarihçilerin kutbu” olarak bilinen ünlü tarihçi Halil İnalcık vefat etti.

    “Hocaların hocası” olarak bilinen ve aralarında Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın da bulunduğu birçok tarihçinin hocası olan Halil İnalcık, 100 yaşında vefat etti.

    Halil İnalcık kimdir?

    26 Mayıs 1916’da İstanbul’da dünyaya gelen Halil İnalcık, aslen Kırım Tatarıdır. Balıkesir Muallim Mektebi’ni tamamladı. 1936 yılında Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Yeni Çağ Tarihi bölümünde yüksek öğrenimine başladı. 1942 yılında Tanzimat ve Bulgar Meselesi adlı doktora tezini verdi. Uzun yıllar aynı fakültede Osmanlı ve Avrupa tarihi üzerine dersler verdikten sonra 1972 yılında Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü’ne “Osmanlı Tarihi Üniversite Profesörü” olarak davet edildi.

    1973 yılında kitabı The Ottoman Empire The Classical Age 1300-1600 yayımlandı. Yurt içi ve dışında çeşitli üniversitelerden fahri doktora payeleri aldı. 1993 yılında Bilkent Üniversitesi’ne davet edildi ve burada Tarih bölümünü kurdu. İnalcık, çok iyi düzeyde Osmanlı Türkçesi, iyi düzeyde İngilizce, Fransızca, Almanca, orta düzeyde de Arapça, Farsça ve İtalyanca bilmektedir. Dünyanın çeşitli üniversitelerinden çok sayıda fahri doktora tevcih edilen İnalcık, 20. yüzyıl sona ererken Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi tarafından dünyada sosyal bilimler alanında sayılı 2000 bilim adamı arasında gösterilmiştir.

    Hayatı ve tarihçiliğini anlattığı Tarihçilerin Kutbu Halil İnalcık Kitabı adlı söyleşi kitabı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan 2005 yılında yayımlanmıştır.

  • Tarihçi Erhan Yıldızalp: “Ulu Cami’nin Kitabesi Gün Yüzüne Çıkarılmalı”

    Bursalı tarihçi Erhan Yıldızalp, Ulu Cami’nin yapım tarihini gösteren kitabesinin gün yüzüne çıkarılması gerektiğini söyledi.

    Kitabenin, caminin yapılışı sırasında batı minaresinde asılı olduğunu fakat şuan sıvayla kaplı olduğunu belirten Yıldızalp, “Timur’un Bursa’yı işgali sırasında ve Fetret Devrin’deki Karamanoğlu Mehmed Bey’in Bursa kuşatmasında (1413) meydana gelen tahribatlar nedeniyle dış duvar sıvayla kaplandı. 1958 yılında yaşanan Büyük Çarşı yangınının ardından sıvanın kaldırılmasıyla gün yüzüne çıkan kitabe, restorasyon sırasında yeniden sıvayla örtüldü” dedi.

    Erhan Yıldızalp, “Kitabe, cami ile beraber yapılan batı minaresinde asılıydı. Bu kitabe büyük restorasyonda ortaya çıktı ve 1863 yılında Ulu Cami’nin dış tarafı sıvanırken kitabe sıva altında bırakıldı. Minaredeki mermerler harap vaziyetteydi. Bunlar yerlerinden sökülürken kitabe de atılmak istenmiş. Hocam Kazım Baykal, bana ’Bir resmini çekebildim’ demişti. Orijinal fotoğraflar elimde. Eğer kitabe zarar görmüşse fotoğraflara bakarak yeniden yapılabilir. Yetkililerin bu olaya el atmalarını bekliyorum” diye konuştu.

