Etiket: Sinsi

  • Görmenin sinsi hastalığı ’glokom’a dikkat

    Görmenin sinsi hastalığı ’glokom’a dikkat

    Glokomun hiçbir belirti vermeden optik sinirde ilerleyici hasar oluşturarak kalıcı görme kaybına neden olan sinsi bir hastalık olduğu bildirildi.

    Medicana International Samsun Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümünden Opr. Dr. Nurcan Gürkaynak, göz tansiyonu(glokom) konusunda bilgi verdi. Gürkaynak, “Glokom dünya üzerinde önlenebilir körlük nedenlerinden bir tanesidir. Çoğunlukla ileri dönemlere kadar hiçbir belirti vermeden seyreder ve ancak dikkatli bir göz muayenesi ile tanı konulabilir. Tedavi edilmediğinde kesinlikle görmenin tümüyle kaybına neden olan bir hastalık olduğundan, tanı konulduğunda hastalığın ciddiyeti hastaya ve hasta yakınlarına tüm açıklığı ile anlatılmalıdır. Çünkü hastanın genellikle şikayeti olmadığından tedaviye devam etmemekte, bu da ciddi görme kayıplarına neden olmaktadır” dedi.

    Göz tansiyonu nedir?

    Göz tansiyonu hakkında bilgi veren Opr. Dr. Nurcan Gürkaynak, “Göz içerisinde, göz içi sıvısı olarak adlandırılan özel bir dolaşım sistemi vardır. Bu sıvı göz içerisinde sürekli giriş çıkış yaparak göz içerisindeki dokuları beslemekte ve 2 saatte bir yenilenmektedir. Glokomda sıvının göze girişinde sorun yoktur ancak gözü terk etmesini sağlayan kanallarda direnç geliştiğinden, sıvı gözde birikir ve göz içi basınç (göz tansiyonu ) artar. Bu yüksek basınç, görme sinir liflerinde bası ve kurumaya neden olur” diye konuştu.

    Glokomun genellikle sıradan bir gözlük muayenesi veya basit nedenle doktora başvuran hastalarda yapılan muayene sırasında tesadüfen teşhis edilebildiğini belirten Dr. Nurcan Gürkaynak şöyle devam etti: “Bu nedenle her göz muayenesinde göz tansiyonun un ölçümü ihmal edilmemelidir. Erken teşhis için sağlıklı bireylerde tarama muayeneleri çok önemlidir. Çok az olmakla birlikte bir kısım hastada ‘akut glokom krizi’ olarak adlandırılan göz içi basıncın aniden çok yükselmesi ile şiddetli göz ağrısı, baş ağrısı, göz kanlanması, bulantı, kusma şeklinde kendini gösterir. Bu durum acil tedavi gerektirir. Normal toplumda göz içi basıncı 10-21 mmHg arasındadır. Her yüksek göz içi basıncına sahip olan kişi glokom hastası değildir. Muayenede öncelikle hastaların göz tansiyonu ölçülerek ve özel mercekler yardımıyla görme sinirinin görünümüne bakarak glokomdan şüphe edilir. Burada önemli olan diğer bir muayene de kornea kalınlığı ölçümüdür. Korneası kalın gözlerde, göz tansiyonu daha yüksek çıkar. Bu da yanlış tanı konulmasına neden olur. Glokom hastalığında kesin tanı koyabilmek için görme sinirindeki hasarın kanıtlanması gerekir. Göz tansiyonu sınırda yüksek olan ancak görme sinir hasarı olmayan gözler ‘oküler hipertansiyon’ ya da ‘glokom şüphesi’ olarak adlandırılır. Son yıllara kadar glokom hasarını tespit etmek ve hastalığı takip etnmek için elimizde sadece ‘görme alanı incelemesi’ yöntemi vardı. Bu test yaklaşık yarım saat sürmekte olup, yaşlı ve uyum sorunu olan hastalarda hatalı sonuçlar verebilmektedir. Şimdi elimizde mevcut olan optik koherans tomografi (OCT) cihazı ile görme alanı çekimindeki gibi hastanın ifadesine bağımlı olmaksızın optik sinirin değerlendirilmesi, kornea kalınlığı ve ön kamera açısının ölçümü yapılarak tam bir glokom muayenesi ve glokomun erken tanısı mümkün olmaktadır. OCT çekimi yaklaşık 1-2 dakika sürer, erken tanı konmasının yanı sıra, tedavinin takibinde çok yararlı olup, bugün için glokomda altın standart olarak kabul edilen bir tetkiktir. OCT taraması kişiye zararsız bir tanı yöntemidir, radyasyon yaymaz, göze teması yoktur, göze ilaç uygulanmasını gerektirmez. Görme alanı muayenesi ile, görme sinir hücrelerinin yüzde 30-40’ı tahrip olduktan sonra, hastalık teşhis edilebilmektedir. Bu nedenlerle görme alanı muayenesi ancak ilerlemiş evrede yararlı olabilmektedir. Günümüzde asıl amaç, glokomun erken teşhisi için OCT cihazıyla çekim yapılarak glokom değerlendirmesi yapmaktır.”

