Etiket: sık

  • Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen ikinci kanser türü

    Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen ikinci kanser türü

    Dünyada ve Türkiye’de erkeklerde en sık görülen kanser türlerinden olan prostat kanseri, erkeklerde kansere bağlı ölümlerde de akciğer kanserinin ardından ikinci sırada yer alıyor. 2018 yılı istatistiklerine göre, dünya genelinde 1,28 milyon hasta prostat kanseri tanısı almış bulunuyor.

    Türk Üroonkoloji Derneği tarafından hazırlanan “Türkiye Prostat Kanseri Haritası”nın sonuçlarına göre, prostat kanseri, hastaların yarısında 60-69 yaş aralığında görülürken, düzenli kontrollere dair farkındalığın artmasıyla geçmiş yıllara oranla daha erken aşamalarda tespit ediliyor.

    Türk Üroonkoloji Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ataus, “Sık idrara gitme, idrar yaparken zorlanma ve idrarda kan görülmesi gibi ürolojik şikayetlerin yaklaşık yarısında prostat kanseri saptanıyor. Yine derneğimiz tarafından 2009 yılında yapılan çalışmada bu oran yüzde 90’a yakındı. Bu oranın azalmasında prostat kanserine yönelik toplumsal bilincin artmasının etkili olduğunu düşünüyoruz. Bununla birlikte mevcut oran da, belirtilerin çeşitliliği karşısında prostat kanserine yönelik düzenli kontrollerin önemini ortaya koyuyor. Hazırladığımız rapor ülkemizde prostat kanseri farkındalığının artırılmasını, bu konuların bilimsel alanlarda tartışılmasının sağlanmasını amaçlıyor” diye konuştu.

    Tanı anında metastatik kanserin saptanma sıklığı son 10 yılda yarı yarıya azaldı

    Raporda, hastalığın prostat dışında başka dokularda ve organlarda da saptanması anlamına gelen metastatik yayılmaya da dikkat çekiliyor. Metastatik kanserin tanı anında hem hasta hem de hekim açısından can sıkıcı bir durum olduğunun altını çizen Ataus, “Hastaların yüzde 8,9’unda tanı anında metastatik hastalık saptanırken, bu oran 2009 yılında yine derneğimiz tarafından gerçekleştirilen çalışmada yüzde 17 olarak saptanmıştı. Aradan geçen 10 yılda yaklaşık yarı yarıya azalmanın söz konusu olduğunu görmek sevindiricidir” ifadelerini kullandı.

    Son 10 yılda erken teşhiste önemli ilerlemeler yaşandı

    PSA (Prostat Spesifik Antijen) taraması, özellikle metastatik hastalık (yaygın-sistemik hastalık) görülme oranlarında düşüşe neden olan faktörler arasında gösteriliyor. Rapora göre hastaların yüzde 62,5’inde tanı anında ölçülen PSA değeri 10 ng/dl’nin altında saptanıyor. Bu oranın 2009 yılında yine Üroonkoloji Derneği tarafında gerçekleştirilen bir çalışmada yüzde 50,6 olarak saptandığını hatırlatan Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Sinan Sözen, “Son 10 yılda prostat kanseri çok daha düşük PSA değerlerinde yakalanıyor ve erken teşhiste büyük ilerlemeler yaşanıyor. Bununla birlikte PSA testinin tek başına yeterli olmadığı ve mutlaka üroloji uzmanı tarafından yapılacak prostat muayenesi ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğini de unutmamamız gerekiyor” dedi.

    Sözen, “Özel prostat MR’ında prostat bezinde kanser için şüpheli bir alan olup olmadığı değerlendiriliyor. Kanser şüphesi saptanan bölümler işaretlenip daha sonra özel bir yazılım sayesinde ultrasona yerleştiriliyor. Biyopsi yaparken MR ve ultrason görüntülerinin birleşmiş halini görüp doğru noktadan, doğru hedeften biyopsi yapabilmek mümkün oluyor” dedi.

