Etiket: Ölümcül

  • Burun Kanamalarına Dikkat, Ölümcül Sonuçlar Doğurabilir

    Tekirdağ Çerkezköy Özel Optimed Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Burcu Kaman, burun kanamasının kontrol altına alınmadığı takdirde ölümcül sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekti.

    “KANAMALAR KONTROL ALTINA ALINAMADIĞI NADİR DURUMLARDA ÖLÜMCÜL SONUÇLAR DAHİ DOĞABİLMEKTEDİR”

    Tekirdağ Çerkezköy Özel Optimed Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Burcu Kaman, yaz aylarında artan burun kanaması durumlarına dikkat çekerek, “Burun kanaması kulak burun boğaz hekimlerinin sık karşılaştığı durumlardan biridir. Bir kulak burun boğaz acili olarak değerlendirilen bu kanamaların kontrol altına alınamadığı nadir durumlarda ölümcül sonuçlar dahi doğabilmektedir. Toplumun yaklaşık yüzde 10’u ömründe en az bir kez burun kanaması geçirmektedir. Bu kanamaların çoğunluğu kulak burun boğaz hekimine gerek kalmadan durmaktadır. Özellikle yaz aylarında hava sıcaklıklarının artmasıyla birlikte daha sıklıkla karşılaştığımız burun kanamalarında risk güneşte fazla kalmakla artmaktadır. Nem oranı düşük, sıcak ve kuru havalarda daha sıklıkla görülmektedir” dedi.

    “BURUN KANAMALARI, ÖN BURUN KANAMALARI VE ARKA BURUN KANAMALARI OLARAK İKİYE AYRILIR”

    Burun kanamalarının 2’ye ayrıldığını hatırlatan Op. Dr. Kaman, kanamaların hafife alınmaması gerektiğini belirterek, “Burun kanamaları ön burun kanamaları ve arka burun kanamaları olarak ikiye ayrılır. Ön burun kanamaları daha sıklıkla gözlenmekte olup, arka burun kanamaları daha az sıklıkla karşılaşıldığı halde daha riskli ve dikkat edilmesi gereken kanamalardır. Ön burun kanamalarında burnun ön kısımdan kanama olup, çoğunlukla çocuk ve genç yaş grubunda görülür. Bu tip kanamalarda genellikle burun ön kısımdaki kılcal damarların çatlamasıyla tek veya çift taraflı kanama olabilmektedir. Enfeksiyonlar, alerjik nezle, burun içi kemik-kıkırdak eğrilikleri, yüksek tansiyon, kan sulandırıcı ilaç kullanımı özellikle çocuklarda yabancı cisimler, burun karıştırılması önde gelen sebepler arasındadır. Burun sümkürme, burunla oynama, hatta ufak dokunma ile bile burun kanayabilmektedir. Nadiren burun içi veya geniz kaynaklı iyi veya kötü huylu kitleler de burun kanaması ile kendini göstermektedir. Arka burun kanamalarında kanama daha çok genze doğru olmaktadır. Arka burun kanamaları daha çok ileri yaşlarda görülür. Genellikle altta yatan yüksek tansiyon hastalığı, damar hastalığı, kan sulandırıcı ilaç kullanımı ya da travma öyküsü vardır” diye konuştu.

    BURUN KANAMALARI DURUMUNDA DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLARA DİKKAT

    Kanama durumlarında yapılması gerekenlere de değinen Op. Dr. Kaman, “Kanama olduğunda ilk olarak panik yapmadan dik oturup, başı hafif öne eğerek burun kanatlarını baş parmak ve işaret parmağıyla sıkarak birkaç dakika beklemek gerekmektedir. Burun kanamasında yapılan yanlışlardan biri de buruna pamuk gibi madde sokup başın geriye atılmasıdır. Bu, kanamayı durdurmaz, sadece genizden ve sonrasında ağızdan gelmesine neden olur. Özellikle öne eğilerek kanın arkaya ve alt solunum yollarına kaçmasını engellemek çok önemlidir. Takibinde tercihen ince bir beze buz koyarak burunun etrafına buz tatbik etmek faydalı olabilmektedir. Bu müdahalelerle çoğu burun kanaması hastaneye gelmeden durabilmektedir. Ancak buna rağmen durmayan kanamalarda hastaneye başvurmak gerekir. Aktif burun kanamalarında lokal bası yöntemiyle kanama durmadığı taktirde burun tamponlamasına başvurulur. Ön kısım kanamalarda ön tampon, arka kısım kanamalarda ön ve arka tampon uygulanır. Bu tamponlar 24-48 saat civarında burunda kalır. Bu esnada antibiyotik kullanılır. Tamponlamaya rağmen durmayan kanamalarda genel anestezi altında kanama durdurucu, damar bağlayıcı müdahaleler yapılmaktadır” ifadelerini kullandı.

