Etiket: Riskini

  • “Yeşil çatılar, şehirlerde sel riskini azaltıyor”

    İstanbul’da hayatı alt üst eden aşırı yağış ve sel felaketiyle ilgili açıklama yapan Çatı Sanayici ve İş Adamları Derneği (ÇATIDER) Yönetim Kurulu Başkanı Adil Baştanoğlu, dünyada hızla yayılan yeşil (bitkilendirilmiş) çatı uygulamalarının, şehirlerde sel oluşumunu azalttığını belirterek, “Bitkilendirilmiş çatılardaki drenaj sistemleri ile çatı yüzeyine düşen yağmur suyunun tahliye sistemine ulaşımı bir saat kadar geciktirebiliyor” dedi.

    ÇATIDER Yönetim Kurulu Başkanı Adil Baştanoğlu İstanbul’da aşırı yağışa bağlı sel vakalarının meydana gelmesinden büyük üzüntü duyduklarını belirterek, dünyada ve Türkiye’de sayıları giderek artan yeşil çatı uygulamalarının bu sorunun çözümüne katkı sağlayabileceğini açıkladı.

    Baştanoğlu, hızlı kentleşme ile birlikte ortaya çıkan sorunlardan birinin de aşırı yağışların sele dönüşmesi olduğunu hatırlatarak, “Hızla artan nüfus ve yapılaşmaya bağlı olarak şehirlerimizde yağmur suyunu emen toprak ve yeşil bitki örtüsü azalıyor. Bununla birlikte üzerine gelen suyu hemen giderlere ve oradan da kanalizasyon veya yağmur tahliye sistemine aktaran yüzeyler artıyor. Şehre düşen tüm yağmur suyunun aynı anda tahliyesi, yağış miktarının artması ile sel felaketlerine yol açabiliyor. Yeşil çatılar, bu noktada hayati önem arz ediyor. Bitkilendirilmiş çatılarda kullanılabilecek olan drenaj sistemleri ile çatı yüzeyine düşen yağmur suyunun tahliye sistemine ulaşımı bir saat kadar geciktirebiliyor. Bu geciktirme, sel oluşum riskini azaltmada önemli bir rol oynuyor. İstanbul’da bitkilendirilmiş çatı uygulamaları yaygınlaşsa, sorunun çözümüne önemli katkılar sağlarız” ifadelerini kullandı.

    “Isı adalarını da engelliyor”

    Baştanoğlu, küresel ısınma süreci ile birlikte şehirlerde ısı adaları oluştuğunu vurgulayarak, “Bu ısı adaları, alanlar arasında büyük sıcaklık farklılıklarına, bozulmuş toprak; hava koşulları değişimi, su kaynaklarının ziyan olması gibi sorunlara neden oluyor. Bitkilendirilmiş çatılar, gün içinde toplanan enerjinin büyük bir bölümü toprak ve bitki içinde tutarak, gün batımı saatlerinde dışa yansımalarını önleyebiliyor. Böylece kırsal kesime nazaran ısı adaları içinde oluşan fark azaltılabilir. Bitkilendirilmiş çatılar, oksijen üretiminden, ısı adalarının azalması ve enerji verimliliğine kadar birçok sorunun çözümüne katkı sağlıyor” açıklamasında bulundu.

    “Avrupa’da, yeşil çatı teşvik ediliyor”

    ÇATIDER Yönetim Kurulu Başkanı Adil Baştanoğlu, Avrupa başta olmak üzere birçok gelişmiş ülkede yeşil çatı uygulamalarının teşvik edildiğini ve hızla yayıldığını ifade ederek, “Yeşil çatı, yağmur suyu zayiatının, kentsel ısı adası etkisinin ve enerji kayıplarının azalmasına katkı sağlayarak, kentlere ekolojik, estetik, psikolojik ve ekonomik kazanımlar sağlar. Özellikle Avrupa’da birçok şehirde yeni ve renovasyon yapılan yapılarda bitkilendirilmiş çatı yapımı teşvik ediliyor. Türkiye’de de yeşil çatı örnekleri var ancak bu örnekleri hızla artırmalıyız” dedi.

  • Solaryum kadınlarda Melanom riskini artırıyor

    Melanom, ciltte pigmentasyon yapan hücrelerin malign tömörüdür. Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği (TROD) Başkanı Prof. Dr. Esra Kaytan Sağlam, melanositlerin tümör hücrelerine dönüşümünün genetik olarak eğilimli kişilerde daha sık olduğunu belirtti.

