Etiket: Riski

  • Hareketsiz Yaşayanlar Kalp Krizi Riski Altında

    Memorial Kayseri Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Yakup Çetinkaya, hareketsiz yaşamın kalp hastalıklarına zemin hazırladığını söyledi.

    Memorial Kayseri Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Yakup Çetinkaya, 10-17 Nisan Kalp Sağlığı Haftası’nda kalbi korumak için alınması gereken önlemler hakkında bilgi verdi. Kalp hastalarında görülen en sık şikayetler arasında; sıkıştırıcı özellikte göğüs ağrısı, eforla gelen nefes darlığı, çabuk yorulma, ani veya sürekli çarpıntı, öksürük, el ve ayaklarda morarma, baş ve ense ağrıla¬rı, baş dönmesi, bayılma, ayaklarda halsizlik, eklem ağrıları bulunduğunu belirten Uz. Dr. Yakup Çetinkaya, söz konusu şikayetlerin görülmesi durumunda vakit kaybetmeden doktora başvurulması gerektiğini ifade etti.

    GÜNDE 30 DAKİKA YÜRÜYÜN

    Hareketsiz yaşamın kalp hastalıklarına zemin hazırladığına dikkat çeken Uz. Dr. Yakup Çetinkaya, günde 30 dakika yürüyüş yapılmasını önerdi. Uz. Dr. Yakup Çetinkaya, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Obezite yani aşırı kilo çağın en büyük sorunlarından biridir. Beslenme tarzı ve alışkanlıkları zamanla değişmekte, fiziksel aktivitenin minimum seviyede olması ve hareketsiz yaşamın etkisiyle obez birey sayısı gittikçe artmaktadır. Hareketsiz yaşam tarzı, kalp hastalıklarına zemin hazırladığından, fiziksel aktiviteler bir yaşam alışkanlığı haline getirilmelidir. Günde en az 30 dakika yürümek hayat kalitesini ve süresini arttırır.”

    SİGARAYI BIRAKAN KİŞİLERDE RİSK AZALIYOR

    Sigaranın da kalp krizine yol açan önemli bir faktörlerden biri olduğuna değinen Uz. Dr. Yakup Çetinkaya, “Özellikle erken yaşta sigaraya başlamak ve uzun süre sigara kullanmak, kalp ve dolaşım sistemi hastalıklarına neden olabilmektedir. Sigara içmiş ve bırakmışkişilerde, kalp krizi ihtimali yıllar geçtikçe azalmaktadır. Aşırı yağlı ve hayvansal gıdalar da kalp hastalıklarına sebep olabilmektedir. Sağlıklı ve yeterli beslenmeye dikkat edilmeli ve aşırı yağlı besinlerin tüketiminden uzak durulmalıdır. Vitamin ve mineral açısından zengin, düşük kalorili gıdalar tüketilmelidir. Lifli gıda tüketimi arttırılmalı, haftada en az 2 gün balık yenilmelidir.” diye konuştu.

    STRESLİ YAŞAMDAN UZAK DURUN

    Uz. Dr. Yakup Çetinkaya, diğer kap hastalığı nedenlerini yüksek tansiyon ve şeker hastalığı olarak sıraladı. Yüksek tansiyon ve şeker hastalarının doktor kontrolünde düzenli takiplerini yaptırması gerektiğinin altını çizen Uz. Dr. Yakup Çetinkaya, stres faktörünün de kalp hastalıklarına davetiye çıkardığının unutulmaması gerektiğini kaydetti.

  • (Özel) Herkes İstanbul’dan Korkuyor Ama En Büyük Deprem Riski İzmir’de

    Jeofizik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Sinancan Öziçer, “Herkes şuan İstanbul’u düşünüyor. İstanbul depreminden bahsediliyor ama İstanbul’un kuzey tarafları 2. derece deprem bölgesinde. İzmir, kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına tamamen 1. derece deprem bölgesinde olduğu için risk İzmir’de daha fazla” dedi.

