Etiket: Olmalı”

  • Abdullah Reha Nazlı: İşlerimizde prensibimiz kusursuz olmak değil, hatasız olmak olmalı

    Mühendis, girişimci ve yazar Abdullah Reha Nazlı, Gaziantep Üniversitesi’nde mühendislik fakültesi öğrencilerine konferans verdi. Mühendisliğin hayata yansımaları, stratejik düşünme ile mühendisliğin ortak noktaları üzerine gerçekleşen konferansa çeşitli bölümlerden öğrenciler katıldı.

    Gıda Mühendisi gibi Düşünmek kitabının da yazarı olan Nazlı, bugünkü gıda güvenliği standartlarının ilk olarak NASA tarafından başlatılan bir uygulamadan esinlenilerek ortaya çıktığını anlattı. Uzaya gönderilen astronotların yiyeceklerinin sıfır hatalı ve hiçbir mikroorganizma içermeyecek şekilde üretilmesinden yola çıkan düşüncenin bugün marketlerdeki tüm ürünler için geçerli olduğu bildirildi. Gıda güvenliğinin bir ürünün size zarar vermeyeceğini garanti etmesi anlamına geldiğini anlatan Nazlı, baştan doğru yapma anlayışının her işimizde prensibimiz olması gerektiğini kaydetti.

    Nazlı sözlerine şöyle devam etti: “Yanlış yapma hakkı ne kadar fazlaysa o kadar hatalı oluyoruz. Daktiloda yazmayı öğrenenler klavyede öğrenenlere göre çok daha istikrarlı oldular çünkü tek hatalarında kağıt çöpe gidiyordu. Silgimize güvenip kalemimizi dilediğimiz gibi kullanmamalıyız. Batıda baştan doğru yapmak anlayışı ile mühendislik gelişmişken bizde önce yapıp sonra düzeltme mantığı ile işçilik gelişmiştir. Mümkün olan en az enerjide en fazla işi yapmak esastır. Kusursuz olmak zorunda değiliz ancak hatasız olabiliriz. Deneme-yanılma ile doğruya ulaşma yöntemlerini bırakıp düşünceye daha çok zaman ayırmalı ve nokta atışı işler yapmalıyız.” (EFE)

  • Burkay: “Şirketlerimizin öncelikli hedefi Ar-Ge olmalı”

    Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay, Bursa ekonomisinin büyümesini klasik üretim modelleriyle sürdüremeyeceğini belirterek, “Şirketlerimizin öncelikli hedefi, Ar-Ge, inovasyon ve markalaşma olmalı” dedi.

    BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay MÜSİAD Bursa Şubesi tarafından tertiplenen “Müstakil Düşünceler Konferansı”na konuk oldu. Burkay, Bursa sanayiinin kilo başı ihracatını 8 dolara çıkarmayı hedeflediklerini dile getirdi. Bursa sanayiinin büyümesinde Ar-Ge, inovasyon, tasarım ve markalaşmanın önemli rol oynadığını belirten İbrahim Burkay, kamulaştırma çalışmalarında sona gelinen TEKNOSAB Projesi’nin bu yöndeki çalışmaların ürünü olarak Bursa’nın ileri teknoloji üretimine güç katacağını vurguladı. Burkay, “Bugün Bursa, Türkiye’nin hayallerini gerçekleştiren bir şehir. Standartlara uyan değil, standartları belirleyen bir Bursa için çalışıyoruz. Bu yıl içerisinde yeni sanayi devriminin sembolü olarak temelini atacağımız TEKNOSAB da sadece Bursa’mızın ve bölgemizin değil, ülkemizin de vizyon projesi olacak” diye konuştu.

    İbrahim Burkay, Türkiye’de yine bir ilki gerçekleştirerek istihdam seferberliği noktasında üyelerine destek veren ilk oda olmaya hazırlandıklarını vurguladı. KGF ve farklı bankalarla imzalanacak protokolle tavanı 1.5 milyon TL olan kredi paketiyle ek istihdam sağlayan her üyenin yanında yer alacaklarını kaydeden Burkay, “Böylelikle BTSO olarak 1 milyar TL’lik bir fonu Bursa iş dünyasının kullanımına sunuyoruz” şeklinde konuştu.

