Etiket: Nelerdir

  • Otizm şüpesi uyandıran çocuk davranışları nelerdir

    Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Murat Eyüboğlu, son yıllarda aşıların otizm yaptığına dair yanlış bilgilerin ailelerin kafasını karıştırdığını anlatarak, yapılan çalışmalarda aşılar ve otizm arasında kesinlikle bir ilişki bulunmadığının ortaya çıktığını belirttti.

    Dr. Öğr. Üyesi Murat Eyüboğlu “Otizm Spektrum Bozukluğu” hakkında bilgilendirici bir açıklama yaptı. Bu rahatsızlığın, sosyal/toplumsal iletişim ve etkileşimde bozulma ve sınırlı-tekrarlayıcı davranış ve ilgilerle kendisini gösteren çocukluk çağı bozukluğu olduğunu anlatan Dr. Eyüpoğlu, “Yaklaşık 100 çocukta bir görülen bu bozukluk erkeklerde kızlara göre 4 kat daha fazla görülmektedir. Otizmli ailelerin doktora en sık başvuru nedeni ise konuşma gecikmesidir. Fakat unutulmaması gereken önemli nokta konuşma gecikmesinin tek başına otizm belirtisi olmadığıdır. Otizmde en önemli bozukluk sosyal iletişim ve etkileşim alanındadır. Küçük çocuklarda otizmi düşündürecek başlıca belirtiler; göz teması kuramama, ismi ile seslenildiğinde bakmama, dönen nesnelere karşı fazla ilgi duyma, işaret parmağını kullanarak istediğini gösterememe, kendi halinde olma, oyuncaklarını amacı dışında kullanma ve insanlarla iletişim kurmakta zorluktur. Bu çocuklar genellikle yalnız kalmayı tercih ederler. Otizm tanısı çocuk ve ergen psikiyatristi tarafından yapılan ayrıntılı öykü ve klinik görüşme ile konur. Otizmde genellikle tanı 2-4 yaş arasında konur. Günümüzde en etkin tedavi yöntemi halk arasında ‘özel eğitim’ olarak bilinen davranış temelli müdahale programlarıdır. Bu nedenle bu bozukluğun erken tanınması ve tedaviye erken başlanması oldukça önemlidir. Çünkü erken yaşta başlanan eğitsel tedaviler ile otizm belirtilerinde büyük azalma sağlanabilmektedir” diye belirtti.

    Aşılar ve otizm arasında kesinlikle bir ilişki yok”

    Son yıllarda aşıların otizm yaptığına dair yanlış bilgilerin ailelerin kafasını karıştırdığını, yapılan çalışmalarda aşılar ve otizm arasında kesinlikle bir ilişki bulunmadığını anlatan Dr. Öğr. Üyesi Murat Eyüboğlu, şunları belirtti;

    “Ayrıca ‘alternatif tedavi’ olarak adlandırılan diyet uygulamaları, vitamin takviyesi ve hiperbarik oksijen tedavisi gibi seçeneklerin otizm tedavisinde etkili olmadığı gösterilmiştir. Tam aksine özellikle diyet uygulamaları, günlük yaşam değişikliklerinden çoğunlukla rahatsızlık duyan bu çocuklarda yaşam kalitesini bozup davranışsal ve duygusal sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir. Peki hangi durumlarda çocuğunuzdan şüphelenip, ayrıntılı değerlendirme için hekime başvurmalısınız? Eğer çocuğunuz göz teması kurmuyorsa, seslendiğinizde dönüp bakmıyorsa, konuşulanları duymuyormuş gibi davranıyorsa, parmağıyla işaret edip istediği şeyi size gösteremiyorsa, oyuncaklarıyla uygun oynayamıyorsa, yaşıtlarıyla iletişime geçmekte zorluk yaşıyor ve genellikle kendi halindeyse, kendi etrafında dönme ve el çırpma gibi hareketler yapıyorsa, bazı eşyaları döndürmek ve sıralamak gibi davranışlar sergiliyorsa otizm açısından değerlendirilmesi için çocuk ve ergen psikiyatrisine başvurmanız gerekmektedir.”

