Etiket: Osmanlı’nın

  • 17’nci yüzyılda Osmanlı’nın ilim ve fikir dünyası Zeytinburnu’nda konuşuldu

    Zeytinburnu’nda bu yıl 3’üncüsü düzenlenen “Sahn-ı Seman’dan Darülfünun’a Osmanlı’da İlim ve Fikir Dünyası Sempozyumu” başladı. Harward Üniversitesinden iki konuğun katıldığı sempozyumda, 17’inci yüzyıl Osmanlısı’nda alimler, müesseseler ve fikri eserler konuşuldu.

    Zeytinburnu Belediyesi ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi iş birliği ile Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde düzenlenen sempozyuma İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak, Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın, Harward Üniversitesinden Khaled Rouayheb ve Cemal Kafadar’ın yanı sıra yurt içinden ve yurt dışından çok sayıda akademisyen ile öğrenci katıldı. Geçtiğimiz yıl yurt içi ve yurt dışından çok sayıda davetlinin katıldığı sempozyumda bu yıl 17’inci yüzyıl Osmanlısı’nda alimler, müesseseler ve fikri eserler konusu masaya yatırıldı. Sempozyumun açılış oturumunda 17‘inci yüzyılda Osmanlı’da tefsir, kütüphanecilik, kitap kültürü, felsefe ve mantık konularına ışık tutuldu.

    “Osmanlı’mızın eğitim ve fikir dünyasına göz atmış oluyoruz”

    Sempozyuma ev sahipliği yapmaktan dolayı mutluluk duyduğunu belirten Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın, “İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültemiz ile beraber bu sempozyumu yapıyor olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Rabbime şükürler olsun. Geçen yıl ikincisini gerçekleştirmiştik. Bu yıl 3’üncüsünü gerçekleştiriyoruz. Osmanlı’mızın eğitim ve fikir dünyasına göz atmış oluyoruz. Bu sayede bende yararlanmış oluyorum. Oldukça anlamlı bir organizasyon. Bilim insanı değilim, dolayısıyla işin bu yönüyle ilgili konuşma yapma şansım yok. Ben sadece bir dinleyiciyim, katkısı olan herkese, değerli hocalarımıza çok çok teşekkür ediyorum. İnşallah 2 gün süreyle verimli bir çalışma olur diye temenni ediyorum” dedi.

    “17’nci yüzyılda mimariden musikiye bir geçiş yaşanmıştır”

    İmparatorluğun en çetin ve çelebi yüzyılında kültür ve düşünce hayatı üzerine mülahazalar konusunu ele alan Harward Üniversitesinden Cemal Kafadar, 17. yüzyılda mimariden musikiye bir geçiş yaşandığını söyledi. Kafadar, “17’nci yüzyıl kültür ve düşünce tarihi üzerine düşününce beni en çok etkileyen cümle çok çok uzun yıllar önce Ahmet Hamdi Tanpınar’dan okuduğum bir cümle olmuştu. 17’inci yüzyıl için derki, bu sözü biraz değiştirerek söylüyorum. ’Osmanlı kültür hayatında 17’inci yüzyılda mimari sanat mimari başak konumundaki sanat olmaktan çıkar, onun yerine insanın iç dünyasına yönelen musiki geçer.’ Sultanahmet Camii’nin yapılışından Itriye giden bir yol olarak bakarsak gerçekten mimariden musikiye bir geçiş görürüz. Muhakkak büyük çoğunluğu bu geçişi bir şekilde yaşamış, bunun üzerine düşünmüş ve kendi düşünce hayatına bunun izlerini yansıtmıştır” diye konuştu.

    23 Aralık’ta sona erecek sempozyum, “Dinler Tarihi” oturumu ile sona erecek.

  • Osmanlı’nın son mezar taşları

    Ordu’nun Ünye ilçesinde bulunan Müze Evi’nin bahçesinde sergilenen mezar taşları oldukça ilgi çekiyor.

