Etiket: Ölümcül

  • Obezite, Kanser Gibi Ölümcül Hastalıklara Davetiye Çıkarıyor

    Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Güner Öğünç, son yıllarda uzman olmayan kişilerce yapılan başarısız obezite ameliyatları sonrasında yaşanan sorunlar nedeniyle, ameliyat sayılarında önemli düşüşler gözlendiğini söyledi.

    Antalya Kent Konseyi tarafından düzenlenen ‘Kent Konferansları’na Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Güner Öğünç katıldı. Hangi şartlarda obezite ameliyatı olunması gerektiği ve riskleri konusunda kapsamlı bir sunum yapan, Prof. Dr. Öğünç, aşırı şişmanlığın en sık neden olduğu iki hastalıktan birisinin diyabet, diğerinin ise hipertansiyon olduğunu belirterek, “Kişi normal kiloya indiğinde şeker hatalığı ve tansiyon problemi çok yüksek oranda düzelir” dedi.

    KANSERE YAKALANMA RİSKİ 7-8 KAT DAHA FAZLA

    Aşırı kilolu kişilerde meme, pankreas, böbrek, bağırsak (kolon), safra kesesi, prostat, mide ve rahim kanseri riskinin büyük oranda arttığına da dikkat çeken Prof. Dr. Güner Öğünç, “Aşırı şişmanlıkta sık görülen uyku apnesi de zayıflamakla düzelir. Şişmanlık doğurganlık yaşındaki kadınlarda kısırlığın, adet düzensizliklerinin ve aşırı kıllanmanın da en önemli nedenidir. Aşırı kilolu kişilerde kansere yakalanma riski normal kilolu bir kişilere göre 7-8 kat daha fazladır.” KURUL KARAR VERİYOR

    Aşırı şişmanlığın eklemlerde tahribata neden olduğunu, ağrıların kişinin günlük hareketlerini ciddi bir şekilde kısıtlayarak, ileri aşamada işlerine gidemez hale geldiklerine de dikkat çeken Prof. Dr. Güner Öğünç, “Aşırı şişmanlık, tedavisi gereken ciddi bir hastalıktır. Kişi 5 yıldan daha uzun süredir aşırı şişman ise ameliyat dışı yöntemler defalarca denenmiş sonuç alınamamışsa ve uluslar arası ameliyat kriterlerinin hepsini eksiksiz taşıyorsa o zaman ameliyat adayıdır. Yani her şişman kişiye ameliyatı önermiyoruz. Kurul detaylıca inceleyip öyle karar veriyor” diye konuştu.

    YAŞANAN PROBLEMLER AMELİYATLARI AZALTTI

    Obezite ameliyatlarının bu konuda eğitim almış tecrübeli kişiler ve cerrahların oluşturduğu ekipler tarafından tam donanımlı hastanelerde yapılması gerektiğini de vurgulayan Prof. Dr. Güner Şahin, şunları söyledi:

    “Ameliyat sonrası takibinde dikkatle yapılması gerekir. Bu şartlarda yapılan obezite ameliyatlarının riski safra kesesi ameliyatınınki kadardır. Ancak gelen her obeziteye de ameliyatı önermiyoruz. Örneğin beslenme davranış bozukluğu olan kişiler var. Önce bunun tedavi edilmesi lazım. Türkiye’de en sık yapılan ameliyat çeşidi ‘mide kelepçesi’dir. Ancak her önüne gelen, uzman olmayan kişiler bu işi yapmaya başladığı için özellikle de son yıllarda bir takım önemli sorunlar yaşanmaya başlandı. Yaşanan problemler nedeniyle bu ameliyatlar neredeyse durma noktasına geldi. Bu nedenle insanlarımızın çok dikkatli olması gerekiyor. Örneğin, mideye takılan bir kelepçenin fiyatı 500 liradan başlıyor, 5 bin liraya kadar çıkabiliyor. Kullanılan kalitesiz malzemeler, ameliyat sonrası ciddi problemlere neden olabiliyor.”

