Etiket: Riskini

  • Sigara İçmek Pankreas Kanseri Riskini İkiye Katlıyor

    Genel Cerrahi ve Cerrahi Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Serdar Yol, pankreas kanserine yakalanma oranının sigara içenlerde iki kat fazla olduğunu söyledi.

    En ölümcül kanserlerin arasında bulunan pankreas kanserinin teşhisi, tedavisi zor olan ve mümkün olduğunca erken evrede yakalanması gereken bir hastalık olduğuna dikkat çeken Samsun Büyük Anadolu Meydan Hastaneleri doktorlarından Genel Cerrahi Uzmanı ve Cerrahi Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Serdar Yol, pankreas hastalığının hızlı yayılım gösterdiğini belirterek, “En hızlı yayılan tür olan ve 45 yaşın altında rastlanan pankreas kanseri, alkol tüketen ve aşırı kilolu olan insanlar ile diyabet hastalarında daha sık görülüyor. Kansere bağlı ölüm nedenleri arasında pankreas kanserin ilk sıralarda yer aldığını görmekteyiz. Pankreas kanserinin, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki görülme oranı yılda 28 bin vaka ve bunların yüzde 90’a yakını kaybediliyor. Pankreas kanserleri ülkemizde de tüm kanserlerin yüzde 3’ünü oluşturuyor. Genellikle hızlı yayılım gösteren hastalığın görülme yaşı ortalama 69 olarak biliniyor. Cerrahi, medikal ve radyasyon tedavilerindeki gelişmelere rağmen, çok erken dönemde tespit edilmezse bu kanser türünde hayatta kalma oranı çok düşüktür” dedi.

    ERKEN TANI HAYAT KURTARIYOR

    Pankreas kanseri hastalarının sadece yüzde yirmisinin tedavi edici cerrahi şansı olduğunu belirten Prof. Dr. Serdar Yol, “Pankreas kanserli hastaların çoğu uzak organlara erken kanser yayılımı veya yaygın lokal tutulum nedeni ile tedavi edici cerrahiye aday değildir. Bu hastalar için ağrıyı giderici ve daha rahat bir dönem geçirmelerini amaçlayan cerrahi girişimler yapılır. Genel duruma ve beraberindeki hastalıklara bağlı olarak; pankreas kanserinin vücutta diğer organlara yayılım gösterdiği hastalarda ortalama yaşam süresi 3 ile 6 ay arasındadır. Hastalık bölgesel bir yayılım gösterdiyse bu süre genellikle 6 ile 10 ay arasında değişmektedir” diye konuştu.

    HASTALIĞIN EN TEMEL BULGULARI

    Pankreas kanseri erken evrede belirti vermediği için önlem almanın da zor olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Serdar Yol şöyle devam etti: “Hastalık bulgu vermeye başladıktan sonra, tarama testleriyle teşhis edilebilir. Beslenmenin, çevresel faktörlerin ve genetik özelliklerin pankreas kanseri üzerindeki etkisi sigara içmenin yarattığı etkiye oranla daha azdır. Sigara hastalıkla doğrudan ilişkili olup, riski 2 kat artırır. En temel bulguları bulantı, iştahsızlık, kilo kaybı, mide çıkışında tıkanıklık, yavaş gelişen sarılık ve ağrıdır. Pankreas kanserine bağlı olarak görülebilen ve sırta vuran ağrı, genellikle hastalığın bölgesel yayılımının habercisidir. Hastalığın daha az görülen bulguları, ‘3 D’ olarak tanımlanabilecek ‘diyabet’ (şeker hastalığı), ‘diare’(ishal) ve ‘depresyon’dur.”

    TEDAVİSİ DENEYİMLİ EKİP TARAFINDAN YAPILMALI

    Opr. Dr. Yol, pankres kanseri tedavisinin deneyimli ellerde yürütülmesi gerektiğini belirterek, “Tedavi; onkolog, gastroenterolog, pankreas cerrahı, girişimsel radyolog ve palyatif (hafifletici) bakım uzmanından oluşan deneyimli kişiler tarafından yapılmalıdır. Pankreas kanseri ameliyatları, cerrahinin en zor ve en sorunlu ameliyatlarından olup, özellikle ameliyat sonrası dönemde çıkabilecek komplikasyon riskleri nedeni ile hem cerrah, hem de hastane imkanları yeterli özellikte olmalıdır” şeklinde konuştu.

  • Koldan Yapılan Anjiyolar Ölüm Riskini Azaltıyor

    Kardiyoloji uzmanları, gelişen teknoloji sayesinde koldan yapılan anjiyolarda hastanın ölüm riskinin daha az olduğunu ifade etti.

