Etiket: Riski

  • Kadınlarda meme kanseri riski

    Genel Cerrah Op. Dr. Ahmet Alyanak, meme kanserinin kadın kanserler tümünün yüzde 33’ünden ve kanserle ilişkili ölümlerin yüzde 20’sinden sorumlu olduğu söyledi.

    Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Yenimahalle Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Ahmet Alyanak, Meme kanseriyle ilgili açıklamalarda bulundu. Meme kanserinin kadın kanserler tümünün yüzde 33’ünden ve kanserle ilişkili ölümlerin yüzde 20’sinden sorumlu olduğu hatırlatan Alyanak, “Kansere bağlı ölümlerde ise akciğer kanserinden sonra 2’inci sırada gelmektedir. Meme kanseri yaşla birlikte artış gösterdiğinden, her ay kendi kendine meme kontrolünün yanı sıra kırk yaş sonrası uzman kontrolü ve radyolojik tetkikler erken teşhis açısından hayati önem taşımaktadır Meme kanseri erken tanı ile tamamen tedavi edilebilir” dedi.

    “Meme kanserinden korunmak için riskleri öğrenmek önemli”

    Meme kanserinin kadınlar arasında en sık görülen kanserlerin ilk sırasında yer aldığını hatırlatan Op. Dr. Alyanak, “Üstelik bu oran Türkiye ve dünyada her yıl artıyor. Erken adet görmeye başlamak, geç menopoza girmek, östrojen ağırlıklı doğum kontrol haplarını uzun süre kullanmak ve menopoz sonrası hormon tedavisi görmek, meme kanseri riskini artıran temel faktörlerdir. Bunun yanında doğum yapmayan ya da 35 yaş sonrası doğum yapan kadınlar, şişmanlık yani vücut kitle indeksinin 25’in üzerinde olması meme kanseri riskini artırır. Ailede özellikle anne ve kız kardeşler gibi birinci derece akrabalarda meme kanseri olması, BRCA genleri gibi meme kanserine yatkınlık oluşturan genlere sahip olmak meme kanseri açısından yüksek risk teşkil eden durumlardır. Kadınlarda meme kanseri ile ilgili en önemli risk faktörlerinden biri de aşırı kilolu olmak.”

    En çok merak edilen konulardan birinin kadınlarda büyük memenin kanser açısından daha fazla risk taşıyıp taşımadığı olduğunu belirten Genel Cerrah Op. Dr. Ahmet Alyanak, “fibrokistik” meme yapısına sahip kadınlarda meme kanserini tespit etmenin birtakım zorlukları bulunduğuna dikkat çekti.

    Op. Dr. Alyanak, fibrokistik yapının, genellikle yoğun meme dokusu ile birlikte görüldüğünden, mamografinin değerini azaltıp bu tetkikin negatif sonuç vermesine yol açabileceğini belirtti. Alyanak, Bu meme yapısına sahip kadınların mutlaka meme ultrasonografisi, renkli doppler ultrasonografi, uygun görülmesi halinde ise meme MR’ı ile de araştırılmaları gerektiğini de kaydetti.

    Meme küçültme kanser riskini azaltabilir

    Op. Dr. Ahmet Alyanak, meme kanserinin, memenin üst dış kadranına yerleşme eğilimi gösterdiğini belirterek, meme küçültme ameliyatlarında pek çok farklı teknik bulunmakla birlikte, üst dış kadranı çıkartacak şekilde yapılacak küçültmenin, teorik olarak meme kanseri riskini azalttığının söylenebileceğini kaydetti.

    Alyanak, “bu anlamda ameliyat öncesi değerlendirmenin doğru yapılması büyük önem taşıyor. Prensip olarak meme küçültme ameliyatları tek başına, meme kanseri riskini azaltacak bir önlem olarak görülmemesine karşın, Türkiye ve dünyada bu taleple başvuran kadınların sayısı gün geçtikçe artıyor. Dünyada ailesinde meme kanseri hikâyesi bulunan bazı kadınların, önlem olarak memelerinin içini boşalttırmak suretiyle riskten kurtulmak istedikleri görülüyor” dedi.