  • Prostat Kanserine ’Ölümcül’ Isı

    Erkeklerin korkulu rüyası haline gelen prostat kanserinin tedavisi için uygulanan ablasyon yöntemi, gelişen teknoloji ile daha sık kullanılmaya başlandı. Ablasyon yöntemiyle kanserli hücrenin içerisine verilen ısı ile kanserin yok edildiği belirtilirken, ayrıca cerrahi müdahalenin ardından hastanın evine dönebildiği kaydedildi.

    Minimal İnvaziv Üroloji Derneği tarafından düzenlenen 4. Ulusal Minimal İnvaziv Ürolojik Cerrahi Kongresi, Antalya’nın Belek bölgesinde bir otelde gerçekleştirildi. Minimal İnvaziv Üroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Cenk Yücel Bilen, Minimal İnvaziv Üroloji Derneği Yön. Kurulu Üyesi Doç. Dr. Ender Özden, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Sinan Sözen, Minimal İnvaziv Üroloji Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Haluk Akpınar, kongrenin ardından değerlendirme toplantısı yaparak gelişmeleri paylaştı.

    Minimal İnvaziv Üroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Cenk Yücel Bilen, 2010 yılında hem laparoskopik hem de robot yardımlı laparoskopik yöntemle böbrek nakilleri gerçekleştirildiğine dikkat çekti.

    Türkiye’de ise ilk defa laparoskopik böbrek naklinin geçtiğimiz günlerde Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri Doç. Dr. Ender Özden, Doç. Dr. Y. Kamil Yakupoğlu ve Prof. Dr. Şaban Sarıkaya tarafından gerçekleştirildiğini ifade eden Prof. Dr. Bilen, kongrede bu operasyonla ilgili bilgilerin paylaşıldığını söyledi.

    KAPALI YÖNTEMLE NAKLİN HASTAYA YARARLARI

    Kapalı yöntemin hastalara olan faydalarından da söz eden Prof. Dr. Bilen, hastaların ameliyat sonrası ağrılarının daha az olduğuna dikkat çekerek “Kapalı yöntemle gerçekleştirilen nakillerde açık yönteme göre ameliyat çok daha küçük bir kesi ile gerçekleştirileceği için bu ameliyatların önemli bir komplikasyonu olan yara yerinde cerrahi enfeksiyonlar daha nadir görülür. Bu da özellikle aşırı şişman ve şeker hastaları için önemli bir avantajdır” dedi.

    PROSTAT KANSERİ ARTIK GÖZDEN KAÇMAYACAK

    Erken tanının prostat kanserinde başarı oranını yüzde 90’ların üzerine çıkardığını belirten Prof. Dr. Bilen, prostat kanserinin tanısında teknolojinin iyi yönde geliştiğine dikkat çekti. Üç boyutlu yarı robotik füzyon biyopsi uygulaması ile erken tanının kolaylaştığını da ifade eden Prof. Dr. Bilen, “Günümüzde prostat kanseri erken evrede yakalandığında ve doğru tedavi uygulandığında başarı oranı yüzde 90’ların üzerine çıkmaktadır. Yapılan araştırmalar tarama yoluyla prostat kanserinden ölüm oranının yüzde 30 oranında azaldığını göstermiştir. Hastalığın erken teşhis edilmesi halinde tedavi başarısı artacaktır. Tanı anında kanser sadece prostatla sınırlı ise hastanın tamamen iyileşme şansı çok yüksektir” ifadelerini kaydetti.

    Bilen, ayrıca magnetik rezonans (MR) ile ultrasondan alınan görüntülerin birleştirilmesiyle kanserli bölgenin daha kolayca tespit edildiğini söyledi.

