Etiket: Olabilirsiniz!

  • Dikkat zatürre olabilirsiniz

    Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Finn Rasmussen, bugüne kadar bilindiğinin aksine, akciğerlerin kendi bakteri ve virüs tabakasından oluşan mikroorganizmaları olduğunu, akciğerleri ve bağırsakları yüzeysel olarak kapsayarak orada sürekli koloniler halinde yaşadıklarını, normal floraların, bakteri, virüs ya da mantarların agresif şekilde yer değiştirmesi ve bağışıklık sisteminin akciğerlerdeki bu mikropları temizleyememesi durumunda ise zatürrenin gelişebileceğini ifade etti.

    Zatürre olan bir hastada normal floraların, bakteri, virüs ya da mantar ile agresif şekilde yer değiştirdiğini, eş zamanlı olarak, bağışıklık sisteminin mikropları temizleyememesi durumunda zatürrenin gelişebileceğini söyleyen Finn Rasmussen, zatürrenin yetişkinlerdeki en yaygın nedeninin bakteriler, 2 yaşından küçük çocuklarda ise genellikle grip ve solunum sinsisyal virüsleri (RSV) olduğunu, tüberküloz ve Mycoplasma zatürresi dışında, bakteriyel ve viral zatürrenin çoğu türünün bulaşıcılığının az olduğunu belirtti. Vücut, bağışıklık sistemi ve mikroplar arasındaki reaksiyonun, akciğerlerdeki havayollarında iltihaba neden olduğunu da söyleyen Rassmusen, bu reaksiyonların vücuttaki semptomların az ya da çok yaşamasına neden olduğunu kaydetti.

    Öksürük, ateş, titreme ve nefes darlığının zatürrenin en yaygın semptomları olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Rasmussen, akıl karışıklığı, özellikle yaşlı kişilerde aşırı terleme ve nemli cilt, baş ağrısı, iştah kaybı, enerji düşüklüğü ve bitkinlik, keyifsizlik (iyi hissetmeme), keskin göğüs ağrısı ya da batma, derin nefes alırken ya da öksürürken hissedilen ağrı şiddetinde artışın ise hastalarda görülen diğer semptomlar olduğunu söyledi. Rasmussen, ayrıca yaşlılığa bağlı olarak bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla hastalıkla ilgili semptomların daha zor anlaşılabilir hale geldiğini vurgulayarak hastalara uyarıda bulundu.

    “Zatürre; bebekler, küçük çocuklar ve yaşlılar için daha tehlikeli”

    Zatürrenin risk oluşturduğu yaş gruplarına da değinen Rasmussen, “Hafif bir nezle ya da boğaz enfeksiyonu 5 yaş üstü çocuklarda ve yetişkinlerde tedavi gerektirmeyebilirken, bebeklerde, küçük çocuklarda ya da yaşlılarda hayati tehlike taşıyabilir. Bu nedenle zatürre 5 yaş altı çocuklar için önde gelen öldürücü bir enfeksiyondur” dedi.

    Rasmussen aynı zamanda, “Diyabet, siroz, astım, KOAH, kalp, böbrek hastalıkları gibi kronik hastalığı olan yetişkinler ile kemoterapi, radyoterapi gibi bağışıklık sistemini baskılayan tedaviler alan kişilerde ağır semptomlar gelişme riski yüksek” diye konuştu.

    Rasmussen, ayrıca sadece sigara içen ya da fazla miktarda alkol tüketen kişilerin bile ağır zatürre için yüksek risk grubuna girdiğini söyledi.

    “Hassas çocuklar ve yetişkinlerin aşı yaptırması önemli”

    Rasmussen, zatürreye neden olabilecek yaygın birçok organizmaya karşı aşıların bulunduğunu, temel olarak aşıların bağışıklık sistemini enfeksiyona karşı hazırladığını, aşı yaptırdıktan sonra bağışıklığın gelişip hastalığa cevap verdiğini ifade ederek, çocuklar ve yetişkinlere mutlaka aşılarının yapılmasını önerdi. Aşıyı yaptıran kişilerin bakteri ya da virüse maruz kaldığı durumlarda vücutlarının hastalık için hazır olmasına rağmen, hastalığın yine de geçirebileceğinin akılda bulundurulması gerektiğinin de altını çizen Rasmussen, hiçbir aşının yüzde 100 koruma ihtimalinin olmadığını da belirtti.