    Çevresel faktörler, genetik değişikliklerin birikimi, onkogenlerin aktivasyonu, tümör baskılayıcı genlerin inaktivasyonu ve bozulmuş DNA onarımı hastalığın oluşumunda rol oynadığını belirten Sağlam, “Erken evrede hastalık yalnızca cildin epidemisinde görülürken, ilerleyen evrede yüzeysel papillar dermise ve daha ileri evrede cilt derin katlarına ve diğer organlara yayılım, yani metastaz görülebilmektedir. Melanom sıklığı diğer kanserlere kıyasla daha hızlı bir artış göstermiştir. Son 30 yılda yüzde 237 oranında artış göstermekle beraber, 100,000 kişide 2.8 olup tüm cilt kanserlerinin yüzde 4’ünü oluşturmaktadır. Fakat cilt kanserlerinden ölüm sebeplerinin yüzde 75’inden melanom sorumludur.

    SEER-Surveillance, Epidemiology, and End Results çalışmasının sonuçlarına göre erkeklerde yasam boyu melanom gelişme riskinin yüzde 2,67 iken, kadınlarda bu oranın yüzde 1,79 olarak belirlendiğini söyleyen Sağlam, bu verilere karşılık ultraviyole ışınlarına maruziyetin artışı ve solaryum kullanımları nedeniyle genç kadınlarda melanom sıklığında artış kaçınılmaz olduğuna dikkat çekti.

    Prof. Dr. Esra Kaytan Sağlam, hastalığın ortaya çıkmasını belirleyen risk faktörleri ile ilgili olarak da şu bilgileri paylaştı:

    “Önceden melanom öyküsü, 50 yaş üzeri, düzenli dermatolog kontrolü olmaması, benlerde değişiklik, erkek cinsiyettir. Bu faktörlerden 1-2’sinin olması genel popülasyona göre melanom için 2-4 kat artmış risk, 3 risk faktörü taşıyanların ise 20 kat artmış risk altında olduğu bildirilmektedir. Solar radyasyon insan için karsinojenik olarak kabul edilmektedir. Yıllık ortalama ultraviyole radyasyon miktarı artması melanom oluşmasını önemli ölçüde arttıracaktır. Sıklıkla güneşten yanık olan kişilerde melanom riski de yüksektir. Bronzlaşmak amacıyla kullanılan solaryum vb. cihazların da melanom riskini arttırdığı bildirilmektedir. Ailesinde birinci derece akrabalarından en azından birinde melanom olan kişiler melanom gelişimi açısından aile öyküsü olmayanlara kıyasla yaklaşık iki kat risk altındadırlar. Bunun yanı sıra ikinci kez yeni melanom görülmesi için 5 yıllık risk %11, üçüncü kez melanom için 5 yıllık risk %30 olarak bildirilmektedir. Daha önce melanom dışı cilt kanseri olan kişilerde melanom gelişimi için rölatif risk 2.8-17 arasında bildirilmektedir. Melanom vakalarının yaklaşık %25’inde bir veya daha fazla atipik ben varlığı, %27’sinde de fazla sayıda, 50 adet ve üstü basit ben olması beklenir. Birden fazla atipik ben varlığında ve toplam basit nen sayısının fazlalığı durumunda melanom için rölatif risk artısından söz edilmektedir.”

    “50 yaş üstü ve erkek olmak da riski artırıyor”