    Kimler göz tansiyonu riski taşır?

    Glokomun en önemli nedeninin genetik olduğunu anlatan Gürkaynak, “Ailesinde glokom bulunan kişiler özellikle risk altındadır. Miyop kişilerde glokom sıklığı daha yüksektir. Miyop derecesi arttıkça glokom sıklığı da artar. Hipermetrop olan bireylerde dar açılı glokom daha sık görülmektedir. Her türlü yoldan ( tablet, pomat, burun ve ağız içi sprey, göz damlası) kortizonlu ilaç kullanımı göz-tansiyon yüksekliğin yapabildiğinden bu kişilerde sık göz tansiyonu kontrolü yapılmalıdır.

    Ayrıca diyabet, üveit, retina damar tıkanıklıkları, retina dekolmanı ve göz travmaları glokoma beden olabilir. Migreni olan kişilerde de glokom daha sık görülmektedir. Glokom tedavisinde başlıca üç yol mevcuttur. İlaç tedavisi, lazer uygulaması, cerrahi tedavi. Tedavide kullanılan birçok damla mevcuttur. Bunlar değişik yollarla göz içi basıncını düşürürler. Erken dönem glokom ve genç hastalarda damla tedavisi ilk seçenektir. Damlanın önerildiği biçimde ve hiç aksatmadan kullanılması gerekmektedir. Bu ilaçların bazıları astımlı hastalarda solunum zorluğu, kalp de ritim bozukluğu yapmaktadır. Bu yönden hastalar uyarılmalı ve dikkatle kullanılmalıdır. Glokomlu bir hastada göz içi basıncı damla tedavisi ile normal seyrediyorsa görme sinirinde hasar olmuyorsa, damla tedavisi sürekli ve hayat boyu devam etmelidir. Düzenli aralarla göz tansiyonu ve ölçümleri tekrarlanmalıdır. Glokom tedavisinde ilaç tedavisine yeterli cevap alınamayan hastalarda lazer, ameliyat öncesi bir tedavi seçeneğidir. Çok yüksek olmayan göz tansiyonunda etkilidir. Etkisi 2-3 yıldır. Uygun hastalarda etkili bir tedavi alternatifidir. Lokal anestezi ile oturur pozisyonda uygulanan ağrısız bir işlemdir. Dar açılı glokomda ilk tedavi yöntemidir. Glokomlu bir hastada göz tansiyonu, tüm ilaç ve lazer tedavisine rağmen düşürülemiyorsa, göz siniri tahribatı ilerliyorsa ameliyat kaçınılmazdır. Göz tansiyonu çok yüksek olan ve görme sinirinde belirgin hasar olan hastalarda ameliyat ilk seçenektir. İlaç tedavisini düzenli uygulayamayan, yaşlı hastalarda da öncelikle cerrahi tercih edilebilir. Glokom ameliyatı lokal anestezi ile yapılır. Hastanın yatması gerekmez. Glokom ameliyatlarında bozulmuş olan görme düzelmez. Çünkü ölmüş sinir hücreleri kendini yenileyemez. Ameliyatla sadece sağ kalmış sinir hücrelerinin daha fazla hasar görmesi önlenebilir. Böylece kalan görme korunur ve körlük önlenir” bilgilerini verdi.

    Göz Hastalıkları Uzmanı Opr. Dr. Nurcan Gürkaynak açıklamasını, “İlaç, lazer ya da ameliyatla kontrol altına alınan göz tansiyonu zaman içerisinde yükselebilir. Bu nedenle tanı konulduktan sonra hastaların yılda en az 4 kez tansiyon ölçümü,2 kez de OCT ve görme alanı yapılarak ömür boyu takip edilmesi gerekmektedir. Göz tansiyonu okumayla, yazmayla ya da gözü kullanmakla artmaz. Bu hastalar normal çalışmalarına ve işlerine devam edebilir. Fiziksel aktivitenin kısıtlanması gerekmez, bir seferde ve kısa sürede aşırı su tüketimi (2 litre den fazla) göz tansiyonunu yükseltebilir. Stresten uzak yaşam dengeli beslenme ve düzenli uyku önemlidir” şeklinde tamamladı.