    “SIK TEKRARLAYAN BURUN KANAMALARINDA ALINABİLECEK ÖNLEMLER MEVCUTTUR”

    Sık sık tekrarlayan burun kanamalarını önlemek için bazı yollar olduğunu vurgulayan Op. Dr. Kaman açıklamasını şu şekilde sonlandırdı:

    “Kanamanın tekrarlamaması için serum fizyolojikle yıkama, burun spreyleri ve yara iyileştirici krem ve merhemler kullanılmaktadır. Kulak burun boğaz uzmanının uyguladığı bir yöntem de poliklinikte kanama eğilimli damarlara müdahaleyi sağlayan gümüş nitrat çubuklarıdır. Sık tekrarlayan burun kanamalarında alınabilecek önlemler mevcuttur. Özellikle ortamın nemlendirilmesi, sıcak su ile değil ılık su ile banyo yapılması, burunun karıştırılmaması, sıcak havalarda çok fazla güneş altında kalınmaması, ek hastalıkların kontrol altında tutulması, burun nemlendirici spreyler kullanılması alınabilecek önlemler arasında bulunmaktadır.”

  • Ölümcül Virüsler Araştırılacak

    İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen Cleanroom İstanbul Temizoda Teknolojileri Fuarı’na katılan Makine ve Uçak Mühendisi Naci Sivri, Cleanroom (temizoda) ile ilgili çalışmalar hakkında düzenlenen panelde konuştu. Sivri, ’’Türkiye’de Hıfzıssıhha tarafından 2 adet BSL-4 olarak tabir edilen yüksek güvenlikli laboratuvar yapımı için Bilkent komplesinde çalışmalar başlatıldı. Bu laboratuvarlar sars ve ebola gibi ölümcül virüsler üzerinde araştırma yapabilecek” dedi.

    Fuar kapsamında düzenlenen bir panele katılan Makine ve Uçak Mühendisi Naci Sivri, Cleanroom teknolojileri ve çalışma prensipleri hakkında bilgi verdi. Farklı kategorilerde yapılan temiz odaların en steril alanlar olduğunu ve farklı amaçlara hizmet ettiğini söyledi. Bu sistemlerin en üst seviyesi olan BSL-4’ün ölümcül virüslerin üretildiği, saklandığı ve çalışıldığı alanlar olduğunu belirten Naci Sivri, dünyada 30 adet olan bu laboratuvarlardan ikisinin Türkiye’de inşasına başlandığını da belirtti. Naci Sivri, ’’Türkiye’de Hıfzıssıhha tarafından 2 adet BSL-4 yüksek güvenlikli laboratuvar yapımı için Bilkent kompleksinde çalışmalar başlatıldı. En kısa sürede tamamlanmasını ümit ediyoruz’’ dedi.

    Yüksek güvenlikli laboratuvarın ne olduğunu tanımlayan Mühendis Sivri, ’’Bazı alanlarda herhangi bir şekilde laboratuvar dışına sızması durumunda toplum ve çevre için büyük riskler yaratan mikroorganizmalarla çalışmak durumundayız. Bu tip laboratuvarlarda hiçbir şekilde organizmanın dışarı kaçamayacağı tedbirler almak durumundayız. Bunlara yük ek patojen laboratuvarları olarak adlandırıyoruz’’ şeklinde konuştu.