  • Osmaneli’de “Çocuklara Yönelik İhmal ve İstismarın Önlenmesinde Sorumluluklarımız Nelerdir?” konulu konferans

    Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Derman,Osmaneli ilçesinde “Çocuklara Yönelik İhmal ve İstismarın Önlenmesinde Sorumluluklarımız Nelerdir?” konulu konferans verdi.

    Bilecik Gönüllüleri Derneği, Osmaneli Belediyesi ve Osmaneli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü iş birliği ile hazırlanan “Kadın Kalkınırsa Bilecik Kalkınır” projesi kapsamındaki konferans Osmaneli Şehit Osman Er İmam Hatip Ortaokulu’nda düzenlendi. Konferansa İlçe Kaymakamı Edip Çakıcı, Belediye Başkanı Münür Şahin, İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Tahsin Yazır, Bilecik Gönüllüleri Derneği Başkanı Funda Eldemir, Bilecik Belediye Başkanı Selim Yağcı’nın eşi Fatma Yağcı, okul müdürleri, Okul Aile Birliği Başkanları, muhtarlar ve öğretmenler katıldı.

    Konferansın açılış konuşmasını yapan Bilecik Gönüllüleri Derneği Başkanı Funda Eldemir, dernek olarak birçok faaliyet gerçekleştirdiklerini, bugün ise Osmaneli Belediyesi ve Osmaneli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile iş birliği halinde bağımlılık konusunda bir program düzenlediklerini ifade etti. Öğretmenler Günü olması dolayısıyla tüm öğretmenlerin Öğretmenler Günü’nü kutlayan Funda Eldemir, bu mesleğin hem zor hem de kutsal bir meslek olduğunu söyledi. Konferansa katılanlara teşekkür etti.

    Daha sonra konuşmacı olarak katılan Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Derman konferansına başladı. Çocuklara Yönelik İhmal ve İstismarın Önlenmesinde Sorumluluklarımızın Neler konusunda bilgi veren ve örneklendirmeler ile sunumunu gerçekleştiren Derman, daha sonra gelen soruları cevaplandırdı.

    Konferansın bitiminde Prof. Dr. Orhan Derman’a İlçe Kaymakamı Edip Çakıcı ve Belediye Başkanı Münür Şahin tarafından çeşitli hediyeler takdim edildi. Prof. Dr. Orhan Derman’ın, kitaplarını imzalamasıyla program sona erdi.

    İlçe Milli Eğitim Müdürü Mahmut Ekinci, verilen konferansın ardından yaptığı açıklamada “Bu konferansın verilmesinde emeği geçen İlçe Kaymakamımız Edip Çakıcı’ya, Bilecik Gönüllüleri Derneği Başkanı Funda Eldemir hanımefendiye, Belediye Başkanımız Münür Şahin’e ve tüm katılımcılara teşekkür ediyoruz”dedi.

  • Tüp bebek tedavi aşamaları nelerdir?

    Prof. Dr. Bülent Tıraş, tüp bebek tedavisi aşamaları hakkında merak edilen soruları cevapladı. Tıraş, “Tüp bebek tedavisi sürecini başlatmak heyecan verici ve bazen stresli bir deneyim olabilir. Genellikle IVF, diğer doğurganlık tedavileri başarısız olduktan sonra takip edilmektedir” dedi.

    Adım 1: Tedavi Öncesi Muayene

    Tedavi öncesinde ilk olarak çiftin kısırlık sorunlarının araştırıldığını belirten Prof. Dr. Bülent Tıraş, konuşmasına şöyle devam etti, “Doktor, anne adayının adet düzenini sorgular ve çifte uygun bir tedavi yöntemi belirler. Büyük olasılıkla, bir yumurtlama tahmini kiti kullanmanızı önerir. Bununla birlikte, özellikle döngülerinizi grafik çizme deneyiminiz varsa, bazal vücut ısısı grafiğini de önerebilir. Yumurtlamadan bir süre sonra doğurganlık kliniği, bir GnRH antagonisti (Ganirelix gibi) veya bir GnRH agonisti (Lupron gibi) kullanmaya başlamanızı önerecektir. Bunlar genellikle enjekte edilebilir ilaçlardır ancak bazıları burun spreyi veya implant olarak mevcuttur. Bu ilaçlar, tedavi döngüsü başladıktan sonra doktorunuzun ovülasyon üzerinde tam kontrol sahibi olmasını sağlar.