  • Erkekleri bekleyen sinsi tehlike

    Üroloji ve Androloji Uzmanı Op. Dr. Evren Işık, sertleşme problemi yaşayan ve bu nedenle doktora başvuran hastalarda ‘Venöz Yetmezlik’ probleminin atlanmaması gerektiğini söyledi. Dr. Işık, penis toplar damarındaki kapakçık yapısının bozulup işlevini kaybetmesiyle karakterize olan venöz yetmezlik rahatsızlığı görülen bazı hastalara yanlış tanı konulduğunu, gereksiz yere ilaç veya şok dalga tedavisi uygulandığını açıkladı.

    Üroloji ve Androloji Uzmanı Op. Dr. Evren Işık, sertleşme sorununa yol açan ve tanıda atlanabilen venöz yetmezliğin yalnızca cerrahi yollarla tedavi edilebildiğini ifade etti. Psikolojik ve çeşitli organik nedenlerin sertleşme sorununa yol açabildiğini belirten Op. Dr. Işık, “Bazı erkekler cinsel ilişki için gerekli penis sertliğine ulaştıkları halde bu sertliği devam ettiremiyor. Bu gibi bir durumda venöz yetmezlik şüphesi ortaya çıkabiliyor. Sertleşme problemi tedavisi planlanmadan önce hastaya yapılacak olan penil renkli doppler ultrasonografi ile venöz yetmezlik olup olmadığı net bir şekilde ortaya konabilir” şeklinde konuştu.

    “Yanlış tedavilere karşı dikkatli olunmalı”

    Damar yapısındaki ve tüp sistemindeki bozuklukların erkeklerde sertleşme problemine neden olabildiğini belirten Üroloji ve Androloji Uzmanı Op. Dr. Evren Işık, “Bu sorunun kaynağı genellikle atardamarları ve toplardamarları etkileyen problemler oluyor. Erkeklerde gördüğümüz bu sağlık sorunu, sertleşmenin sağlanamaması ve korunamaması durumu olarak gözlenebilir. Sertleşme sorununun kaynağı bazı hastalarda toplar damardaki kapakçık yapısının bozulmasıyla ortaya çıkan venöz yetmezlik rahatsızlığı olabilir. Bu hastalıkta penis içerisinde sertleşmeyi sağlayan tüplere normal bir şekilde gelen kan, toplar damardaki kaçak nedeniyle kişi herhangi bir boşalma yaşamadan vücuda geri döner” diye konuştu.

    Tek Tedavi: Dorsal Ven Ligasyonu operasyonu

    Venöz yetmezlik rahatsızlığının Dorsal Ven Ligasyonu ameliyatıyla tedavi edildiğini kaydeden Op. Dr. Işık, “Penis içerisinde sertleşmeyi sağlayan tüplere dolan kan, damar kaçağı nedeniyle vücuda geri gidebiliyor. Dorsal Ven Ligasyonu operasyonuyla kaçak olan damar kapatılıp kan akışı için damar kapakları sağlam olan diğer damarlar işlevsel hale getiriliyor. Böylelikle penis içerisinde sertleşmeyi sağlayan tüplerin içerisinde kan hapsolabiliyor. Sertleşme sorunu da bu şekilde tedavi edilebiliyor” dedi.

    Öte yandan Op. Dr. Işık, bu rahatsızlığın orta ve üzeri yaşlarda sık olarak görüldüğünü ifade etti.

  • Sinsi ve tehlikeli KOAH’a dikkat

    Dünya Sağlık Örgütü(WHO), 2000 yılından bu yana tüm dünyada kronik obstrüktif akciğer hastalığından (KOAH) 2 milyon 74 bin kişinin öldüğünü açıkladı. Türkiye’de yaklaşık 3 milyon KOAH’lı hastanın olduğu tahmin ediliyor.

    Medicana Samsun Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Salih Bilgin, KOAH konusunda bilgi verdi, Bilgin, “KOAH, tam olarak geri dönüşümlü olmayan, genellikle ilerleyici, zararlı partiküllere karşı akciğerlerde gelişen anormal inflamatuvar yanıt ile ilişkili, hava akımı kısıtlanması ile karakterize ve ciddi sistemik sonuçları da olan önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır” dedi.