    Melanom insidansının farklı ırk ve etnik kökenli topluluklar arasında değişkenlik gösterdiğini söyleyen Sağlam, melanom riskinin yaş ile birlikte arttığını, erkeklerde ve beyaz ırkta daha fazla görüldüğünün bildirildiğini söyledi. Bazı hastalıkların da melanom riskini artırdığını belirten Sağlam, “Kseroderma pigmentosum ve psöriazis yani sedef hastalarında melanom riski artmaktadır. Düşük sosyoekonomik durum da artmış melanom sıklığı ile ilişkili bulunmuştur. Bunların aksine bir durum olarak Kaliforniya’da yapılan bir araştırmada yüksek sosyoekonomik düzeydeki adolesan ve genç kadınlarda bronzlaşma amacıyla ultraviyole maruziyetinin yüksekliğine bağlı olarak melanom insidansında artış olduğu rapor edilmiştir. Cilt lezyonlarında; A: asimetri olması, B: border (sınır) düzensiz oluşu, C: color (renk) çeşitliliği, D: diameter (çap) ve E: evolving (gelişen) lezyon melanomu düşündürür. Büyüyen, kanayan, koyu ve açıklı farklı renkleri olan ve renk değiştiren cilt lezyonları alınarak incelenmelidir. Hastalık yerleşim yerleri, Açık ten renkli kişilerde hastalık görülme riski daha yüksek olmakla beraber erkeklerde en sık gövdede, kafada saçlı deride ve boyunda görülür. Kadınlarda ise en sık alt bacaklarda görülür. Koyu ten renkli kişilerde, melanom avuç içi ayak tabanı el ve ayak tırnak içlerinde oluşabilir. Ayrıca melanom ağız içi, genital, makat bölgesi gibi hiç güneş görmeyen bölgelerde de görülebilir.” dedi.

    Yüzeyel, nodüler, lentigo maligna ve akral melanom gibi farklı türleri görülebildiğini belirten Sağlam, “Yüzeyel melanom yüzde 70 sıklıkla görülen tipidir. Aralıklı güneş maruziyeti ile ilişkili olup en sık gövde, kol ve bacaklarda görülür. Genelde daha öncesinde benler vardır ve bu benlerden gelişir. Bulunduğu bölge dışına yayılabilir. Nodüler tip ise erkeklerde daha sık görülen, gövdede yerleşerek hızlı ilerleyen tiptir. Siyah-kahverengi nodüller ile ülserasyon ve kanama görülebilir. Lentigo melanomlar tüm melanomların yüzde 4-15’ini oluşturan en iyi davranışlı gruptur. Mesleki maruziyet sonrası el sırtı, baş-boyunda bölgelerinde görülür. İleri yaş hastalarda, mevcut benlerden bağımsız olarak çıkar.” diye konuştu.

    Melanomdan primer korunma için açık tenli ve güneş altında çalışan kişiler gibi yüksek risk grupların bilgilendirilmesi ve tarama programlarının yapılması, halkın ultraviyole ışınlarının etkileri hakkında bilgi sahibi olmasının sağlanmasının önemli olduğunu ve gereksiz solaryum uygulamalarından kaçınılmasının gerekliliğini vurgulayan Prof. Dr. Esra Kaytan Sağlam, ayrıca tedavi ile ilgili de şunları söyledi:

    “Melanomdan korunma ve kurtulma için erken tanı şarttır. Bu kapsamda kişilerin kendi kendini muayene etmesi, ciltlerindeki değişiklikleri takip etmeleri ve şüpheli durumlarda doktora başvurmaları gereklidir. Erken evre melanomlar cerrahi olarak çıkarılabilir, kalınlıklarına bağlı olarak hastalık bölgenin çıkarılmasının yanında yayılma riski olan lenf bölgelerinin de (sentinal lenf nod çıkarılması) boya ve farklı yöntemlerle tespit edilerek çıkarılması gerekir. Tedbir amaçlı interferon tedavileri veya kemoterapiler önerilebilir. Son dönemlerde hastalığa karşı geliştirilen hedeflenmiş tedaviler melanom tedavisinde büyük gelişmelere yol açmıştır. Uygun hastaların tespiti sonrasında hedeflenmiş, kişiye özgü tedaviler ile yaygın hastalığın tedavisi mümkün olabilmektedir. Ayrıca hastalığın immünolojik yapısından dolayı bağışıklık sistemi üzerinden çalışan bazı ilaçlar ile tedavi yaklaşımları geliştirilmiş ve hastalara çok farklı tedavi önerileri sunulabilmiştir. Radyoterapi de cerrahi sonrası özellikle lenf bezlerinin tutulumu olan hastalarda, hastalığın küçültülmesinde veya yaygın hastalıkta kemik, beyin gibi bölgelerin tedavinde kullanılmaktadır. Melanom tedavisinde hastalığın doğru tespiti, ayrıntılı yaygınlık değerlendirilmesi sonrasında bu konu ile özellikle ilgilenen ekiplerce, farklı disiplinlerin ortak akıl üreterek hastaya özgü tedavi algoritmalarını oluşturması en yüz güldürücü sonuçlara ulaşılmasını sağlamaktadır.”