    Bursa iş dünyası olarak Türkiye’nin 2023 ve 2071 hedeflerinden asla vazgeçmeyeceklerini ifade eden Burkay, “Güçlü ekonomi güçlü Türkiye ideali ile hep birlikte omuz omuza çalışmaya, ülkemizin yarınlarını el birliği ile inşa etmeye devam edeceğiz. Zaferin cephanesi üretimdir anlayışıyla Türk iş dünyası olarak inadına üretmeye ve ülkemizi büyütmeye devam edeceğiz” diye konuştu. Başkan Burkay, Bursa ekonomisine ve kalkınma hedeflerine güç katan MÜSİAD üyelerini de gayretlerinden dolayı kutladı.

  • Yrd. Doç. Dr. Meşeli: “Diş fırçası ihtiyaca özel olmalı”

    Diş fırçalamanın dişeti sağlığının kazanılmasında tek başına yeterli olmadığını belirten İstanbul Aydın Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Süleyman Emre Meşeli, hem doğru teknik hem de kişinin ihtiyaçlarına uygun kişiye özel fırça, hem de fırçalama tekniğinin doğru yapılmasının önemli olduğunu söyledi.

    Emre Meşeli, dişeti hastalıklarının, dişler ve çevresinde biriken bakteri plağının dişeti ve diş destek dokularına zarar vermesiyle meydana geldiğini belirterek, “Bakteri plağı dişler üzerinden uzaklaştırılmadıklarında tükürükten gelen minerallerin yardımıyla dişler üzerine çöker ve diştaşlarını oluştururlar. Ağız ve diş bakımında doğru fırça ve doğru fırçalama tekniği dişeti sağlığının kazanılmasında önemlidir. Diştaşı oluşumunun önüne geçmek için hastaların düzenli olarak diş fırçalaması ve arayüz temizliği yapmalarının gerekir” dedi.

    Mekanik olarak bakteri plağının uzaklaştırılmasının dişeti sağlığının kazanılmasında en önemli basamak olduğuna vurgu yapan Yrd. Doç. Dr. Meşeli, “Günde en az 2 kez diş fırçalamak bu mekanik temizliğin ilk basamağıdır” dedi.

    Yuvarlatılmış yumuşak fırçalar tercih edilmeli

    Piyasada çok çeşitli ağız bakım ürününün tüketicilerin kullanımına sunulduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Meşeli, “Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, kişinin ihtiyaçlarına yönelik ağız bakım ürünlerini doğru tespit ederek, bu ürünleri doğru tekniklerle kullanmasıdır. Diş fırçası seçiminde fırça kıllarının uçlarının daha çok yuvarlatıldığı yumuşak fırçalar tercih edilmelidir. Diş fırçalarken midesi bulanan kişiler baş kısmı küçük fırçaları tercih etmelidirler” şeklinde konuştu.

    Yrd. Doç. Dr. Süleyman Emre Meşeli, etkin diş fırçalama için birkaç farklı fırçalama tekniği olduğuna dikkat çekerken, bu tekniklerden hangisinin daha uygun olduğunun kişiye özel olarak diş hekimi tarafından belirlenmesi ve hastaya uygulamalı olarak gösterilmesi gerektiğini ifade etti.

    “Diş fırçalama, dişeti sağlığının kazanılmasında tek başına yeterli değildir” diyen Yrd. Doç. Dr. Meşeli, dişlerin aralarının diş ipi veya arayüz fırçaları yardımıyla günde en az 1 kez temizlenmesi gerektiğinin altını çiziyor ve “Yine uygun arayüz temizleyici materyalin seçimi konusunda kişiler, diş hekiminden yardım almalıdırlar. Dişeti hastalıklarıyla mücadelede düzenli hekim kontrolüne giderek yılda en az 2 kez profesyonel diş yüzeyi temizliği yaptırılması esastır” şeklinde konuştu.

    Yrd. Doç. Dr. Süleyman Emre Meşeli, başlangıç aşamasında teşhis edilen dişeti hastalıklarının tedavisinin daha basit olduğunu kaydederken, ilerleyen dönemlerde diş kaybıyla sonuçlanabilecek bu hastalıkların tedavilerinin daha uzun süreli ve maliyetli tedaviler haline geldiğinin unutulmaması gerektiğine vurgu yaptı.

  • Av. Uyar: “Borçlunun borçlanmadan önce yaptığı tasarrufları da iptal davasına konu olmalı”

    İcra ve İflas Hukuku konusunda Av. Talih Uyar, tasarrufun iptali davalarında Yargıtay’ın ‘borçlandıktan sonraki işlemler ancak iptal davasına konu olur’ kararının hatalı olduğunu belirterek, kötü niyetli borçluların, tasarruflarını borçlanmadan kısa süre önce başkalarına devrederek kurtardıklarını söyledi. Uyar, “Kötü niyetli borçlulara prim vermeyelim, borçlanmadan kısa bir süre önce yaptığı işlemler hakkında da iptal davası açılabilsin” dedi.

