Etiket: olabilir

  • Prof. Dr. Üstün Ergüder: “Aziz Sancar Türkiye’de Kalsaydı, Aziz Sancar Olabilir Miydi?”

    Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi’nde “Yüksek Öğretimin Fırtınalı Sularında” isimli bir konferans veren eski Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Üstün Ergüder, “Aziz Sancar Türkiye’de kalsaydı Aziz Sancar olabilir miydi?” dedi.

    Bülent Ecevit Üniversitesi’nde Prof. Dr. Üstün Ergüder tarafından “Yüksek Öğretimin Fırtınalı Sularında” isimli bir konferans düzenlendi. Sezai Karakoç Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen konferansa Bülent Ecevit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Özer, Bülent Ecevit Üniversitesi rektör yardımcıları, çok sayıda akademisyen ve öğrenciler katıldı. Konferansta konuşan eski Boğaziçi Rektörü Prof. Dr. Üstün Ergüder, Türkiye’deki yüksek öğretimin eksileri ve artıları hakkında bilgiler verdi. Eğitim sistemi ile ilgili Avrupa ve Amerika’dan örnekler veren Ergüder, Nobel Kimya Ödülü alan ilk Türk Bilim Adamı Aziz Sancar için, “Aziz Sancar Türkiye’de kalsaydı Aziz Sancar olabilir miydi? Yakın arkadaşım Tosun Terzioğlu, hep şöyle der; ’Türkiye öyle bir yer ki, iyi iş hiçbir zaman cezasız kalmaz.’ Amerika’daki sistem deliyi baş tacı ederken, bizdeki sistem akıllıyı deli ediyor” ifadelerini kullandı.

    Türkiye’de çok sayıda üniversite olduğunu ve bunun uzun vadede topluma fayda sağlayacağını düşündüğünü ifade eden Prof. Dr. Ergüder, “Üniversitelerin kuruluş sırasında bir akreditasyon sürecinden geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani şu kadar hocan olsa, şunlar olsa iyi olur demek lazım. Yani kuruluş akreditasyonu vermek. Ondan sonra elini ayağını çekip sürekli kalite değerlendirmesi yapmak ve YÖK’ten ayrı kalite ajansı kurmak. Bu kalite ajansının üniversitelerin performansını ölçmesini ve o performansa göre de bazı üniversitelere mükafat bazı üniversitelere de ceza verebilmeli” diye konuştu.

  • Diş Hekimi Bilkay: “Dişleri Gıcırdatma Dişlerde Çatlamaya Neden Olabilir”

    Diş gıcırdatma rahatsızlığının diş köklerinde iltihaplanma, dişlerde çatlamalara neden olabileceği belirtildi.

    Diş Hekimi Uğur Bilkay, halk arasında ’diş gıcırdatma’ olarak bilinen Bruksizm isimli rahatsızlık hakkında bilgi verdi. Bilkay, rahatsızlığın genellikle uyku esnasında, çene kaslarının aşırı kasılmasıyla oluşan sıkma ve dişlerin birbirlerine sürtülmesi ile oluştuğunu söyledi.

    Rahatsızlığın önemli zararlara yol açabileceğine dikkat çeken Diş Hekimi Bilkay, “Çoğunlukla hastalarımız bunun farkında değildir. Rahatsızlığın en büyük nedeni, çağımızda birçok hastalığın sebeplerinin başında gelen strestir. Diş gıcırdatma, sadece yetişkinlerde değil çocuklarda da özellikle diş değişim dönemlerinde görülebilir. Dişlerde aşınma çatlama ve hatta kırılmalara, çene ekleminde ağrı eklem hareketliliğinde kısıtlanma ve eklemlerden ses gelmesine, diş köklerinde iltihaplanmalara sebep olabilir’” dedi.

    Bruksizm tedavisinde ilk yapılması gerekenin stresten korunMA olduğunu anlatan Bilkay, şunları söyledi: “Bunun için psikolojik destek alınabilir. Daha sonra dişler korunma altına alınmalıdır. Bunun için kişiye özel slikon plak yapılır. ‘Gece plağı’ adı verilen bu plaklar dişlerin korunmasını sağlar. Hastaya kas gevşetici ilaç önerilir. Eğer ağızda varsa hatalı yapılmış diş dolgu ve restorasyonları düzeltilmelidir. Son zamanlarda çiğneme kaslarına uygulanan botoks da bruksizm tedavisinde oldukça etkili olmaktadır.”

  • Kıskançlık, Davranış Bozukluğu Olabilir

    Psikiyatrist/ Psikoterapist Yrd. Doç. Dr. Rıdvan Üney, aşırı kıskançlığın davranış bozukluğuna yol açabileceğini belirtti.