    Zatürreden korunmaya yardımcı olmak için alınması gereken basit önlemler

    Hastalıktan korunmada özellikle el yıkamanın önemine dikkat çeken Rasmussen, yemek hazırlamadan ve yemekten önce, tuvaletten, çocuk bezi değişiminden, hasta kişilerle temastan ve burun temizliğinden sonra ellerin yıkanmasının ihmal edilmemesi gerektiğini belirtti. Tütünün akciğerlerin enfeksiyonla savaşabilme yetisine zarar verdiğini de kaydeden Rasmussen, kullanıcılara, tütün ürünlerinden uzak durmalarını önerdi.

    “Evde tedavi edilebilen zatürrede bol sıvı tüketmeyi ihmal etmeyin”

    Zatürre semptomlarını taşıyan kişilerin mutlaka doktora başvurmalarını tavsiye eden Rasmussen konuşmasına şöyle devam etti, “Eğer zatürre şüphesi varsa, doktorunuz sizden akciğer grafisi ve balgam kültürü isteyecek, sonrasında hastaneye yatışın gerekli olup olmadığına karar verecektir. Zatürre bakterisinin tespit edilmesi durumunda, antibiyotik tedavisine başlanması önemlidir. Viral zatürre türünde ise antibiyotiğin virüsleri öldürmemesi nedeniyle antibiyotik önerilmemektedir. Evde tedavinin mümkün olduğu durumlarda su, meyve suyu, açık çay ve en az 1.5 – 2.5 litre su (6-10 bardak) gibi sıvı tüketimi önem arz etmektedir. Kesinlikle alkol tüketilmemelidir. Evde bol bol dinlenilmesine, geceleri uyku sıkıntısı yaşanıyorsa, gün içinde uyunmasına dikkat edilmelidir. Zatürre hastalarının yüzde 20’sinin tedavisinin, hastanede müşahede altında gerçekleşmesi gerekmektedir. Hastanedeki tedavilerde sıvı alımı ve antibiyotikler damar yolu ile gerçekleştirilmekte, bunlara ek olarak oksijen tedavisi ve solunum fizyoterapisi uygulanmaktadır”.

    Zatürre çeşitleri

    Enfeksiyonun bulaşma şekline bağlı olarak zatürrenin, doktorlar tarafından toplum kökenli (hastane dışında gelişenler) ya da hastane kökenli olarak ikiye ayrıldığını ifade eden Rasmussen, daha yaygın olarak gözlemlenen hastane kökenli zatürrelerin, hastanın başka bir şikayetle hastanede bulunduğu sırada bulaştığı, hasta kişiler üzerinde meydana gelmesi ve hastane bakterilerinin hali hazırda tedaviye daha dirençli olması nedeniyle de daha ciddi olduğu, hastanın solunum desteği için ventilasyona bağlı olduğu durumlarda hastane kökenli zatürre bulaşma riskinin arttığını anlattı.

    “Zatürreden korunmak, zatürreyi önlemek ve tedavi olmak önemli”

    Rasmussen son olarak şunları söyledi, “Günümüzde zatürreye dikkat çekmek için dünya zatürre günü kutlanmakta, zatürreden korunmak, zatürreyi önlemek ve tedavi olmak üzerinde durulmaktadır. Korunmak için yeni doğan bebeklerin ilk 6 ay anne sütü ile beslenmesi, yeterli gıda alımı ve A vitamini desteği önem taşımaktadır. Zatürreyi önlemek için ise çocuklara, 65 yaş üstü yetişkinlere ve kronik hastalığı olan kişilere aşı yapılmalı, el yıkama, temiz hava alımı ve bol su tüketimi unutulmamalıdır. Tedavi için ise doktorun gerekli görmesi durumunda antibiyotik tedavisi uygulanmalıdır.”

  • Okul çantası nedeniyle sağlığınızdan olabilirsiniz

    Acıbadem Eskişehir Hastanesi Ortopedi Uzmanı Opr. Dr. Recep Kurnaz, öğrencileri fiziksel olarak etkileyen en önemli unsur olan sırt çantasının, yanlış kullanıma bağlı olarak büyük sağlık problemlerine neden olabileceğini söyledi.