    Ülkemizde şu anda bu konuda yoğun bir talep olmadığını vurgulayan Alyanak, mastektominin (meme dokusunun tamamen alınması) prensip olarak riski belirlenmiş, ameliyat hedefinin neden ve sonuçları konusunda bilgili ve kararlı kadınlara uygulanması gerektiğine dikkat çekti.

    Meme koruyucu cerrahi için kriterler nelerdir

    Op. Dr. Ahmet Alyanak şöyle devam etti:

    “Hastanın memesinin alınmasını istememesi ve meme koruyucu cerrahiyi tercih etmesi gereklidir. Bu hastanın en temel hakkı ve tercihidir. Bu durumda doktorun öncelikli olarak meme koruyucu cerrahiyi düşünmesi gerekir. Kanserin bir bölgede olması gerekir. Memedeki tümörün de çok büyük olmaması, meme büyüklüğü ile kanserin orantısının bulunması gerekir. Kanser büyük meme küçükse memenin tümü alınmalıdır. Koltuk altı metastazları meme koruyucu cerrahi yapılmasını engellemez. Meme içinde yaygın tümörleri bulunan, memenin birçok noktasında aynı anda başlamış kanseri olan hastalarda meme koruyucu cerrahiler yapmak mümkün değildir. Bu durumda memenin mutlaka alınması gerekir. Hastanın mamografisinde yaygın ve kötü kireçlenmeleri varsa meme kanserinin birçok odakta başlamasına neden olacağı düşünülüyorsa, bu hastaların memesinin alınması planlanmalıdır. Daha önce göğüs duvarına radyoterapi yapılan hastalarda, meme koruyucu ameliyat sonrası yeniden radyoterapi yapılması gerektiği için, bu hastalara mastektomi uygulanmalıdır.”

    Meme Kanseri Cerrahisi sonrası erken/anında onarım mı, geç onarım mı?

    Meme kanseri tedavisinde kaybedilen memenin yeniden yapılması olarak bilinen meme rekonstrüksiyonu kişinin öz güven ve yaşam kalitesini artırdığını ifade eden Alyanak, “Hastalığı ve tedavisi konusunda bilinçli ve istekli olarak meme onarımı/yapımını talep edenler, yara iyileşmesini geciktirecek ya da ameliyata engel sistemik bir hastalığı olmayanlara bu operasyon yapılabilir. Ancak bu konuda acele etmemek gerekiyor. Ameliyat sonrası hastanın takibi, ya da uygulanabilecek radyoterapi gibi tedaviler nedeni ile onarım ve estetik ameliyatlar için bir süre beklemek daha yerinde olabilir. Hastalığın tekrar edebilme riskinin takibi ve seyri açısından hasta bir süre izlenir. Bu süre içerisinde hasta, yeterince konforlu olabileceği ve görüntüsel ve kullanım anlamında sıkıntı çekmeyeceği ve hatta fizyolojik anlamda öteki memesiyle eş değer görünümümde olan, tamamen ergonomik dış silikon meme protezlerini kullanabilir. Fonksiyonel silikon meme protezleriyle hastalar, onarım ve estetik operasyonlara kadar geçirecekleri süreyi daha konforlu ve mutlu geçirebilirler” dedi.

  • Dr. Özgür Türk: “Sağlık çalışanları 16 kat daha fazla şiddet riski altında”

    Dr. Suat Günsel Girne Üniversitesi Hastanesi Doktoru Özgür Türk, “Sağlık alanında çalışanlar diğer alanlarda çalışanlardan 16 kat daha fazla şiddet riski altında” dedi.

    ’28 Nisan Sağlıkçıya Şiddete Hayır Günü’ dolayısıyla Dr. Suat Günsel Girne Üniversitesi Hastanesi Doktoru Özgür Türk, bir açıklamada bulundu. Açıklamasına 2012 yılında Türkiye’de bir hasta yakını tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürülen Dr. Ersin Arslan’ın hikayesi ile başlayan Türk, giderek günlük yaşamın bir parçası haline gelen şiddetin, özellikle hekim ve sağlık çalışanlarına yönelik olarak artış gösterdiğini ifade etti. Dr. Türk, yapılan son çalışmalarda sağlık alanında çalışanların diğer alanlarda çalışanlardan 16 kat daha fazla şiddet riski altında olduğunun saptandığını söyledi.