    Mikroorganizmalar üzerinde çalışma yapılan dünyada 30 tane laboratuvar olduğuna değinen Naci Sivri, ’’Bunların yarısı Amerika’da bulunuyor. Bunun dışında askeri amaçlı BSL 4 laboratuvar olduğunu biliyoruz. Burada temel amaç ebola, sars gibi insanlık için büyük risk yaratan mikroorganizmalarla savaşmanın yollarını bulmak, çözüm üretmek ve aşı üretmek diye özetleyebiliriz’’ diye konuştu.

    Türkiye’de sektörün gelişmesiyle laboratuvar taleplerinin arttığını belirten Naci Sivri, ’’Bu konuda ilk bilinçlenme kuş gribi olaylarıyla başladı. Dünya Bankası vesilesiyle yapılan bir takım laboratuvarları üniversitelerde ve Tübitak’ta yapılan laboratuvarlar izledi. Şuanda 3 seviyesinde yaklaşık 10 tane laboratuvarımız var’’ dedi.

    Cleanroom İstanbul Temizoda Teknolojileri Fuarı, sağlık tesisleri, ilaç fabrikaları uzay sanayi ve savunma sanayinin en önemli konusu olan steril alanlarının teknolojileri ve tasarlanması üzerine bir etkinlik olarak ön plana çıkıyor. Bir çok bilimsel, mesleki eğitim ve etkinlik programları ile zenginleştirilen Cleanroom İstanbul, ülkemizin dört bir yanından ve komşu ülkelerden gelen profesyonelleri ağırlıyor.

  • Meme Kanserinden Daha Ölümcül, Yıllık 400 Bin Kişinin Etkilendiği Hastalık

    Kardiyoloji Uzmanı Dr. Nuri Cömert, kalp damar rahatsızlığının yılda 400 bin kişiyi etkilendiğini ve meme kanserinden daha ölümcül olduğunu söyledi. Kalp damar hastalarının devam tedavilerini yoga ile yapan Uzman Fizyoterapist Menekşe Selçuk Cengiz ise erkek hastaların yoga ön yargısını yıktıklarını söyledi.

    Memorial Antalya Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Nuri Cömert ve Uzman Fizyoterapist Menekşe Selçuk Cengiz, 12-18 Nisan Kalp Sağlığı Haftası etkinlikleri kapsamında hastane kompleksinde kalp rahatsızlığı bulunan hastalara yönelik bir dizi etkinlik düzenledi. Dr. Cömert kalp damar hastaları için hayati önem taşıyan uyarılarını hatırlatırken Fizyoterapist Cengiz ise kalp yogası ile hastalara şifa sundu.

    “YILLIK 400 BİN KİŞİ ETKİLENİYOR, MEME KANSERİNDEN DAHA ÖLÜMCÜL”

    Kalp damar hastalıklarının Türkiye’de önemli bir hastalık grubu olduğunu belirten Dr. Cömert, “Özellikle yıllık 400 bin kişiyi etkileyen bir hastalık. Her 3 kadından birisi kalp hatalığından etkileniyor. 8 kadından birini de kalp hastalığı nedeniyle kaybediyoruz. Meme kanseri güncel bir hastalık olmasına rağmen kalp hastalığı biraz daha ölümcül olabiliyor. Bu hastalık grubunda hastalık ortaya çıkmadan yapılan tedavilerde başarı şansı oldukça yüksek. Obezitenin engellenmesi hareketli yaşam bu hastalığı yenebiliyor” dedi.

    1 YILDA DAMARDA ERİYEN STENTLER

    Kalp damar hastalıklarında yaşam şansı ve kalitesinin arttığını da belirten Dr. Cömert tedavide etkili olan teknolojik gelişmelerden de söz etti. Özellikle son dönemde eriyen stentlerin popüler olduğunu vurgulayan Dr. Cömert sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Kalp damarı tıkandığında uyguladığımız tedavilerden birisi olan stent tedavisi çok gelişti. Bu stentler 1 yıl boyunca damar içinde yer alıyor ve sonra damar içerisine gömülerek yok oluyor. Kalp kapak hastalıklarında ameliyat olamayacak hasta gruplarında kasık atar damarından girip yapay kalp kapakçığını yerleştirebiliyoruz. Yine kalp deliklerinde şemsiye yöntemiyle kalp deliklerini kapatabiliyoruz. Kalp damar hastalıklarında yaşam kalitesi ve şansı arttı” ifadelerini kaydetti.

