Etiket: Özdebir

  • ASO Başkanı Özdebir: “Türkiye ekonomisi yüzde 5.14 büyüme gösterdi”

    Ankara iş dünyası ile Ankara’daki yabancı misyon temsilcilerinin bir araya geldiği resepsiyona katılan Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir, “Türkiye ekonomisi yüzde 5.14 büyüme gösterdi” dedi.

    Ankara Sanayi Odası’nın ev sahipliği yaptığı resepsiyon Etnoğrafya Müzesinde gerçekleşti. “Son büyüme rakamları gösterdi ki Türkiye ekonomisi tahmin edilenin ötesinde bir performans sergiliyor” diyerek sözlerine başlayan Özdebir, “TÜİK 2017 yılının ilk yarısında Türkiye ekonomisinin yüzde 5.14 büyüme gösterdiğini açıkladı. Büyümenin birleşenleri incelendiğinde oldukça sağlıklı bir büyüme olduğu net bir şekilde görülmektedir. 2. Çeyrekte ki yüzde 5.1’lik büyümede yatırımlar 2.8 puan ihracat 2.2 puan katkı sağlamıştır. Bu sene yüzde 6’lık büyüme performansı yakalamış ve bu rakam bizler için umut verici olmuştur. Türkiye ekonomisi doğal kaynağa dayalı bir ekonomi olmadığından, büyüyebilmek için üretim yapmış ve imalat kültürü geliştirmiştir. Enflasyon dışında neredeyse tüm ekonomik gerçekleşmeler oldukça olumludur buda bizi mutlu etmektedir” şeklinde konuştu.

    Darbe girişiminin yaşandığı 15 Temmuz gecesine değinen Özdebir, “15 Temmuz gibi korkunç bir süreci ekonomik olarak yalnızca bir çeyrek daralarak atlatan ve devamında yüzde 5 gibi ekonomik büyüme yakalayan kaç tane ülke olabilir. Biz sanayiciler olarak bu süreci yalnızca sosyal olarak değil ekonomik olarak ta yaşadık. Ancak bizlere korku salmaya çalışanlar umduklarını bulamadılar. Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğindeki ekonomik yönetimimiz 15 Temmuz sonrası dönemde zamanında ve yerinde tedbirler alarak bizlerin fikirlerini aldılar. Türkiye’nin ilk önce şu anda içinde bulunduğu orta teknoloji sekmeninden ileri teknoloji sistemine sıçraması gerekmektedir. ASO’nun da yüzde 20 hisse ile içinde olduğu uzay ve havacılık ihtisas organize sanayi bölgesi de bütün bu coğrafyanın önemli bir merkezi olacağına inanıyorum” ifadelerini kullandı.

    Programda milletvekilleri STK’lar ve çok sayıda iş adamı katıldı.

  • ASO Başkanı Özdebir ekonomik gelişmeleri değerlendirdi

    Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, Türkiye’nin ekonomisinin dünyaya nasıl sağlam bir ekonomi olduğunu bir kez daha gösterdiğini belirterek, “Geçen hafta TÜİK, 2017 yılının ikinci çeyreğine ilişkin büyüme rakamlarını açıkladı. Buna göre Türkiye ekonomisi yüzde 5.1 büyüdü. Büyümenin bileşenleri incelendiğinde yatırımların 2.8 puan, ihracatın ise 2.2 puanlık katkı sağladığı görülmektedir” dedi.

    ASO’nun Eylül ayı olağan meclis toplantısında konuşan ASO Başkanı Özdebir, gündemdeki ekonomik gelişmeleri değerlendirdi. Türkiye ekonomisinin bugün tüm dünyaya nasıl sağlam bir ekonomi olduğunu bir kez daha gösterdiğini belirten Özdebir, finans kuruluşlarının, kredi derecelendirme kuruluşlarının hepsinin birer birer Türk ekonomisinin sağlamlığını teyit ettiğini ifade etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde ekonomi yönetiminin 2016 yılının sonundan itibaren zamanında ve yerinde tedbirler aldığını kaydeden Özdebir, “Beklenti yönetimini çok iyi gerçekleştirdiler. Bizler de belirsizliklere rağmen üretimden vazgeçmedik, sebat ettik. İddia ediyorum ki dünyada 15 Temmuz gibi bir süreç ile karşı karşıya kalmış başka bir ekonominin biraz sonra sizlere anlatacağım başarı hikayesini hayata geçirmesi mümkün değildir. Hepinizin bildiği üzere geçen hafta TÜİK, 2017 yılının ikinci çeyreğine ilişkin büyüme rakamlarını açıkladı. Buna göre Türkiye ekonomisi yüzde 5.1 büyüdü. Büyümenin bileşenleri incelendiğinde yatırımların 2.8 puan, ihracatın ise 2.2 puanlık katkı sağladığı görülmektedir. Bu dönemde gayrı safi sabit sermaye oluşumu yüzde 9.5’lik artış gerçekleştirmiştir. Bu şekilde yatırımlar 2.8 puanlık bir büyüme katkısı ortaya çıkarmıştır. Büyüme rakamının yanı sıra büyümenin kompozisyonu bize ekonominin ikinci çeyrekte istediğimiz performansı gerçekleştirdiğini göstermektedir” diye konuştu.

    “Bu çeyrekte imalat sanayi ne yaptı? 2016 yılının 2. çeyreğinde yüzde 4.8, 2015 senesinin aynı döneminde ise yüzde 5.8 büyüyen imalat sanayi bu sene yüzde 6’yı aşan bir büyüme performansı yakalamıştır” diyen Özdebir sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Önceki konuşmalarımda size Nisan ve Haziran aylarında imalat sanayi üretim endeksleri değerinin zirve yaptığını söylemiştim. Sanayi ciro endeksi Haziran ayında geçen senenin aynı ayına göre yüzde 22,5 oranında artış göstermişti. Yani tüm göstergeler bize imalat sanayinin de büyüdüğüne net bir şekilde işaret etmekteydi. Bugün de büyüme rakamları ile somutlaştırılan bu performans bize tüm zorluklarına rağmen Türk sanayicisinin yoluna devam ettiğini göstermektedir. Şimdi sırada başarı hikayesinin üçüncü perdesi var. Evet, 3. çeyrek göstergeleri de Türkiye’nin başarı hikayesinin devam ettiğini bize anlatmaktadır. Öncelikle sanayi üretimini inceleyelim. Sanayi üretimi Temmuz ayında önceki aya göre yüzde 2.3 artış gösterdi. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayinin alt sektörleri incelendiğinde 2017 yılı Temmuz ayında madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi bir önceki yılın aynı ayına göre azalırken, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 2,2 arttı. Yalnızca takvim etkisinden arındırılması durumunda sanayi üretiminin geçen senenin aynı ayına göre artış oranı yüzde 16’ya çıkmaktadır. İmalat sanayinin bu değeri, 2017 senesinde Nisan ayında elde edilen değerden sonraki ikinci en yüksek değerdir. Tütün ve rafine edilmiş petrol ürünlerinin imalatı dışındaki tüm imalat sanayi sektörlerinde geçen senenin aynı ayına kıyasla bir artış görülmektedir. Temmuz ayındaki bu yükseliş, 3. çeyrekte sanayi üretiminin büyümeye pozitif katkı yapmaya başladığının göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sanayi ciro endeksine baktığımızda 2017 yılı Temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 3.4’lük bir yükseliş söz konusudur. Geçen senenin aynı ayına göre imalat sanayi ciro endeksi yüzde 35 artış göstermiştir.”