  • “Doymuş yağlar kalp krizi riskini artırıyor”

    İstanbul Cerrahi Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Gülsüm Bingöl, doymuş yağ asidi içeren besinlerin direk damar sertliği yaparak damar tıkanıklığı riskini artırdığını söyledi.

    İstanbul Cerrahi Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Gülsüm Bingöl doymuş yağ asitlerinin kalp krizi riskinin artırdığına dair önemli bilgiler verdi. Doymuş yağ asidi içeren besinlerin direk damar sertliği yaparak damar tıkanıklığı riskini artırdığını belirten Bingöl, “Yaklaşık yüzde 7 oranında tek başına doymuş yağlar damar sertleşmesini ve kalp krizi riskini artırıyor. Doymuş yağ asidi genellikle pastane ürünlerinde bulunur. Pastanelerde tüketilen içerisinde katı yağ konulan yaş pasta, börek gibi besinlerde bol miktarda bulunuyor. Bunlar direk damar sertliği yaparak, kalp krizi riskini artırıyor. Aynı zamanda kalp krizi riskinin azaltan iyi kolesterol oranını düşürüp, halk arasında kötü kolesterol olarak bilinen damar tıkanıklığı riskini artıran LDL kolesterol düzeyini de yükseltiyor. O yüzden doymuş yağları sağlıklı kalp beslenmesi açısından önermiyoruz” dedi.

    “Besinleri yağda kızartmayın, ızgara şeklinde tüketin”

    Hazır gıdalardan uzak durmak gerektiği uyarısında bulunan Bingöl, “Hazır meyve ve et suları, hazır çorbalar, Fast food besinler bunların tümünden uzak durmak lazım. Şarküteri ürünlerinden uzak durmak gerekiyor bunlar hem çok fazla katkı maddesi içeriyor hem de kolesterol içeriği yüksek besinler sucuk, salam, sosis gibi besinlerden mümkün olduğunca tüketilmemeli. Aynı şekilde sakatatlar çok yüksek miktarda kolesterol içeriyor. Sağlıklı yaşam için bunlardan da uzak durmak lazım. Pişirme tekniği çok önemli besinleri yağda kızartmak yerine ızgara şeklinde tüketmeyi öneriyoruz. Yine öğünlerde dengeli beslenmeyi tavsiye ediyorum. Her öğünde kırmızı et yemek yerine zeytinyağı ile pişirilmiş yeşil sebzeler, baklagilleri mutlaka öneriyoruz. Kırmızı et yerine öğünlerde beyaz eti ve balığın da tercih edilmesini hastalarımıza tavsiye ediyorum” diye konuştu.

    “Kırmızı eti dengeli tüketin ve pişirme tekniğine dikkat edin”

    Çok fazla kırmızı et tüketiminin de kötü huylu kolesterolün yükselmesine yol açtığını aktaran Dr. Bingöl, kırmızı etin haftada 3-4 öğün tüketilmesi gerektiğini ifade etti. Hiç et tüketilmemesinden bahsetmediklerini vurgulayan Dr. Bingöl, “Et tüketilmeli ama dengeli bir şekilde ve pişirme tekniği dediğim gibi çok önemli. Yağda kızartılmış besinleri hem kalp sağlığı açısından hem de diğer nedenlerle önermiyorum. Kırmızı et haftada 3-4 öğün tüketilebilir. Burada önemli olan her öğünde kırmızı etle beslenen hastalarımız oluyor. Örneğin öğlen sebze yemeği yiyorsak akşam kırmızı et tüketip, ertesi gün öğlen balık yeyip akşam sebze yemek şeklinde dağılım yapmak lazım. Kolesterol seviyelerini dengelemek için damar sertliğini riskini azaltmak için balığı da, yeşil sebzeleri de öğünlerimize eklemek lazım” açıklamalarında bulundu.

  • Bingöl: “Kalp krizi riskini azaltmak mümkün”

    İstanbul Cerrahi Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Gülsüm Bingöl, kalp krizi riskinde değiştirilebilen faktörler olduğunu eğer bu faktörler saptanıp önlenebilirse kalp krizi riskini azaltmanın mümkün olacağını söyledi.