    Dr. Ersin Arslan’ın acı hikayesi

    2012 yılında bir hasta yakını tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürülen Dr. Ersin Arslan’ın hikayesini anlatan Türk, “Marangozun oğluydu. 6 kardeşin en kıymetlisiydi, kolay değildi. O kadar imkansızlığın içinde okuyup doktor olmak. Uzmanlık da yapmış göğüs cerrahı olmuştu. Asistanken çok sevdiği Sibel’le evlenmiş, çocuğunun güzel kokusunu hayal edip gün sayıyordu. 80 yaşında bir hasta getirdiler, akciğer kanseriydi. Başarılı bir ameliyatla tümörü çıkardı Dr. Ersin Arslan ve sağlıcakla taburcu etti hastasını yüzlerce kez içinde hissettiği başarı ve huzur duygusuyla. Evinde uygun bakımı yapılamayan hastası 10 gün sonra durumu ağırlaşmış olarak yine getirildi ona. Çok çabaladı ama kurtaramadı. Ve o hastanın torunu Ersin’i hastanedeki odasında bıçaklayarak öldürdü. Dedesinin emekli maaşı ölüm nedeniyle kesilmiş ve alamamıştı. Bunun sorumlusu doktordu onun için. Hamile eşi tabutuna sarılıp ağlarken ülkedeki bütün doktorlar da onunla birlikte ağladı Dr. Ersin Arslan’ın cenazesinde. Devlet ‘cehaletten’ dedi. Cehalet yüzünden 30 yaşında yitip gitti marangozun doktor oğlu” ifadelerini kullandı.

    Sağlık kurumlarında şiddet riskini arttıran faktörler

    Şiddetin giderek günlük yaşamımızın bir parçası haline geldiğine değinen Dr. Özgür Türk, sözlerine söyle devam etti:

    ”Hekime ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet son yıllarda artış göstermekte ve şiddet her sektör için önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Sağlık çalışanları, iş yeri şiddetinin en büyük hedefi ve kurbanıdır. Son çalışmalarda sağlık alanında çalışanların diğer alanlarda çalışanlardan 16 kat daha fazla şiddet riski altında olduğu saptanmıştır. Şiddetin karışık bir davranış biçimi olduğunu belirten üç ana teori ileri sürülmüştür. Bunlar biyolojik, soysal öğrenme ve zedelenme-saldırganlık teorileridir. Bunlardan sosyal öğrenme teorisine göre şiddet; diğer sosyal davranışlar gibi öğrenilen bir davranıştır. Zedelenme-saldırganlık teorisine göre şiddet; önemli beklentilerin yerine gelmemesi sonucu oluşan bir zedelenmeye yanıttır. Bu teoriler hastanelerde yaşanan şiddet olaylarını çoğunlukla açıklamaktadır. Sağlık kurumlarında şiddet riskini arttıran değişik faktörler bulunmaktadır. Bunlar, 24 saat kesintisiz hizmet verilmesi, stresli aile üyelerinin varlığı, hastaların uzun süre beklemesi ve bakım hizmetlerinden yeterince yararlanamaması gibi durumlardır. Ayrıca işlerin yoğun fakat personel sayısının az olması, aşırı kalabalık ortamda çalışma, tek başına çalışma, şiddetle baş etme konusunda çalışanın eğitim yetersizliği, yeterli sayıda güvenlik elemanının olmaması, şiddete karşı yasalarda sınırlamanın olmaması şiddet riskini arttıran faktörler arasında sayılabilir. Diğer bir faktör de sağlık sistemi içinde hastaların adeta müşteri, tüketici gibi değerlendirilmesi ve bu anlayışla sağlık çalışanları ile hastaların karşı karşıya getirilmesidir. Dünya Sağlık örgütü (WHO), Uluslararası çalışma örgütü (ILO) ve Uluslararası Hemşireler Birliği (ICN)’nin 2002 yılı ’sağlık sektöründe iş yeri şiddeti’ başlıklı ortak raporunda sağlık çalışanlarının yarısından fazlasının mesleklerini uyguladıkları süre içinde şiddete maruz kaldıkları bildirilmektedir. Meslek gruplarına göre incelendiğinde hemşirelerin daha sık şiddete uğradığı, ikinci sıklıkta ise pratisyen hekimlerin daha sonra da uzman hekimlerin ve diğer personelin olduğu gösterilmiştir. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet davranışının yasalarla sınırlandırılmamış olması, sağlık bakım sistemi ve kullanılan teknolojinin toplumun beklentilerini karşılayamaması, şiddet olaylarını önlenme ve yönetme konusunda sağlık politikaların yetersiz olması da sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti artıran önemli etkenler arasındadır. Ayrıca uzun süreli yoksulluk, sosyal dışlanma yaşayan şiddet alt kültürüne sahip kişilerin, madde bağımlısı ve ruh sağlığı bozuk olanların, kendilerine ve başkalarına zarar veren, sorun çözmede şiddet kullanmayı tercih edenlerin de sağlık çalışanlarına yönelik şiddet uygulama riskinin daha fazla olduğu belirtilmektedir.”

    Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddette medyanın etkisi

    Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin nedenleri arasında medyanın etkisi de çok büyük olduğunu söyleyen Türk, ”Şiddetin sonuçlarının (kurbanların yaşadıkları acılar, kurbanların ve suç işleyenlerin ailelerinin çektikleri, vb.) ihmal edilmesi veya bu sonuçların makul olmayan biçimde ele alınması, yıkıcı son nedeniyle izleyiciler şiddete karşı duyarsızlaşmakta, saldırganlarla ve saldırganların sorunlar karşısındaki çözümleriyle özdeşleşmektedir. Böylece şiddet içerikli davranışlar ve tutumlar çözüm olarak kullanılmaktadır. Bu duruma benzer bir şekilde medyada sağlık çalışanlarıyla ilgili olumsuz haberlerin ve sonrasında yaşanılan olumsuz davranışların sıklıkla gündeme getirilmesinin, sağlık çalışanlarına şiddet uygulanması sonrasında şiddet uygulayanların cezalandırılmamasının veya sonuçlarının gündeme getirilmemesinin de şiddet davranışını meşrulaştırdığı ve izleyicilerin sağlık çalışanlarına karşı daha kolay bir şekilde şiddet uyguladıklarını düşündürmektedir. Amacı insanlara yardım etmek olan hekimlerin ve sağlık çalışanlarının güvenli koşullarda çalışmaları en doğal haklarıdır. Güvenli koşulların sağlanmasında çalışanların eğitimi, mevzuatların düzenlenmesi, yöneticilerin üzerine düşen görevleri layıkıyla yapması gibi çok yönlü konular olmakla birlikte yasal düzenlemelerin de gerekli olduğu açıktır. Adalet ve hukuka inancın ve güvenin olmadığı yerde şiddet başlar. Toplumun adalete olan inancını artırmak, şiddet davranışının önlenmesi konusunda eğitimini sağlamak, sağlık sistemindeki eksiklikleri gidermek ve sağlık merkezlerinde verilen hizmetleri uygun hale getirmek şiddeti önlemede etkili olacaktır” şeklinde konuştu.

  • Haşere ilaçlarında kanser riski

    Bursa Veteriner Hekimler Odası, belediyelerin haşereyle mücadelede kimyasal yöntemler yerine doğal yöntemleri tercih etmesini istedi.

    Veteriner Hekimler Odası Başkanı Sinan Sağlam, insan sağlığını doğrudan etkileyen haşerelerle mücadelede kullanılan ilaçların kanser riski bulunduğuna dikkat çekti. Sağlam, ilaçlamalarda öncelikle doğal yöntemlerin tercih edilmesi gerektiğini ve biyosidal ilaç uygulamasının da mutlaka sertifikalı kuruluşlar ve kişilerce yapılması gerektiğini söyledi. Sağlam, haşereler, böcekler, fareler ve sinekler olmak üzere doğada bulunan çok sayıda zararlıya karşı kullanılan ilaçların toplum sağlığı açısından çeşitli riskleri olduğuna vurgu yaptı.