    Mersin Barosu, ‘İcra ve İflas Hukuku’ semineri düzenledi. Gökdelen Baro Hizmet Birimi’nde Av. Talih Uyar’ın verdiği seminere, Mersin Barosu Başkanı Ali Er ile çok sayıda avukat ve stajyer avukat katıldı. Baro Başkanı Er, seminerin açılışında yaptığı kısa konuşmada, ‘İcra ve İflas Hukukunda Son İçtihatlar ve Güncel Konular’ başlıklı seminerin Mersin Barosu’nun Eğitim Hizmetleri Merkezi tarafından düzenlendiğini belirtti. İcra ve İflas Hukuku’nun, avukatların meslek hayatlarının neredeyse tamamını kapsadığını dile getiren Er, oldukça önemli olan bu konudaki son içtihatları, konunun ‘duayeni’ olarak nitelediği Av. Talih Uyar’dan dinleyeceklerini söyledi.

    “İcra ve İflas Kanunu değişikliğine yönelik komisyon çalışmaları, bu tempoyla 4-5 yıl daha sürecek”

    Daha sonra kürsüye, bugüne kadar 68 kitabı ve 400’ü aşkın makalesi yayınlanan, Adalet Bakanlığı İcra ve İflas Kanunu Bilim Komisyonunda Türkiye Barolar Birliği adına yer alan Av. Uyar çıktı. Seminerde, Yargıtay’ın İcra ve İflas Hukuku’na ilişkin son kararlarını, farklı dairelerce verilen çelişen kararlara da işaret ederek anlatan Uyar, bu son kararların çok önemli olduğunun altını çizdi.

    İcra ve İflas Kanunu değişikliğine yönelik komisyon çalışmalarının devam ettiğini ifade eden Uyar, komisyonda çalışmaların çok yavaş ilerlediğini söyledi. Çalışmaların iki yıldır devam ettiğini anımsatan Uyar, bu yıl bitirebileceklerini zannettiğini, ancak bu tempoyla 4-5 yıl daha süreceğini tahmin ettiğini vurgulayarak, “Bunu da Bakanlık doğal karşılıyor, çünkü acele etmeye gelmiyor, sonra kanunda sorunlar yaşıyoruz. Gerekçesi, adamakıllı, güzel hazırlanması. O yüzden 3-4 sene daha mevcut kanunumuzla yetineceğiz, 5 seneyi de bulacak maalesef, çünkü çalışmalar aksayarak devam ediyor” dedi.

    “Kanımızca Yargıtay, borcun doğum tarihini hatalı olarak kabul ediyor”

    İlk olarak, ‘tasarrufun iptal davaları’nda Yargıtay’ın yaptığı son değişikliği anlatan Av. Uyar, tasarrufun iptal davalarının günümüzün en güncel davası olduğunun altını çizdi. Bu davanın temel özelliğinin, doktrinde tartışmalı olmakla beraber borcun doğum tarihi olduğuna dikkat çeken Uyar, “Borcun doğum tarihine Yargıtayımız bizce maalesef önem veriyor ve borçlu borçlandıktan sonra bir takım mallarını başkalarına kaçırırsa alacaklılar tarafından kaçırılan mallar hakkında iptal davası açılabileceğini, borçlanmadan önce yaptığı tasarrufların ise iptal davasına konu olmayacağını kanımızca hatalı olarak kabul ediyor” diye konuştu.

    “Borçlunun borçlanmadan önce yaptığı tasarrufları da iptal davasına konu olmalı”

    İcra ve İflas Kanunu Bilim Komisyonunda borcun doğum tarihi üzerinde özellikle durduğunu belirten Uyar, “Gidebilirsek değişikliğe gideceğiz. Gidemezsek bu içtihatlar aynen devam edecek. Borcun önem tarihi çok önem taşıdığı için İsviçre’de böyle bir konu yok. Orada borç doğmadan önce borçlunun yaptığı tasarruflar da iptal davasına konu oluyor. Bu bize has. Bu yüzden doktrin ikiye bölünmüş durumda. Biz borçlunun borçlanmadan önce yaptığı tasarrufların da iptal davasına konu olmasını savunuyoruz. Diğer grup ise çoğunluk genelde Yargıtay’ın görüşünü benimseyerek, ‘borçlandıktan sonraki işlemler ancak iptal davasına konu olur’ diyor” ifadelerini kullandı.