    “ERKEKLERİN ’YOGA’ ÖNYARGISINI YIKTIK”

    Uzman Fizyoterapist Menekşe Selçuk Cengiz de hastanede geniş katılımlı kalp yogası seansı düzenledi. Kalp damar hastalarının katıldığı yoga seansında doğru nefes alma teknikleri sergilendi. Yoga hakkında bilgi veren Fizyoterapist Cengiz, erkeklerin yoga ile ilgili bir ön yargılarının olduğunu ve bunu kırarak önemli bir gelişme yakaladıklarını belirterek şöyle konuştu:

    “Kalp yogası ile amacımız kalp hastalarının tansiyonu kan yağ düzenlerini sağlamak. Fiziksel olarak rahatlama sağlanınca psikolojik olarak hastalıkla birlikte gelen ruhsal takıntılar da gideriliyor. Kalp hastaları ne yapacaklarını bilemiyorlar ve biz onlara yardımcı oluyoruz. Hayatları daha keyifli hale geliyor. Yogaya katılanlar hastalarıma misafir gözüyle bakıyorum. Kalp yogası benim misafirlerimi şifalandırma seansımdır. 3 yıldır düzenli katılımcılarım var. Erkek hastalar genelde yogayı sadece meditasyon olarak düşünüyorlardı. Ancak biz bu ön yargıyı yıkıp yoganın tedavici bir etkisi olduğunu anlattık” dedi.

    “YILLARCA YANLIŞ NEFES ALMIŞIM”

    3 yıldır yoga seanslarına katılan ve kalbinde stent bulunan 70 yaşındaki Emekli Öğretmen Ahmet Aydın, yıllarca yanlış nefes aldığını yoga sayesinde fark ettiğini ifade ederek “2 yıldır kalp yogasına katılıyorum. Yüzde 70 tıkalıydı kalp damarlarım. Stent akıldı. Doktorların sayesinde sağlığıma kavuştum ve yoga ile daha bilinçli nefes alabiliyorum. 60 yaşındayım bu zamana kadar yanlış nefes almışım doğru tekniği buradaki yogada öğrendim. Bünyem canlandı ve sağlıklı oldum” dedi.

  • Kalp Ritim Bozukluğu, Bazı Kanserlerden Daha Ölümcül

    Kalp ritim bozukluğu, bazı kanserlerden daha ölümcül olabiliyor.

    En sık görülen atriyal fibrilasyon (AF) ritim bozukluğu, kalbin kulakçıklarından kaynaklanıyor ve kulakçıkların her noktasında çok hızlı ve düzensiz bir elektrik aktivitesi ortaya çıkıyor. Bu da kalpte düzensiz ve hızlı kalp atımlarına neden oluyor. Normalde kalp bir dakikada 60-100 arasında atım yaparken, AF’de kalp hızı dakikada 120 ila 150’ye kadar çıkabiliyor. Her yaşta görülebilen kalp ritim bozukluğu, yaşla birlikte artıyor.

    Kardiyoloji Uzmanı, Prof. Dr. Fethi Kılıçaslan, tüm dünyada kalp ritim bozukluğunun arttığını belirterek, “80 yaş üstü insanların %10’unda AF vardır. Son yıllarda hastalıkların tanı ve tedavisindeki gelişmelere bağlı olarak insanların yaşam süresi belirgin olarak uzamıştır. Bu durum, özellikle bu hasta grubunda sık gözlenen AF sıklığının da belirgin olarak artmasına neden olmuştur. 1990’lı yıllarda 1980’li yıllara göre tüm dünyada atriyal fibrilasyon sıklığının 2,5 kat arttığı sanılmaktadır” dedi.

    Prof. Dr. Kılıçaslan, hastaların en sık çarpıntı ve nefes darlığı yakınmaları ile hekime başvurduğunu belirterek, “Ayrıca hastalarda yorgunluk, rahatsızlık hissi, göğüs ağrısı, bayılacak gibi olma ve baş dönmesi de görülebilir. Bazı hastalarda AF sırasında hiçbir şikayet olmayabilir. Bu hastalarda tanı tesadüfen ya da AF’ye bağlı risklerin ortaya çıkması sonucunda yapılan testlerle konur” diye konuştu.