    Biyosidal ilaçların uygulamasıyla ilgili kanun ve yönetmeliklerde, ilaçlamanın bu konuda eğitim almış belge sahibi kişilerce yapılması gerektiğini savunan Sinan Sağlam, “Bu ilaçlar sadece haşereleri öldürmüyor. Yararlı bakterileri de öldürüyor. Diğer yandan bilgisiz kişilerce yapılması halinde insan sağlığı içinde büyük tehdit oluşturabiliyor. Bu sebeple ilaçlamayı yapanların eğitim almaları çok önemlidir. Bu konuda özellikle, ilaçlama konusunda yetkili ve sorumlu belediyeler ile ilaçlama yapan özel şirketler çok dikkatli olması gerekiyor” uyarısında bulundu.

    Sinan Sağlam açıklamasında, zararlılara karşı mücadelede gelişmiş ülkelerde kimyasal ilaç kullanımından mümkün olduğunca kaçınıldığına da dikkat çekti. Birçok Avrupa ülkesinde özellikle sivrisineklerle mücadelede doğal yöntemlere başvurulduğunu söyleyen Sinan Sağlam, dumanlama yöntemiyle yapılan kimyasal mücadelenin ise kanserojen etkisi sebebiyle insan sağlığı için büyük risk oluşturduğuna vurgu yaptı.

    Sineklerle mücadelede diğer canlı türleri ve bitkilerin kullanımı konusunda dünya da ve Türkiye’de veteriner hekimlerin önemli çalışmalar yaptığını hatırlatan Sağlam, “Sivrisineklerin evreleri ve geliştikleri, yaşadıkları bölgeler bellidir. Bunlarla beslenen kertenkele, kuş, sürüngen ve balık türleri var. Ayrıca bitkilerden elde edilen ilaçlardan da başarılı sonuçlar alınıyor. Ülkemizde de klasik kimyevi mücadele yöntemi terk edilmeli, bunun yerine doğal mücadele yöntemlerine ağırlık verilmelidir. Bu hem insan sağlığının, hem doğal dengenin korunması açısından da önemlidir” şeklinde konuştu.

  • Oturarak çalışanlarda kıl dönmesi riski daha fazla

    Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. İsmail Özsan, kıl dönmesi hakkında bilgi vererek, özellikle uzun süre oturarak çalışan kişilerde kıl dönmesinin görüldüğünü söyledi.

    Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. İsmail Özsan, erkeklerde sıkça görülen kıl dönmesi hakkında bilgi verdi. Op. Dr. Özsan, kıl dönmesini, derinin iç tabakasına ilerleyen kılların oluşturduğu kronik iltihap durumu olarak tanımlayarak, kıl dönmelerinin dökülen kılların yer çekimi etkisi ile vücuttaki çukur alanlarda birikerek oluşabileceğini, en sık kuyruk sokumu, göbek deliği ve genital bölgede görülebileceğini söyledi. Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. İsmail Özsan, risk faktörleri arasında kıl yoğunluğunun fazla olması nedeniyle erkeklerde daha sık görüldüğünü; ancak bayanlarda da görülebileceğinin altını çizdi. Özcan, uzun süre oturarak çalışan kişilerde kıl dönmesinin görüldüğünü ifade ederek, kıl bakımından yoğun yapıdaki vücutlara sahip kişilerin kişisel hijyenine dikkat etmesi gerektiğini ve günlük banyo ve bu bölgede travma yapmadan temizliğin çok önemli olduğunun bilgisini verdi.