    PROSTAT KANSERİNE ÖLÜMCÜL ISI

    Prof. Dr. Cenk Yücel Bilen, prostat kanseri tedavisinde kullanılan bir başka yöntem olan ablasyonla ilgili bilgiler de verdi. Prof. Dr. Bilen, kesisiz yapılan işlemle ilgili şöyle konuştu:

    “Bu tedavide, prostatın içine yönlendirilen farklı enerji çeşitlerinin etkisi sonucunda oluşan ısı, prostat kanseri için ölümcül düzeyde sıcaklıklara ulaşır. Bu minimal invaziv ve kesisiz prosedür, hastaneye yatılmadan veya tek gecelik hastane yatışıyla gerçekleştirilir. Bu tedavide hastalar birkaç gün içinde iyileşir ve ameliyat sonrası etkiler genellikle asgari düzeydedir. Ciltten geçerek prostatın içine yerleştirilmiş olan, 3 mm veya daha küçük çaplı iğneler kullanır. Hedef dokuda tümörün yıkımına yol açar” dedi.

    “AYNI GÜN TABURCU OLABİLİYORLAR”

    Tüm prostat kanseri tedavilerinde olduğu gibi, ablasyonun da yan etkilere veya bitişik organlarda hasara yol açabileceğini vurgulayan Prof. Dr. Bilen, “Üretraya verilen hasar, odacıkları içinden sıcak sıvı dolaştıran bir üretra ısıtma kateterinin kullanımıyla en aza indirilir. Hasar ayrıca, vital alanların yakınına yerleştirilen sondalar üzerinden sıcaklığın hassas izlenmesiyle de en aza indirilir. Cerrahi sonrasında erkeklerin çoğu 24 saat içinde, genellikle prosedürün yapıldığı günde evlerine geri dönebilir” açıklamasında bulundu.

  • Sinüzit Tedavisinde Acı Kavun Ekstresi Kullanımı Ölümcül Sonuçlara Yol Açabiliyor

    Özel Eskişehir TSG Anadolu Hastanesi Kulak Burun Boğaz (KBB) Uzmanı Op. Dr. Beklen Sami Üre, sinüzit hastalığının sebeplerine, tedavi şeklinde ve tedavide yapılan yanlışlıklar hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Dr. Üre, sinüzit tedavisinde kullanılarak terk edilen acı kavun ekstresinin ölümcül sonuçlara sebebiyet verdiğini belirtti.

    Sinüzit hastalığının kafa içinde ve burun etrafındaki hava dolu kemiklerin iltihaplanmasıyla oluştuğunu dile getiren Op. Dr. Beklen Sami Üre, kış aylarında sinüzitin daha fazla görüldüğünü anlattı. Sinüzitin en çok uzamış nezlelerin ardından meydana geldiğini açıklayan Dr. Üre, “Şiddetli bir baş ağrısının da oluşmasıyla sinüzit gerçekleşiyor. Sinüziti en çok uzamış nezlelerden sonra görüyoruz. Nezlenin 7 ya da 10 günden daha fazla uzaması, buna bir de baş ağrısının eklenmesi ve su renginde akıntı varken sarı ya da yeşil renkte akıntının başlaması bize sinüzit düşündürüyor. Çok uzun süren burun alerjilerinden sonra da sinüzit görüyoruz. Burun alerjisi o kadar uzun sürüyor ki, burun tıkanıyor ve sinüzit oluşuyor. Sinüzitin oluşmasında en çok etkili olan iki neden alerjik burun nezlesi ve soğuk algınlığıdır” dedi.

    “ÇOCUKLARDA GENİZ ETİNDEN DOLAYI SİNÜZİT GÖRÜLÜYOR”

    Islak saçlarla dışarı çıkıldığında sinüzit ağrısının artacağını, fakat ıslak saçların sinüzit hastalığına sebebiyet vermediğini dile getiren Özel Eskişehir TSG Anadolu Hastanesi Kulak Burun Boğaz (KBB) Uzmanı Op. Dr. Beklen Sami Üre, “Aileler çocuklara ‘kafan ıslak olarak dışarı çıkma’ diyor. Bu sinüzit yapmaz ama sinüzit ağrısını arttırır. Her iltihapta olduğu gibi sinüzitte de vücuda mikrop girmesi gerekmektedir. Çocuklarda ise sinüziti en çok geniz eti sorunlarından dolayı görüyoruz. Geniz eti büyük olan, sık geniz eti iltihabı yaşayan çocuklarda sinüzit çok sık görülüyor” şeklinde konuştu.