    “Kötü niyetli borçlulara prim vermeyelim”

    Günümüzde artık borçluların çok bilinçli hale geldiklerine dikkat çeken Uyar, konuyu yaşadığı bir örnekle açıklayarak, şunları söyledi: “Bir televizyon kanalında katıldığım programın sonunda bir vatandaşımız soru yöneltti. Sorusunda, ‘ben esnafım, bir bankayla anlaştım ve kredi talebinde bulundum. Bana kredi vereceklerini söylediler. Ben eğer ekonomik kriz nedeniyle bu kredi borcumu ödeyemezsem ne yapar banka diye düşündüm ve oturduğum evi satabilir, sahip olduğum arsa, bir araba var, bir yazlık var, bunları satabilir. Bu yüzden önlem almak için bunların hepsini eşimin üstüne yaptım. Ben bu krediyi gerçekten ödeyemezsem banka benim yaptığım bu işlemleri bozamaz değil mi’ dedi. Biliyor bozulmayacağını. Bunu komisyondaki arkadaşlara da yazılı olarak bildirdim, ‘bu maddede değişiklik yapalım. Siz farkında değilsiniz ama bakın iş bu hale geldi artık’ dedim. Millet tasarrufunun, yaptığı işlemin bozulmaması için minareyi çalıyor, kılıfını da önceden hazırlıyor. Bu bakımdan kötü niyetli borçlulara biz prim vermeyelim, borçlanmadan kısa bir süre önce yaptığı işlemler hakkında iptal davası açılabilsin. Bu tartışma devam ediyor.”

  • Prof. Dr. Ferman: “Topyekun saldırı varsa topyekun mücadele de olmalı”

    Cumhurbaşkanı’nın ‘Yatırımcının önünü açın’ talimatına rağmen, ‘Bugünlerde kredi musluklarını kapayanlar, basit meselelerde geri kredi çağıranlar ihanet etmiş sayılır’ değerlendirmesine karşın kamu kuruluşu Vakıfbank’ın aksi tutumunu Işık Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Ferman da eleştirdi.

    TGRT Haber’de Gülden Demirtaş’ın sunduğu “Konuşacak Çok Şey Var” programına konuk olan Ferman, yatırımcıya destek olmayan Vakıfbank’ı ‘milli duruş sergilememek’ ile suçladı. Türkiye’nin topyekûn bir saldırı altında olduğuna dikkatleri çeken Prof. Ferman, topyekûn de bir mücadele verilmesi gerektiğinin altını çizerek kamu bankalarını yatırımcıya kolaylık sağlamaya çağırdı.

    “FITCH, S&P, MOODY’S AYMAZLIK YAPIYOR”

    Türkiye’nin birçok badire karşısında gösterdiği dayanıklılığının ‘ekonomik fazilet’ olarak kabul edilmesi gerektiğine vurgu yapan Ferman, “Fitch, S&P ve Moody’s gibi üç büyük kredi derecelendirme kuruluşu, kendi değerlendirmelerinin zaten siyasal olduğunu saklamıyor; bunu söylüyor. Raporların içinde siyasi vurgular olması da sadece Türkiye’ye has bir şey de değil. Ancak Türkiye özelindeki durum şöyle; 18 yıl ‘yatırım yapılabilir’ notu için uğraştık. Bu eşit olmayan bir rekabet ve geç verilmiş bir hükümdü aslında… Çok önce hak ettiğimiz derece, çok geç verildi ve çok kolay da alındı. Türkiye ile mukayese edilemeyecek ülkeler için ‘yatırım yapılabilir’ notu geçmişte çok cömert dağıtıldı. Mesela Yunanistan… Yunanistan için artık, ‘muflis’ dememek için nezaket sahibi değil; aymaz olmak lazım. Fransa’nın haline bakın, diğerlerinin durumuna bakın. Almanya’ya bakın, Avrupa Birliği’ne bakın, Amerika’daki duruma bakın… Türkiye bunların yanında; çok iyi durumda… Subjektif kararlar ile Türkiye cezalandırılıyor. ” ifadelerini kullandı.