    Medicana Konya Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Halil İbrahim Erdoğan, kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin dünyada hala ilk sırada olduğunu hatırlatarak, “Hal böyle olunca kalp hastalıklarının tanı ve teşhisi önemini günden güne artırmıştır. Bu hastalıklar içerisinde başrol kalbin kendini besleyen damarlara aittir. Koroner arterler denilen bu damarların daralması veya tıkanması hayati öneme haizdir. Halk arasında anjiyo olarak bilinen işlem bu damarların içine boya verilerek görüntüleme işlemidir. Bu işlem kasık bölgesinden veya bilek damarlarından yapılabilir. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda ani kalp krizi dahil bilekten yapılan işlemlerin kasıktan yapılan anjiyografiye göre çok daha konforlu daha da ötesi istenmeyen olaylara bağlı gelişecek ölümleri azalttığı görülmüştür” dedi.

    “KANAMALAR DA AZALDI”

    Teknolojideki ilerlemeler ile anjiyo işleminde kullanılan malzemelerinde küçüldüğünü ve bu sayede kanamaları azaldığını ifade eden Erdoğan, “Biz bilekten yaptığımız anjiyolarda 6 french 2 (mm) kateter yerine 4 french (1.35 mm) kullanmaktayız. Bu sayede işlem sonrası gelişecek istenmeyen olaylar azalmaktadır. Bilek bölgesinde kullanılan radyal arter anjiyografi sonrası işlevini yitirebilir ve olası bir bypass durumunda bu damarlar kullanılamayabilir. Bu durumu daha küçük (1.3 mm) malzemeler kullanarak azaltmaya çalışıyoruz. Bu bizlerin işlerini biraz zorlaştırmaktadır ancak hasta konforu ve sağlına etkisi çok büyüktür. Kasıktan yapılan bir anjiyografi sonrası hastalar 5 saat kum torbası ya da kasık bandı ile hareketsiz yatmak zorunda iken kullanılan yeni kateterler ile bilekten yapılan anjiyografi işlemi sonrası hastanın bileğine 5-6 dakika baskı yapmaktayız sonrasında hasta normal hayatına dönebilmektedir. Tedavisi tamamlanan hasta 1-2 saat içinde taburcu olabilmektedir” diye konuştu.

  • Papatya Çayı Kadınlarda Ölüm Riskini Azaltıyor

    Uzman Diyetisyen Şebnem Kandıralı, bitkisel çayların dikkatli tüketildiği zaman insan sağlığı da birçok fayda sağladığını belirtti.

    Diyetisyen Şebnem Kandıralı, papatya çayının kadınlarda ölüm riskini azalttığı ve kadınların ömrünü uzattığını söyledi.

    Teksas Üniversitesi tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre papatya çayının ömrü uzatmaya yardımcı olabildiğini dile getiren Kandıralı, şunları söyledi:

    “Çalışmanın sonuçları Gerontolog Dergisi’nde yayınlandı. Papatya çayı Ölüm Riskini yüzde 29 oranında azaltmaktadır. Araştırmacılar, 5 farklı eyalette yaşayan bin 677 Meksika kökenli Amerikalıların verilerini analiz etti. Çalışma 65 yaş ve üstü bireylerde papatya çayı içilmesinin ölüm riski üzerindeki etkisi üzerinedir. Çalışmaya göre katılanların yüzde 14’ü papatya çayı içmektedir. İçmeyenlerle kıyaslandığında herhangi bir nedenden ötürü ölüm risklerinin yüzde 29 daha az olduğu saptanmıştır. Sonuçlar sadece kadınlar için geçerlidir. Papatyada anti aging ve sağlığı destekleyici bir dizi besin öğesi vardır. En önemlileri luteolin, rutin, kafeik asit ve kuersetindir. Bunlara ek olarak apigenin adlı antioksidanı içerir, anti kanser ve anti inflamatuar (iltihap karşıtı) özellik gösterir. Papatya kan şekeri ve kan basıncını düşürür, kan inceltici özelliği vardır, bu sayede kalp krizi ve felç riskini azaltabilmektedir. Papatya çok yönlü bir bitkidir, hazımsızlık, ülser, uykusuzluk, anksiyete, hemoroid ve egzama gibi çeşitli sağlık sorunlarının hafifletilmesinde kullanılmaktadır.”