    “HASTALARIMIZA ACI KAVUN EKSTRESİNİ TAVSİYE ETMİYORUZ”

    Burundaki iltihabı söken acı kavun ekstresinin etkili olduğunu, fakat ölümcül sonuçlara sebebiyet verdiğini de sözlerine ekleyen Op. Dr. Beklen Sami Üre, “Hastalar tıbbi ilaçları kullandıkları sürece, alternatif tıp veya bitkisel tıp ilaçlarını da kullanmalarında bir sakınca yok. Yani ıhlamur, kuşburnu içmelerinde bir sıkıntı yok ama sadece onların ne kadar etkisi var bilimsel değil. Yan tedaviler ölümcül sonuçlara da yol açabilir. Tüm hastalıklarda bitkisel ilaçları tamamlayıcı olarak kullanabilirsiniz ama tek başına bitkisel ilaçları önermiyoruz. Örnek verecek olursak acı kavun ekstresi. Denendi ve terk edildi, çünkü çok ufak bir güvenlik aralığı var. Biraz az çekerseniz hiçbir faydası olmuyor. Biraz fazla da çekerseniz ölümcül sonuçlara sebebiyet verebiliyor. Burnu tahriş ettiği için tüm iltihabı akıtıyor, ama sinüzit mi olmak istersiniz yoksa yaşamsal riskler mi almak istersiniz ? Herhalde sinüzit olmayı tercih edersiniz. Bu yüzden hastalarımıza acı kavun ekstresini tavsiye etmiyoruz” ifadelerine yer verdi.

    “SİNÜZİT EN FAZLA MİGREN İLE KARIŞTIRILIYOR”

    Sinüzit hastalığının migren ile çok karıştırıldığını paylaşan Kulak Burun Boğaz (KBB) Uzmanı Op. Dr. Beklen Sami Üre, sözlerine şu şekilde devam etti;

    “Sinüzit migrenle çok fazla karışıyor. Hasta baş ağrısı dediği zaman hemen sinüzit deniliyor. Sinüzitte yüzün ön kısmı ağrır. Hatta başı öne eğdiğiniz zaman artan bir ağrı olur. Bir de sarı yada yeşil burun akıntısının olması lazım. Burun açık, akıntı yok, sinüzit deniyor. Bunların çoğu migren. O yüzden hekimin uyanık olması çok önemli. Hastalar sinüzit olduklarını sanıp gereksiz yere antibiyotik kullanıyorlar. Sinüzit antibiyotik, burnu açamaya yarayan spreyler ve burun boşluğunu rahatlatacak bir takım ilaç kombinasyonu ile tedavi edilir. En önemlisi antibiyotik ve burun temizliğidir. Tedaviden sonra kontrol çok önemli. Burun akıntılarının bitip bitmemesi kontrol edilmelidir.”

  • Dünyanın En Ölümcül Hastalığı “Sepsis”

    Dünyanın en ölümcül hastalığı olan ve pek bilinen “sepsis” Bursalılara anlatılıyor.

    Bursa Kamu Hastaneler Birliği’ne bağlı hastanelerde, vücudun enfeksiyona karşı kendi dokularına zarar vermesiyle ortaya çıkan “sepsis” hastalığı hakkında seminerler düzenleniyor. Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nermin Kelebek Girgin, yılda 31 milyon sepsis vakası tespit edildiğini, bunlardan 6 milyonun yeni doğan veya çocuk hastalardan oluştuğunu söyledi. Girgin, her yıl dünyada 8 milyon insanın bu hastalıktan öldüğüne dikkat çekti.