    Yeni eğitim öğretim döneminin yaklaşması ile birlikte veliler, çocukları için okul alışverişini hızlandırdı. Öğrencilerin en çok kullandığı sırt çantaları ise, uygun olmayan özelliklere sahip olduğu takdirde büyük sağlık sorunlarına yol açabiliyor.

    Ortopedi Uzmanı Opr. Dr. Recep Kurnaz, okula giden bir öğrencinin, sırtındaki yükün kendi ağırlığının yüzde 15’inden fazla olmaması gerektiğini ifade etti.

    Opr. Dr. Kurnaz, Sırt çantasının, okul dönemindeki çocuklarda sık bel ve sırt ağrılarına sebep olabildiğini ifade ederek, “Bu sırt ağrılarını önlemek için ağırlığı azaltmamız lazım. Tek omuzda çantanın tek kayışının takılması da yanlış. Daha çok iki taraflı kullanmalarını öneriyoruz. Bunun dışında kemerlerinin geniş olması gerekli. 30 kiloluk bir çocuğun ortalama 4,5- 5 kilogramdan fazla ağır çanta takmamaları gerekir. Eğer çok ayakta kalınacaksa sırt çantasını çıkarıp yere koysunlar. Çantaların belden ve kalçadan destekli olmak zorunda yüklenmenin sırta verilmemesi için. Aksi durumlarda fiziksel arızalara yol açabilir” diye konuştu.

    Opr. Dr. Kurnaz, çanta seçimi ile ilgili olarak ise “Çanta seçerken hafif ve yumuşak çantalar öneriyoruz. Bazı çantalar tekerlekli oluyor. Çok ağır yük taşıyacak öğrencilere tekerlekli çantalardan kullanmalarını tavsiye ediyoruz. Bu sırta binen yükü azaltıyor. Valiz şeklinde tekerlekli çantalarla da sırta bir yük bindirmeden kullanabilirler” şeklinde uyarılarda bulundu.

  • Gündüz kitap okurken zorlanıyorsanız, uyku apnesi olabilirsiniz

    ANTALYA (İHA) – Antalya Kamu Hastaneleri Birliği Tıbbı Hizmetler Başkanı Uzm.Dr. Mehmet Akdağ, gündüz sürekli uykunun gelmesi, araba kullanırken veya kitap okurken zorlanmanın uyku apnesi hastalığının belirtisi olabileceğini ifade etti.

    Antalya Kamu Hastaneleri Birliği Tıbbı Hizmetler Başkanı ve aynı zamanda Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzm. Dr. Mehmet Akdağ “Horlama ve Obstruktif Uyku (Tıkayıcı) Apne Sendromu” hakkında açıklamalarda bulundu.

    Horlamanın insanlık süresince var olduğunu aktaran Uzm. Dr. Akdağ, rahatsızlığın genelde ailesel bir sorun olarak kabul gördüğünü dile getirdi. Horlamayı, nefes alma sırasında havanın dar bir alandan geçerken, çevresindeki yumuşak dokuların titremesiyle ortaya çıkan ses olarak tanımlayan Uzm. Dr. Akdağ, “Darlığın artmasıyla birlikte horlama sesi de yükselir. Üst solunum yolundaki kaslardaki tonus (kastaki gerilim) azalması sonucu dil arkaya kayarak diğer gevşek dokularla beraber vibrasyona yol açabilir. Horlamaya neden olan kas tonusunun azalmasına ise; alkol, sakinleştirici ilaçlar, bazı alerji ilaçları (antihistaminikler), tiroid bezinin az çalışması ve bazı kas hastalıkları neden olabilmektedir” dedi.

    “Yaş ilerledikçe, horlama artıyor”

    Horlamanın erkeklerin yüzde 24’ünde, kadınların ise yüzde 14’ünde görüldüğüne değinen Uzm. Dr. Akdağ, “Yaş ilerledikçe horlama sıklığı artmaktadır. Yapılan araştırmalarda ise erkeklerde 30 yaş altında horlama oranı yüzde 10 iken, 60 yaş üzerinde bu oran yüzde 66 olarak bulunmuştur. Horlama yaş dışında obezite ile de ilişkilidir; ideal ağırlığının yüzde 15 üzerinde olanların yarısından çoğunda görülür. Kişi uyandığında uykusuzluk ve aşırı uyku hali dışında ağız kuruluğundan şikayet edebilir” ifadelerine yer verdi.