  • Meme Operasyonlarında Yağ Nakli Yapılması, Kanser Riskini Arttırmıyor

    Dünyanın en prestjli plastik cerrahi dergisi olan Plastic Reconstructive Surgery’nin Şubat 2016 sayında yayınlanan araştırma, hekimler ve hastalar açısından büyük önem taşıyor. Son yıllarda gündemde olan yağ nakli ile meme büyütme yöntemi üzerindeki en büyük tartışma, yağ dokusunun, kanser oranını arttırabileceği ve kanser taramalarında hatalara sebep olabileceği üzerineydi.

    Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Yener Demirtaş, Amerika, MD Anderson Kanser Araştırma Merkezi’nde yapılan çalışmanın hasta ve hekimler açısından önemine dikkat çekti. Demirtaş, “2000 kadın üzerinde yapılan bu çalışmaya göre, daha önce meme kanseri olduğu tespit edilen ve cerrahi tedavinin ardından meme onarımında yağ nakli kullanılan kadınların, kanser oranlarında bir değişiklik olmadığı gösterildi. Böylece yağ nakli ile meme büyütmeyi artık çok daha rahat bir şekilde uygulayabileceğiz” dedi.

    Demirtaş, “Silikonla göğüs büyütme, teknolojinin de gelişmesiyle birlikte son derece başarılı sonuçlar sunuyor olsa da, kadınların göğüslerini kendi dokularıyla ve kalıcı olarak şekillendirmek plastik cerrahların her zaman en büyük hayallerinden biri olmuştur. Burada sadece büyütmekten bahsetmiyoruz, hastaların isteklerine göre şekillendirmekten de bahsediyoruz. Yağ dokusu, meme dokusunun etrafına iğnelerle enjekte edildiği için en büyük avantajı, istenilen sonuçların kişiye özel planabilmesi, hem de yara izi olmadan. Silikon protezler, şekil ve hacim seçenekleri ile hastaya özel planlama imkanı her zaman sunamıyor. Bunun yanında küçük de olsa bir kesi söz konusu oluyor. Her hastanın farklı ihtiyaçlar doğrultusunda hekime ulaştığını düşündüğümüzde yağ nakli ile meme büyütme, hem hastayı hem de hekimi uygulama anlamında daha özgür kılıyor. Bu da istenilen sonuca ulaşmak için büyük bir adım” dedi.

    Demirtaş, daha evvelden yapılan yağ nakillerinde kalıcılık problemi olduğunu fakat yeni geliştirilen teknikle elde edilen yağın saflaştırılarak işlemin kalıcı hale getirildiğini belirterek, “Nakledilen yağ dokusunun yüzde 30 ile yüzde 70’i birkaç ay içerisinde eriyordu ve biz hangi hastada ne kadar kalıcı olduğunu tam olarak tahmin edemiyorduk. Yeni geliştirilen teknikler liposuction ile alınan yağın kalıcılığını artırdı. Liposuction ile elde ettiğimiz yağı saflaştırabiliyoruz ve uygun teknikle memeye nakledildiğinde sadece yüzde 20-30’u eriyor. Bu durumu bildiğimiz için de göğüse naklettiğimiz yağ miktarını buna göre ayarlayarak yüzde 20-30 daha fazla yağ kullanıyoruz. Göğüs birkaç ay içinde son halini alıyor ve bu durum çok yüksek oranda kalıcı oluyor. Çünkü işlemde hastanın kendi yağ dokusunu kullandığımız için yağ hücreleri memede yaşamaya devam ediyor” dedi.

    Demirtaş, “Düşük kilolu hastalarda dahi yağ dokusu bulmak mümkün. Özellikle kalça ve basen bölgelerinden alım işlemi uygun olabiliyor. Liposuction ile vücut şekillendirmeye ihtiyacı olanlar açısından ise, hem yağ alımı hem yağ nakli açısından tek seferde tatmin edici sonuçlar alınıyor. Ayrıca bu işlemde iyileşme süreci ekstra bir özen gerektirmiyor. Nekahat süreci memeden çok liposuction ile yağ alımı yapılan bölgeyle ilgili oluyor ve birkaç günlük hafif bir ağrı dışında hastaları sıkıntıya sokacak bir durum ile karşılaşılmıyor. Özellikle meme kanseri tedavisi sırasında meme alındıktan sonra bu bölgeye ışın tedavisi alan hastalarda deride kızarıklık, sertleşme gibi durumlar ortaya çıkabiliyor. Silikon protezle yeniden meme onarımının mümkün olmadığı bu hastalarda yağ nakli, hem bölgedeki derinin normalleşmesini sağlıyor, hem de birkaç seans halinde tekrarlandığında meme onarımı için tek başına yeterli olabiliyor. Yağ nakli ayrıca, sonuçları daha da iyileştirmek için silikonla göğüs büyütme ve karın dokusundan yeni göğüs yapma gibi ameliyatlarla birlikte kullanılabiliyor” diye konuştu.