    Dünya Sepsis Günü münasebetiyle Muradiye Devlet Hastanesi konferans salonunda verilen seminerde konuşan Girgin, yeni araştırmalar yapıldıkça daha çok derinlerine inildiğini anlattı. Prof. Girgin, “Sepsis, aslında bizim düşündüğümüzden çok daha kompleks. Bazen yoğun bakım ya da hastanede yataklı kliniklerde çok ufak ayrıntı diye görülen hususlara dikkat edilmediğinde karşımıza sepsis tablosu çok ciddi şekilde çıkıyor. İnsan hayatına direk tesir eden sepsis, bizim yaptığımız tedaviyi anlamsızlaştırır ve işi daha karmaşık hale getirir” dedi.

    Sepsis ile mücadeleye erken safhada başladığı takdirde ölüm hızı ve oranının düşürülebildiğine dikkat çeken Girgin, “Bu yüzden dünyada sepsis kampanyası başlatıldı. Çok sık görülen, ölümcül ve masraflı bir hastalık. Sağlık Bakanlığı da konuyla ilgili kampanya başlattı. Dünyadaki sıklığı gittikçe artmaktadır. Yapılan 33 araştırmalarda dünyada yılda 31 milyon sepsis vakası oluyor. Bunlardan 6 milyonunu yeni doğan veya çocuk hastalar teşkil ediyor. Annelerde ise 100 binin üzerine sepsis çıkmaktadır. Özellikle doğum esnasında ve doğumdan sonraki ilk 15 gün materyal sepsisin riskli olduğu dönemlerdir. Sepsis yılda yüzde 8 ile 13 oranında artmaya devam etmektedir” diye konuştu.

  • Kanserin İsmi Yetiyor, Daha Ölümcül Kalp Ve Damar Hastalıkları Korkutmuyor”

    Kalp damar hastalıklarından ölümler, tüm kanser türlerinden ölümlerden fazla olmasına rağmen, insanlar kanserin adını duyunca daha çok korkuyor.

    Op. Dr. Tamer Bakalım, “Kanser korkutucu bir hastalık ama kalp damar hastalıkları daha ölümcül ve daha kötü seyreden bir hastalık gurubudur. Ama insanlar kanser dediğiniz zaman korkuyor, kalp dediğiniz zaman o kadar korkmuyor. Obezite ve diyabetin artması hastalığın ilerlemesine neden oluyor” dedi.

    Op. Dr. Bakalım, kalp hastalıklarının dünyada ve Türkiye’de ölüm sebeplerinden birinci sırada yer aldığını kaydetti.

    Türkiye’de riskin daha da arttığını dile getiren Memorial Antalya Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Op.Dr. Bakalım, “Çünkü kalp damar hastalıklarının en büyük sebebi damar sertliğidir. Damar sertliğini oluşturan bir takım ana sebepler var bunların başında sigara tüketimi geliyor. Bunun dışında şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği gibi ana faktörler maalesef bizim bölgemizde de ciddi oranda gözüküyor. İkincil faktörlerden diyet alışkanlıkları, egzersiz eksikliği gibi durumlar damar sertliğinde etkili oluyor” diye konuştu.

    “KANSER KORKUTUYOR,KALP KORKUTMUYOR”

    Kalp damar hastalıklarından ölümlerin tüm kanser türlerinden daha fazla olduğunu aktaran Op.Dr. Bakalım, “Bu istatistiki veri olarak tüm dünyada böyle. Kanser korkutucu bir hastalık ama kalp damar hastalıkları daha ölümcül ve daha kötü seyreden bir hastalık gurubudur. Ama insanlar kanser dediğiniz zaman korkuyor, kalp dediğiniz zaman o kadar korkmuyor. Bütün kanserlerin hepsinden daha etkili bir hastalık. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde maalesef artan bir hastalık. Gelişmişlikle birlikte obezitenin ve diyabetin artması hastalığın ilerlemesine neden oluyor” ifadelerine yer verdi.