    “Tüm ekonomik aktörler, ekonomiye güven duymaktadırlar”

    Özdebir, 2016 yılı Kasım ayından bu yana ihracatın da artarak yoluna devam ettiğini, Ağustos ayında ihracatın bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11,9 artarak 12 milyar 439 milyon dolar olarak gerçekleştiğini ifade etti. Özdebir, yılbaşından bu yana ihracatın yüzde 10,7 artış ile 102,5 milyar dolara ulaştığını, son 12 aylık ihracatın yüzde 7,8 artışla 151,8 milyar dolar olarak gerçekleştiğini anlatarak, “Piyasadaki likidite akışını göstermesi açısından çek verileri de önemlidir. Ağustos ayı çek bilgileri, piyasalardaki likidite döngüsünün oldukça iyi olduğunu bize göstermektedir. Yüzde 4’e kadar çıkan karşılıksız çek tutarı oranı Ağustos’ta yüzde 1.6’ya inmiştir. Karşılıksız çıkan çek adedi yüzde 42, karşılıksız çek tutarı da yüzde 37 azalmıştır. Yılın üçüncü çeyreğine ilişkin öncü göstergelerin neredeyse tamamı ekonomideki istikrarın devam ettiğini teyit etmektedir. Sanayici de Türkiye ekonomisine güven duymaktadır. Nitekim ekonomik güven endeksi Ağustos ayında bir önceki aya göre yüzde 2,5 oranında artarak 103,4 değerinden 106 değerine yükseldi. Ağustos ayında inşaat sektörü güven endeksi 88,3 değerine, reel kesim güven endeksi 110,2 değerine, hizmet sektörü güven endeksi 105,4 değerine ve perakende ticaret sektörü güven endeksi 108,5 değerine yükseldi. Artık, ekonomik güven endeksinin eşik değer olan 100’ün üzerinde tutunmaya başladığını görüyoruz. Yani tüm ekonomik aktörler ekonomiye güven duymaktadırlar. Diğer alt endekslere kıyasla reel kesim güven endeksinin en yüksek değere sahip olması, imalat sanayi firmalarımızın ekonomiye olan güvenlerinin, üretimin her türlü güçlüğüne rağmen yüksek olduğunu bize söylemektedir” şeklinde konuştu.

    “İmalat sanayiinde çalışacak eleman bulmakta sıkıntı çekiyoruz”

    Enflasyon ve işsizlik konularına değinen Özdebir, “Son 4 aydır azalan işsizlik Haziran ayında geçen senenin aynı dönemindeki değer olan yüzde 10.2 değerine ulaştı. Önceki konuşmalarımda da ifade ettiğim üzere Türkiye’nin her yıl yaklaşık 1 milyon kişiye iş bulması durumunda işsizlik oranı aynı kalmaktadır. Bu sene Haziran ayından itibaren geriye dönük bir yılda Türkiye 1 milyon 52 bin kişilik ilave istihdam yaratmıştır ve bu şekilde işsizlik oranı geçen sene ile aynı düzeyde kalmıştır. Türkiye ekonomisinin en önemli kronik rahatsızlıklarından biri olan işsizlik noktasında atılan adımlar belirli oranda meyvesini vermeye devam etmektedir. Geçen seneye kıyasla istihdam oranı ve iş gücüne katılma oranı yükselmiştir. İşsizlik oranı aynı kalırken istihdam ve işgücüne katılma oranlarındaki 1’er puanlık artış önemlidir. Ancak işsizlik noktasında Türkiye’nin en önemli sorunu genç işsizliktir. Haziran ayı itibari ile Türkiye’nin genç işsiz oranı yüzde 20.6’dır, ki bu oran geçen senenin aynı dönemine göre 1.2 puan daha yüksektir. Kadın genç işsiz oranı yüzde 26.8’dir. Bu noktada hükümetimizin atacağı her adım çok önemlidir. Gençliğin istihdama katılımı kuşkusuz yalnızca ekonomik açıdan değil aynı zamanda sosyal açıdan da ülkemizin geleceğine katkı sağlayacaktır. Bu yönüyle önümüzdeki dönemin öncelikli konularından birinin bu olması gerektiği konusunda şüphe yoktur. Ancak bir noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Bütün bunlara rağmen hala imalat sanayiinde çalışacak elemen bulmakta sıkıntı çektiğimiz de acı bir gerçek” ifadelerini kullandı.

    Enflasyon kanadında Türkiye’nin henüz istenilen noktaya ulaşamadığını kaydeden Özdebir, “TÜFE 2017 yılı Ağustos ayında bir önceki aya göre yüzde 0,52, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 6,60, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 10,68 artış göstermiştir. Ağustos ayındaki çift haneli enflasyon, 2008 yılından bu yana Ağustos ayında görülen en yüksek yıllık enflasyon oranıdır. 2008 yılında bu rakam yüzde 11.77 olmuştu. 2008 yılından bu yana Ağustos aylarında görülen yıllık enflasyon ortalaması yüzde 7.76 iken, bu sene Ağustos’ta rakam 10.68 olarak gerçekleşmiştir” dedi.

    “İnşallah Allah Barzani’ye de akıl fikir verir”

    Özdebir, Kuzey Irak’taki gelişmelerin Türkiye için son derece kritik ve önemli olduğunu vurgulayarak, “İnşallah Allah Barzani’ye de akıl fikir verir. Ümit ediyorum ki ayın 25’inde yapılması planlanan referandumun son anda bir çaresi bulunur” değerlendirmesinde bulundu.

  • ASO Başkanı Özdebir, ekonomik gelişmeleri değerlendirdi

    Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, “Bizlerin ayakta kalmaya çalıştığımız, ilave istihdam oluşturma sözümüzü yerine getirmeye çalıştığımız bir ortamda bankacılık sektörü tarihi başarılara imza atıyor. Biz isterdik ki Türk finans sektörü, kredi genişlemesinin bu kadar büyük olduğu bir ortamda ticari kredi faizlerinde yapacakları indirim ile reel sektörün yanında olduğunu bizlere göstersin. Ancak ne yazık ki bankacılık sektörü, geçmişte yanımızda olduğunu hissettirmediyse bugün de yine yanımızda değildir” dedi.

    ASO Başkanı Nurettin Özdebir, ASO Ağustos ayı olağan meclis toplantısında ekonomik gelişmeleri değerlendirdi. Özdebir, “Türkiye gibi hareketliliğin eksik olmadığı bir ülkede, sürekli güncele takılıp kalırsanız hiçbir zaman gerçek gündemi konuşamazsınız. Bugün de sizlerle öncelikle Türkiye ekonomisi ne durumdadır sorusunun cevabını arayacağız. Sonrasında da Türkiye’nin gerçek gündemi olduğunu düşündüğüm yenilikçilik ve girişimcilik konularındaki durumumuzu paylaşacağım. Genel resme baktığımızda görüyoruz ki, geçtiğimiz ayda Türkiye ekonomisinde işler beklediğimiz gibi gitti. Sanayi üretimi Haziran ayında, önceki yılın aynı ayına göre artış gösterdi. Takvim etkisinden arındırılmış sanayinin alt sektörleri incelendiğinde, 2017 yılı Haziran ayında madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,5 azalırken, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 3,8 arttı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılması durumunda dahi sanayi üretiminin, geçen senenin aynı ayına göre artış gösterdiği görülmektedir” ifadelerini kullandı.