    Belirtileri

    Obstrüktif (tıkayıcı) Uyku Apne Sendromu’nun (OSAS) önemli derecede ölüm oranlarına sebep olabildiğinin anlaşılması üzerine, tedavide önemli gelişmeler yaşandığını işaret eden Uzm. Dr. Akdağ, “Erişkinlerde gürültülü horlama, uygunsuz yerlerde uykuya dalma, konsantre olmada güçlük, unutkanlık, sinirlilik, depresyon, cinsel istekte azalma, uyanınca baş ağrısı gece boyunca sık idrara çıkma ya da yatağı ıslatma, çocuklarda ise fazla kilolu, büyük geniz eti ya da büyük bademcikleri olanlarda görülebilir. Çocuklarda her gece gürültülü horlama normal değildir. Mutlaka hastaneye başvurulması gerekir” dedi.

    “Faktörler ortadan kaldırılmalı”

    Horlama şikayeti ile gelen hastanın OSAS olup olmadığını polisomnografi (uyku testi) ile belirlenebildiğini kaydeden Uzm. Dr. Akdağ, “Horlamanın tedavisinde mümkünse horlamaya yatkınlık oluşturan faktörler ortadan kaldırılmalıdır. Burun etinde şişme oluşturan inflamatuar ve alerjik hastalıklar, geniz eti veya bademcikte büyüme tedavi edilmeli, hasta obez ise zayıflatıcı diyet önerilmeli, sakinleştirici etkisi olan ilaçlar kesilmeli, doğru uyku pozisyonu anlatılmalı, uykudan önceki üç-dört saat içinde alkol alınmaması tavsiye edilmelidir. Horlamanın cerrahi tedavisinde ise önce apne (uykuda solunumda durma) açısından hasta muhakkak değerlendirilmelidir” diye konuştu.

    “Gündüz uykunuz geliyorsa dikkat”

    Uzmç Dr. Akdağ şöyle konuştu: “OSAS’ın en önemli sonucu gündüz aşırı uyku halidir. Bu durumda hasta uyanık kalmakta ya da konsantre olmakta güçlük çeker. Araba kullanırken veya herhangi bir şey okurken zorlanır, çünkü bu monoton aktiviteler uykuyu daha da arttırır. Uyku Apne Sendromunun yol açtığı uykululuk pek çok trafik kazasına sebep olmuştur. Tedavi edilmeyen uyku apne sendromu sonuçları sağlığı tehdit eder. Tedavi edilmeyen uyku apne sendromunun en çok bilinen sonuçları arasında gündüz aşırı uyku hali, sabah baş ağrısı, bulantı, cinsel isteksizlik, iktidarsızlık, yüksek tansiyon, kalp krizi, inme ve depresyon yer almaktadır.”

  • Sürekli Yorgunsanız Fibromiyalji Olabilirsiniz

    Boyun, omuz, göğüs, sırt bölgesi, kollar, bacaklar ’da oluşan ve sebebi bulunamayan, neredeyse tüm vücudu dolaşan, ruhsal gerilimle artan ve bir türlü geçmeyen ağrıların altındaki nedenin fibromiyalji rahatsızlığı olabileceği belirtildi.

    Aydın Devlet Hastanesi Fizik Tedavi Rehabilitasyon Merkezi Uzmanı Uzm. Dr. Işıl Karataş Berkit, fibromiyalji hastalığı ve tedavi yöntemleri hakkında önemli bilgiler verdi. Uzm. Dr. Işıl Karataş Berkit, “Fibromiyalji tüm vücudu etkileyen yaygın kas ve eklem ağrıları, yorgunluk, halsizlik, uyku bozuklukları, depresyon, mutsuzluk, başağrısı, hormonal bozukluklar, bağırsak problemlerinin birlikte görülebildiği bir yumuşak doku romatizmasıdır. Halk arasında genellikle kas romatizması olarak bilinmektedir. Bunun yanında tükenmişlik sendromu, kronik ağrı sendromu, kronik yorgunluk sendromu olarak da ifade edilebilmektedir” dedi.