  • Doç. Dr. Gültekin: “Obezite, Kalın Bağırsak Kanseri Gelişme Riskini Arttırıyor”

    Bülent Ecevit Üniversitesi Genel Cerrahi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatma Ayça Gültekin, obezitenin kalın bağırsak kanseri ve bir çok kanser türü gelişimi riskini arttırdığını söyledi.

    Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Genel Cerrahi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatma Ayça Gültekin, günümüzde obezitenin pek çok hastalığa neden olan önemli bir sağlık sorunu haline geldiğini söyledi.

    Dolaşım, solunum ve endokrin sistem hastalıkları, uyku bozuklukları ve psikolojik sorunlara yol açmasının yanı sıra kalın bağırsak kanserlerinin de gelişmesinde obezitenin önemli bir risk faktörü olduğunu açıklayan Doç. Dr. Gültekin, “Günümüzde obezite pek çok hastalığa neden olan önemli bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Dolaşım, solunum ve endokrin sistem hastalıkları, uyku bozuklukları ve psikolojik sorunlara yol açmasının yanı sıra, kalın barsak kanserleri de dahil olmak üzere birçok kanserin gelişmesinde obezite önemli bir risk faktörüdür. Yapılan çalışmalarda, kalın barsak, yemek borusu, pankreas, meme, rahim, böbrek, tiroid ve safra kesesi kanseri gelişiminde obezitenin de önemli bir risk faktörü olduğu görülmüştür. Erkeklerde obezite kalın barsak kanseri gelişimi riskini arttırmaktadır. Aşırı kiloların vücuttaki dağılımı özellikle de erkeklerde karın bölgesinde görülen yağlanmanın kalın barsak kanseri gelişimi riskini arttırdığı çalışmalarda ortaya konmuştur. Kadınlarda ise obezite ve basen bölgesinde biriken aşırı kiloların kalın barsak kanseri gelişimi üzerinde etkisi olduğu tespit edilmiştir. Obez kişilerin kanında, insülin ve insülin benzeri büyüme faktörü isimi verilen hormonların yüksek olmasının kalın barsak kanseri gelişimine neden olduğu düşünülmektedir” dedi.

    “PROFESONEL TIBBİ YARDIM ŞART”

    Kanser riski azaltılmış bir geleceğe ulaşmak için profesyonel tıbbi yardım almanın şart olduğunu aktaran Doç. Dr. Fatma Ayça Gültekin, “Risk faktörlerini azaltmak kanserden korunmada çok önemlidir. Kalın barsak kanseri riskini arttıran faktörlere bakıldığında risklerin birçoğundan kaçınmanın kişilerin kendi iradesine bağlı olduğu görülür. Düzenli egzersiz, sigara ve alkolden kaçınmak, bol su içmek, bol sebze-meyve tüketmek ve stresten uzak durmak kalın barsak kanserinden korunmak adına bireylerin kolayca uygulayabileceği önlemlerdir. Ancak obezite kritik sınıra ulaştığında ki buna morbid (ölümcül) obezite denilmektedir, bireysel önlemlerin ötesinde tedbirlerin alınması gerekir. Morbid obezitede altta yatan obezite nedeni diyet ve egzersizle önlenebilecek obezite nedenlerinden farklı olmaktadır. Kişinin sağlıklı kilosuna ulaşması ancak cerrahi yöntemlerle mümkün olabilmektedir. Tanımlanan cerrahi yöntemler; sleeve gastrektomi, gastrik bypass, gastrik band ve biliopankreatik diversiyon-duodenal switch olup, sleeve gastrektomi-tüp mide en çok uygulanan obezite cerrahisidir. Kalın barsak kanseri ve pek çok kanserin gelişimini engellemede risk faktörlerinden kaçınmak önemli bir yere sahiptir. Yukarıda sayılan ve günlük yaşamda kişisel olarak basitçe uygulanabilecek değişiklikler bizi sağlıkla yaşayacağımız yarınlara taşırken, obezite ve morbid obezite gibi aslında ciddi sağlık sorunları olan kişilerin hastalıksız ve kanser riski azaltılmış bir geleceğe ulaşmaları için profesyonel tıbbi yardım almaları şarttır” ifadelerini kaydetti.