    Osmanlı Sultanı I. Bayezid tarafından Niğbolu Seferi’nden dönüşünde verdiği emir ile inşa ettirilen caminin yapım tarihini veren bir kitabe yoktur; ancak minber kapısında geçen 802 (1399) tarihi caminin inşa tarihi olarak kabul edilir. Bursa Ulu Cami’nin inşası; hem devletin kendisini siyasal, ekonomik ve kültürel bir varlık olarak dünyaya kabul ettirme çabasının bir devamı hem de Osmanlı toplumuna bir kimlik verme çabasının gereği olarak değerlendirilir. Caminin açılışında ilk hutbeyi dönemin önemli mutasavvıflarından biri olan Somuncu Baba’nın okuduğu bilinir.

    İnşasından kısa bir süre sonra Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı’nda esir düşmesinin ardından Timur’un Bursa’yı işgali sırasında ve Fetret Devri’nde Karamanoğlu Mehmed Bey’in Bursa kuşatmasında(1413) cami, dış cephelerine odun yığılarak yakılmaya çalışıldı. Bu yangınlar sonucu dış cephe kaplaması tahrip oldu. Ortaya çıkan moloz duvar dokusu kalın sıva ile örüldü; bu durum 1950’lerdeki restorasyona kadar böyle devam etti. 1958 Büyük Çarşı yangınında kuzey avlusunun da yanmasından sonra gördüğü tadilat sırasında sıva kaldırılmıştır. Fetret devrinden sonra 1421 yılında tekrar ibadete açılan caminin ilk tamir vesikası 1494 yılına aittir. 1862 yılına kadar 23 tamir vesikası daha vardır. Müezzin mahfili 1549 yılında yapıldı. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır’ın fethi ve hilafetin Osmanlı’ya geçtiği dönemde getirilen Kabe-i şerif kapı örtüsü padişah tarafından Ulu Cami’ye hediye edildi ve minberin soluna asıldı. Müezzin mahfilin karşısındaki taş vaiz kürsüsü 1815’de yapıldı. Cami, 1855 yılı büyük depreminde büyük hasar gördü. On sekiz kubbesi çöken caminin sadece batı minaresinin dibindeki kubbe ile mihrap önü kubbesi ayakta kalabildi. Depremden sonra esaslı bir tamir gördü. Bu dönemde Sultan Abdülmecid’in emri ile İstanbul’dan gönderilen ünlü hattatlar camideki büyük yazıları elden geçirdiler. Ayrıca yeni hüsn-ü hatlar da ilâve edildi. 1889 yılında çıkan bir yangında minarelerin ahşap olan külahları yanmış, sonrasında kagir olarak yeniden yapılmıştır.

  • Tarihçi Yazar Mustafa Armağan: “Viyana Ve Bağdat Bizim Olmasaydı İstanbul’da Oturamazdık”

    Gaziantep’te devam eden TÜYAP Kitap Fuarı’nda konferans veren tarihçi yazar Mustafa Armağan, “Viyana ve Bağdat bizim olmasaydı, İstanbul’da oturamazdık” dedi.

    Konferansa Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Gaziantep Valisi Ali Yerlikaya ve çok sayıda akademisyen ile üniversite öğrencileri katıldı. İngilizlerin Filistin’i satın almak istediğini belirten tarihçi yazar Mustafa Armağan, “İngilizler Sultan Abdülhamit’ten Filistin’in bir bölümünü satması karşılığında bütün Osmanlı dış borcunu ödemeği teklif etti. Abdülhamit han ecdadımız burayı kanlarıyla suladılar. Biz de ancak kanlarımızla suladıktan sonra size veririz” dedi.