    Günümüzde çiftler arasında en büyük sorunlar arasında kıskançlığın yer aldığını ifade eden Yrd. Doç. Dr. Rıdvan Üney, “Kıskançlığın bazen sonuçları şiddete, cinayete kadar varabilmektedir. Kıskançlığın nereye kadar normal, nereden sonra sorunlu bir durum olduğunu anlamak gerekir. Kıskançlık doğuştan gelen bir davranış değildir. Yaşamımızın başlamasıyla bir şeyleri paylaşmaya başlarız. Gördüğümüz ilginin eksildiğini fark ettiğimiz zaman kıskançlığımız yani haset başlar. Kıskançlık duygusu 2-3 yaşlarında gelişmeye başlar. Yaşamın ilk yıllarındaki kıskançlığın nedeni daha çok sevginin paylaşılması nedeniyle olur. Babayı anneyle paylaşmak ya da anneyi babayla paylaşmak ilk kıskançlıktır. Sonrasında kardeş dünyaya gelir bu kez kardeşle anne ya da babanın sevgisini paylaşmak kıskançlık duygularını başlatır. Hatta kardeş kıskançlığı yaşam boyu sürebilmektedir” dedi.

    Kıskançlık doğuştan gelen bir davranış olmadığını ergenlikle başlayan ve yaşlılığa kadar uzanan süreçte devam ettiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Rıdvan Üney, şöyle konuştu:

    “Sevgili ya da eş kıskanılmaya başlanır. Kıskançlık, karşı cinsle ilişkilerde doğal karşılanan bir durumdur. Hiç kıskanmamak nadiren olabilir. Ancak bunu birçok kişi sevginin, aşkın olmaması olarak yorumlayabilir. Gerçekten de hiç kıskançlığın olmadığı ilişkilerin bir kısmında, kişinin eşine-sevgilisine ilgisinin olmaması gözlemlenebilir. Kıskançlığın nereye kadar normal karşılanması gerektiği, her zaman tartışılmıştır. Kadında da erkekte de aşırı kıskançlık hayatı yaşanmaz kılar. Bunu bir davranış bozukluğu olarak değerlendirebiliriz“.

    Yrd. Doç. Dr. Rıdvan Üney, eş veya sevgilinin aşırı (anormal) kıskanç olmasının şöyle anlaşılabileceğini belirtti:

    “1. Kıskançlık nedeniyle aranızda kavgalar ve tartışmalar olur. 2. Fiziksel veya sözel şiddet meydana gelebilir. 3. Neredeyse her şeyi kanıt saymaya başlar. 4. Aranızda konuşulan tek konu kıskançlık olur. 5. Kıskançlık krizleri, ilişkinin sonlanmasına neden olabilir. 6. Tüm sosyal ilişkilerinizi bozar, diğer insanlarla görüşmenize izin vermez. Hatta bazen hemcinslerinizle bile görüşmenizi yasaklayabilir. 7. Giyiminize ve makyajınıza aşırı müdahale eder. 8. Sosyal medya hesaplarınızı kapattırır. 9. Telefonlarınızı dinletebilir. 10. Sık sık telefonla nerde olduğunuzu sorar. 11. İşinize ani baskınlar yapar. 12. Tek başınıza evden çıkmanızı istemez. Hatta her yere sizinle birlikte gitmek ister. 13. Telefon ve kredi kartı dökümlerinizi inceler. 14. Aşırı şüpheci tutumları olur. 15. Eve herhangi bir gerekçeyle geç kalmanız ciddi kavgalara neden olur. 16. Sürekli masum olduğunuzu kanıtlamak durumunda kalırsınız. 17. Bazen hiç aklınıza gelmeyecek, tuhaf ya da komik aldatma senaryolarınızı dile getirir. Eğer böyle sorunlar yaşıyorsanız öncelikle ona biraz daha fazla ilgi gösterin. Kıskançlık konularında aşırı tartışmacı olmayın. Onunla biraz daha fazla zaman geçirin. Ancak bunlara rağmen değişiklik yoksa mutlaka eşinizle-sevgilinizle bir psikiyatrist ya da psikologdan beraberce yardım almalısınız. Kıskanma ülkemizde önemli bir sorundur. Ülkemizdeki bir bilimsel araştırmada; eşe uygulanan şiddetin yüzde70’i kıskançlık nedeniyle olduğu ortaya konmuştur.