    “Geride bıraktığımız temmuz ayında ekonominin öncü göstergelerinin, pozitif gelişmelere işaret ettiği rahatlıkla söylenebilecektir”

    “Sanayi ciro endeksine baktığımızda; 2017 yılı Haziran ayında bir önceki yılın aynı ayına göre imalat sanayi sektörü yüzde 22,5 yukarıda görünüyor” diyen Özdebir, “Türkiye İstatistik Kurumu ve Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası iş birliği ile yürütülen tüketici eğilim anketi sonuçlarından hesaplanan tüketici güven endeksi, temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 1,9 oranında arttı; haziran ayında 70 olan endeks değeri temmuz ayında 71,3 oldu. Ekonomik güven endeksi temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 4,5 oranında artarak 98,9 değerinden 103,4 değerine yükseldi. Tüm bu unsurlar bir arada değerlendirildiğinde; geride bıraktığımız temmuz ayında ekonominin öncü göstergelerinin, pozitif gelişmelere işaret ettiği rahatlıkla söylenebilecektir. Diğer taraftan son 4 aydır azalan işsizlik mayıs ayı itibari ile yüzde 10.2’ye geriledi. Ancak geçen seneye kıyasla işsizlik ne yazık ki halen yüksek. Öncelikle tek haneye gerilemesi gereken işsizlik rakamı konusunda ümidimizi kaybetmedik. Bildiğiniz üzere genç bir nüfusa sahip Türkiye’nin her yıl yaklaşık 1 milyon kişiye iş bulması durumunda işsizlik oranı aynı kalmaktadır. Mayıs ayına kadar geriye dönük 1 yılda Türkiye ekonomisi 620 bin kişilik yeni istihdam oluşturmayı başardı. Buna karşılık işsiz sayısı 330 bin kişi artış gösterdi. Türkiye ekonomisinin en önemli kronik üç rahatsızlığından biri olan işsizlik noktasında atılan adımlar meyvesini vermeye devam edecek, bu konuda sanayiciler olarak biz de üzerimize düşen görevi yerine getirmeye devam edeceğiz” açıklamasında bulundu.

    “DAX endeksi, haziranda tarihi rekora imza attı”

    2017 yılının yalnızca Türkiye’de değil dünyada da iyimser rüzgarların estiği bir yıl olarak devam ettiğini kaydeden Özdebir, “Yılın başında ekonomistlerin tahmin ettiğinden daha pozitif bir küresel ekonomi ile karşı karşıyayız. Nitekim Amerika’da Dow Jones endeksi yılbaşından bu aya kadar yüzde 12 civarında, son bir yılda ise yüzde 20 nispetinde yükseldi. Bu şekilde tüm zamanların rekor düzeyine ulaştı. Almanya’da, Almanya’nın en büyük 30 hisse senedini barındıran DAX endeksi, haziranda tarihi rekora imza attı. 22 Ağustos 2016’da 10 bin 494 olan endeks 19 Haziran’da 12 bin 888 değeri ile son bir yılda yüzde 22 artış göstermiştir. İtalya, Fransa ve Japonya’da benzer şekilde endeksler yüzde 15-yüzde 30 aralığında artışa işaret etmektedir” değerlendirmesinde bulundu.

    “Türkiye’de 2009-2016 döneminde kullandırılan kefalet tutarı yalnızca 7 milyar liradır”

    BİST 100 endeksinin, 21 Nisan 2017 başladığı ralliye halen devam ettiğine dikkat çeken Özdebir, şunları kaydetti:

    “Ortalamada yılın başından bu yana yüzde 40’a yakın artan bir endeks ile karşı karşıyayız. Hem Türkiye’de hem de küresel düzlemde ekonomilerin yükselmesine neden olan bir takım teknik gerekçeler var: Dünyada merkez bankalarının para politikasındaki gevşek yaklaşımlardan vazgeçerken acele etmeyeceklerine olan inancın artması, küresel büyümedeki hızlanma, ABD’de ocak ayında yönetime geçen Trump’ın genişlemeci maliye politikalarını hayata geçirememesi, ABD ekonomisinin aşırı ısınmasına bağlı yüksek faiz artışlarının gerçekleşmemesi. Tüm bu gelişmeler, sıcak paranın tekrar daha riskli yatırım araçlarına ve gelişme yolundaki ülke piyasalarına akın etmesine neden oldu. Türkiye’ye de ilk yarıda gelen sıcak paranın yüzde 80’inin mayıs ve sonrasında gelmesi bu durumu teyit etmektedir. Bu dönemde, hem referandum sonuçları hem de Kredi Garanti Fonunun (KGF) etkisi ile birlikte Türkiye’de ekonomik yaşamda önemli bir rahatlama meydana gelmiştir. İkinci çeyrek büyüme rakamları açıklandığı zaman, bu gelişmelerin rakamlara yansımış halini de göreceğiz. Evet, küresel piyasalarda sıcak esen rüzgarların etkisi daha ne kadar devam edecek bunu kestirmek oldukça güç. Zira başta politik belirsizlikler olmak üzere pek çok unsur bu dalgayı tersine çevirebilecektir. Türkiye’de finans tarafından gelen açıklamalar, mevcut kaynakların çok önemli kısmının krediye dönüştürüldüğü şeklindedir. Zaten mevduatın üzerinde bir kredi hacmi yaratan bankacılık kesimi, KGF’nin etkisi ile çok daha hızlı bir kredi büyümesi meydana getirmiştir. Zira Hazine Destekli Kefalet Sistemi kapsamında Temmuz sonu itibariyle kullandırılan kredi tutarı 175,5 milyar lira olarak hesaplanmıştır. Hazine Destekli Kefalet Sistemi Temmuz 2017 Raporu’na göre, söz konusu sistem kapsamında temmuz sonu itibarıyla kredi veren bankalara 196 milyar lira tutarında kefalet limiti ve söz konusu tutarın yüzde 94’üne tekabül eden 185 milyar lira tutarında kefalet portföy limiti tahsis edilmiş durumdadır. Bunun da 175 milyarı kredi olarak kullandırılmıştır. Bu rakamın ne anlama geldiğini daha net anlamak açısından şu rakamı sizinle paylaşmak istiyorum: Türkiye’de 2009-2016 döneminde kullandırılan kefalet tutarı yalnızca 7 milyar liradır. KGF kredilerinin sektörel dağılımı incelendiğinde, söz konusu kefalet tutarının yüzde 38,63’ü ticaret, yüzde 30,02’si imalat sanayi, yüzde 12,98’i ise inşaat sektörüne kullandırıldığı görülmektedir. Tüm bunlar KGF’nin Türkiye ekonomisinin ve aynı zamanda imalat sanayinin rahat bir nefes alması açısından çok önemli bir enstrüman olarak devreye alındığını bize söylemektedir.Çok ciddi bir büyüklüğe karşılık gelen KGF’nin de etkisi ile Türk bankacılık sektörü, bu yılın ilk altı ayında, yaklaşık 150 milyara karşılık gelen bir kredi hacmi yarattı. 30 milyar TL’lik mevduat artışına karşılık bu kadar volumlü kredi hacmini bankacılık sektörü, yurt dışından sağladığı yabancı kaynaklar ile finanse etti. Bu noktada Türkiye’nin yurt dışından gelecek paraya her anlamda bağlı olduğu, ekonominin normalden hızlı büyümesine imkan tanıyacak her türlü enstrümanın devreye alınması için dışarıdan kaynak girişine ihtiyaç duyulduğu bir kez daha ortaya çıktı.”