    İzmir’deki deprem riski hakkında konuşan Jeofizik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Sinancan Öziçer, kentte 1 milyonun üzerinde binanın vasat durumda olduğunu, olası bir 6 ve üzeri şiddetindeki depremde en riskli bölgelerin ovalık yerler ve sahil kesimleri olduğunu belirtti. İzmir’de 30 yılda bir 6 ve üzeri şiddetinde deprem meydana geldiğini hatırlatan Öziçer, İzmir’deki deprem riskinin İstanbul’dan daha fazla olduğunu söyledi. Herkesin şuan İstanbul’u düşündüğünü anlatan Öziçer, “İstanbul depreminden bahsediliyor ama İstanbul’un kuzey tarafları 2. derece deprem bölgesinde. İzmir, kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına tamamen 1. derece deprem bölgesinde olduğu için risk İzmir’de daha fazla” diye konuştu.

    “MUHAKKAK OLACAK”

    1668 ve 1688 yıllarında İzmir’de çok büyük iki deprem meydana geldiğini belirten Öziçer, teknolojinin geliştiği 1900’lü yıllara bakıldığında; 116 yılda 6’nın üzerinde dört depremle karşılaşıldığını söyledi. İzmir’de en son 1992 yılında 6.2 büyüklüğünde bir deprem meydana geldiğini kaydeden Öziçer, şunları söyledi: “İzmir sürekli hareket halinde. Biz yakın zaman içerisinde depremle karşılaşabiliriz. İzmir depreme alışmalıdır. Baktığımız zaman 30 yılda bir 6‘nın üzerinde büyük bir deprem meydana gelmiş. Önümüzdeki yıllarda böyle bir depremin olmayacağının garantisi yok, muhakkak olacaktır.”

    OVALIK YERLER VE SAHİL KESİMİ RİSKLİ

    İzmir’de, ovalık yerlerin ve Körfez bölümünün zeminlerinin balçık olduğunu söyleyen Öziçer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bornova ovasındaki yüksek yapılar risk içinde ama en büyük risk, sahil olan yerler. Körfez tarafındaki yüksek yapıların zemini tamamen balçık. Buralarda zemin iyileştirmesi ve enjeksiyon dediğimiz iyileştirme çalışmaları var. Kazık sistemi dediğimiz yöntem var. Ancak yüksek binalarda 70-80 metrelik kazıklar mevcut. Hep yan yana dizilmiş durumda. Bunun ardı ardına yapıldığını düşündüğümüzde yer altı barajı gibi durum oluyor. Yer altı suları o banttan dolayı akamıyor. Yavaş yavaş birikmeye başlar ve 5-10 yıl sonra taşma durumu meydana gelir.Yüksek yapılar, statiği ve zemin iyileştirmeleri doğru yapıldığı sürece tabii ki yapılır ancak önlemlerin alınması gerekiyor.”

    1 MİLYON YAPI VASAT

    İzmir’de 1,5 milyonun üzerinde yapı olduğunu ve 1 milyonun ise vasat durumda olduğunu kaydeden Öziçer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Eski yapılar, o dönemde yapılan deprem yönetmeliğine göre yapılmış. Yapıların yaşı olumsuz. Malzeme mevcut döneme göre vasat kalıyor. Hasarlı ve hasarsız tespit yöntemleriyle binaların deprem risk analizi yapılabilir. İzmir’de meydana gelebilecek 6 üzerindeki depremde bu yapılar, hafif veya orta hasarlı bile olsa vatandaşlarımızı zor durumda bırakabilir. Her şeyden önemlisi vatandaşlarımızın şunu bilmesi gerekiyor; bir deprem anında ilk yıkılacak bina kaçak binalardır. Bunu yaparken bir konut yapmıyorlar, bir tabut yapıyorlar.”