    İstanbul Cerrahi Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Gülsüm Bingöl kalp krizi belirtileri ve azaltmak için yapılması gerekenler hakkında bilgi verdi. Kalp krizi riskini azaltmanın mümkün olacağını belirten Bingöl, “Kalp damar tıkanıklığını artıran böylece kalp krizine yol açan değiştirilebilir faktörlerin üzerinde çok durmak önemli. Bunların başında yüksek tansiyon, şeker hastalığı, sigara içimi, yüksek kolesterol, hareketsiz yaşam, sağlıksız beslenme, aşırı kilolu olma gibi faktörler geliyor. Eğer bunlar saptanıp, önlenebilirse kalp krizi riskini azaltmak mümkün” dedi.

    “Kalp uzun süre beslenemezse kalıcı hasar oluşur”

    Kalp krizinin kalbi besleyen atar damarların yani koroner damarların tıkanıklığı sonucu ortaya çıkan ölümcül bir hastalık olduğunu aktaran Bingöl, “ Kalp krizine bağlı ölümler tüm dünyada ve ülkemizde birinci sırada yer almaktadır. Kalp krizine yol açan en sık mekanizma kalbi besleyen koroner damarların ateroskleroz yani halk arasında ‘damar sertleşmesi ‘olarak bilinen süreçle daralması ardından üzerine eklenen pıhtı ile tam olarak tıkanmasıdır. Bunun neticesinde tıkalı damarların beslediği kalp bölgesinde kan akımının kesilmesine bağlı süre ile orantılı kalıcı hasar meydana gelmektedir” diye konuştu.

    “En korktuğumuz durum hastanın kalp krizi geçirdiğini fark etmemesi”

    Kalp krizinin bazı kişilerde önceden bir belirti vermeden ani ölümlere, ölümcül ritim bozukluklarına yol açabildiğini dile getiren Bingöl, “Tıkalı damarın çok erken safhada açılması kalp dokusunda hasar azaltacağından ilerde hasta için çok ciddi sakatlık ve ölüm nedeni olabilecek kalp yetersizliği riskini azaltmaktadır. Kalp krizinde en sık görülen şikayet göğüs ağrısı olmakla beraber göbekten alt çene dahil herhangi bir bölgede ağrı ile ya da ağrı olmaksızın nefes darlığı, bulantı, kusma , baş dönmesi ,çarpıntı şikayetlerinin biri ya da birkaçı ile beraber hastalar başvurabilmektedir. Kalp krizlerinin aslında bizim en korktuğumuz kısmı öncesinde hiç belirti vermeyen, şikâyeti olmadan kalp krizi geçiren hastalar. Bunların birçok kısmı ani ölümle sonuçlanıyor. Ya da kalp krizi geçirdiği halde bunun farkında olmayan başka nedenlerle yapılan tenkitler sırasında fark edilen hastalar oluyor” açıklamalarında bulundu.

    “Kalp krizi aslında ileri yaş hastalığıdır”

    Menopoza kadar kadınlarda kalp krizinin daha az görüldüğünü ifade eden Dr. Bingöl şunları söyledi:

    “İleri yaşta kalp krizi daha fazla görülmekle beraber genç yaşta da olabilmektedir. Özellikle ailesinde erken yaşta kalp krizi öyküsü olanlar , şeker hastalığı , sigara içilmesi gibi risk faktörleri olan genç hastalarda daha sık karşılaşmaktayız. Aile öyküsü kalp krizi için önemli bir risk faktörüdür. Ailesinde erken yaşta kalp krizi öyküsü olan hastalar risk altında olup daha fazla dikkat etmeleri gerekmektedir”.

  • (Özel Haber) Düzenli yapıldığında kalp krizi riskini en aza indiriyor

    Akdeniz Üniversitesi Fizyoterapi Bölümü mezunu uzman masöz Nazik İnnice, düzenli masaj alımının masa başı ya da ayakta çalışanlar için boyun ve bel fıtığı riskini en aza indirebileceğini söyledi. Masöz İnnice, sağlıklı bir yaşam için kişilerin düzenli beslenme ve sporu yaşam tarzı haline getirmeleri gerektiğini belirtti.

    Trakya Bölgesi’nde, Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de masaj ve terapi salonları işletmeciliği yapan Masöz Nazik İnnice, dünyada çok yaygın olan ve Türkiye’de de aileler tarafından tercih edilmeye başlanan bebek ve çocuk masajının, sağlıklı bir vücuda sahip olmak için önemine dikkat çekti.