    Tedavide kıl büyüklüğü önemli

    Op. Dr. İsmail Özsan, “Hastaların ancak çok şiddetli ağrılar çektiği ve kızarıklık apse geliştiği zaman bize başvuruyorlar. Hastalar irin akması, kanlı akıntı olası nedeni ile olayın iltihap olduğunun farkına varıp bunun antibiyotikler ile çözülebileceğini düşünebilirler. Olayın mekanizmasına baktığımızda deri altına giren kılı yok etmede başarılı olmadığı için, akıntı oluşmakta, akıntı olması kötü bir durum veya antibiyotik tedavisi gerektiren bir durum değildir. Bilakis akıntı oluşmaz ise bu bölgelerde apse oluşma riski artmaktadır. Apse oluşması durumunda apsenin boşaltılmasından sonra antibiyotiklerden faydalanıyoruz. Lazer gibi tedaviler hastalığın derecesine göre önerilebilmektedir. Tedavi planlanmasında öncelikle kıl dönmesi büyüklüğü önemlidir. Açık bırakma ameliyatları halen düşük oranlarda tekrar riski olan ameliyatlardır ancak üretim çağındaki bireylerin her gün pansuman yaptırmaları ve yara kapanmasının uzun sürmesi gibi dezavantajları vardır” dedi.

    Medical Park İzmir Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. İsmail Özsan, şöyle devam etti:

    “Öncelikle uygun olan her vakaya mikrosinüsektomi uygulamaya çalışmaktayız burada yaklaşık 0.5 santimetreden kıl dönmesi kisti çıkarılmakta ve dikişler kapatılmaktadır. Ameliyat sonrası hastaların konforu uygun ve mükemmel derece olmalıdır. Cerrahiye uygun olmayacak vakalarda flep çevirme cerrahisi uygulayarak hastaların erken dönemde hayatlarına devam etmelerini sağlamaktayız. Yani tekrar riski her zaman olan bir durum için önce küçük işlemler uygulanması gerektiğini düşünmekteyiz. Kliniğimizde yürüttüğümüz mikrosinüsektomi vakaları ile ilgili çalışmalar sonucunda 2 yıllık nüks oranlarımızın diğer yöntemlere benzer olduğunu görmüş olmamız bizi bu yolda ısrarla devam etmemiz gerektiğini düşündürmektedir.”

  • Marangozlar, fırıncılar, boyacılar ve kuaförler astım riski altında

    Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Hakan Büyükoğlan, marangozlar, fırıncılar, boyacılar ve kuaförlerin, yaptıkları işten dolayı daha fazla astım riski altında olduklarını söyledi.

    Astımın, alerjisi olan kişilerde daha sık görüldüğünü belirten Kayseri Dünyam Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Hakan Büyükoğlan, bazı meslek gruplarının da astım riskini artırdığını ifade etti. Ayrıca her alerjisi olan kişinin astıma yakalanmayacağını da dile getiren Doç. Dr. Büyükoğlan, astımın belirtilerini şöyle sıraladı:

    “Tekrar eden hırıltılı solunum, nefes almakta zorluk, sebepsiz yere öksürük şikayetleriyle gelen bir rahatsızlık olmakla birlikte, astım hastaları nefesi tam olarak içerisine doldurmakta zorluk çekerler. Daha ilerlemiş astım vakalarında ise hastalar, günlük hayatta nefes almakta, buna bağlı olarak yürümekte zorluk çeker.”

    Ortam koşulları önemli

    Nefes alma güçlüğünü tetikleyen etkenlerin başında soğuk, ortamdaki kokular, sigara dumanı ve hava kirliliği gibi alerjenlerin geldiğini söyleyen Büyükoğlan, bu nedenle marangozlar, fırıncılar, boyacılar ve kuaförlerin diğer meslek gruplarına göre daha fazla astım riski altında olduğuna dikkat çekti. Doç. Dr. Büyükoğlan, “Bu meslek hastalığının bir kısmı halihazırda alerjisi olan kişilerde söz konusu maddelere temasla ortaya çıkar, bazılarında herhangi bir alerji ya da atopi olmasa bile astım semptomları görülebilir. Bu kişiler eğer astım tedavisi almıyorlarsa astım tedavisiyle işlerine devam edebilirler” diye konuştu.

    İlerlemiş durumlarda meslek değiştirilmeli

    Bu tür mesleklerde çalışıp da astım hastası olanlara, maske takmak, odayı havalandırmak, sık sık temiz hava almak gibi önerilerde bulunan Doç. Dr. Hakan Büyükoğlan, astımı ilerlemiş olanlara da meslek değiştirmelerini önerdi.