    Hastaların yüzde 6’ya yakınında tanı sonrası aktif izlem kararı alınıyor

    Prostat kanseri tanısında son on yılda yaşanan en önemli değişiklerden biri olarak hastalığın ilerlemesi açısından düşük risk grubundaki hastalara yapılan-önerilen “Aktif İzlem” tedavi protokolü gösteriliyor. Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Saadettin Eskiçorapçı, “Hastaya zarar verme riski düşük olan hastalığın tedavisinin yol açabileceği olası komplikasyonlardan sakınmayı sağlayan aktif izlem protokolünde hastalar yakın bir takip programında tutulurken, aktif tedaviye ilerleme görülen olgularda geçiliyor” ifadelerini kullandı. Türkiye’de Prostat Kanseri Raporuna göre hastaların yüzde 5,7’sinde tanı sonrası aktif izlem ile takip kararı alındığı belirtiliyor.

    Robotik ve fokal tedaviler yükselişte

    Lokalize hastalıkta dünya genelinde en çok başvurulan tedavi yönteminin ise cerrahi olduğu vurgulanıyor. “Radikal Prostatektomi” ameliyatı sadece ABD’de yılda 80 bin hastaya uygulanırken bu cerrahi teknikle ilgili olarak son yıllardaki en önemli gelişmenin robot yardımıyla gerçekleştirilen laparoskopik cerrahi yöntemi olduğu vurgulanıyor. Eskiçorapçı, “Radikal prostatektomi ameliyatı uygulanan hastaların yaklaşık 3’te 1’inde laparoskopik veya robot yardımıyla laparoskopik cerrahi yöntemi uygulanıyor. Seneler içerisindeki dağılıma bakıldığında ise, açık cerrahi sayılarının sabit seyrettiği ancak laparoskopik ya da robot yardımıyla laparoskopik cerrahi sayılarında ise bir artışın olduğu görülüyor. Hastaların tedavileri için bir teknik arayışı içinde olmaları yerine tecrübeli ve güvenilir bir cerrah arayışı içinde olmaları faydalıdır. Tüm organı tedavi etmek yerine görüntülemeye dayalı hedefe yönelik ‘Fokal Tedaviler’ ise yakın gelecekte ön plana çıkmaya başlayacaktır” dedi.

  • Mide hastalarına beslenme tavsiyesi: “Az ve sık yiyin”

    Mide hastalarına beslenme tavsiyesi: “Az ve sık yiyin”

    Medical Park Gaziantep Hastanesi, Uzm. Dyt. Özlem Güleçoğlu mide kanseri rahatsızlığı ile mücadele eden hastaların anlık olarak, ağırlık kaybı ve iştahsızlık şikayeti ile karşılaştığını belirterek, “Bu hastalar, rahatsızlıkları nedeniyle, az ve sık yemeliler ve bu öğünler de sık öğünler biçiminde oluşturmalıdırlar” dedi.

    Medical Park Gaziantep Hastanesi, Uzm. Dyt. Özlem Güleçoğlu, Mide kanseri hastalarının beslenmesi ile ilgili bilgilendirmelerde bulundu. Mide kanseri rahatsızlığı ile mücadele eden hastaların anlık olarak, ağırlık kaybı ve iştahsızlık şikayeti ile karşılaştığını belirten Uzm. Dyt. Güleçoğlu, mide kanseri rahatsızlığı konusunda onkolojik tedavi gören hastalarda birleşik kombinasyonlu, bireye özgü beslenme tedavisi uygulandığını belirtti. Mide kanseri için onkolojik tedavi gören hastalarda, tedavi ile birlikte beslenme düzeni ile ilgili olarak, dikkat edilmesi gereken hususların altını çizdi.

    “Mide kanseri hastaları az ve sık yemeliler”