    ‘FİBROMİYALJİ TANISININ GECİKMEDEN KONULMASI GEREK’

    Hastaların çoğunlukla yaygın kas ağrılarından yakındıklarının altını çizen Uzm. Dr. Işıl Karataş Berkit,”Ağrılar özellikle boyun, sırt, bel, omuz kuşağı, göğüs, kalça, uyluk, baldır ve kollarda görülebilmektedir. Ağrı sıklıkla yanıcı ve sızlayıcı şekildedir. Zaman zaman bu ağrılar günlük yaşam aktivitelerini olumsuz yönde etkileyecek kadar şiddette olabilir. Kaslarda dokunmaya duyarlı hassas bölgeler saptanabilir. Bunun yanında ağrıyla beraber en sık uyku bozukluklarını görmekteyiz. Özellikle uykusuzluk, bazen çok uyuma ve dinlendirmeyen bir uyku hastalarımızın sıkça dile getirdikleri şikayetler arasındadır. Ek olarak hastalarımız tonlarca yük kaldırmış gibi kendilerini halsiz, yorgun ve bitkin hissettiklerini ifade ederler. Ayrıca sabahları eklemlerde sertlik ile el ve ayaklarda şişlik hissi, mutsuzluk, karın ağrısı, tuvalet alışkanlıklarında değişiklik gibi birçok belirti yaygın ağrıya eşlik etmektedir. Bu belirtilere sahip çalışan hastalarımızda, konsantrasyonda bozulma, iş motivasyonunda azalma, verimlilikte düşme, iş gücü kaybı görebilmekteyiz. Buda ekonomiyi, iş hayatını ve hastanın mesleki kariyerini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle fibromiyalji tanısının gecikmeden konulması ve uygun tedaviye başlanması çok önemlidir” şeklinde konuştu.

    ‘FİBROMİYALJİ BAŞKA HASTALIKLAR İLE KARIŞTIRILMAKTADIR’

    Fibromiyalji tanısını, hastanın öyküsünü alarak ve fizik muayenesini yaparak koyduklarını belirten Uzm. Dr. Işıl Karataş Berkit, “Öyküde ağrılı bölgeler, ağrının karakteri ve süresi ile ağrıya eşlik eden belirtiler bizim için önemlidir. En az 3 aydır yaygın kas ağrıları olan ve bu ağrının başka bir hastalık ile açıklanamadığı hastalara “Yaygın ağrı indeksi” ve “Semptom şiddeti testleri” uygulayarak fibromiyalji tanısı koyuyoruz. Yapılan laboratuvar testleri ve radyolojik tetkikler genellikle normaldir. Ama altta yatan başka hastalıkların varlığının araştırılması için fibromiyaljiye ait belirtileri olan hastaların, genel fizik muayenelerinin yapılması ve laboratuvar testlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Fibromiyalji’de yaygın kas ağrıları dışında birçok sistemi ilgilendiren şikâyetlerinde olması nedeniyle başka hastalıklar ile karıştırılmaktadır. Böyle hastaların uzun yıllar farklı tanılarla takip edildiğini ve maalesef tedavide bu nedenle başarısız olunduğunu biliyoruz. Artık günümüzde Fibromiyalji farkındalığının oluşması ile böyle hastalar daha erken dönemlerde Fizik Tedavi Uzmanına yönlendiriliyorlar. Bu şekilde erken tedavi ile sonuçlarımız daha yüz güldürücü oluyor” ifadelerini kullandı.

    Fibromiyalji’nin kadınlarda daha sık görüldüğünü belirten Uzm. Dr. Işıl Karataş Berkit, “Toplumda yaklaşık olarak her 100 kişiden 2’sinde fibromiyalji tespit edilmektedir. Kadınlarda erkeklere göre 5-9 kat daha fazla görüldüğünü biliyoruz. Ayrıca mükemmeliyetçi, titiz, yoğun iş temposunda çalışan; hipotiroidi, vitamin eksikliği ve kansızlığı olan hastalarda fibromiyalji’ye daha sık rastlamaktayız” ifadelerini kullandı.