    Adım 2: Yumurtalıkların olgunlaştırılması ve kontroller

    “Yumurtalıkların olgunlaştırılması aşamasında, doktorunuz östrojen seviyelerinizi, özellikle de E2’yi veya östradiolünüzü inceleyecektir” diyen Tıraş, “Bu, yumurtalıklarınızın “uykuda” olduğundan emin olmak içindir. Lupron atışlarının veya GnRH antagonistinin amaçlanan etkisi budur. Ultrason, yumurtalıklarınızın boyutunu kontrol etmektir. Doktorunuz ayrıca yumurtalık kistleri arayacaktır. Yumurtalık uyarımı sırasında, doktorunuz folliküllerin gelişimini ve büyümesini izleyecektir. İlk önce, kan testleri ve ultrasonlar birkaç günde bir yapılabilir. Doktorunuz östradiol düzeylerini izleyecektir. Ultrasonografi sırasında, doktorunuz oosit büyümesini izleyecektir” şeklinde konuştu.

    Adım 3: Yumurtalıkların toplanması

    Tıraş, “Bu aşamada çatlatma ipnesinin zamanlaması çok önemlidir. IVF tedavinizdeki bir sonraki adım oositlerin olgunlaşmanın son aşamasına geçmesini tetiklemektir. Yumurtalar, yetiştirilmeden önce büyümelerini ve gelişimlerini tamamlamalıdır. Bu son büyüme insan koryonik gonadotropin (hCG) ile tetiklenir. Genellikle hCG enjeksiyonu, dört veya daha fazla follikül boyutu 18 ila 20 mm büyüdükçe ve estradiol düzeyleriniz 2.000 pg / ML’den fazla olduğunda verilir” dedi.

    Adım 4: Embriyo transferi

    Alınan yumurta ve sperm hücrelerinin döllendirildikten sonra gelişimlerinin izlendiğini belirten Tıraş, “En kaliteli olduğu düşünülen embriyo ya da embriyolar anne adayının rahmine beş dakika gibi kısa bir sürede transfer edilir” ifadelerini kullandı.

    Adım 5: Gebelik testi

    Tıraş, son olarak, “Embriyo transferinden 12 gün sonra kanda gebelik testi yapılarak tüp bebek tedavisinin başarısı tespit edilir” diye konuştu.

  • Kışın Neden Kilo Alıyoruz ? Yaza Fit Girmenin Yolları Nelerdir?

    Ülkemizin büyük bir kesiminde yaşanan yoğun kış şartları nedeniyle rahatça dışarı çıkamadığımız için, hareketlerimizin azlığı ve spor yapamayışımız kış aylarında kilo almamıza sebep oldu. Peki, kışın aldığımız bu kiloları nasıl veririz?

    Kış aylarında alınan kiloların nasıl vereceği hakkında ipuçları veren Beslenme ve Diyet Uzmanı Merve Yılmaz Savur, kış ayları içerisinde insanların su içme alışkanlığını unuttuğunu söyledi. Savur, “Malum soğuk havalardan sıcak havalara geçiş yapacağız. Bu soğuk havalarda kişilerin deri altı yağ tabakaları arttı. Bu yağ tabakaları arttığında metabolizmamız dolayısıyla yavaşlıyor. Bundan sonra havaların artık sıcaklıkları artıyor ve haftanın 7 gününün 3 günü sıcak geçmeye başlayacak. Bunu ise biz avantaj olarak değerlendirmemiz lazım ve avantaja çevirerek yürüyüş yapmamız, fiziksel aktivitemizi arttırmamız lazım. Bütün beslenme uzmanları aynı şeyi öneriyoruz ve diyoruz ki her zaman yeterli ve dengeli beslenmemiz yani 3 ana öğün ve 3 ara öğün şeklinde beslenmemiz lazım” dedi.