    Uzm. Dyt. Güleçoğlu mide kanseri olan hastalar için, “Bu hastalar, rahatsızlıkları nedeniyle, az ve sık yemeliler ve bu öğünler de sık öğünler biçiminde oluşturmalıdırlar. Gazlı içeceklerin tüketilmemesi gerektiği gibi, yemek aralarında da su tüketilmemelidir. Su tüketilecekse de özellikle de yemekten 30-40 dakika sonra yada önce tüketilmelidir. Tam tahıllı ekmek, kepekli ekmek ve kuru baklagiller, brokoli, karnabahar, pırasa, portakal gibi posa oranı yüksek ve gaz yapıcı sebze ve meyvelerin tüketiminden özellikle kaçınılmalıdır. Günü değerlendirmek için güne erken başlamaya ve kahvaltı yapmaya özen gösterilmelidir. Günde yüksek kalorili ve yüksek proteinli atıştırmalıklar tercih edilmelidir. Örneğin, yumurta, kaşar peyniri, sütlü tatlı, fıstık ezmesi, kuruyemişler, puding gibi Onkolojik tedavi gören kişi bu yiyecekleri tüketemiyorsa mutlaka doktoruna ve diyetisyenine danışarak sıvı beslenme tarzı destek ürünleri de kullanabilirler. Protein yönünden zenginleştirilmiş yumurta ile terbiyelenmiş çorbalar, kıymalı ya da tavuklu çorbalar, etli yemekler tercih edilebileceği gibi, içecek olarak süt ya da ayran tüketebilirsiniz. Mide kanserinde en sık görülen nedenlerin başında B12 vitamini, demir, kalsiyum, folik asit eksikliğidir. Bunun için bu vitamin ve mineralden zengin besinler ise şöyle sıralanabilir. B12 vitamini içeren besin kaynakları; Organ etleri, et, tavuk, balık, yumurta sarısı ve peynir, Demir yönünden zengin olan yiyecekler; Karaciğer kırmızı et, yumurta, yeşil yapraklı sebzeler, kurubaklagiller olarak öne çıkmaktadır. Kalsiyum kaynağı ürünler ise; Süt ve süt ürünleri,sert kabuklu kuruyemişler, yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller, Folat yönünden ise, organ etleri (karaciğer, beyin, böbrek gibi), kuru baklagiller, tam tahıllı ekmek, sert kabuklu kuruyemişler, yeşil yapraklı sebzeler, ıspanak, lahana, karnabahar olarak sıralanmaktadır. Bu yiyecekleri kanser hastaları mutlaka tüketmeli bu süreçte hekimin ve diyetisyenlerine mutlaka danışarak hareket etmelidirler” diye konuştu.

  • “Skolyoz, kız çocuklarda erkek çocuklara göre yaklaşık 8-10 kat daha sık görülüyor”

    “Skolyoz, kız çocuklarda erkek çocuklara göre yaklaşık 8-10 kat daha sık görülüyor”

    Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı Uzmanı Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer, omurganın sağ ya da sol yana doğru eğrilmesi anlamına gelen skolyozun, kişilere göre değişen, kendine özgü tedavi gerektiren bir bulgu olduğunu, günümüzde skolyoz tedavisinde yaşanan gelişmelerin ise ümit verici olduğunu söyledi. Seçer, skolyozun kız çocuklarında erkek çocuklarına göre yaklaşık 8-10 kat daha sık görüldüğünü belirtti.

    İnsan omurgasının arkadan bakıldığında tam düz olması gerekir. Skolyoz yani omurga eğriliği, sağ ya da sol yana doğru eğrilmesi anlamına gelir. Dr. Suat Günsel Girne Üniversitesi Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı Uzmanı Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer, skolyozla ilgili yanlış bilinenler hakkında açıklamalarda bulundu.

    Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer, skolyoz’un aslında bir hastalık değil, bulgu olduğunu söyleyerek, “Nasıl ki farklı hastalıklara bağlı olarak ateş ya da ağrı gibi bulgular ortaya çıkabiliyorsa, çeşitli hastalıklar da skolyoza neden olabilir. Bu nedenle skolyoz, sağlıklı bir omurga yapısında oluşan biçimsel bir deformite olarak tanımlanabilir” dedi.

    Skolyozun toplumda görülme sıklığı yüzde 2 ile 4 arasında değişiyor

    Skolyozun birçok hastalığa bağlı olarak ortaya çıkabileceği gibi, farklı yaşlarda ve omurga yapısının çeşitli bölgelerinde de görülebileceğini belirten Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer, tedavisinin ise kişilere göre değişebileceğini ifade ederek, “Toplumda yaklaşık yüzde 2-4 oranında görülen skolyoz vakalarının çok büyük bir kısmı düşük dereceli eğriliklerden oluşuyor. Kız çocuklarda erkek çocuklara göre yaklaşık 8-10 kat daha sık görülüyor. Omurgasında eğrilik olan kişilerinse ancak yüzde 10’unda tedavi gerektirecek derece ilerliyor. Skolyoz takibinin ve tedavisinin hemen her basamağında düzenli egzersiz yapmak, sırt kaslarını güçlü tutmak, kondisyonu arttırmak ve daha formda olmak vazgeçilmez öğelerdir” diye konuştu.

    Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer, omurgada yana doğru eğrilik, anormal kamburluk ya da anormal içe doğru eğrilik, anormal uzun kollar veya bacaklar, birbirine eşit olmayan omuzlar, bel ya da kalçalar, bacaklara göre gövdenin orantısız kısalığı, denge bozuklukları ve kişi öne eğildiğinde fark edilen sırt çıkıntılarının skolyozun varlığına işaret ettiği bilgisini verdi.

    Skolyoz türleri

    Skolyozun çok çeşitli türleri bulunduğunu söyleyen Prof. Dr. Seçe, “En sık görülen türün nedeni bilinmeyen skolyozdur. Bu türde, yana doğru eğilme dışında, omurların kendi etraflarında dönmesi de görülüyor. Omurlardaki bu dönme sırtta veya belde asimetrik çıkıntılar oluşmasına sebep oluyor. Sık görülen diğer bir skolyoz türü olan nöronunkiler skolyozun temel nedenleri arasında ise kas veya sinir hastalıkları yer alabiliyor. Konjenital skolyoz ise anne karnındaki çocuğun gelişimi sırasında ortaya çıkan, omurga anomalilerine bağlı gelişebiliyor. İlk yıllarda hızlı ilerleme gösterdiğinden, tedavi süreci küçük yaşlarda cerrahi müdahaleyi gerektirebiliyor” şeklinde konuştu.

    Bunlar dışında, nörofibromatozis, çeşitli romatizmal hastalıklar, osteogenesis imperfecta, marfan sendromu, Ehler Dsanlos gibi çeşitli bağ dokusu hastalıkları, omurga kırıkları, omurga enfeksiyonları, Morquio, Gaucher hastalığı gibi çeşitli metabolik hastalıklar ve bazı genetik sendromik hastalıkların da skolyoza neden olabileceğini belirten Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer tedavisinin de hastadan hastaya değiştiğini söyledi.

    “Skolyozun tedavisi hastadan hastaya değişiyor”

    Skolyozda tüm durumlara uygulanabilecek doğru ve tek bir tedavi seçeneği bulunmadığını aktaran Seçer, “Tanı alınan yaş, eğriliğin yeri ve derecesi, skolyozu oluşturan sebepler, muayene bulguları ve radyolojik tetkiklerden alınan veriler kişiselleştirilerek tedavi her hastaya özel olarak planlanıyor. Her bir tedavi seçeneğinin kendi içerisinde, hastaya göre değişiklik gösterse de skolyoz tanısı alındıktan sonra genel olarak üç alternatif yol izleniyor. İlk seçenek izlemdir. 20-25 dereceden küçük eğrilikler için uygundur ve belli aralıklar ile takip yapmaktan, sportif faaliyetlerle genel vücut kondisyonunu artırmaktan ibarettir. İkinci seçenek ise korse tedavisidir. Eğriliği 20-40 derece arasında olan ve büyüme potansiyeli olan kişilerde etkili olan bir yöntemdir. Korse kullananların ameliyat olma ihtimali düşer. Korsenin günde 20-23 saat takılı kalması etki gösterme açısından önemlidir. Diğer bir seçenek ise cerrahi tedavidir. Cerrahi, genel olarak 40-45 derece üzerindeki eğriliklerde gündeme gelir. Akciğer gelişiminin tamamlandığı ergenler ve erişkinlerde düzeltme ve dondurma (sabitleme) ameliyatları uygulanır” dedi.

    “Skolyoz tedavisindeki gelişmeler ümit verici”

    10 yaş altındaki çocuklarda büyümeyi ve akciğer gelişimini engelleyebileceği için dondurma ameliyatlarından uzak durulması gerektiğini belirten Seçer, çocuklarda klasik cerrahi yöntemin, omurgaya yerleştirilen çubukların dondurma işlemi yapmadan 6 ayda bir uzatılması olduğunu kaydetti. Bu ameliyatların hasta ve yakınları üzerinde oluşturduğu stres, neden oldukları komplikasyonlar ve ekonomik külfetlerinden dolayı doktorların başka çözümler aramaya yöneldiğini ifade eden Seçer, yapılan çalışmalar sonunda icat edilen manyetik rodlar sayesinde, uzamaların 2-3 ayda bir poliklinik şartlarında uzaktan kumanda ile ameliyatsız ve ağrısız bir şekilde gerçekleştirilebildiğine vurgu yaptı.