    “Ne yazık ki bankacılık sektörü, geçmişte yanımızda olduğunu hissettirmediyse bugün de yine yanımızda değildir”

    Ekonomide işlerin rayında gittiğini söyleyen Özdebir, “Sektörler bazında bakıldığında, işler asıl bankacılık sektörü açısından iyi gitmiş görünmektedir. Bankacılık sektörü bu yılın ilk yarısında 25,4 milyar lira ile tüm zamanların en yüksek ilk yarı net kar rakamına ulaştı. Bankacılık sektörü rekor kırdı. 2016’nın aynı dönemine kıyasla bu kar yüzde 22,5 arttı. Peki bankalar bu karı nasıl elde etti? Bakınız, bankaların net faiz geliri yılın ilk 6 ayında 2016’nın aynı dönemine göre yüzde 28,4 artarak 55,2 milyar lira oldu. Yani net faiz gelirindeki artış, karlılıktaki artışın asıl tetikleyicisi görünüyor. Ticari kredi faizlerinde indirime gitmeyen bankacılık sektörü, her fırsatta faiz lobisine karşı çıkan Sayın Cumhurbaşkanımız ve bizlerin sesine kulak asmadıklarını bir kez daha gösterdi. Hiç kuskusuz ilk yarıda bankacılık sektörünün karının bu kadar yükselmesinde en temel etmen, riski Hazinenin yüklendiği KGF kredileridir. İlk yarıda bankacılık sektörü, geçmişten gelen kimi şüpheli kredilerini de Hazine kefaleti ile yenilemiştir. Böylece hem kendi üzerindeki şüpheli alacak karşılıklarını azaltmış, hem de gelecekteki olası batık kredi riskini yeni kredilerde Hazine’nin sırtına yüklemiştir. Bir de üzerine tarihi kar etmiştir. Şimdi soruyorum size; sizce bundan daha güzel bir ticaret olabilir mi? Bizde riskin olmadığı, tarihi karlar elde edebileceğimiz işler yapmak istiyoruz. Ancak ne yazık ki bu mümkün değil hiçbirimiz açısından. Bizlerin ayakta kalmaya çalıştığımız, ilave istihdam oluşturma sözümüzü yerine getirmeye çalıştığımız bir ortamda bankacılık sektörü tarihi başarılara imza atıyor. Biz isterdik ki Türk finans sektörü, kredi genişlemesinin bu kadar büyük olduğu bir ortamda ticari kredi faizlerinde yapacakları indirim ile reel sektörün yanında olduğunu bizlere göstersin. Ancak ne yazık ki bankacılık sektörü, geçmişte yanımızda olduğunu hissettirmediyse bugün de yine yanımızda değildir” dedi.

    “Türkiye olarak, yüksek faiz sarmalından yapısal olarak kurtulmamız için kesinlikle cari açık problemimizi uzun vadede çözecek politikalara ihtiyacımız bulunmaktadır”

    2014 yılının ortalarında başlayan küresel piyasalardaki dalgalanmaların Türkiye’yi de etkisi altına aldığını söyleyen Özdebir, konuşmasına şöyle devam etti:

    “Ancak hatırlanacağı üzere o dönemde Türkiye’nin de içinde yer aldığı kırılgan beşli olarak nitelendirilen gruptaki ülkelerin, finansal piyasalardaki dalgalanmadan çok daha fazla etkileneceği ifade edilmekle kalmayıp aynı zamanda ekonomide olası ani duruş riskinden dahi bahsedilen bir Türkiye tablosu çiziliyordu. Benzer bir durum hain 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da karşımıza çıktı. 15 Temmuz’dan sonra derecelendirme kuruluşları Türkiye ekonomisi için her zamanki gibi ani duruş riskinden bahsedip acele bir şekilde Türkiye’nin notunu aşağı çektiler. Bugün görüyoruz ki, bu yazıp çizilenler gerçekleşmedi ve Türkiye ekonomisi 2016 yılını yüzde 2.9 gibi bir büyüme ile yılı kapatmayı başardı. Ne zaman Türkiye ya da küresel piyasalarda işler yolunda gitmese hemen Türkiye ekonomisinin,dışarıdan gelecek olan sıcak paraya olan bağımlılığını öne sürüp bu paranın kesileceğini ve ekonominin duracağını öngörmektedirler. Ne yazık ki Türkiye olarak cari açık sorunumuzu ve bunun finansman kalitesini çözemediğimiz sürece bu söylemler ile karşı karşıya kalacağız gibi görünüyor. İlk 6 aydaki finansal gelişmeleri bu çerçeveden değerlendirdiğimizde, karşımıza önemli bir risk çıkmasa da tablonun dikkatli okunması gerekmektedir. Öncelikle geçen yılın ilk yarısında 19 milyar dolar olan cari açık yüzde 9.11 artışla 20.77 milyar dolara yükselmiş görünmektedir. İlk yarıdaki ihracat artışına rağmen ithalattaki 8.5 milyar dolarlık artış neticesinde dış ticaret açığı 2.14 milyar dolar artmış görünmektedir. Turizm dengesinde geçen seneye kıyasla yüzde 12.79’luk bir iyileşme söz konusudur. Bu düzelmede turizm giderlerindeki azalmanın da payı vardır.Finansman cephesinde doğrudan yatırımlarda, geçen seneye kıyasla 426 milyon dolarlık azalma söz konusudur.”

    Gayrimenkul yatırımlarında bir artış söz konusu iken doğrudan yatırımlarda 1 milyar dolarlık önemli bir düşüşün göze çarptığını belirten ASO Başkanı Özdebir, “Yurt dışından sağlanan kredilerde 6.64 milyar dolarlık bir düşüş meydana gelmiştir. Buna karşılık sıcak para girişinde yüzde 48.5’lik ciddi bir artış görülmektedir. Artışta ön plana çıkan yatırım aracı tahvil- bono olarak kendini göstermektedir. Bu hareketler sonucunda ilk 6 ayda Türkiye, cari açığını finanse etmek için döviz rezervlerinden 2.4 milyar dolar harcamıştır. Evet, Türkiye ilk 6 ayda tahvil ve bono satarak, yani yabancı yatırımcıya cazip bir faiz haddi sunarak sıcak parayı kendine çekmeyi başarmıştır. Bizim Türkiye olarak, yüksek faiz sarmalından yapısal olarak kurtulmamız için kesinlikle cari açık problemimizi uzun vadede çözecek politikalara ihtiyacımız bulunmaktadır. Bunun da yöntemi ülkede üretimi cazip hale getirmekten geçmektedir. Yatırımı ve üretimi cazip hale getiremediğimiz sürece Türkiye bu sorunla her 10 senede bir karşı karşıya kalacaktır” dedi.