    “Kış aylarında gecelerinde uzun olması nedeniyle televizyon karşında abur cuburu çok tükettik ve dolayısıyla kilo aldık” diyen Savur “Yine kışın havalar soğuk ve serin geçtiği için su içmek aklımıza da gelmedi. Geldiğinde de ya bir bardak içtik ya da iki barak içtik ve her insanın günlük içmesi gereken su içme miktarı olan 2 litreyi tüketemedik. Bu da kilo artışına neden oldu” ifadelerini kullandık” ifadelerini kullandı.

    “NE AÇ NE DE TOK SPOR YAPIN”

    Savur, “Artık bahar geliyor ve insanların aklına yaza nasıl fit girmeliyiz soruları geliyor” diyerek şu tavsiyelerde bulundu:

    “Bu soruların cevabı aslında basit sadece fiziksel aktivite ile bu güneşli havaları avantaja çevirerek kiloları verebiliriz ve en önemlisi ise kışın içmeyi unuttuğumuz suları artık sıkça tüketmeliyiz. Ama iş bunlarla bitmiyor su bizim yağ yakmamız da yardımcı oluyor fakat beslenmemize planlı bir şekilde başlayıp devam etmemiz gerek. Spora gidiyoruz ama ya tok karna gidiyoruz ya da aç karna. Bu iki şekilde de spora gitmememiz lazım. Çünkü tok karna spor yapmamız bize kas kaybettirir. Aç karna spor yapmamız ise spor dönüşü çok yemek yememize sebep olur. Bunun içi ne tok ne de aç olmamız lazım.”

    “ARTIK ARA ÖĞÜN ALIŞKANLIĞIMIZI GETİRMEMİZ LAZIM”

    Sabah girdiğimiz rejimin akşam bozmanın tek sebebi ara öğün alışkanlığı olmaması olduğunu söyleyen Savur, “Genelde sabah rejime girip akşam bozma durumumuz oluyor. Bunun sebebi ise öğlen yemek yiyoruz ve akşama kadar olan bölümde hiçbir şekilde ağzımıza besin almıyoruz yani diyet yapıyoruz fakat bu doğru değil. Artık ara öğün alışkanlığımızı getirmemiz lazım. Ara öğün alışkanlığı kazandığımızda öğle yemek yediğimiz vakit akşama kadar olan aralıkta bir meyve veya bir bardak süt içmemiz gerekir ki kan şekerimiz bir seviyede kalsın. Böylece bizim ana yemeğimiz olan akşam yemeğinde az yememizi, çabuk doymamıza fayda sağlar” diye konuştu.

    KEBAP YİYEBİLİRİZ AMA BİR ŞARTLA!

    Rejim yaparken kebap da yenilebileceğini vurgulayan Savur, “Arkadaşlarla dışarı çıkıyoruz ve canımız kebap çekiyor. Bunu da şu şekilde yapabiliriz mesela, akşam yemeğinde kebap tükettiğimizde ondan sonra ki birkaç günü daha dikkatli beslenerek orantılayabiliriz. Fındık, fıstık, badem bunlar bizim kilo vermemize yardımcı oluyor. Tabi bunlarında bir kâsesini yemememiz gerekiyor ve onun da miktarını ayarlamamız gerekiyor yani günde 10 ila 15 tane fındık yiyebiliriz ve aynı miktarda badem, fıstık yiyebiliriz. Yine sabah kahvaltısında 2-3 tane zeytin yerine ceviz yiyebiliriz” bilgilerini paylaştı.

  • Ozon Tedavisinin Faydaları Nelerdir

    Özel Eskişehir TSG Anadolu Hastanesi Başhekimi Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Levent Bilir, herhangi bir yan etkisi bulunmayan ozon tedavisinin, kronik yorgunluk hisseden hastaların yanı sıra iyileşmeyen ya da geç iyileşen yaralarda da etkili bir şekilde kullanıldığını söyledi.