    Seçer, skolyozun cerrahi tedavisindeki önemli bir diğer kaygının ameliyat sırasında hastaların felç olma riski olduğunu belirterek, ameliyat sırasında sinirlerin işlevlerini devamlı olarak gösteren nöromonitorizasyon işleminin ülkemize 10 yıl önce geldiğini, bugün artık yaygın olarak kullanıldığını kaydetti. Seçer, “Böylelikle ameliyat sırasında sinir yaralanmasına neden olabilecek herhangi bir işlemin oluşturduğu etki anında anlaşılarak gerekli müdahale yapılabiliyor” dedi.

    Skolyoz ameliyatları ile ilgili en önemli sorunlardan biri de omurganın sabitlenip, belli kısmında omurga hareketliliğinin ortadan kalkması olduğunu aktaran Seçer, “Dondurma işlemi yapmadan, omurganın büyümesine ve hareketli kalmasına izin verecek düzeltme tekniği ile ilgili çalışmalar günümüzde yavaş yavaş meyvelerini veriyor. Omurgasında skolyoz olup halen büyüme potansiyeli olan hastalarda ‘gerdirme yöntemi’ olarak adlandırılan bir yöntem geliştirildi. Bu yöntemde sırt eğriliklerinin dış bükey tarafına endoskopik girişimle yandan vida konmakta ve bu vidalar kalın bir ip ile bağlanıp gerdirilerek bir miktar düzelme sağlanmakta ve eğriliğin dış bükey tarafının büyümesi engellenmektedir. Böylelikle iç bükey taraf büyümeye devam ederken dış bükey tarafın büyümesi vidalara bağlı ip sayesinde durmakta ve zaman içinde eğrilik kendiliğinden düzelmektedir. Ancak bu teknik henüz yaygınlaşmamıştır” ifadelerini kullandı.

  • Op. Dr. Tezel: “Orta kulak iltihabının belirtileri arasında en sık rastlanılan kulak ağrısıdır”

    Op. Dr. Tezel: “Orta kulak iltihabının belirtileri arasında en sık rastlanılan kulak ağrısıdır”

    Kulak, Burun ve Boğaz (KBB) Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Zafer Tezel, orta kulak iltihabının belirtileri arasında en sık rastlanılanın kulak ağrısı olduğunu belirterek, tedavi edilmezse kronikleşip kulağa yerleşebileceğini ve sürekli iltihaplı akıntı ile işitme azlığına sebep olabileceğini söyledi.

    Medova Hastanesi KBB Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Zafer Tezel, kulağın dış, orta ve iç kulak olmak üzere üç ana bölümden oluştuğunu söyledi. Dış kulağın kulak kepçesi ve kepçeden kulak zarına kadar olan kanaldan oluştuğunu anlatan Op. Dr. Zafer Tezel, “Kulak muayenesi yapıldığında dış kulak yolu ve kulak zarı incelenir. Böylece dış kulak ve kulak zarının durumuna göre orta kulak hakkında fikir sahibi olunur. Orta kulak; kulak zarının iç tarafından başlar. leblebi büyüklüğünde, içi hava dolu bir boşluktur. Görevi kulağa gelen ses titreşimlerinin sinirler vasıtasıyla beyne iletilmesini sağlamaktır” dedi.

    “6 ile 15 aylık bebekler enfeksiyondan daha çok etkilenir”

    Kulak zarı ve kemikçikleri içeren orta kulağın çeşitli etkenlere bağlı olarak iltihaplanmasının orta kulak iltihabı olduğunu kaydeden Op. Dr. Zafer Tezel, “Orta kulak iltihabı genellikle üst solunum yolu enfeksiyonuna bağlı olabileceği gibi geniz eti ve alerjik nedenlerle de ortaya çıkabilir. İltihap tek kulağı ya da iki kulağı birden etkileyebilir. Sinüzit ya da boğaz enfeksiyonu ilerleyerek orta kulakta enfeksiyona neden olabilir. Genellikle burun ve boğazlardaki bakteri ya da virüslerin östaki borusu aracılığıyla orta kulağa geçmesiyle oluşur. ’otitis media’ olarak bilinen bu durum her yaşta ortaya çıkabilir; ancak 6 ile 15 aylık bebekler enfeksiyondan daha çok etkilenir” diye konuştu.