    “Girişimcilik konusunda Türkiye’de çok cesur adımların atılması gerekmektedir”

    “Yeni yatırım ve üretim alanlarının ortaya çıkarılması için, girişimcilik konusunda Türkiye’de çok cesur adımların atılması gerekmektedir” diyen Özdebir, şöyle devam etti:

    “Girişimciliği seven bir ülkeyiz. Global Enterpreneurship Monitor araştırmasına göre Türkiye’de potansiyel girişimcilerin oranı yaklaşık yüzde 32, yani her 100 kişiden 32 tanesi önümüzdeki üç yıl içerisinde girişimcilik faaliyetinde bulunma niyetinde. Gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 14. Ancak ne yazık ki tek başına girişimcilik ruhu bize yetmiyor. Girişimcilik ekosistemi ya da yenilikçilik kültürü noktasında ülke olarak atmamız gereken pek çok adım var. Yapılan araştırmalar sonucu Türkiye’deki kişiliğin şekillendiği ve seçimlerin yapıldığı ilk gençlik yılları olarak tanımlanabilecek 15-18 yaş aralığındaki gençlerimizin sadece yüzde 8’i ileride kendi işini kurmayı hayal etmektedir. Hayal kuramayan hiçbir bireyin girişimci olamayacağı gerçeğini öncelikle kabul etmeliyiz.Aynı zamanda belirsizlik Türkiye’de girişimciliğin önündeki en önemli engellerden bir tanesi. Türkiye’deki her 3 kişiden 2’si girişimlerinde başarısız olma korkusunu işletme kurmalarının önünde bir engel olarak görüyor. Her yıl en az 1 milyon gence iş bulmak zorunda olan Türkiye için girişimcilik ihtiyaçtan öte zorunluluk olarak görülmesi gereken bir noktadır. Konu bu şekilde algılanmadığı sürece, girişimcilik sempozyumlarda işlenen bir konu olarak kalmaya devam edecektir.”

  • ASO Başkanı Özdebir ekonomiyi değerlendirdi

    Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, “Türkiye ekonomisi, 15 Temmuz sonrasında yaşanan bu olumsuzluklara rağmen 2016 yılını yüzde 2.9’luk bir büyüme performansı ile kapatmıştır. Geçen sene ülkemiz üzerinde oynanan kirli oyunlar ve tezgahlar düşünüldüğünde bu oranın rakamsal değerinin ötesinde bir anlamı vardır” dedi.

    ASO Başkanı Nurettin Özdebir, temmuz ayı olağan meclis toplantısında konuştu. Konuşmasında 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye ekonomisinin durumuna değinen Özdebir, ”15 Temmuz günü hainlerin ülkenin meşru hükümetini yıkmaya yönelik girişimini etkisiz hale getiren Türk halkının kahramanlığı ilelebet hatırlanacaktır. O günün sabahından itibaren tankla başarılı olmayanlar, sokakta püskürtülenler ekonomi cephesinde Türkiye’yi yenebileceklerini zannettiler ancak beklentileri kursaklarında kaldı. Evet, ilk bir ay oldukça sıkıntılı geçti. Bir ay içerisinde ülke risk primi yüzde 29 artış gösterdi. Derecelendirme kuruluşları Türkiye ekonomisi için her zamanki gibi ani duruş (sudden stop) riskinden bahsedip acele bir şekilde Türkiye’nin notunu aşağı çektiler. Ekonomik güven endeksi değeri, 2008 küresel kriz yılındaki değerin de altına geriledi. Reel kesim güven endeksi son 7 yılın en düşük değerini aldı. İmalat sanayi üretimi temmuz ayında önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11 geriledi. Tüm bu gelişmeler ışığında Türkiye ekonomisi 7 yıl aradan sonra 2016 yılının 3’üncü çeyreğinde daralma gösterdi. Ancak bu olumsuzluklar oldukça kısa sürdü” değerlendirmesini yaptı.

    “Türkiye imalat sanayi, 15 Temmuz’un yıkıcı etkilerinden kendini sıyırmayı başarmıştır”

    “Türkiye ekonomisi, 15 Temmuz sonrasında yaşanan bu olumsuzluklara rağmen 2016 yılını yüzde 2.9’luk bir büyüme performansı ile kapatmıştır” diyen Özdebir, ”Geçen sene ülkemiz üzerinde oynanan kirli oyunlar ve tezgahlar düşünüldüğünde bu oranın rakamsal değerinin ötesinde bir anlamı vardır. Hiç kuşku yok ki bu hızlı çıkışta başta ekonomi yönetimimiz ve ekonomideki tüm aktörlerin tek yürek olmasının etkisi büyüktür. 17 Temmuz akşamında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ’finansal piyasaların etkin işleyişinin sürdürülmesi’ amacıyla bir dizi önlem aldı ki bunların en önemlisi, bankaların ihtiyaç duyacağı likiditenin sınırsız olarak sağlanacağının duyurulmasıydı. Bankacılık sisteminde olası likidite sıkışıklıklarının bu şekilde önüne geçildi. Sermaye Piyasası Kurulu, borsadaki hızlı düşüşün önüne geçebilmek için firmalara herhangi bir limit söz konusu olmaksızın borsada kendi paylarını geri alım hakkı verdi. Bu süreçte sanayiciler olarak biz de üretimden vazgeçmedik. Ekim ayından itibaren Türkiye imalat sanayi, 15 Temmuz’un yıkıcı etkilerinden kendini sıyırmayı başarmıştır” diye konuştu.

    “Türk sanayicisi ayakta kalmayı başarmıştır”

    Özdebir, şu değerlendirmelerde bulundu:

    “Çok zor geçen 2016 yılının sanayicimiz açısından sonuçlarını İSO-500’e bakarak da okuma imkanına sahibiz. Genel olarak değerlendirildiğinde İSO 500 Büyük Sanayi Kuruluşları’nın 2016 yılındaki üretimden satışları bir önceki yıla göre yüzde 8,8’lik bir artışla 450 milyar liradan 490 milyar liraya çıkmıştır. 2015 yılındaki yüzde 7’lik artış 2016 yılında yüzde 8.8’a çıkmıştır. Bunun anlamı, 15 Temmuz gibi olumsuz gelişmelere rağmen Türk sanayicisi ayakta kalmayı başarmıştır. İSO 500’ün toplam faaliyet karı 2015 yılında 44,1 milyar TL iken, 2016 yılında yüzde 18,6 artışla 52,4 milyar TL’ye yükselmiştir. Bu şekilde sanayi firmalarının karlılık oranını yüzde 8,7’den yüzde 9,4’e çıkardıkları görülmektedir. Söz konusu firmalarımız 52 milyar TL’lik faaliyet karının 29 milyarını finansman gideri olarak vermişlerdir ki bu rakam, sanayi kuruluşlarının faaliyet karlarının yüzde 55’ine karşılık gelmektedir. Ancak son 5 yıllık rakamlar incelendiğinde görülecektir ki İSO 500’de yer alan sanayi kuruluşlarının faaliyet karlarının yarısından fazlasını her yıl finansman gideri olarak kullandıkları görülmektedir. Bir diğer önemli tespit ise şudur; sanayi kuruluşları büyümelerinin finansmanını öz kaynak ile değil yabancı kaynak ile gerçekleştirmektedirler. 2010 yılında yarı yarıya olan öz kaynak/borç oranının geçtiğimiz yıl yüzde 62 ile borç tarafına döndüğünü görüyoruz. Yıllar bazında incelendiğinde sanayi kuruluşlarının mali borçlarının artış oranının net satışlarının artış hızından daha yüksek olduğu görülmektedir. Tüm bu veriler bize sanayi firmalarının öz kaynaklarının geliştirilmesi noktasında atılması gereken adımların ne derece önemli olduğunu söylemektedir. Diğer taraftan şunu da belirtmeliyim ki borçluluk meselesi yalnızca Türkiye’nin değil aynı zamanda dünyanın da bir sorunu olmaya devam etmektedir. Uluslararası Finans Enstitüsü verilerine göre global borç seviyesi, gelişmekte olan ülkelerin yaptıkları 3 trilyon dolar borçlanmanın etkisiyle 217 trilyon dolara ulaşarak rekor kırmış durumdadır. 2017 ilk çeyrek sonu itibariyle borç stoğunun dünya yıllık GSYH’sına oranı yüzde 327’ye ulaşmıştır. Geçtiğimiz yıl gelişmiş ekonomilerde kamu ve özel sektör borcu toplam 2 trilyon dolar azalırken, gelişmekte olan ekonomilerde borç 3 trilyon dolar artarak 56 trilyon dolara yükselmiş durumdadır. Diğer taraftan gelişmekte olan ekonomiler 2018 sonuna kadar 1,9 trilyon dolar borç ödeyecekler. En büyük borç geri ödemelerini gerçekleştirecek olan gelişmekte olan 4 ülke ise, Çin, Rusya, Güney Kore ve Türkiye’dir. Diğer taraftan Türk sanayisinin en büyük kuruluşlarının listede yer aldığı İSO-500’ün genel görünümü aslında Türk sanayinin en büyük sorunlarının başında gelen teknolojik dağılımı da net bir şekilde göstermektedir. En büyük 500 sanayi kuruluşumuzun yüzde 75’inden fazlası düşük ve orta-düşük teknolojili üretim yapan firmalarımızdan oluşmaktadır.”

    “Ar-Ge harcamalarında yüzde 16’lık bir azalma olduğu anlaşılmaktadır”

    Konuşmasında Ar-Ge destek çalışmalarına da değinen Özdebir, “Orta-yüksek teknolojinin payı yüzde 20 iken, yüksek teknolojinin payı yalnızca yüzde 3.7’dir. İSO-500 yerine tüm imalat sanayi verilerini değerlendirsek ya da ihracatı teknoloji olarak dağıtsak, biraz önce size söylediğim görünümün ötesine ne yazık ki geçemiyoruz. Bugün hep söylenen ’orta gelir tuzağı’ meselesi ile bunun doğrudan ilgisi bulunmaktadır. İngiltere, kişi başına ortalama 10 bin dolar gelirden 25 bin dolara çıkabilmek için 55 yıl, Amerika 44 yıl, Fransa 32, İtalya ve İspanya 31’er yıl beklemişlerdir. Güney Kore ise 10 bin dolardan 25 bin dolara -çok daha kısa bir sürede- 19 yılda, Tayvan 18 yılda, Japonya 22 yılda sıçramıştır. Türkiye olarak biz, orta gelir tuzağından hızlı bir şekilde sıyrılmak istiyorsak öncelikle sanayimizdeki ’orta teknoloji tuzağını’ aşmamız gerekmektedir. Burada Ankara’nın özel bir durumu var. Ankara tek başına ülkemizde üretilen orta yüksek teknoloji ürünlerin üretiminin 4/1’inden fazlasını yapıyor. Yüksek teknolojili ürünlerinin ise 5/1’ini üretiyor. Yani ülkemizde üretilen yüksek teknoloji ürünlerin yüzde 20’si Ankara’da üretilmektedir. Ankara’dan sonra gelen hiçbir il 10’a bile ulaşamıyor. Bunda TAİ, ASELSAN, ROKETSAN, HAVELSAN gibi firmaların hem Ankara’nın sanayisine kabuk değiştirmesinde hem de ihracatın artmasında ciddi katkıları olmuştur. Üretimde, sanayide, ihracatta yüzde 3 seviyesindeki ileri teknoloji ile bunu başarmamız mümkün değildir. İSO-500 listesinde dikkati çeken bir diğer nokta Ar-Ge harcamalarıdır. 2016 yılında 500 büyük sanayi firmasının verilerinden Ar-Ge harcamalarında yüzde 16’lık bir azalma olduğu anlaşılmaktadır. 2015 yılındaki 3,4 milyar’lık Ar-Ge harcaması 2,8 milyar liraya inmiştir. Yılın ikinci yarısından itibaren ekonomik gidişatın belirsizleştiği bir ortamda sanayicimizin Ar-Ge yapmasını beklemek rasyonel olmayacaktır. Ar-Ge için temel öncelik ekonomik öngörülebilirliktir. Ar-Ge için gerekli ekosistemin herhangi bir parçasının eksik olması durumunda, firmalarımız Ar-Ge’ye tüm destek ve teşviklere rağmen yanaşmayacaklardır. Bu noktada devletin Ar-Ge desteklerine de kısaca değinmek gerekmektedir. Resmi verilere göre 2017 yılı Merkezi Yönetim bütçesinden Ar-Ge’ye 8.1 milyar TL’lik doğrudan, 2.1 milyar TL’lik dolaylı kaynak aktarılacaktır. Ancak, bu kaynakları verimli olarak değerlendirecek insan kaynağından yoksunuz. Evet, Ar-Ge Kanunu’nda yapılan yeni düzenlemeler Türkiye açısından önemlidir ve yapıldığı andan itibaren de bu düzenlemelerin yanında olduk. Ancak halen Türkiye bütçesinden Ar-Ge’ye ayrılan pay yüzde 1.14’tür. 2016 yılında da bu oran aynıydı. En son açıklanan 2015 verilerine göre imalat sanayi firmaları tarafından yapılan Ar-Ge’nin 16.9’u kamu kaynakları ile doğrudan ya da dolaylı olarak desteklenmiştir. Biz, sanayiciler olarak bu rakamların daha da yükselmesi gerektiği kanaatindeyiz. Neden Ar-Ge’ye konuşmalarımda bu kadar sık temas ediyorum? Ar-Ge, Türkiye’nin daha az kaynakla daha hızlı büyümesinin yolunu açacak en önemli anahtardır. Az kaynak kullanımı, aynı zamanda verimliliği de beraberinde getirecektir. Geldiğimiz nokta itibarı ile gelişmiş ülkelerde Ar-Ge artık, ülke genelinde ölçülen ve ele alınan bir unsur olmaktan çıkmıştır. Gelişmiş ülkelerde belirli sektörler Ar-Ge’de lokomotif görevi görmektedirler. Bunun için de Türkiye’nin ’ileri teknoloji stratejisine’ ihtiyacı vardır. Kaynak dağılımında verimliliğe imkan tanıyan ’ileri teknoloji stratejisinin’ oluşturulması ve kamusal desteklerin bu strateji çerçevesinde yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu şekilde Türkiye büyümesinin kalitesini ve desenini değiştirme imkanına sahip olacaktır” dedi.