    Klasik Osmanlı mimari özelliklerin i taşıyan 250 yıllık konağın 5 yıl önce restore edilerek müze evine çevrilmesinin ardından bahçesine yerleştirilen eserler görenleri adeta yüzyıl öncesine götürüyor. Müze Evi’nin bahçesinde sergilenen eserler arasında en büyük ilgiyi Osmanlı ve Rum mezar taşları çekiyor. Müslüman mezarlığından alınan ve üzerinde Osmanlıca yazılı bir mezar taşı ile Rumcanın Ünye bölgesinde konuşulan ve ölü bir dil olan Pontica lehçesinde yazılan genç bir kıza ait Rum mezar taşı, farklı dil ve inanca sahip gayrimüslimlerin Osmanlı tebaası olarak yüzyıllarca barış, huzur ve rahat içinde yaşadığını gözler önüne serdi.

    Rum mezar taşı kime ait?

    1924 yılında Yunanistan ile Türkiye arasında yapılan mübadele anlaşması gereğince Ordu’nun Ünye ilçesinden gönderilen Rumlardan kalan bir kilise 1954 yılında ortaokul yapımı için yıkıldı. Yıkım sırasında kilisenin bahçesinde tahrip edilen Rum mezarlığında bulunan bir mezar taşı Salim Yıldız adlı bir vatandaş tarafından korumaya alındı.

    Uzun yıllar Salim Yıldız’ın evinin bahçesinde bulunan 80×120 ebadındaki mezar taşının üzerinde Rumca’nın Ünye bölgesinde konuşulan ve ölü bir dil olan Pontica lehçesinde yazılan yazıda mezar taşının genç yaşta ölen bir kıza ait olduğu anlaşıldı.

    Bugün kilisenin yıkıldığı yerde Meçhul Asker İlköğretim Okulu bulunurken, Salim Yıldız’ın uzun yıllar koruması altında bulunan ‘Rumlardan kalan son mezar taşı’ Ünye Belediyesi Müze Evi’ne bağışlandı. Mezar taşı halen Ünye Müze Evi’nin bahçesinde sergileniyor.

  • Osmanlı’nın ilk payitahtında Osmanlı domatesi yetiştiriyorlar

    Osmanlı’nın ilk payitahtı Bursa’nın Yenişehir ilçesinde çiftçiler Osmanlı domatesi yetiştirmeye başladı.

    Yenişehir’in Yeniköy’de çiftçilik yapan Orhan Filiz, “Osmanlı’nın ilk payitahtı olan Yenişehir’de Osmanlının mirası olan domatesleri yetiştirmeye başladık. Osmanlı pembesi domatesini serada yetiştiriyoruz. Bu ürün bize maddi anlamda çok büyük katkı sağladı. Vatandaş bu domatesi beğendi. Malı yetiştirmekte zorluk çekiyoruz. Bunun üzerine seramızı genişletmeye çalışıyoruz. Köyümüzün arazisi dar olduğu için seracılık bizim köye daha uygun. Bir dönüm sera 10 dönüm tarlaya bedel. Hem işçilik ve gübreden, hem mazot ve ilaçtan tasarruf ediyoruz. Seracılıktan ve Osmanlı domatesinden çok memnunuz” diye konuştu.

  • Osmanlı’nın Son Şaheseri ’Mektebi Tıbbiye-i Şahane’ Restore Ediliyor

    Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sağlık Bilimleri Üniversitesi arasında İstanbul’daki Mektebi Tıbbiye-i Şahane binasının restorasyonu için bir protokol imzalandı.

    Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid Han tarafından inşa ettirilen 200’ü aşkın hastaneden biri olan ve döneminin son şaheseri olarak bilinen İstanbul’daki Mektebi Tıbbiye-i Şahane binası yenileniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sağlık Bilimleri Fakültesi arasında tarihi yapının restorasyonu için bir protokol imzalandı. Protokol çerçevesinde yenilenecek bin yıllık tarihi miras için İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ile üniversite ortak çalışacak.