    “BANKALAR BİRLİĞİ BAŞKANI OLMAK İLE BU İŞLER OLMAZ”

    Bankalar için kötü müşteriyi, ‘kredi kartı borcunu tam zamanında ve tam olarak ödeyendir’ diye örnekleyen Ferman, “Hiçbir zaman faiz, gecikme, temerrüt kullanmayan bu müşteriler, bankacılık için sicili bozuk kötülerdir. Kredi kartından nakit çekenler, birinin minimumunu alıp öbürünün bilmem nesi ile ödeyenler ise ‘en iyi müşteri’ sayılır. Buradan bakınca; bankacılıktaki iş modelinin değiştirilmesi gerektiği çarpıcı şekilde görülüyor. Öte yandan kamu bankaları da reformist olmalı; öncü rolü oynayıp, paradigma değiştirmeli… Uzun bir direnç sonunda kredi artışını yüzde 20’nin üzerine çıkardılar galiba… Fakat özel sektör çok daha dinamik, kısa sürede yüzde 15’i yakaladı. Oysa; burada kamu bankalarının daha cevval olması gerekiyordu. Kamu bankaları daha atak olmalıydı. Özel sektörün değil; kamu bankalarının öncü olması lazım gelirdi. Kamu bankaları da kâr etsin elbette; ama onların atalete düşmemesi gerekirdi. Yatırımcının önünü açacak kredileri vermekte uyuşuk, gevşek, tembel davranmaması gerekirdi. Daha çevik, önde ve yol açan olması gerekirdi. Nitekim, uluslararası derecelendirme kuruluşlarının değerlendirmelerinden sonra ‘sermaye yeterliliği’ bakımından en çok sıkıntıyı yine malûm iki kamu kuruluşları çekecek. Medyada bu problemi sadece Türkiye Gazetesi haberleştiriyor nedense… Gayet de güzel dikkat çekiyor. Yani; kendi içimizde de tutarlı olmamız lazım. Bunlara da eğilmek gerekiyor. Öyle sadece söz ile, Bankalar Birliği Başkanlığı yaparak bu işler olmaz. Türkiye hakikaten topyekûn bir saldırı altındayken; topyekûn de bir mücadele içinde olmalıyız” diye hatırlatmada bulundu.

    “BANKALARIN ÖNÜMÜZÜ AÇMASI LAZIM”

    ‘Mevcut bankacılık sisteminde kredi değerlendirme mekanizması avukat kafasıyla, riskleri minimize etme yaklaşımıyla artık tıkanmıştır’ diye sözlerini sürdüren Işık Üniversitesi Öğretim Üyesi Murat Ferman, “Özellikle böyle dönemlerde, üretken değerlendirme sistemlerine geçilmesi lazım. Şu anda davranışsal ekonomi, yani nöroekonomi ön plana çıkıyor. Dünyanın en değerli unsurlarından biri sevgidir. Misal; eşinizi kaç ton seviyorsunuz, evladınızı kaç metre kucaklıyorsunuz? Bunu en iyi çocuklar tarif edebilir. Kollarını iki yana açar ve ‘Dünyalar kadar seviyorum’ der. İşte bu… Sevgi objektif midir? Netice itibariyle her şey objektif ölçülemez. Ekonomi de böyle… Kamu bankaları bazen de olaylara, durumlara sübjektif yaklaşabilmeli… Buyurunuz; uluslararası siyasi kararlar sonucu, ekonomide rasyonel olmayan davranışlar var. Bu yüzden güven, güven, güven… Bir poşet teminat ile, ufak bir sıkıntı ile ‘geri çağırma’ ile ekonomi döndürülemez. Daha kreatif bankacılığa, finans tekniklerine, iş modellerini değiştirmeye yoğunlaşmak gerekiyor. Bankacılık risk müessesidir. Bankaların önümüzü açması lazım” diye konuştu.

    “KREDİ VERMEZSEK EKONOMİ DÖNMEZ”

    FED eski Araştırmalar Direktörü Erkin Şahinöz de ‘Kredi vermezsek, ekonomimizin çarklarının dönme şansı yok’ dedi ve devam etti: “KOBİ olarak da tarif edilen küçük ve orta gelir hacmi olan işletmeler, Türkiye ekonomisinin yüzde 70’ini oluşturuyor. Türkiye’deki istihdamı bu küçük, orta ölçekli işletmeler karşılıyor. Türkiye’de bugün katma değer oluşturabiliyorsak; bunun yarısı yine bu firmalar sayesinde… Buna karşın; hâlâ KOBİ’lerin para bulma, finansmana erişim konusunda problemleri var. Bizim yaşadığımız küresel ölçekli problemleri eve, hane halkına yansıtmamamız gerekiyor. Dolayısıyla çok ciddi derecede KOBİ’lere yönelik, önlem planı çıkarılması, ‘kredi garanti fonu’nun şartsız, güçlük çıkarmadan uygulanması gerekiyor.”