    “FİZİK TEDAVİ ve REHABİLİTASYON ÜNİTEMİZDE HASTALARIMIZI DAHA YAKINDAN TAKİP EDEBİLİYORUZ”

    Hastalığın tedavisinin birinci adımını hasta eğitiminin oluşturduğunu aktaran Uzm. Dr. Işıl Karataş Berkit şunları söyledi; “Fizik Tedavi Uzmanınca yapılacak olan fibromiyalji tedavisi mutlaka hastaya özgü olmalıdır. Hastanın hastalığıyla ilgili bilgilendirilmesi, yaptığımız önerileri ve uyarıları dikkate alması, takiplerine zamanında gelmesi ve tedaviye uyum göstermesi tedavi başarımızdaki en önemli kısmı oluşturmaktadır. Tedavimizin ikinci basamağında ise ilaç tedavisi ve fizik tedavi yer almaktadır. Fibromiyalji tedavisinde egzersizin ve fizik tedavi uygulamalarının yeri tartışılmayacak kadar büyüktür. Hastalarımıza kas gücü, dayanıklılık, kardiyovasküler ve solunum kapasitesini arttırmaya yönelik; güçlendirme, germe, gevşeme egzersizleri, yürüyüş ve koşuyu içeren aerobik egzersiz programları düzenliyoruz. Özellikle yeni açılan Kardiyo-Pulmoner Rehabilitasyon ünitemizdeki koşu bandı ve bisiklet gibi cihazlarımızı kullanarak hastalarımızı daha yakından takip edebiliyoruz. Bunun yanında sıcak-soğuk uygulama, TENS, Laser ve Ultrason cihazlarımız ile Fizik tedavi uyguluyoruz. Ek olarak proloterapi, nöralterapi, kuru iğneleme gibi girişimsel işlemler ile kinesio-band(ağrı bandı), manipülasyon gibi tedavi tekniklerini kombine ederek çağın hastalığı diyebileceğimiz Fibromiyaljide mutluluk verici sonuçlar elde ediyoruz”

  • ’Su İçsem Yarıyor’ Diyorsanız Haşimato Olabilirsiniz

    Bağışıklık sisteminin troid bezine saldırarak tahrip etmesiyle oluşan Haşimato hastalığının yaşam kalitesini düşürürken, troid hormonunun az çalışmasına neden olan hastalığın hızlı kilo alınmasına, sebepsiz yorgunluğa ve depresyona uzanan sonuçlar doğurduğu belirtildi.

    İzmir Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Muammer Karadeniz, toplumun yaklaşık yüzde 10’luk kesiminde görülen hastalığın sürekli izlenmesi gerektiğini belirtti. Hastalık hakkın bilgi veren Karadeniz, “Haşimato hastalığı vücudun bağışıklık sisteminin antikorlar üreterek troid hücrelerine aldırması sonucu doğar. Bu durum belli bir süre sonra troid bezinin tahrip olmasına yol açar. Haşimato hastalığı metabolizmayı yavaşlatır. Bu nedenle halsizlik, yorgunluk, ciltte ve saçlarda kuruma, ani öfkelenme, kilo alma, vücutta ödem, adet düzensizliği gibi semptomlarla kendini gösterir” dedi.

    HASTALIĞIN TEDAVİSİ VAR

    Doç. Dr. Muammer Karadeniz, hastalığın tedavi sürecini de anlattı. Karadeniz, “Haşimato tedavisi olan bir hastalıktır. Azalan hormonları yerine koyma yöntemiyle tedavi ediyoruz. Troid hormonları olan T3 ve T4 ile TSH salgısı düzeyini izliyoruz. TSH değeri 1,5 ila 2,5 arasında olmalıdır. Fazlası kemik erimesine, kalp-damar hastalıklarına veya hipertansiyona yol açabiliyor. Dolayısıyla hastaların belli aralıklarla muayene edilmesi gerekiyor. Ailesinde troid hastalığı geçmişi olan, Tip1 diyabet ve böbrek üstü bezi yetmezliği olan kişiler risk altındadır” diye konuştu.

    İLAÇLARIN DOĞRU KULLANIMI ÖNEMLİ

    Haşimato hastalarının dikkat etmesi gereken hususları aktaran İzmir Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç.Dr. Muammer Karadeniz, şöyle konuştu:

    “Haşimato hastalığı ultrasonografi ile teşhis edilebilir. Tespit edilen nodüllerin iyi huylu olup olmadığını anlamak için ultrasonografi altında iğne biyopsisi yapılması gerekebilir. Troid ilaçları aç karna ve az su ile alınmalıdır. Kalsiyum, demir ilaçları en az dört saat sonra kullanılmalıdır. Hastalığın ilk dönemlerinde özellikle iyotsuz tuz kullanılmasını öneriyoruz. Gebelik planlamasından en az üç ay önce troid durumu uzman hekimlerce kontrol edilmeli ve TSH düzeyinin 2,5’un altında olması gerekmektedir.”