    Bakanlık makamında gerçekleştirilen protokol töreninde yaptığı konuşmada Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, eserin ortaya çıkmasını sağlayan Sultan II. Abdülhamid’i rahmetle yâd ederek, Abdülhamid Han’ın başlattığı eğitim hamlesinin, imzalanan bu protokolle daha ileriye taşınacağını kaydetti. Milli Eğitim Bakanı olarak bu çalışmanın ilk imzasını geçtiğimiz Şubat ayında attığını hatırlatan Avcı, bu iznin devamına imza atmanın yine kendisine nasip olduğunu aktardı.

    “SULTAN ABDÜLHAMİD HAN’IN BAŞLATTIĞI EĞİTİM HAMLESİNİ BUGÜN SAHİP OLDUĞUMUZ İMKANLARLA DAHA İLERİYE TAŞINMASINA MÜTEVECCİH BİR UYGULAMA”

    Avcı, şunları kaydetti:

    “İmzaladığımız bu protokol Bakanlığımız ile Sağlık Bilimleri Üniversitesi arasında İstanbul’daki Mektebi Tıbbiye-i Şahane binasının restorasyonu, restitüsyonu, bakımı, onarıma alınmasıyla ilgili süreçleri Bakanlığımızın İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından yürütülmesine ilişkin bir protokol. Bu protokolle birlikte bir zamanlar tarihi Haydarpaşa Lisesi de olan ve memleketimize çok değerli insanlar yetiştiren eğitim kurumumuz yine bir eğitim kurumu olarak, rektörlük binası olarak inşallah aynı zamanda hizmetlerine devam edecek. İmzaladığımız bu protokol de bu süreçleri en kısa zamanda tamamlamayı hedefleyen bir protokol.”

    Sağlık Bilimleri Üniversitesi ile böyle bir protokolün imzalanabilmesi için önce o bina ile ilgili birinci dereceden sorumlu Milli Eğitim Bakanlığı olduğu için önce Milli Eğitim Bakanlığı’nın izninin gerektiğini anlatan Avcı, “Şubat ayında o izin verilmişti ve bugün de o iznin devamı olan protokolümüzü burada imzalamış oluyoruz. Prof. Dr. Cevdet Erdöl Bey’e bütün bu süreçte, üniversitenin kurulma sürecinde, yapılanma sürecinde ve bundan sonraki gelişme sürecinde gösterdikleri olağanüstü dirayet için çok teşekkür ediyorum. Memleketimize çok güzel bir üniversite kazandırıyor Sayın Rektörüm. Bu eserin ortaya çıkmasını emri şahaneleri ile sağlayan Sultan II. Abdülhamid Han Hazretlerine rahmet diliyoruz. Sultan Abdülhamid zamanında İmparatorluk’ta 200’ü aşkın hastane hizmete sunuluyor. Bunlardan bir tanesi de Mektebi Tıbbiye-i Şahane Hastanesi. Dolayısıyla Sultan Abdülhamid Han’ın başlattığı eğitim hamlesini bugün sahip olduğumuz imkanlarla daha ileriye taşınmasına müteveccih bir uygulama. Sağlık Bilimleri Üniversitesi de yine onun devamı olarak fakülteyi de o hatıraya hürmetle kurmuş oldular. Sayın Cumhurbaşkanımızın da bu tarihi hatıraya hürmeten konuya olan yakın ilgisini çok yakından biliyoruz ve kendilerine de bu vesileyle bir kere daha teşekkür ediyoruz” ifadelerini kullandı.