    “Ankara Sanayi Odası istihdam seferberliğinde ciddi bir katkı gösterdi”

    ASO Başkanı Özdebir, içinde bulunduğumuz temmuz ayı ekonomik verilerine ilişkin ise, ”İşsizlik oranı, ocak ayında yüzde 13 ile zirve yapmasının ardından yönünü aşağı çevirmiş durumdadır. Ancak, işsizlik oranı en son açıklanan nisan verisi ile yüzde 10.5’e kadar inmiş olsa da geçen yıla göre yüksek seyrini hala sürdürüyor. Önümüzdeki dönemde bu rakamın daha da aşağılarda olacağını birlikte göreceğiz. Ankara Sanayi Odası istihdam seferberliğinde ciddi bir katkı gösterdi. Ankara, ocak ayından 16 Temmuz’a kadar 88 bin 659 kişi artı istihdam sağlamış durumdadır. Türkiye olarak baktığımızda aynı dönemde net istihdam artışı ise 1 milyon 642 bin 427 kişi. İllere göre dağılımda ise Ankara, İstanbul, Antalya ve İzmir’den sonra 4. sırada yer almaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası iş birliği ile yürütülen tüketici eğilim anketi sonuçlarından hesaplanan tüketici güven endeksi, temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 1,9 oranında artmıştır. Haziran ayında 70 olan endeks değeri temmuz ayında 71,3 olarak gerçekleşti. Endeksin alt bileşenleri incelendiğinde tüketicilerin önümüzdeki dönemde konut, otomobil, dayanıklı tüketim malı satın alma ihtimalinde önemli ölçüde bir artış görünmektedir. Bu iç talepte toparlanmanın devam edeceğinin sinyalidir. TÜFE’de 2017 yılı haziran ayında bir önceki aya göre yüzde 0,27 düşüş, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 5,89, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 10,90 artış ortaya çıkmıştır. 6 aydan sonra ilk defa enflasyonda bir gerilme meydana gelmiştir. Son 5 aydır çift hanede devam eden enflasyonun önümüzdeki dönemde gerileyeceği tahmin edilmektedir. İhracat, haziranda geçen yılın aynı ayına göre yüzde 1,8 artarak yaklaşık 12,1 milyar dolar oldu. Yılın ilk 6 ayında ihracat yüzde 8,2 ve son 12 aylık dönemde ise yüzde 4,5 artış gösterdi. Kasım ayından bu yana 8 aydır ihracatta artış kaydedilmektedir. Haziran ayında bayram sebebiyle 2 iş günü eksik olmasına rağmen ihracatımız artış kaydetmiştir. Almanya ile tırmanan gerginliğin diğer AB ülkelerine yayılması durumu haricinde kısa vadede ihracatımızı olumsuz etkileyecek bir gelişme öngörülmemektedir. Hiç kuşkusuz ihracat 2017 yılındaki büyümenin en önemli bileşeni olacaktır. Uzun zamandan sonra dış ticaretin büyümeye pozitif katkı vermesi Türkiye açısından önemli bir gelişmedir. Bu değerlendirmeler ışığında genel makro ekonomik göstergeler, yılın ikinci yarısında daha iyi beklenmektedir. Bu da üçüncü çeyrekteki ekonomik koşulların olumlu gelişeceğini göstermektedir” açıklamasını yaptı.

    Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın hafta sonu vergi oranları ve KDV konusundaki açıklamalarına ilişkin de değerlendirmede bulunan Özdebir, şunları kaydetti:

    “Maliye Bakanımızın öncelikle Türkiye’de yerleşik çok önemli paradigmaları kırması yönüyle takdir edilmesi gerekmektedir. Sayın Bakan özellikle sanayicilerimiz açısından büyük bir şanstır. KDV sisteminin Türkiye’yi artık taşıyamadığını söylemesi, kurumlar vergisindeki oranın gözden geçirilmesi gerektiğini dile getirmesi, gelirden düşülebilecek giderlerin kapsamını yeniden belirlemeye yönelik talimat vermesi, kesinlikle Türkiye’yi vergi düzenlemeleri anlamında ileriye taşıyacak unsurlardır. Öz kaynak sıkıntısı çeken, borçluluk düzeyi sürekli artan sanayicinin KDV düzenlemesi ile bir nebze nefes alır hale getirilmesi öncelikli beklentilerimizin başında gelmektedir. Özel sektörün KDV alacağı 140 milyar lirayı bulmuştur. Diğer taraftan, tüm bu çalışmalara girdi sağlayacak bir yol haritası da sektörel kayıt dışılık oranlarıdır. Öncelikle Türkiye’de sektörler bazında kayıt dışılık oranlarının hesaplanması gerekmektedir. Sonrasında Türkiye için ’optimum vergi oranının’ hesaplanması gerekmektedir. Evet, hep söylüyoruz, mevcut kurumlar vergisi oranı yüksek. Ancak Türkiye özelinde bu rakamın ne olmasının gerektiği de mutlaka yeniden hesaplanmalıdır.”

  • ASO Başkanı Özdebir: “Ekonomi cephesindeki ilk sorunumuz enflasyondur”

    Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, “Ekonomi cephesindeki ilk sorunumuz enflasyondur. TÜFE’de 2017 yılı Mart ayında bir önceki aya göre yüzde 1,02, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 4,34, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11,29 artış gerçekleşmiştir. Yani ilk 3 aydaki enflasyon yüzde 4.34 oldu” dedi.

    ASO Nisan ayı Olağan Meclis toplantısında gündemdeki ekonomik gelişmeleri değerlendiren Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir, 16 Nisan’da milletin oyları ile kabul edilen anayasa değişikliğine ilişkin farklı bir bakış açısı sunacağını ifade ederek, “Hepinizin malumu olduğu üzere Türkiye ekonomisi 2016 yılını yüzde 2.9’luk bir büyüme performansı ile kapatmıştır. Hiç kuşkusuz bu rakam, istediğimiz bir büyüme oranı değildir. Ancak geçen sene ülkemiz üzerinde oynanan kirli oyunlar ve tezgahlar düşünüldüğünde bu oranın rakamsal değerinin ötesinde bir anlamının olduğunu hepimiz anlayacağız. Uluslararası finans kuruluşları dahi ekonomik olarak Türkiye’nin bu süreçten hızlı bir şekilde çıkmasını takdir etmek zorunda kalmışlardır. 2016 yılının son çeyreğindeki yüzde 3.5’lik büyüme de, 3. çeyrekteki daralmadan sonra Türkiye’nin nasıl hızlı bir şekilde toparlanma sürecine girdiğinin en net göstergesidir” diye konuştu.