    “En sık rastlanılanın kulak ağrısı”

    Orta kulak iltihabının belirtileri arasında en sık rastlanılanın kulak ağrısı olduğunu aktaran Op. Dr. Tezel, “Özellikle akut dönemde şiddetli kulak ağrıları sıktır. Bu ağrılar, hastayı uykudan uyandıracak şiddette olabilir. Ağrıyla sıklıkla ateş ve işitme azlığı eşlik eder. Bakterilerin sebep olduğu iltihaba bağlı olarak hastanın kulak zarı şişip gerilir ve bu da ağrının şiddetini arttırır. Orta kulakta şiddetli sıvı birikimi olduğunda hastanın kulak zarı delinebilir ve kulaktan kanlı iltihap akabilir. Bu durumda gerilmenin ortadan kalkması sonucu ağrı kaybolur. Bu aşamada kulak akıntısı en belirgin belirtidir. Orta kulak iltihabı belirtileri hızlı bir şekilde gelişir ve birkaç gün içinde düzelir. Tedavi edilmezse kronikleşip kulağa yerleşebilir ve sürekli iltihaplı bir akıntı ve işitme azlığına sebep olabilir” ifadelerini kullandı.

    “Yüzme sonucunda kulak yoluna fazla miktarda su girebilir”

    Sık aralıklarla duş alımı veya havuzda yüzme sonucunda kulak yoluna fazla miktarda su girebildiğini söyleyen Tezel, “Su, kulak yolunun hemen girişindeki ter ve yağ bezlerinden salgılanan ve kulak kiri olarak bilinen koruyucu mumu yok etmektedir. Böylelikle bakterilerin ve mantarların üremesi de kolaylaşmaktadır. Kulakların sık aralıklarla temizlenmesi aynı şekilde kulağın koruyucu mumunu yok eder ayrıca dış kulak yolu cildini inceltir ve iltihaba neden olur. Ayrıca buşon olarak da adlandırılan kulak kiri azlığı, kulak yolunun pH değeri 7.0’den büyük olan sıvılarla temas etmesi, uzun ve dar kulak yolu ve işitme cihazı kullanımı da enfeksiyonu başlatabilir” şeklinde konuştu.

    Eğer, kulak yolu tırnak veya herhangi bir sert madde ile yaralanırsa kulak yolunun cildinde oluşacak çok küçük çatlaklardan mikroplar gireceğini ve iltihap gelişebileceğini aktaran Tezel, “Dış kulak iltihabı belirtileri, genellikle yüzme sonrası başlayan kaşıntı ve hızla artan ağrı şikayeti şeklindedir. Ağrı özellikle kulağa dokunulması veya kulağın hareket ettirilmesi durumunda fazlasıyla artar. Ödem dış kulak yolunun kapanmasına neden olarak duymayı zorlaştırabilir. Çoğunlukla sarı iltihaplı bir akıntı görülebilir. Kulak alt kısımlarında boyuna doğru lenf bezleri şişip burada ağrı yapabilir, çiğneme ve yutma sırasında ağrı ortaya çıkabilir” dedi.

  • Alerjisi olan çocuklar sık hastalanıyor

    Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Büşra Yılmaz, özellikle alerjisi olan çocukların bağışıklık sisteminin enfeksiyonlara karşı daha güçsüz olduğunu, bundan dolayı daha sık hastalandıklarını söyledi.

    Kış aylarında çocukların neden sık sık hastalandığı konusunda bilgi veren Samsun Büyük Anadolu Hastaneleri Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Büşra Yılmaz, “Havaların soğuması ve okulların açılması ile birlikte çocuklarımız kapalı ve kalabalık ortamlarda bulunmak zorunda kalıyor. Böyle ortamlarda virüsler ve bakteriler çok kolay çoğalma ve yayılma imkanı bulur ve bazı çocuklar bu durumdan diğerlerine göre daha fazla etkilenir. Normal bir çocuk bir yıl boyunca 4 ila 8 kez hasta olabilir. Çocuğunuz sık hastalanıyorsa bunun birçok sebebi olabilir. Özellikle alerjisi olan çocukların bağışıklık sistemi enfeksiyonlara karşı daha güçsüzdür. Aynı zamanda başka bağışıklık sistemi problemleri de olabilir. Bazı kalp ve akciğer hastalıkları, gelişme geriliği, vitamin eksiklikleri, geniz eti, bademcik büyümesi, gastroözofageal reflü hastalığı gibi durumlar da çocukların daha sık hastalanmasına sebep olabilir. Altta yatan sebebin anlaşılabilmesi için çocukların mutlaka bir uzman hekim tarafından değerlendirilmesi gerekir” dedi.