    “TARİHİ YAPI GÜNÜMÜZE KADAR CİDDİ BİR TADİLAT GÖRMEMİŞ”

    Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl ise tarihi binanın yapıldığından beri ciddi bir tadilat görmediğini ve birçok eksikleri ile çöken taraflarının bulunduğunu belirterek, “Mektebi Tıbbiye-i Şahane binası Osmanlı döneminin son şaheseri olarak biliniyor. Haydarpaşa’da 1903 yılında eğitim hizmetine başlayan bu bina 1933 yılına kadar üniversite olarak, 1933-1983 arası Haydarpaşa Lisesi olarak, 1983 yılından günümüze kadar da Marmara Üniversitesinin bazı birimlerinin bulunduğu bina olarak hizmete devam ediyor. Fakat yapıldığından beri ciddi bir tadilat, onarım görmemiş ve birçok eksiklikleri, çöken tarafları var. Bu binayı Sayın Bakanımızın önderliğinde inşallah en kısa zamanda eski güzelliğine bir nebze olsun yaklaştırmak ve eğitim hizmetine orada devam etmek istiyoruz” dedi.

    Konuşmaların ardından Avcı ve Erdöl, İstanbul’daki Mektebi Tıbbiye-i Şahane binasının restorasyonu için protokolü imzaladı.

    TARİHİ MEKTEBİ TIBBİYE-İ ŞAHANE BİNASI

    Öte yandan, Osmanlı mimarisine ışık tutan önemli yapılara imza atan Alexandre Vallaury ile Raimonde D’Aronco’nun mimarlığını yaptığı ve 1894 yılında inşaatına başlanan Mektebi Tıbbiye-i Şahane binası eğitime 1903 yılında açıldı. Klinik pavilyonları günümüzde Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak hizmet veren yapı daha önce Marmara Üniversitesi’nin bir kampüsü olarak kullanılıyordu. Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla halen hizmet veren yapının bünyesinde Tıp Fakültesi, Hemşirelik Fakültesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Yaşam Bilimleri Fakültesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü bulunuyor. Mektebi Tıbbiye-i Şahane binasında gerçekleştirilecek tüm restorasyon, çevre düzenleme, proje revizyon işleri ve müteferrik işlerine ilişkin Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin, Bakanlığa yaptıracağı işlerin genel esaslarını belirleyen protokol ile gerekli ödenek üniversite tarafından temin edilirken, teknik denetim ise Bakanlık tarafından sağlanacak.

  • Osmanlı’nın Sahip Çıktığı Macar Prensin Evine Gözü Gibi Bakıyor

    Osmanlı İmparatorluğu’nun sahip çıktığı Macaristan Prensi 2’nci Rakoczi’nin, Tekirdağ’da yaşadığı ve müzeye dönüştürülen evin tek sorumlusu Ali Kabul, 35 yıldır müzenin hem yöneticiliğini hem de bakımını yürütüyor. Kabul, “35 yıldır Macaristan İstanbul Başkonsolosluğu’nun sigortalı ve maaşlı personeliyim. Burada, elimden geldiğince hizmet etmeye ve ziyaretçileri bilgilendirmeye çalışıyorum” dedi.

    Avusturya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi yürüten ve bu mücadelede başarısız olan Macaristan Prensi 2’nci Ferenc Rakoczi’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nun davetlisi olarak, 1720-1735 tarihleri arasında misafir olarak kaldığı ev müzeye dönüştürüldü. Müzeye dönüştürülen evde 35 yıldır görev yapan Ali Kabul, evin temizliğinden rehberliğine kadar her işiyle ilgilenerek, eve gözü gibi bakıyor.

    Ali Kabul, yaptığı açıklamada, Avusturyalıların Macaristan’ı işgal ettiği sırada, bağımsızlık mücadelesi başlatan Rakoczi’nin, bu mücadelede başarılı olamadığını, bunun üzerine beraberindeki yaklaşık 250 kişi ile Osmanlı topraklarına sığındığını ve Tekirdağ’da 15 yıldan fazla yaşadığını söyledi.