    “VİYANA VE BAĞDAT BİZİM OLMASAYDI İSTANBUL’DA OTURAMAZDIK”

    Armağan, bazı tarih bilmeyenlerin, ’Sizin Viyana’da ne işiniz vardı’ dediklerini söyleyerek, “Bazıları sizin ne işiniz var Bağdat’ta, Viyana’da diyor. Yahu Bağdat’ta sizin Yemen’de, sizin Şam’da sizin burada iç dış ayırımı olmaz. Bağdat’ı savunmak, Gaziantep’i savunmaktır. Eğer Bağdat 1916 da düşmüş olsaydı, muhtemelen Gaziantep çok daha erken işgale uğramış olacaktı. Belki de çok daha kanlı çok daha büyük bir felaketle Anadolu halkı karşılaşmış olacaktı. Bizim Bağdat’ta, diğer yerlerde bu işgalleri geciktirmemiz Anadolu da toparlanmamızı, organize olmamızı sağladı. İstanbul’da öyle İstanbullu burada duruyorsa, Bağdat’ta ki zafer sayesinde duruyor. Çünkü savaşta bir an önce ulaşmak istedikleri hedefe, ulaşmak istedi. Çanakkale’yi geçmek istediler, olmadı. Bu sefer ikinci Çanakkale olan Basra körfezine girerek, Kut’ul Amare’yi ele geçirip, hilafet merkezi olan Bağdat’ı ele geçirerek, Anadolu’ya geleceklerdi. Bağdat düşse ne olacak, diyorlar. Yahu Bağdat düşse orada duracaklar mı, buraya geleceklerdi. Bu mantıkla bazı tarih okuduğunu sananlar maalesef bazı komutanlarda ne işimiz var, buralarda diyorlar. Bende o zaman şunu söyledim. Eğer Viyana olmasaydı, siz bugün İstanbul’da oturamayacak olurdunuz. Çünkü sınırımız bugünkü gibi olsaydı, o Haçlı dalgası geldiğinde bizi nereye atacaktı. Balkanda kurduğumuz için bu sınırı balkanlar yıllarca kendini feda ederek, bugün ki Meriç Nehrine geldik. Ecdadımızın gerçekleştirdiği o büyük çemberi görmemiz lazımdır” dedi.

    Armağan, esir alınan İngiliz Subayı ayakkabısını aldığı için tokat yiyen Mehmetçiğin hareketini görünce hayran kaldığını anlattı. Arma, “Esir alınan İngilizler atlar üzerinde Mehmetçik ise atın yanında yürüyordu. Ayakkabısı yırtılan bir Mehmetçik İngiliz subayının ayağındaki çizmeyi aldı. Bunun üzerine İngiliz Subay Mehmetçiği komutanına şikayet ediyor. Bunun üzerine komutan Mehmetçiği çağırarak, ’niye çizmesini aldın’ dedi. Mehmetçik de, ’komutanım onlar zaten at üzerinde geliyor, biz ise yürüyoruz ayakkabım yırtıldı, ondan aldım’ dedi. Komutan, ’olmaz öyle şey’ diyerek hemen ayakkabısını geri vermesini istedi. Ve Mehmetçiği tokatladı. İlk tokatta ’emredersiniz komutanım’ diyen Mehmetçik ikinci tokatta da aynı şekilde cevap verince İngiliz komutan, Mehmetçiğin hareketine hayran kalarak, komutana ’yahu biz ne kadar mert insanlarla savaşmışız, bırak giysin ayakkabıyı helal ediyorum’ demiş. İşte biz böyle bir ecdattan geliyoruz” diye konuştu.

    Programın sonunda Mustafa Armağan, Vali Ali Yerlikaya ve Fatma Şahin’le bir süre sohbet etti.

  • Tarihçi Doç. Dr. Mert: “Medyatik Yapımlardaki Tarih Asla Gerçek Tarih Olamaz”

    Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Başkanı Doç. Dr. Hasan Mert, tarihi anlatan medyatik yapımlardan şikayetçi olmadığını ancak akademik tarihle medyanın ürettiği tarih arasında fark olduğunu belirterek, “Buradaki tarih asla gerçek tarih olamaz” dedi.

    İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Çanakkale Kara Savaşlarının 101. yılı dolayısıyla düzenlenen Kara Savaşlarının Yıldönümünde Çanakkale Konferansını vermek üzere Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Başkanı Doç. Dr. Hasan Mert’i ağırladı. Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen konferansta konuşan Mert, günümüzde Çanakkale’yi ve tarihi anlatan medyatik yapımlardan şikayetçi olmadığını, bu yapımlarda tarihin popülerleşmesi adına iyi sonuçlar görebildiklerini ifade etti. Doç. Dr. Mert, ancak akademik tarihle, medyanın ürettiği tarih arasında fark olduğunu belirterek şöyle konuştu:

    “Gerek roman gerek sinemada tarih hep ilgi çekmiştir. Dünya sinemasında da Truva, Gladyatör, 300 Spartalı gibi filmler hep gişe yapmıştır. Türkiye’de Orhan Pamuk, Ayşe Kulin, Elif Şafak gibi yazarlarımız eserlerinde tarihi konu eder. Ancak tırnak içinde ‘buradaki tarih asla gerçek tarih’ olamaz. Sonuçta sanat eserlerinde bir kurgu var. Tarih ancak belgeler ve analitik düşünceyle sonuca götürür. Popüler eserlerde bu kaygı güdülmez. Sanatsal eserlerdeki yansıtılanı gerçek tarihin öğrenilmesinde ilk basamak olarak görebiliriz. Bu yapımlardan, insanlarda merak uyandırmasını bekliyoruz, Daha sonra da izleyiciden akademisyenlerin yazdıklarını okumalarını bekliyoruz.”

    “HALK ONA RÜTBESİNİ VERMİŞTİ”

    Konferansta, Çanakkale’yi gerçek hayat hikayeleriyle aktaran Doç. Dr. Hasan Mert’e, öğrencilerin ilgisi yoğun oldu. Mert, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün göğsüne isabet eden şarapnelin göğsünde bulunan saate çarpması neticesinde ölümden dönmesi anekdotunu aktardı.

    Atatürk’ün lider oluşunun yanıtının, savaş sırasında gösterdiği kahramanlıklarda gizli olduğunu kaydeden Mert, şunları söyledi: “Taarruz ederken en önde bulunmayan bir kumandanın göğsüne mermi isabet eder mi? Etmez. Savaştan sonra 250 bin asker memleketine döndü. Daha memleketi İzmir’e dönmeden asker anasına mektup yazıyor ‘Ana, bir komutanımız var bir görsen öyle kahraman, öyle askerini düşünen bir adam ki adı Mustafa Kemal.’ Adana’dan bir asker mektubunda yazıyor; ‘Komutanımız bir bağırıyordu ki, bağırışıyla düşman askeri yere seriliyordu.’ Sermedi mi? Serdi. 25 Nisan’da Mustafa Kemal, ‘Süngü tak, yere yat’ deyince düşman askere yere serilmedi mi? Tokatlı bir asker de mektubunda, ‘Bir komutanımız vardı ki mermi iniyordu, ölmüyordu.’ diyordu. Atatürk savaşlar esnasında bir efsane olmuştu. Rütbesinin ne önemi vardı ki? Halk ona rütbesini vermişti zaten. ‘Anafartalar Kahramanı’ demişti. Gazeteler, kitaplar yazmıyordu. Ama halk onu biliyordu.”

    Çanakkale’ye sık sık gezi düzenlediklerini belirten Mert, yakın tarihimize olan ilgi ve heyecanın özellikle gençlerde oldukça arttığını sözlerine ekledi.

  • Ünlü Tarihçi Ortaylı, ‘Neşeli Ol, Hayatını Yaşa’ Yazısı Bulunan Mozaiği İnceledi

    Hatay’da teleferik çalışmaları kapsamında, ana direklerden birinin yerleştirileceği alanda yapılan kazılar sırasında bulunan ve üzerinde ‘Neşeli ol, hayatını yaşa’ yazısı bulunan mozaiğin de yer aldığı İplik Pazarı mevkisindeki kazı alanında, Hatay Büyükşehir Belediyesi yetkilileriyle birlikte inceleme yapan ünlü tarihçi İlber Ortaylı, çıkan mozaiğin çok önemli ve nadir bir eser olduğunu belirterek, bu eserin olduğu yere müze yapılarak sergilenmesi gerektiğini söyledi.