    Özdebir, Ankara Sanayi Odası olarak yaptıkları değerlendirmelerde 4. çeyrekteki büyüme rakamının 3. çeyrekten oldukça farklı olacağını öngördüklerini belirterek, “Zira 2016 yılının son iki ayındaki kredi kullanım oranlarındaki artış, Ekim ayındaki sanayi üretim endeksinin yılın tamamının en yüksek değerine ulaşması, kayıtlı siparişlerin Ekim-Kasım ortalamasının 2016 yılının en yüksek değerine yükselmiş olması gibi pek çok gösterge bize bunun sinyallerini vermişti. Peki bu büyüme nasıl ortaya çıktı? Detaylı incelendiğinde iç tüketimin ön plana çıktığı görülmektedir. 2016 yılının tamamında dış ticaretin büyümeye pozitif katkı vermemiş olmasına rağmen özellikle kamu harcamalarındaki artış ile birlikte önemli bir büyüme oranı yakalanmış görünmektedir” değerlendirmesinde bulundu.

    “Ekonomi cephesinde ilk sorunumuz enflasyondur”

    Özdebir, referandum tartışmaları sonrasında yaşanan ekonomik gelişmeleri değerlendirerek, “Ekonomi cephesinde ilk sorunumuz enflasyondur. TÜFE’de 2017 yılı Mart ayında bir önceki aya göre yüzde 1,02, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 4.34, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11.29 artış gerçekleşmiştir. Yani ilk 3 aydaki enflasyon yüzde 4.34 oldu. Küresel finansal krizden bu yana Türkiye’nin ilk 3 ayda karşılaştığı en yüksek enflasyon değeri olması, enflasyon noktasında Türkiye’nin ciddi bir sorun ile karşı karşıya kaldığını bize söylemektedir. Tüketicinin ekonomi algısını göstermesi açısından önemli olan Tüketici Güven Endeksinin Nisan ayında ulaştığı değer, önceki 2 senenin Nisan aylarının üzerindedir. Mevcut değer olan 71, her ne kadar son 5 aydan daha yüksek olsa da ekonominin düzelmeye başladığının göstergesi olarak tüketici güven endeksinin en az 75 değerine ulaşması, tam anlamı ile düzelme için ise değerin 80’e ulaşması gerekmektedir. 2017 yılının ilk iki ayındaki sanayi üretim endeksi değerleri incelendiğinde her ikisinin de 2010 sonrası dönemin üzerinde olduğu anlaşılmaktadır. Buradan hareketle sanayi üretiminde kısmi bir hareketlilikten bahsetmek mümkündür. Diğer taraftan sanayi üretim rakamları bize imalat sanayi olarak halen istediğimiz performanstan uzak olduğumuza da işaret etmektedir. Kapasite kullanım oranı rakamları değerlendirildiğinde de Mart ayında yüzde 74.9 oranında gerçekleştiği görülmektedir. Diğer değişkenlere kıyasla kapasite kullanım oranını yorumlamak ve bundaki hareketlilikten ekonomiye ilişkin bir çıkarım yapmak oldukça zordur. Örneğin 2016 yılında daralmanın yaşandığı 3. çeyrekte kapasite kullanım oranında bir düşüş görülmemektedir. Ancak yine de son açıklanan Mart ayı değerinin kısmi de olsa geçen yılın üzerinde olması, bu yılın ilk çeyreğindeki sınırlı düzeydeki hareketliliği göstermektedir. Ekonomi noktasında bir diğer önemli unsur hiç kuşkusuz işsizliktir. Son açıklanan rakamlar ile son 7 yılın en yüksek değerine ulaşan işsizlik rakamları kafalarda bir soru işareti oluşturmuştur. Türkiye’nin büyümesine rağmen istihdam sorunu bugüne ya da bu döneme has bir sorun olarak karşımıza çıkmamaktadır. Türkiye ‘istihdam yaratmayan büyüme’ olgusu ile 2000’e girerken tanışmış ve bu durum 2016 senesinde de devam etmiştir” açıklamasında bulundu.

    İstihdam seferberliği

    Son dönemde Türkiye’nin enflasyon ile birlikte kronik sorunlarından birinin işsizlik olduğunu söyleyen Özdebir, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısı ile başlayan ‘istihdam seferberliği’nin bu sorunu çözmeye yönelik en önemli adım olduğuna vurgu yaparak, “7 Şubat’ta başlatılan istihdam seferberliği kapsamında 800 binin üzerinde yeni istihdam rakamına ulaşılmış olması, bu adımın yıl sonuna kadar önemli bir etki yapacağının en net göstergesidir. Bildiğiniz üzere Türkiye’nin işsizliği artırmadan aynı istihdam seviyesini yakalayabilmesi için yaklaşık her sene 1 milyonun üzerinde iş imkanı oluşturması gerekmektedir. Diğer taraftan bu istihdamın sektörel dağılımı da önemlidir. Türkiye sanayi sektöründeki istihdamı artırdıkça ve bunu sürdürülebilir hale getirdikçe, Türkiye ekonomisi sağlam temellerde büyümeye devam edecektir. Ne yazık ki 2016 senesine sanayideki istihdam 36 bin kişi azaldı. Bu noktanın üzerinde çok ciddi düşünmemiz gerekmektedir. Diğer taraftan Türkiye istihdam modelini son dönemde ciddi bir yükseliş gösteren inşaat sektörü üzerine inşa etmiş durumdadır. Sektörel büyüklükler bize bunun nasıl gerçekleştiğini söylemektedir. Buna göre 2002 senesinde inşaat sektörünün büyüklüğü, sabit fiyatlarla imalat sanayinin yüzde 31’i iken 2016 senesinde bu oran yüzde 46’ya yükselmiştir. Bu inanılmaz yükseliş, kısa vadede getirisi olmakla birlikte uzun dönemde Türkiye’nin ekonomik yapısında ciddi bir kırılma oluşturacağı kesindir. Türkiye imalat odaklı olmaktan uzaklaştıkça uzun vadede kaybeden yine Türkiye ekonomisi olacaktır” dedi.

    Özdebir, Türkiye ekonomisini etkileyebilecek bir diğer unsurun ise AB ile olan ilişkiler olduğunun altını çizerek, “Bildiğiniz gibi çok uzun zamandır AB’nin Türkiye’ye verdiği sözleri tutmasını bekliyoruz ancak ne yazık ki bu noktada ne AB kurumlarından ne de AB ülkelerinden beklediğimiz desteği göremedik. Referandum öncesinde yaşananlar AB ülkeleri ile olan ilişkilerimizi iyice germiştir. Ancak son yapılan açıklamalar Türkiye’nin halen AB’ye tam üyelik hedefini sürdürdüğünü ortaya koymaktadır. Zira AB ve AB ile ekonomik ilişkiler, Türkiye ekonomisi açısından bugüne kadar çok önemli bir katalizör vazifesi görmüştür. Bugün dinamik bir Türkiye ekonomisinden bahsediyorsak bunun arkasında yatan en önemli unsurların başında Gümrük Birliği gelmektedir. Gümrük Birliği anlaşmasının başlangıcındaki kimi kaygılara rağmen bu süreç uzun vadede Türkiye sanayisinin daha rekabetçi bir yapıya kavuşmasına imkan tanımıştır. AB’nin üye olmayan bir devlet ile gerçekleştirdiği ilk işleyen Gümrük Birliği anlaşması Türkiye ile yapılmıştır. Bu açından Türkiye 1995 yılında daha önceden tecrübe edilmeyen ekonomik bir sürece dahil olmuş ve bu süreçten ekonomik anlamda Avrupa ve dünya ekonomisine eklemlenmek sureti ile daha rekabetçi bir yapı ile çıkmıştır” ifadelerini kullandı.