    Hastalığın türleri hakkında bilgi veren Dr. Salih Bilgin, “Kronik bronşit: Kronik bronşit, akciğerlerdeki hava yolları daraldığında ve kısmen mukus ile tıkandığında oluşur. Kronik bronşitte art arda iki yıl içinde, en az 3 ay boyunca öksürük ve balgam çıkarma görülür.

    Amfizem: Amfizem, akciğerlerin en ufak birimi olan hava keseciklerinin (alveoller) harap olduğunda ortaya çıkar. Amfizem akciğerlerdeki alveollerin genişlemesi ve yapılarının bozulmasıdır. Klasik belirtisi nefes darlığıdır. Hastalık 40 yaş üzeri sigara içen bireylerde daha sıklıkla görülür. Bilinen risk faktörleri, aktif sigara içimi, mesleki maruziyetidir. Olası risk faktörleri ise hava kirliliği, pasif sigara içimi, sosyoekonomik faktörler (düşük sosyoekonomik durum ve erkek cinsiyet), geçirilmiş solunum sistemi enfeksiyonları olarak sıralanabilir. Ayrıca düşük doğum ağırlığı ile doğan çocuklarda görülme olasılığını arttığı bildirilmiştir. Bunlar arasında sigaranın KOAH ile ilişkisine ayrıca vurgulamak önemlidir. KOAH gelişiminde yüzde 80-90 oranında sigara sorumludur. Ayrıca yetişkin popülasyonun 1/3 ü sigara tiryakisi olduğu, dünyada yaklaşık 1,2 milyar sigara içicisi bulunduğu ve de 2025 yılına kadar bu sayının 1,6 milyar olması beklendiği düşünülürse KOAH hastalığı görülme olasılığının ne kadar artacağı ortadadır. KOAH ile astım birbirleri ile çok karıştırılan hastalıklardır. Her iki hastalık da solunum yolları daralması ile giden hastalıktır. Semptomları benzerdir ve kronik olaylarda bazen o kadar iç içe geçmiştir ki birbirinden ayrılamaz. Ancak KOAH daha çok 40 yaş üzerinde görülürken, astım her yaşta görülebilir. Astımda aile öyküsü baskın iken KOAH da baskın değildir. Astım nöbetler halinde seyrederken ve nöbetler arası hasta normal iken, KOAH’lı hastalarda sürekli semptomlar vardır. KOAH genel olarak sigara içim öyküsü hemen hemen her hastada mevcuttur” diye konuştu.

    KOAH’ın yavaş ilerleyen ve zaman içinde kötüleşme gösteren bir hastalık olduğu belirten Dr. Salih Bilgin şöyle devam etti: “Başlangıçta hastalığın belirtileri belli belirsiz iken zaman içinde hastayı iş göremez hale getirebilir. Hastalığın ilerleme hızı ve belirtilerin şiddeti kişiden kişiye farklılık gösterir. Öksürük, sabahları daha da artan balgam çıkarma, nefes darlığı (solunumun anormal ve rahatsız edici bir his olarak algılanması), hışırtılı solunum en önemli semptomlarıdır. Başlangıçta sadece egzersiz veya ağır iş görme sırasında nefes darlığı gelişir. Zaman geçtikçe yürüme, giyinme ve hatta yemek yeme gibi günlük aktiviteler sırasında nefes darlığı gelişir. Hastalığın başlarında ‘sabah öksürüğü’ mevcuttur ve hastaların çoğu tarafından bu öksürük sigara öksürüğü olarak yorumlanır. Daha sonraları gün boyu süren balgamlı öksürük halini alır. Kronik bronşitin baskın olduğu hastalarda balgam çıkışı vardır. Amfizemin ağırlıklı olduğu hastalar zayıftır. Öksürük balgam daha az olur. Göğüs kafesi genişleyerek fıçı göğüs şeklini alır. Müzmin bronşitin ağırlıkta olduğu hastalar daha şişmandır, derileri, dilleri dudakları mordur. Öksürük balgam önde gelir. KOAH hastalığında tanıyı, risk faktörleri olan hastada eğer semptomlar var ise solunum fonksiyon testi yaparak koyarız. Sigara içen bir kişi eğer birbirini takip eden 3 yıl boyunca kışları öksürük, balgam şikayeti oluyorsa bu hastalıktan kuşkulanmalı ve Göğüs Hastalıkları uzmanına başvurmalıdır.”