    “DAMAR SERTLİĞİ İLERLEYİCİ BİR HASTALIK”

    Kalp krizi birincide de beşincide de ölümcül olabildiğinin altını çizen Op.Dr. Bakalım, “Hangi damarın tıkandığı ve daha çok etkilendiği bizim için daha önemli. Damar sertliği ilerleyici bir hastalık. Kalp damarlarınızda bir problem olduğunda ve bu kalbinize gittiğinde birinciyi atlatsanız bile ikinci ve üçüncüyle karşılaşma ihtimaliniz kalp krizi sonucu kalp yetmezliğine yakalanma ihtimaliniz, kalbin kapakçığı ve diğer bir takım yapılarında da sorunlar yaşama ihtimaliniz yüksek. O yüzden kalp krizini geçirmiş olmanız işin bittiği yani bir daha karşılaşmayacağınız anlamına gelmez. Örneğin bypass oldunuz, ‘Rahatladım oh tamam her şey düzeldi bundan sonra işim rahat deme’ şansına sahip olmuyorsunuz” dedi.

    “KALP DAMARLARINDA SORUN VARSA BUNDAN KURTULMA ŞANSINIZ YOK”

    Damar sertliğinin ilerleyici bir hastalık olduğunun altını çizen Op.Dr. Bakalım,“Var olan rahatsızlığınızın çözülmüş olması ilerde tekrar size sorun yaratabileceği anlamına gelir. Yani kanser hastalarının bir çoğunda erken tespit ettiğinizde yani ciddi sonuçlar elde etme, kanserle karşılaşmama gibi ihtimalleriniz var. Ama damar sertliğinde kalp damarlarında problem varsa bundan kurtulma şansınız bir daha yok” dedi.

    “DAMAR SERTLİĞİNİN İLERLEMESİ ÖNLENEBİLİR”

    ‘Kalp damar hastalıklarında birincil tedavi damar sertliğinin önlenmesi olduğunu vurgulayan Op.Dr. Bakalım, “Damar sertliğinin ilerlemesi var olan hastalığın artarak diğer damarlarda da görülebilecek bir hastalık haline getirebilir. Damar sertliğinin önlenmesinde mutlaka yapılacaklardan bir tanesi temel faktörlerin ortadan kaldırılabilmesidir. Tek ortadan kaldırılan faktör sigara kullanımı. Tütün kullanımını engellediğiniz zaman bir faktörü tamamen ortadan kaldırmış oluyorsunuz. Diğer faktörlerin bir kısmı kısmen engellenebiliyor, bir kısmı da engellenemiyor. Ciddi bir genetik yatkınlığınız varsa bunu ne yaparsanız yapın değiştirme hakkına sahip değilsiniz. Ama şeker hastalığının kontrolü, tansiyon hastalığının kontrolü, yeme ve içme alışkanlıklarının değişmesi yaşantımıza egzersizlerin getirilmesi gibi bir takım tedavi yöntemlerinin bir arada uygulanmasıyla damar sertliğinin ilerleyişi durdurabiliyor” diye konuştu.

    “BALON VE STENT TEDAVİSİ”

    Damar sertliğine bağlı daralma ve tıkanıkların giderilmesinde uygulanan tedavilerden bahseden Op.Dr. Bakalım, “ Damardaki darlığın açılmasını anjiyografik yöntemlerle bölgeye oraya balon ve stent uygulanması yöntemleri ile çözüyoruz. Yüz güldürücü sonuçlar var. Eğer bunlarla bir yol elde edilemiyorsa diğer yöntemde bypass cerrahisi. Çok uzun zamandan beri uygulanan yöntemler, bunları artık daha küçük kesilerle de yapmaya başladık. Ama her hastaya uygulanabilir yöntemler değil. Uygun vakalarda uygun hastalarda da küçük kesilerle bypass yapılabiliyor. Ama hiçbiri yapılamıyorsa tıbbi tedavi mutlaka temeli oluşturuyor” şeklinde konuştu.