    “Dünyada çok fazla çeşitlilik var”

    Akdeniz Üniversitesi Fizyoterapi Bölümü ve Niğde Sağlık Meslek Lisesi Laboratuar Bölümü mezunu olduğunu dile getiren fizyoterapist ve masöz Nazik İnnice, 3 yıldır da Trakya Bölgesi’nde masaj salonları işlettiğini belirterek, “Masaj konusunda Dünya’da özellikle çok fazla çeşit var. Türkiye’de ise 5-6 çeşit ile sınırlı kalabiliyor. Bunlar arasında en önemlilerinden lenf drenajı, klasik masaj, bali masajı, tai masajı, aroma terapi ya da bölgesel masajlarımız, benim gibi sağlık personellerinin işlettiği salonlarda da genellikle medikal masajı çok yaygın olarak uygulamasını yapıyoruz” dedi.

    “Masaj, 7’den 70’e herkes için gerekli”

    İnnice, düzenli masaj almanın vücut metabolizmasını da hızlandırdığına değinerek, “Toplumumuz da masaj ihtiyacı olan bebekte var, gençte var, 60 yaşında bir beyefendi de var, 80 yaşında bir hanımefendi de var. O yüzden 7’den 70’e masaj herkes için gerekli olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

    “Hayat kalitemizi yükseltmeliyiz”

    Sağlıklı bir yaşam için düzenli beslenme, düzenli spor ve kişinin vücudunu iyi tanıması gerektiğine vurgu yapan Masöz Nazik İnnice, “15-16 yıl masa başı ya da ayakta çalışmış bir insanın şu anda boyun fıtığı ve bel fıtığı olmama ihtimali neredeyse sıfırlarda. Çünkü toplumumuz genel olarak spor yapmıyor, kendine bakmıyor, iyi beslenmiyor. Ve vücut otomatikman ufak tefek böyle tepkiler vermesi çok normal. O yüzden 40-50 yaşına geldikten sonra boyun veya bel fıtığı oluyor insanlarımız. Sonrasında uzman doktorlara ve bizlere başvuruyorlar. Evet geç kalınmış değil, belirli bir yaştan sonra da spora başlanmalı, düzenli masaj alınmalı ve hayat kalitemizi yükseltmeliyiz” diye konuştu.

    “Fiyatlardan korkmalarına gerek yok”

    Türkiye’de, masaj salonları algılarında büyük bir ivme kat edildiğini ancak profesyonel, lüks ve kaliteli hizmet veren salonların yüksek fiyatlarda olduğu düşüncesinin yanlış bir algı olduğunu belirten işletme sahibi masöz Nazik İnnice, “Fiyatlar, Türkiye genelinde neredeyse aynı aralıklarda. Şu an en lüks yere de gitseniz, size 60 dakikalık bir seansı uçuk bir fiyatta yapamazlar. Bunu genelde klasik masaj için söylüyorum. Ama masaj türleri o kadar çok renklendirilebiliyor ki, tabi o da fiyat farklarını etkileyebiliyor. Genel olarak klasik ya da bali masajı alacağınız yer standarttır ve vatandaşlarımızı ekonomik anlamda yük olmayacak şekildedir” dedi.

    “Bebek ve çocuklar için özel seanslar uyguluyoruz”

    İnnice, masajın genel olarak kişi de gevşeme, rahatlama ve dinlendirme konularında hızlı etkiler gösterdiğini ve son dönemde bebek ve çocuk masajının da aileler tarafından tercih edilmeye başlandığını belirterek, “Bebek masajı çok önemli, annelerimize gösterip, çocuklarının o dönemlerde hayat standartlarını yükseltmelerini sağlamayı amaçlıyoruz. Yeni doğmuş bebeklere de masaj yapılabilir ancak annelerimiz o dönemlerde hassas oluyorlar. Biraz daha ele avuca gelmiş olmaları gerekiyor, 4 aylıktan itibaren diledikleri yaş gruplarında bebek ve çocuklar için düzenli masajlar alınabilir. Bu şekilde büyüme hormonları salgılanırken, masajla desteklenebilir, çok sağlıklı bir vücuda sahip olabilir çocuklarımız” şeklinde konuştu.