    “SAHTE MÜHENDİS VE MİMARLAR ORTAYA ÇIKTI”

    Öziçer, zemin etüdü projeleri denetlenirken, yerel yönetimlerde jeofizik mühendislerinin istihdam edilmiş olmasının büyük önem taşıdığına dikkat çekti. Binaların yasa ve yönetmeliklere göre uygun olup olmadığının denetlenip ona göre ruhsat verilmesi gerektiğini anlatan Öziçer, sözlerini şöyle tamamladı:

    “İzmir’de, 30 ilçe belediyemizin ancak yarıya yakın kısmında jeofizik mühendisi var. Sahte mühendis ve mimarlar ortaya çıktı. Taahhütnameyi imzalayan kişinin gerçekten jeofizik mühendisi olmadığının garantisi yok. Belediyelerde jeofizik mühendisi olursa odaya kayıtlı olup olmadıklarının kesin bilgisini alabilirler. Hem belediye rahatlar hem de yasal çerçevelere uyulmuş olur.”

  • Meme Kanseri Riski Azaltılabilir

    Acıbadem Adana Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Orhan Demircan, emzirme, sağlıklı beslenme, düzenli spor yapma, yaşamla barışık ve huzurlu olmak gibi faktörlerin meme kanserine yakalanma riskini azalttığını bildirdi.

    Prof. Dr. Orhan Demircan, ülkemizde kadın kanserlerinin yüzde 25’inin meme kanseri olduğuna dikkat çekerek, “Amerika’da her 8 kadından, ülkemizde ise yakın zamana kadar her 12 kadından bir tanesi meme kanseri riski altındayken, şu anda bu rakam kadının iş ve sosyal yaşamın içerisine girmeye başlamasıyla gelişmiş ülkelerle benzer hale gelmiş bulunuyor” dedi. Prof. Demircan, temel hedefin kadınları meme sağlığı konusunda eğitip bilgilendirerek farkındalık oluşturmak olduğunu belirtti.

    Meme kanseri vakalarında artış olmasına rağmen erken tanı ile ölümlerin azalmasının sağlanabildiğini söyleyen Prof. Demircan, “Erken tanının sağlanmasında en önemli yöntemler arasında kendi kendini muayene, hekim muayenesi ve mamografi yer alıyor. Kadınların 20-40 yaş arasında her ay kendi kendini muayene etmesi, 3 yılda bir hekim muayenesine gitmesi yeterli oluyor. 40 yaşından sonra ise her ay kendi kendini muayene etmenin yanı sıra her yıl mamografi ve hekim muayenesini öneriliyor. Özellikle hiçbir meme yakınması bulunmayan kadınların bu yöntemleri uygulaması büyük bir önem teşkil ediyor” diye konuştu. Meme hastalıkları konusunda deneyimli bir hekimle iletişim kurulması gerektiğine vurgu yapan Prof. Demircan, erken tanının sağlanmasındaki en büyük sorunun meme sağlığı merkezlerinin eksikliği olduğuna da dikkat çekiyor.

    ELE GELEN ŞİŞLİĞE DİKKAT

    Memede ele gelen şişlik, meme başında kanlı akıntı, meme başında kaşıntılı bir lezyonun bulunmasının hastalığın erken tanınmasını sağlayan önemli bulgular olduğunu söyleyen Prof. Dr. Demircan, “Meme kanserinde risk faktörleri; ailede meme kanseri öyküsünün bulunması, çocuk doğurmamış olmak veya 30 yaşın üzerinde doğum yapmış olmak, erken adet görme, geç adetten kesilme, adet sonrası uzun süren hormon tedavisi olarak sıralanıyor” dedi. Ancak risk faktörü olmadığında meme kanseri olunmayacağı algısının doğru olmadığını kaydeden Prof. Dr. Demircan, meme kanseri hastalarının yüzde 80’inde bu sayılan risk faktörlerinin hiçbirisinin bulunmadığını hatırlattı.