    Eşler arası aşırı kıskançlığın nedenleri: 1. Kişinin kendine güven sorunu. 2. Aşağılanma. 3. Bazı kişilik özellikleri. 4. Değersiz hissetme. 5. Başkaları ile karşılaştırılma. 6. Eşin şüphelendiren davranışları. 7. Karşı tarafın sevgisini ifade etmede eksiklikleri. 8. Terkedilme ile ilgili aşırı korkular. 9. Karşısındaki ile kendisini sürekli kıyaslama. 10. Diğer insanları tehdit olarak algılama. 11. Şizofreni gibi bazı muhakeme bozukluğuna neden olan hastalıklar. 12. Aşırı alkol alma. 13. Uyuşturucu madde kullanma.”

  • Bartın AFAD Müdürü Doğruöz: “Bartın’da 1968’de Tsunami Oldu, Yine Olabilir”

    Bartın Üniversitesi’nde düzenlenen konferansta konuşan Bartın Afet ve Acil Durum Müdürlüğü (AFAD) İl Müdürü Nurhan Doğruöz, 1968 depreminde oluşan tsunami ile Amasra’da suların 100 metre kadar karaya girdiğini söyledi.

    Bartın Üniversitesi Mühendislik Fakültesi tarafından “Türkiye’nin Deprem Gerçeği ve Bartın” konulu bir konferans düzenlendi. Konferansta konuşan Bartın AFAD İl Müdürü Nurhan Doğruöz, “Bartın’da Afet Yönetimi” adlı bir sunum yaptı. Bartın’da 1968 depreminde yaşananları olayın tanıkları üzerinden aktaran Doğruöz, “3 Eylül 1968 depremi meydana geldiği tarihte Amasra’da bulunan Hartmann Wedding adlı akademisyenin aktardıklarına göre halk panik halindeymiş. O dönem Amasra’da turistler korku içinde şehri terk etmişler. Amasra’da sadece yerel halktan insanlar kalmış. 3 Eylül 1968 günü saat 10.20’den başlamak üzere 4 saat boyunda 9 deprem meydana gelmiş. Büyük bir gürültüyle çok sayıda ev yıkılmış. Halk gece dışarıda konaklamış, aşırı derecede yağmur yağmış ve içme suyu ile elektrik verilememiş” dedi.

    “TSUNAMİYLE AMASRA’DA DALGALAR 100 METRE KARAYA GİRDİ”

    Doğruöz, 1968 depreminin şiddetiyle tsunami oluştuğunu belirterek, “Yer sarsıntısının başka etkileri de olmuştur. Amasra ile Çakraz arasındaki dik kıyı yükseltilerinden binlerce metre küplük kalker blokları, gök gürültüsüne benzer gümbürtülerle denize düşerek, burada bir yanardağın püskürdüğü fikrini uyandıracak toz bulutları kaldırmışlar. 3 Eylül 1968 günü saat 10.34’te Büyük Liman’dan bu yana, yani doğudan gelen küçük bir taşma dalgası, 100 metre kadar karaya sokulmuş, 14 dakika sonra gelen ikinci dalga 60 metre daha içeriye sızmıştır. Dalga, odun parçaları ve sehpalarını, yani gemi kızaklarını sürüklemiş olmakla kalmamış, birçok kayığı da karaya oturtmuş. Tüm tedbirlerin her olasılığa göre alınması noktasında AFAD olarak üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz” diye konuştu.

    “DEPREM BÖLGESİNDE OLDUĞUMUZ BİLİNCİYLE HAREKET ETMELİYİZ”

    Belediye Başkanı Cemal Akın ise, Bartın’ın birinci derece deprem bölgesinde olduğunu hatırlatarak, “Türkiye’nin bir deprem bölgesi olduğu bilinciyle yaşamamız gerekiyor. Bartın’da 3 Eylül 1968 yılındaki depremi yaşayanlardanım. Çok fazla nüfus olmamasına rağmen Bartın’da 29 tane vatandaş hayatını kaybetti ve 2 bin 478 binamız hasar gördü. Bartın 96 yılında oluşturulan deprem haritalarında ikinci derece deprem bölgesi iken birinci derece deprem bölgesinde olduğu kararlaştırıldı” dedi.

    Bartın Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Şube Müdürü Okan Sürül de, “Bartın’da Depreme Hazırlık” adlı konuşmasında, “Afet riski altında veya bozulmaya ve çökmeye uğrayan kentsel alanı kentsel dönüşüm projeleriyle yeniliyoruz. Bu yapılanma, ekonomik, toplumsal, fiziksel ve çevresel koşullar kapsamlı ve bütünleşik yaklaşımlarla iyileştiriliyor. Depreme hazırlık noktasında kentsel dönüşümün çok önemli olduğunu söyleyebilirim” şeklinde konuştu.