    Rakoczi’nin, Tekirdağ’da yaşadığı evin 1931’de Macar hükümeti tarafından satın alınarak, aslına uygun olarak inşa edildiğini ifade eden Kabul, müzede 1981 yılında restorasyon çalışması yapıldığını, o sırada müzede çalışmaya başladığını ve restorasyon çalışmalarının sona ermesinin ardından müzede görev yapması için kendisine yapılan teklifi kabul ettiğini belirtti.

    1981 yılından beri müzenin tek sorumlusu olduğunu belirten Kabul, “Burası Tekirdağ Rakoczi Müzesi diye bilinen bir mekan. Tam adı 2’nci Ferenc Rakoczi. Bir Erdel Beyi ve Macar Prensi. 1703-1711 yılları arasında Avusturya’nın Macaristan’ı işgaline karşı Macaristan’daki özgürlük mücadelesine liderlik etmiş bir Macar önderi. Fakat yaptığı bu mücadelesinde Avusturya o dönemde çok güçlü olduğu için başarılı olamamış ve ülke dışına kaçmak zorunda kalmış. 1717 yılında dönemin Osmanlı Padişahı 3’üncü Ahmet, kendisini yardım ve destek vaadi ile Türkiye’ye çağırmış. Prens Rakoczi de çaresiz olduğu için daveti kabul ediyor. Rakoczi, Edirne ve İstanbul’da bir süre yaşadıktan sonra Tekirdağ’a yerleştiriliyor. 1720’de 44 yaşında geldiği Tekirdağ’da 1735 8 Nisan tarihinde 59 yaşında burada ölüyor Rakoczi” dedi.

    Macar hükümetinin 1931 yılında binayı müze yapmaya karar verdiğini ifade eden Kabul, “Macar hükümeti, Rakoczi’nin anısına burayı müze yapmaya karar veriyor ve o günkü Türk sahibinden para karşılığı satın alınıyor burası. Bina, ellerine geçer geçmez harap halde olduğu için yıkılıp, aslına uygun tekrar inşa ediliyor” diye konuştu.

    “YAKLAŞIK 35 YILDIR MACARİSTAN İSTANBUL BAŞKONSOLOSLUĞU’NUN PERSONELİ OLARAK BURADA ÇALIŞIYORUM”

    1981 yılında müzede yapılan son kapsamlı restorasyonda işçi olarak çalıştığını aktaran Kabul, “Müzede 1981 yılındaki restorasyonda 8-9 ay kadar işçi olarak çalıştım ve bu süre içerisinde Macarcayı öğrendim. Daha sonra bana müzede çalışmam teklif edildi. Ben de kabul ettim. O günden bu yana, yaklaşık 35 yıldır Macaristan İstanbul Başkonsolosluğu’nun sigortalı ve maaşlı personeli olarak burada çalışıyorum” ifadelerini kullandı.

    Pazartesi günü hariç müzenin hergün faaliyette olduğunu ifade eden Kabul, “Pazartesi günleri hariç her gün sabah saat 9.00’da müzeyi açıyorum. Gün içerisinde müzeye gelen ziyaretçilere, müzenin tarihçesi hakkında elimden geldiğince bilgilendirmeye çalışıyorum” şeklinde konuştu.

    “TÜRKİYE’Yİ ZİYARET EDEN MACARLARIN HEMEN HEMEN HEPSİ BURAYI GEZİ PROGRAMLARINA ALIRLAR”

    Macarların Rakoczi’ye büyük saygı duyduğuna dikkat çeken Kabul, “Macar milleti, burada bir müze olduğunu, Rakoczi’nin Tekirdağ’da yaşadığını Türkiye’de mülteci olarak yaşadığını ve burada öldüğünü bilir. Türkiye’yi ziyaret eden Macarların hemen hemen hepsi burayı gezi programlarına alırlar” diyerek müzenin Macarlar için önemli olduğunu ifade etti.