    Meme ile özel olarak ilgilenen cerrahların temel hedefinin en iyi yaşam beklentisi ve yaşam olanağı sağlayan tedavi şeklini seçmek, olanaklı ise hastayı ameliyathaneden kendi memesi veya yerine yapılan bir meme ile çıkarmak olduğunu anlatan Prof. Dr. Demircan, erken tanı alan hastaların büyük bir bölümünde memenin korunabildiğini vurguladı. Prof. Dr. Demircan, şöyle devam etti:

    “Erken tanı alan hastalarda uyguladığımız özel yöntemlerle koltuk altındaki tüm lenf bezlerini çıkartmadan tedavi yapma şansımız bulunuyor. Bu yöntemin uygulanabildiği hastalarda kolda şişme, ağrı, kolu kullanamama gibi olumsuzluklar olmuyor, daha kaliteli ve sorunsuz bir yaşam sürdürebilme şansı elde edilebiliyor.”

    Prof. Dr. Orhan Demircan, meme kanserinde riski azaltan faktörleri şöyle açıkladı:

    “Emzirme, diyetteki yağın kısıtlanması, sebze, meyve, lifli gıda ile beslenme, fazla kilodan kaçınma, raf ömrü uzun gıdalarla beslenmeme, sık alkol alımının azaltılması, ergenlik döneminde düzenli spor yapma, yaşamla barışık ve huzurlu olmak gibi faktörler meme kanserine yakalanma riskini azaltıyor.”

    Kadınlarda sık görülen bu hastalığın farkında olmanın ve önemini kavramanın, hastalıkla hazır ve donanımlı olarak karşılaşılmasını sağladığını söyleyen Prof. Dr. Demircan, meme kanserini yenebilmenin en önemli unsurunun riskin farkında olmak ve gereklerini yerine getirmek olduğunu sözlerine ekledi.

  • Hamile Kadınlar Varis Riski Taşıyor

    Medicana Konya Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Ali Sarıgül, hamile kadınlarda karın içi basıncın artmasına bağlı olarak kan dönüşümünün zorlaşmasıyla varis hastalığının olabileceğini belirtti.

    Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Ali Sarıgül, varisin insanların bacaklarındaki toplardamarların kapak yetmezliğine bağlı olarak şişmesi olduğunu söyleyerek, “Varisin sebeplerinden en çok olanı genetik faktörlerdir. Öte yandan, ayakta çok fazla kalma varisin nedenleri arasındadır. Özellikle bunlara berber ve kuaför hastalığı da denmektedir. Diğer taraftan gebelik sırasında karın içi basıncın artmasına bağlı olarak kan dönüşümünün zorlaşmasıyla varisler belirginleşebilir” dedi. Prof. Dr. Sarıgül, varisin bulgularıyla alakalı olarak, “Varislerde en fazla şikayet bacaklarda ağrı ve ayakta fazla kalmaya bağlı olarak şişliklerden şikayet edilir. Onun dışında daha çok bayanlarda ortaya çıkan kozmotolojik şikayetler olabiliyor. Bu görüntü bacaklarda hoş bir görüntü oluşturmamaktadır” şeklinde konuştu.

    Varisin korkulacak bir hastalık olmadığını anlatan Sarıgül, “Önemli olan zamanında tedavi yapılmasıdır. Eğer tedavi edilmez ve varis ilerlerse ayakta fazla kalmaya bağlı olarak kanın ayaklara doğru birikmesiyle varis ülseri dediğimiz daha ileriki durumlarda ortaya çıkan bir takım yaralar açılmaktadır. Tedavi olarak ise, yetmezlik azsa varis çorabı öneriyoruz. Daha sonraki tedavilerimizde açık veya kapalı cerrahi teknikler var. Açık cerrahi teknikte hem ayak üzerinden hem de kasık bölgesinden ufak kesiklerle o damarı bularak çıkarıyoruz. Kapalı teknikte ise, lazer veya bazı ilaçlarla, yeni yöntem olarak uygulanan yapıştırma yöntemleriyle tedaviler gerçekleşebilir. Ayrıca bir de iğne tedavisiyle damar içerisine damarı yapıştırıcı madde enjekte ederek varisler tedavi edilebiliyor” ifadelerini kullandı.