    “İSTANBUL MERKEZLİ DEPREM ÜZÜCÜ SONUÇLAR OLUŞTURABİLİR”

    Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sabahattin Aykaç, “Betonarme Yapılarda Taşıyıcı Sistem Düzenlemesi” konulu sunumunda binaların nasıl depreme dayanıklı inşa edileceğini anlattı. Türkiye’deki binaların olası bir depreme hazır olmadığını ifade eden Aykaç, “2000 yılı ve öncesinde yapılan binaların depreme karşı dayanıklılıkları çok iyi değil. 2002 yılı sonrası binalar ise yeni yasalar ve yönetmelikler ile depreme dayanaklı binalar olduğunu söyleyebilirim” diye konuştu.

    “DEPREM ÖNLENEMEZ, ANCAK ÖNLEM ALINABİLİR”

    Bartın Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Azize Toper Kaygın, depremin önlenemeyeceğini ancak önlem alınabileceğini vurgulayarak, “Deprem konusunda gerekli tedbirleri alma noktasında son derece kararlı olmalıyız. Bu tür afetlerle karşılaşılabileceğimizi unutmadan her şeye hazırlıklı olmalıyız. Bir bilinç oluşturarak, olası doğal afetlerle baş edebilmeliyiz” dedi.

    Konferansta Bartın Üniversitesi Yapım ve Araştırma Kulübü (BÜYAK) Başkanı Okan Mert Doğanyiğit de bir teşekkür konuşması yaparak, ders konusu olarak böyle bir etkinlik düzenlediklerini ifade etti. Rektör Vekili Kaygın’ın konuşmacılara teşekkür belgelerini vermesiyle etkinlik son buldu.

  • “Sabah Ayakta Oluşan Ağrı, Topuk Dikeni Olabilir”

    Sabahları ayakta oluşan ağrıların topuk dikeni olabileceği belirtildi.

    Konuyla ilgili bilgiler veren Yavuz Selim Kemik Hastalıkları ve Rehabilitasyon Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Erkan Yalçınsoy, topuk dikeninin daha çok kilolu ve orta yaş üzerindeki kişilerde görülen bir rahatsızlık olduğunu söyledi. Yalçınsoy, “Topuk dikeni ayak tabanını kaplayan zarın topuk kemiğine yapışma yerinde yangı oluşturması (inflamasyon) ve bu yangının sürekli bir hal almasıdır. Hastalar genellikle sabah kalktığında topuğunun üzerine basmakta zorlanmakta ya da uzun süre oturduktan sonra ayağa kalkarken başlayan, aktivite ile azalan fakat aktivite uzadıkça tekrar ortaya çıkan bir topuk-ayak tabanı ağrısı hissetmektedir. Ağrıyan nokta çoğunlukla topuğun alt-ön kısmı ve taban çukurluğunun başladığı noktadadır. Ağrı bazen tüm ayak tabanına yayılabilir. Ayak bileği ve parmaklar gerildiğinde ağrı artar. Daha çok kilolu ve orta yaş üzerindeki kişilerde görülen topuk dikeni bazen ağrısız olarak da tespit edilebilir. Topuk dikeni oldukça sık görülen bir rahatsızlık olmakla birlikte aslında kolayca tedavi edilebilmektedir. Bu tip durumlarda mutlaka fizik tedavi ve rehabilitasyon ya da ortopedi uzmanına başvurulmalıdır” dedi.

    Dr.Yalçınsoy, topuk dikeni tanısı kesinleşen hastalara tavsiyelerde bulunarak “Topuğa aşırı yüklenmekten kaçınılmalı, evde çıplak ayakla gezilmemeli, sert zeminlerde uzun süreli ayakta durulmamalı, sıçramalı ve ani depar gerektiren sporlar yapılmamalıdır. Evde yumuşak ve ortopedik tabanlı terlikler tercih edilmeli, dışarıda ise ayakkabı içine silikon topuk-taban destekleri konmalıdır. Giyilen ayakkabıların tabanı, zemindeki çıkıntı ve düzensizlikleri ayağa yansıtmayacak şekilde sert/kalın olmalıdır. Aşırı kilo varsa verilmeye çalışılmalıdır” diye konuştu.

    Dr. Yalçınsoy, Şok Dalga Tedavisinin 1985 yılından beri böbrek taşları gibi tedavilerde kullanılmakla birlikte artık ortopedik vakalarda sert ve yumuşak doku hastalıklarında, tenisçi / golfcü dirseği, omuz ağrıları, psödoartrozlar (kaynamayan kırıklar) ve topuk dikeninde de kullanıldığını söyledi. ESWT ile tedavinin Yavuz Selim Kemik Hastalıkları ve Rehabilitasyon Hastanesi’nde bir süredir uygulandığını ifade eden Dr. Yalçınsoy, hastaları canından bezdiren “Topuk Dikeni” hastalığının (plantar fasiitis) tedavisinde de başarılı sonuçlar aldıklarını sözlerine ekledi.