    Mustafa Kemal Üniversitesi’nde bir konferans için Hatay’a gelen ünlü tarihçi İlber Ortaylı, konferansın ardından, ‘Neşeli ol, hayatını yaşa’ yazısı bulunan mozaiğin bulunduğu kazı alanına gelerek çeşitli incelemelerde bulundu. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’tan kazı çalışmaları hakkında bilgiler alan ünlü tarihçi İlber Ortaylı, ardından mozaiğin bulunduğu alanda incelemelerde bulundu.

    Kazı alanında açıklama yapan İlber Ortaylı, Antakya’da birbirine bağlı şekilde çok sayıda bu şekilde mozaik olduğuna değinerek, “Bizim bildiğimiz geçmişin Antakya’sı ortaya çıkıyor. Bizim gençliğimizdeki 60’lı yıllarda bunların hiçbiri yoktu ortada. Ta yeni müzeden itibaren yan yana yapılacak kazılarda büyük mozaiklerin ortaya çıkacağı anlaşılıyor. Çünkü burada senatöryal ailelerin yani eyalet zenginlerinin kalabalığı ve servetleri hudutsuz. Bunlar kendilerini ispat etmek zorunda. Yani Roma’daki patriçe soyunun mozaik tabanla kendini ispat etmesine gerek yok. Ama bunlar edecek. Ve bunun için oradan ustalar getiriyorlar. Çok canlı şeyler, daha buradan neler çıkacak. Onun için bu mozaik yolu projesi fevkalade çekici bir şey. Antakya’nın da her zaman için bir sulh ve barış içinde yaşayacağı belli. Gelecek insanlar bunları görecek. Yani bizim bunları görmemiz lazım. Çok orijinal şeyler, tabi ben oraya kadar çıkmadım bakmadım ama resmi var elimizde. Bu yüksek seviyede bir mozaik, insanlar anatomi biliyorlar Roma döneminde, çünkü İskenderiye’de Herefilos’un çalışmasından beri, Milattan Önce 3. asırlardır. Anatomi insan üzerinde yapılmış. Bologna’da bu bilgiler var. Çok güzel şeyler yapılabilir, bu güzel yani resimden görünen bu. İnşallah değerlendirilecektir, bana kalırsa bir ayrı binada müzede teşhiri gerekir” dedi.

    Mozaiğin bulunduğu yerde eserlerin sergilenmesi için bir müze kurulacağını belirten Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfi Savaş açıklamasında, “Mozaik Yolu projemiz var yaklaşık 3 ay önce başladı, mozaiği zengin olan 4 şehir var, içlerinde en zengin olanı Hatay, bu 4 şehri tanıtmak ve destinasyon oluşturmak istiyoruz. Sadece bu mozaik değil birçok eseri bu alanda bulduk, hepsini topladık, şuanda müzemizle değerlendiriyoruz, tabi tarihi doku olduğu için sürekli istişareler yapıyoruz bu nedenle uzun sürüyor. Bu arada proje çalışması da devam ediyor. İnşallah alana bir müze yapacağız ve orada bu mozaikle birlikte diğer eserleri de sergileyeceğiz. Bunun gibi bir tane daha var İtalya’da ama o bunun yanın çok amatör kalır. Destinasyon içinde insanlar buraya gelirken görmeleri için Uzun Çarşı’dan bu yana bir arkeopark yapacağız. Kazacağız, kazdığımız yeri camla kaplayacağız, diğer eserleri de orada sergileyeceğiz. İnsanlar buraya gelene kadar havaya girecekler. Bu projeyi inşallah yıl sonu veya Mart ayına kadar bitirmeyi tasarlıyoruz, herhangi ekstra bir şey çıkmazsa. Hem istasyon, hem müze hem teleferik bitmiş olacak” dedi.