    Prof. Dr. Fethi Kılıçaslan, atriyal fibrilasyonda en önemli riskin pıhtılaşma olduğunu ifade ederek, “Kalpte oluşan pıhtı yerinden kopup beyin damarlarını tıkarsa inme meydana gelir. İnme AF’nin en önemli ve ölümcül riskidir. AF’li hastalarda inme riski 5 kat artmaktadır. Kalpten kaynaklanan felçlerin en sık nedeni AF’dir. İleri yaşlarda görülen felçlerin yaklaşık yüzde 25’i AF’ye bağlıdır. AF nedenli oluşan inmeler diğer inme nedenlerine göre daha ağır ve daha ölümcül seyretmektedir. Ayrıca kalp büyümesi ve kalp yetmezliği oluşturabilen bir hastalıktır. AF nedeniyle kalp hızı uzun süre yüksek kalan hastalarda kalpte büyüme ve kalp yetmezliği ortaya çıkmaktadır’’ diye konuştu.

    Prof. Dr. Fethi Kılıçaslan, kalp ritim bozukluklarının özellikle belli hastalıklarda daha sık görüldüğünü vurgulayarak, “Özellikle yüksek tansiyon, koroner arter hastalığı, kalp kapak hastalıkları, kalp yetmezliği gibi kalp hastalıkları yanında şeker hastalığı, tiroid hastalığı ve kronik akciğer hastalıklarında daha sıklıkla görülmektedir. Bazı hastalarda hiçbir neden olmadan da AF görülebilmektedir’’ dedi.

    65 YAŞIN ÜZERİNDE OLANLARA BİR ŞİKÂYETİ OLMASA DA EKG ÇEKİLMELİ.

    İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Kaya Bilge, şikayet olmasa da 65 yaş üzeri herkese EKG çekilmesi gerektiğini belirterek, “Çarpıntı ve kalpte düzensiz atım hissi en sık şikayetler olmakla birlikte nefes darlığı, çabuk yorulma, göğüs ağrısı ve bayılma gibi yakınmalar da neden olabilir. Buna karşılık hiçbir şikayet olmadan da atriyal fibrilasyon görülebilir. Tanı EKG, uzun süreli ritim kaydedicileri ile konulur. 65 yaşın üzerindeki bireylerde hiçbir şikayet olmasa bile rutin kontrolün bir parçası olarak EKG çekilmesi önerilmektedir’’ dedi.

    ATRİYAL FİBRİLASYON: KALP RİTİM BOZUKLUKLARININ KANSERİ

    Prof. Dr. Fethi Kılıçaslan, atriyal fibrilasyonun bazı bilim adamları tarafından ritim hastalıklarının kanseri olarak değerlendirildiğini belirterek, “Bunu söylerken AF’nin bir kanser olduğunu söylemek istemiyorum. AF bir ritim bozukluğudur ancak çok inatçı olması, önemli risklerinin bulunması ve tedavisinin zor ve uzun süreli olması nedeniyle klinikte gördüğümüz en zor ritim hastalığıdır. Ayrıca AF bazen kanser gibi sinsi ve sessiz seyredebilmektedir. Bu özellikleriyle AF hastalarda erken teşhis edilen bazı kanser türlerinden daha fazla sorun oluşturabilen ve daha ölümcül olabilen bir hastalıktır’’ diye konuştu.

    AF KAMPÜS TOPLANTILARI İLE TÜRKİYE’NİN DÖRT BİR YANINDAKİ DOKTORLARA EĞİTİM

    Prof. Dr. Ahmet Kaya Bilge, hastaların çoğu zaman doğru adresi bulmakta zorluk çektiğine değinerek, “Hekimlerimizin atriyal fibrilasyonu yeteri kadar tanıdığını söyleyebilmekle birlikte, yeteri kadar ve uygun tedavi edebildiklerini söylemek zor. Hastalar çoğu zaman doğru adresi bulmakta zorluk çekiyor. Özellikle bazı tedavilerin endikasyonlarını net olarak işaret etmek, bazı tedavilerin de kullanılması ile ilgili çekinceleri ortadan kaldırmak ve tedaviyi optimize etmek açısından bu tip toplantıların önemli olduğunu düşünüyoruz. AF Kampüs programı, Türk Kardiyoloji Derneği Aritmi Çalışma Grubu tarafından organize edilen, atriyal fibrilasyon ile ilgili güncel bilgilerin tartışıldığı önemli bir eğitim toplantısıdır” dedi.