    KOAH’ta tedavi

    KOAH’ta tedavi konusuna değinen Bilgin, “KOAH tamamıyla iyileştirilebilen bir hastalık değildir ancak birçok olguda önlenebilir ve kontrol altına alınabilir. Hastalık tanısı konduktan sonra hastalığı ilerlemesinin durdurulması tedavinin ana amacıdır. Ayrıca birçok hastada iş görmeyi engelleyen belirtiler azaltılabilir. Bunun içinde olarak 3 uyulması gereken kural vardır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi sigara içilen ortama dahi girilmemesidir. Yani sigarayı bırakmak değil onun kullanıldığı ortama dahi girmemek gerekir. Bu olmasa olmaz koşuldur. İkinci şartımız bol su tüketmektir. Hastaların en az 2 litre ılık su içmesini öneririz. Bu hastanın balgamın rahat çıkarılmasını sağlar. Balgam çıktıkça da hasta rahatlar. En son uyulması gereken kural da hastanın kendinin çok iyi korumaması gerekmektedir. Toplu yaşam ortamlarından kaçınmalı, aşırı soğuk ve sıcaktan korumalı, her yıl grip aşısı yaptırmalı kısaca kendini küçük çocuk gibi korumalıdır. KOAH tedavisinde amaç, hastalığın ilerlemesi önlemek, şikayetleri azaltmak, egzersiz kapasiteniz artırmak ve yaşam kaliteniz yükseltmektir. KOAH’ta ilaç tedavisi ile hastalığın belirtileri hafifleyebilir, iş göremezlik en aza indirgenebilir, akut ataklar önlenebilir, hastaneye yatış sayısı azaltılabilir ve hastaların yaşam kalitesi yükseltilebilir. KOAH tedavisi 3 basamaklıdır. En önde gelen şey eğitimdir. KOAH’lı hastalara hastalığı hakkında bilgi verilmeli, verilen ilaçların nasıl kullanıldığı konusunda eğitim verilmeli, hastalıkla nasıl başa çıkacakları anlatılmalıdır. Hangi durumlarda hekime başvuracakları anlatılmalıdır. Farmakolojik tedavi olarak hava yollarını genişletici inhalar yolla alınan ilaçlar esas kullanılan ilaçlardır. Bu ilaçların nasıl kullanıldığı hastaya pratik olarak anlatılmalı, hasta nasıl kullanacağını çok iyi anlamalıdır. İlaç dışı tedavide ise hastanın diyette aşırı karbonhidratlardan kaçınması, bol su içmesi önemli uyulması gereken kuraldır. Hastanın mümkün olduğunca solunum eksersizleri yapması, her gün düzenli en azından yürümesi hastalığın ilerlemesini önler, hastanın yaşam kalitesini yükseltir” şeklinde konuştu.

    Sigarayı bırakmak KOAH’tan koruyor

    Sigarayı bırakmanın KOAH’tan koruduğunu aktaran Dr. Bilgin, “KOAH’tan korunmanın en önemli yolu sigarayı bırakmak, hatta sigara içilen ortama dahi maruz kalmamaktır. Aynı zamanda hastalığın erken tanısı ve tedaviye erken başlanması en önemli korunma yoludur. Hastaların diyette aşırı karbonhidratlardan (un ve şekerden) kaçınması, bol su içmesi önemli uyulması gereken kuraldır. Mümkün olduğunca proteinli besinlerle beslenmesi önemlidir. KOAH’lı hasta az ve sık yemelidir. Günlük 3 öğün yerine 6 öğün yemelidir. Hastanın solunum eksersizleri yapması, her gün düzenli egzersiz yapması, en azından yürümesi hastalığın ilerlemesini önler, hastanın yaşam kalitesini yükseltir. Hastalar 5 yılda bir zatüre aşışı, her yıl grip aşısı yaptırmalıdır. Hastalar sigara içilen ortama dahi girmemelidir. Ev içi ve dış ortamlarda toz ve gazlardan uzak durulmalıdır. Toplu yaşam yerlerinden özellikle kışları kaçınmalıdır. Çünkü en ufak bir enfeksiyon KOAH’lı hastalarda önemli sorunlar çıkartabilir” ifadelerini kullandı.