  • Rusya’nın Gaz Kesintisi, Türkiye İçin Arz Güvenliği Riski Taşımıyor

    Uçak krizinin ardından enerji politikasında istikrarsız bir tutum sergileyen Rusya’nın gaz miktarında yaptığı kesintinin, Türkiye’nin arz güvenliği üzerinde herhangi bir risk oluşturmayacağı ifade ediliyor.

    Geçen yılın sonunda Suriye sınırında sınır ihlali yaptığı için Rus uçağının düşürülmesinin ardından Türkiye’nin Rusya’ya enerji konusunda bağımlılığı gündemdeki yerini koruyor. Uzmanlar, Moskova yönetiminin gaz miktarında yaptığı kesintinin Türkiye’nin arz güvenliği üzerinde herhangi bir risk oluşturmayacağını savunuyor.

    Hazar Strateji Enstitüsü (HASEN), Enerji Merkezi Uzmanı Emin Emrah Danış, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, “Rusya’nın özel sektöre anlaşmazlık nedeniyle verdiği gaz miktarını yüzde 10 düşürmesi şu an Türkiye’nin arz güvenliği üzerinde bir risk yaratmayacaktır çünkü hava sıcaklıkları ılık geçtiği için gaz talebi oldukça düşmüş durumda” diye konuştu.

    Danış, “Son iki haftada hava sıcaklıkları arttığı için batı hattından gaz çekişi 1 Şubat’a göre yüzde 35 düştü. 24 Şubat itibariyle batı hattından giren gaz miktarı 26,6 milyon metreküpe kadar geriledi. Bu rakam sıcaklıkların 80 yılın en yüksek seviyesine çıktığı önceki hafta 17 Şubat’ta 14,6 milyon metreküp seviyesine kadar geriledi” dedi.

    “GAZ AKIŞINDAKİ KESİNTİ, KISA VADEDE SIKINTIYA YOL AÇMAZ”

    Rusya’dan Türkiye’nin kontrat miktarına göre gaz girişi 41,2 milyon metreküp. Özel sektörün batı hattından getirdiği toplam gaz miktarı 10 milyar, batı hattının yıllık kapasitesi ise 14 milyar metreküp.

    HASEN Enerji Merkezi Uzmanı Doç. Dr. Fatih Macit ise “Rusya’nın özel sektör ile yaşadığı fiyat anlaşmazlığından dolayı gaz akışında kesintiye gitmesi kısa vadede büyük bir sıkıntıya neden olmayacaktır. Fakat bu durum Türkiye’nin doğalgaz tedarikinde uzun vadeli stratejilerini daha öncelikli bir şekilde ele almasına neden olmalıdır” şeklinde değerlendirme yaptı.

    Macit ayrıca Avrupa’nın bu konudaki politikalarına dikkat çekerek şu ifadelerde bulundu: “Avrupa Birliği’nin doğalgaz tüketiminde Rusya’ya bağımlılığı yüzde 30 civarında iken hala tedarik çeşitliliği oluşturmak adına başta TANAP olmak üzere yeni hatlar oluşturmaya çalışıyor. Türkiye’nin yüzde 55 dolayında Rusya’ya bağımlılığı olduğu dikkate alındığında AB’den çok daha fazla bir çaba göstermesi gerektiği ortaya çıkıyor. Türkiye’nin Batı Hattı ile Rusya’dan aldığı gazın süresi 2021’de son buluyor. Türkiye bu tarihe kadar Kuzey Irak ve Doğu Akdeniz gibi kaynaklardan doğalgaz tedariki sağlayabilecek bir altyapı geliştirebilirse 2021’de bu hattın bir daha yenilenmemesi söz konusu olabilir. Bu aynı zamanda Türkiye’nin transit ülke riski olmadan da Rusya’dan gaz tedariki sağlamasına imkan tanıyacaktır.”