  • Ölümcül Morbid Obeziteye Tüp Mide Ameliyatıyla Çözüm

    Op. Dr. Tuğrul Demirel, tüp mide ameliyatı hakkında bilgi verdi.

    “Tıbbi literatürde “sleeve gastrectomy” olarak ifade edilen tüp mide ameliyatı, özellikle Amerika’da yaygın olarak uygulanmaktadır. Ülkemizde de bu operasyon başarılı şekilde gerçekleştirilmektedir” diyen Op. Dr. Tuğrul Demirel, “Tüp mide ameliyatı, karın ön duvarına büyük kesi uygulanmadan, laparoskopik yani kapalı olarak yapılmaktadır. Midenin yüzde 80’lik bir kısmı alınmaktadır. Yalnızca deneyimli, başarılı ve bu ameliyatı daha önce başarılı şekilde gerçekleştirmiş uzmanlar tarafından uygulanmalıdır” diye konuştu.

    MORBİD OBEZİTENİN ÇÖZÜMÜ

    Morbid obezitenin, vücut kitle indeksinin yüzde 40’ın üzerinde olma durumu olduğunu belirten Op. Dr. Demirel, şunları söyledi: “Morbid obezite, ölümcül bir hastalık olmanın yanında, çeşitli durumlarda beslenme düzeni ve egzersiz ile hatta çeşitli cerrahi girişimlerle tedavi edilemeyebilir. Bu durumda da tüp mide ameliyatı devreye girmektedir. Tüp mide ameliyatında, açlık ve iştah hormonları da alındığından hasta ameliyattan sonra beslenme düzenine ve egzersizlerine rahat bir şekilde devam edebilir. Ancak ameliyattan sonra her besin grubu tüketilebilmektedir. Yalnızca daha az porsiyonla tüketilmektedir. Operasyon ortalama olarak bir saatte tamamlanmaktadır. Midenin tıpta “pilor” olarak bilinen çıkış kapakçığı korunduğu ve sindirim sistemindeki devamlılığın aynen sağlandığı bir teknik olması ameliyat sonrası bazı istenmeyen yan etkilerin daha az olmasını sağlar.”

    TÜP MİDE AMELİYATINDAN SONRA YENİDEN KİLO ALMA RİSKİ VAR MIDIR?

    “Hastanın ameliyattan sonra beslenme ve egzersiz kurallarına dikkat etmemesi durumunda kilo alımı ya da yeterli kilo verimi söz konusu olmayabilir. Bu gibi durumlarda ameliyat oldukça kolay bir şekilde ‘mide by-passı’ya da ‘duodenal switch’ ameliyatlarına çevrilebilir” diyen Demirel, “Tüp mide operasyonundan sonra hastalar 5 yıllık süre içerisinde kilolarının yüzde 70’ini kaybetmiş olur. Bu durumda yeniden kilo alma riski ya da yeterli kilo verememe riski ise yüzde 20’dir. Ancak yeniden morbid obezite riski oldukça düşüktür” diye konuştu.

    TÜP MİDE AMELİYATINDAN SONRA AĞRI OLUR MU, İZ KALIR MI?

    “Tüp mide ameliyatı laparoskopik yani kapalı yöntemlerle yapılmaktadır” diyen Demirel, “Bu sayede de operasyon yalnızca salt milimetrik deliklerden girilerek yapılabilmektedir. Bu sebeple de hasta operasyondan sonra ağrı duymaz. Duysa dahi bu oldukça minimal düzeylerde olur. İyileşme süreci oldukça kısadır. Hastalar bir hafta içerisinde günlük yaşantısına dönebilir” dedi.