    Son yıllarda özellikle yorgunluk ve halsizlik hisseden vatandaşlara uygulanan ozon tedavisi hakkında bilgiler veren Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Levent Bilir, Ozon tedavisinin son dönemlerde popüler olan tedavi yaklaşımlarından biri olduğunu söyledi. Ozon tedavisinin günümüzde tek başına tedavi edici bir yöntem olmadığını belirten Bilir, “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp” uygulamalarından biri olarak kabul ediliyor. Ama bir takım hastalıkların tedavisinde klasik tedavi yöntemleriyle birlikte kullanıldığında son derece etkili sonuçlar elde ediyor. O hastalıklar nelerdir, özellikle dolaşım sisteminin bozulmasıyla beraber seyreden hastalıklarda son derece etkin. Çünkü dokuların beslenmesi ve oksijenlenmesi kan yoluyla oluyor ve ilgili dokuların kan akımında azalma olduğunda, beslediği organ veya dokuda hasarlanmalar meydana geliyor. Böyle durumlarda son derece başarılı oluyor. Buna örnek verecek olursak, şeker hastalığına bağlı ayaklardaki iyileşmeyen yaralar, iltihaplı kronik yaralar ve geç iyileşen yaraların tedavilerinde etkili bir şekilde kullanılıyor. Bunun dışında karaciğer hastalıklarında, şeker hastalıklarında son derece iyi sonuçlar elde ediyoruz” dedi.

    “KRONİK YORGUNLUK SENDROMUNDA ÇOK İYİ SONUÇLAR ELDE EDİYORUZ”

    Kronik yorgunluk sendromundan dolayı hastalara uygulanan Ozon Tedavisinden çok iyi sonuçlar elde ettiklerini dile getiren Dr. Bilir, sözlerinin bir kısmına şöyle devam etti:

    “Sabah uyandıkları zaman insanlar, kendilerini çok daha güçlü ve dinç hissediyorlar, böyle ağacı yerinden sökecekmiş gibi. Son derece mutlu oluyorlar. Ozon Tedavisinin birkaç uygulama yöntemi var. Ana uygulama yöntemi Majör otohemoterapi dediğimiz kan ozonlamasıdır. Bu yöntemde, tamamen steril şartlar altında daha özel ozon şişelerine hastadan yaklaşık bir 50-100 CC arasında kan alıyoruz, bu aldığımız kanı ozonladıktan sonra hastamızın kanını hastamıza tekrar geri veriyoruz. Hastamızın kendi kanı, tek kullanımlık ürünler ve dolayısıyla bir enfeksiyon oluşturma riskimiz zaten yok. Bu ana uygulama yöntemini başlangıçta haftada en az iki kez olmak üzere 10 kürlük bir tedavi programı ön görüyoruz. Daha sonra hastalığın türüne göre kronik bir hastalık ise, ikişer aylık aralıklarla da tek seanslar şeklinde kan ozonlamasının devam etmesini ön görüyoruz.”

    “OZONUN BUGÜNE KADAR HERHANGİ BİR YAN ETKİSİ TESPİT EDİLMEDİ”

    Dr. Levent Bilir, ozon tedavisinin herhangi bir yan etkisinin tespit edilmediğine dikkat çekerek, “Ozona bağlı herhangi bir alerjik reaksiyon bildirilmemiş, bilinen herhangi bir yan etkisi tespit edilmemiştir. Kan ozonlamasında başımıza gelen en büyük sıkıntı, hastanın damarının iyi olmaması dolayısıyla, hastadan almamız gereken 50 CC ile 100 CC arasındaki kanı almakta zorlanmamız olmaktadır. Bunun dışında minör otohemoterapi dediğimiz minör ozon yöntemi var. Bu yöntemde ise hastadan 5 CC kadar kan alıyoruz, bu kanı ozonladıktan sonra kas içine yani intramüsküler dediğimiz şekilde geri veriyoruz. Bunun dışında iyileşmeyen yaralarda majör kan ozonlamasının yanında torbalama yöntemi de yapıyoruz. Ayağı özel bir ozon torbası içine alıyoruz. Yüksek konsantrasyonda ozon veriyoruz. Yaraların iyileşmesinde son derece etkin oluyor. Ana kullanım yolları bunlar” diye konuştu.