    “KALP KAPAĞI TAMİR EDİLMELİDİR”

    Kalp kapağı hastalıkları hakkında da bilgiler veren Op.Dr. Bakalım, “Eskiden ülkemizde romatizmal kalp hastalıklarını çok daha fazla görürken, artık nüfusun yaşlanmasıyla birlikte kapağın yaşa bağlı bozulmasıyla meydana gelen kapak hastalıklarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Kalp kapak hastalıklarında temel tedavi ya kapağın değiştirilmesi, ya da mümkünse kapağın tamiridir. Son 10-15 yıldır tüm cerrahi toplantılarında önerilen kalp kapağının eğer tamir edilebiliyorsa tamir edilmesidir. Çünkü; kendi dokusunun hastada kalması her zaman çok daha doğru bir seçenek. Ama doğru bir tamir hastanın uzun süre sorunsuz yaşayabilmesini sağlayabilecek bir doğru tamiri yapabiliyorsanız bunu yapmak lazımdır” dedi.

    “KAPAK DEĞİŞTİRMEDE, KÜÇÜK KESİ VE ROBOTİK CERRAHİ”

    Op.Dr. Bakalım şöyle devam etti: “ Kapak değiştirmek de çok eskiden beri yaptığımız bir yöntemdir. Takılan kapaklarla ilgili bir takım ilaçlar kullanılması ve bir takım sorunlar yaşadığımız için kapak tamirleri son zamanlarda bir hayli gelişti. Bu ameliyatları da biz çok küçük kesilerle yapabilir duruma geldik. Kapak değiştirmeyi de küçük kesilerle yapmaya başladık, hatta robotik cerrahi de kullanılabiliyor. Amaç hastaların hepsinin daha konforlu bir yaşam şansına sahip olmasını sağlamak. Küçük kesideki amaç sadece müdahale edeceğimiz alanı görüp oradaki işinizi yapıp mümkün olduğu kadar hastaya az zarar vererek hastanede kalış ve iyileşme sürelerini kısaltmak amaçlı yapılan operasyondur.”

    “YARIM SAAT YÜRÜYÜŞÜN ÖNEMİ”

    Kalp hastalıklarından korunmak için yapılması gerekenler hakkında paylaşımda bulunan Op.Dr. Bakalım, “Tüm toplum olarak tütünden uzak durmamız gerek. Yaşantımıza sporu çok daha fazla sokmamız gerek. Spor derken ağır sporlardan değil. Hafif sporlar ve egzersizler. Yarım saat yürüyüş veya bir yüzme kesinlikle yaşam sürenizi ve yaşam kalitenizi çok daha fazla artıracaktır. Fast food dediğimiz bir takım yağlı beslenme türünden uzak durmak gerekir. Doğru beslenmeyi öğrenmek lazım. Kızartma kültürünü yağı yakarak yemek yapma olayını bir miktar toplumumuzun dışına çıkartmak lazım. Ama bunların hepsi toplumun kültürel düzeyinin artırılmasıyla insanların sağlık konusunda eğitilmesiyle olacak şeylerdir” ifadelerine yer verdi.

    Op.Dr. Bakalım, hastalığı oluşmadan önleminin önemine değinerek, böylelikle hem toplum sağlığı ön plana çıkacağını hem de ciddi bir işgücü ve gelir kaybının önüne geçileceğini kaydetti.

    “YILDA BİR KEZ CHECK-UP”

    40 yaşın üzerindeki herkesin yılda bir kez kardiyolojik check-up yaptırması gerektiğini vurgulayan Op.Dr. Bakalım, “Genetik yüklülüğü daha ön planda olan hastalarda bunu daha öne çekmek lazım. Bu da tabi koruyucu sağlık hekimliliğini ön plana çıkartmayı gerektirir. Hastalık ortaya çıktığında da gecikmeden, kalp krizi geçirmeden müdahale etmek lazım çünkü; en basit kalp krizinde bile bir ölüm riski var. Hastaya bu ölüm riskini sunmak yerine bunu engellemek lazım. Yapılacak işte tabi ki topluma bunu yayabilmek topluma bunu anlatabilmek yani biz sağlıkçılara büyük bir iş düşüyor” dedi.