  • Koyun hırsızlarının sinsi planı

    Antalya’da bir ahırdan çaldıkları 10 bin TL değerindeki 5 koyunu hafif ticari araçla taşırken polisin kovalamacası sonucu yakalanan 2’si erkek 5 şüpheli tutuklandı. Şüphelilerin, koyunların sahibinin sağlık kontrolü için ahırdan ayrılmasını fırsat bildiği ve kısa süre içinde hırsızlık olayını gerçekleştirdikleri belirlendi.

    Antalya polisi dün öğle saatlerinde Uncalı kent mezarlığı yakındaki kavşakta şüphe üzerine içinde 3’ü kadın, 5 kişinin bulunduğu 42 DKZ 87 plakalı hafif ticari aracı durdurmak istedi. ’Dur’ ihtarına uymayan şüpheliler, kent merkezine doğru yoluna devam etti. Polis, Zeytinköy bölgesinde yaklaşık yarım saat kovaladığı aracı çıkmaz bir sokakta durdurdu. Ticari aracın koltuk ve bagajında 5 koyun ele geçirildi. Aracı kullanan Zeki Ş. ve yanındaki Tarık Ş., Nurhayat Y.T., Gülseren Ş., Gülden Y. gözaltına alındı.

    Piyasa değeri 10 bin TL olan koyunların Konyaaltı ilçesi Bahtılı Mahallesi’ndeki Rafet Güven’e ait ahırdan çalındığı belirlendi. Sağlık kontrolü için ahırından uzaklaşan Güven’in koyunlarının çalındığından habersiz olduğu ve jandarma ile polisin telefonla aranmasıyla olaydan haberdar olduğu belirtildi. Koyunlarını Antalya İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinden teslim alan Rafet Güven, şüphelilerden de şikayetçi oldu. Koyunlarını teslim alan Rafet Güven polis ve jandarmaya teşekkür etti.

    İfadelerinin ardından bugün sabah saatlerinde adliye sevk edilen 5 şüpheli tutuklanarak L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderildi.

  • En sinsi hastalıklardan biri ‘kemik erimesi’

    Fizirem Fizik Tedavi Uzmanı Dr. Yılmaz Sarıoğlu, bazı hastalıkların oluşmaya başlamasından itibaren pek çok belirti vermesine rağmen kemik erimesi rahatsızlığının ise hiç belirti vermeden sinsi bir şekilde ilerlediğini söyledi. Özellikle kadınlar için belli bir yaştan sonra kemik erimesi rahatsızlığının en önemli problemlerden biri olduğunu kaydeden Sarıoğlu, “Bu sinsi hastalığa karşı durabilmek için beslenmemize önem vermeliyiz. Bol bol süt ve süt ürünleri tüketmeli, zararlı alışkanlıklardan ve asitli içeceklerden uzak durmalıyız” dedi.

    Halk sağlığı açısından kemik erimesinin çok önemli bir problem olduğunu ve bir çok kişinin belli bir yaştan sonra yakalandığı kemik erimesine bağlı kırıklar nedeniyle yatağa mahkum yaşadığını kaydeden Fizirem Fizik Tedavi ve Rahabiltasyon Uzmanı Sarıoğlu, “Bazı hastalıklar deyim yerindeyse bağıra çağıra yani bir çok işaret vererek gelirken, kemik erimesi hiç hissettirmeden herhangi bir belirti vermeden insanlarda sorunlar ortaya çıkarır. Sinsi hastalıklardan diyebileceğimiz bu hastalığa karşı bilinçli olmak şart. Erkeklerin yanı sıra menopoza 45-48 yaş aralığında giren kadınların her hangi bir şikayeti olmaksızın kemik erimesi yönünden hekime gitmeleri gerekiyor. Bayanlarda menopozdan 1 yıl sonra başlangıç kemik ölçümü yapılmalıdır” dedi.

    Belli bir yaştan sonra görülebileceği gibi kişilerde genç yaşta kemik erimesi rahatsızlığının da görülebildiğini kaydeden Uzman Dr. Sarıoğlu, “Daha çok menopoza girmiş bayanların olmakla birlikte triod, guatr ve buna benzer sorunları olan kişilerde erken yaşlarda görülebilir. Aile öyküsü olan kişilerde biraz daha erken görülme potansiyeli vardır. Belli ilaç tedavilerinin yanında bir çok hastalıkta olduğu gibi kemik erimense karşı da alınacak en önemli tedbirlerden biri doğal ve dengeli beslenmektir” diye konuştu.