Etiket: Meselesi”

  • Erdoğan: “Türkiye’nin Meselesi Sistem Meselesidir”

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “10 Ağustos 2014 tarihinden beri Türkiye artık yeni bir döneme girmiştir. Konuyu sadece isimler üzerinden okuyanlar ülkeye de millete de kötülük ettiklerini bilmelidir. Türkiye’nin meselesi sistem meselesidir” dedi.

    TOBB 72. Genel Kurul Hizmet Şeref Belgesi ve Plaket Törenine katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin 10 Ağustos 2014 tarihinden beri yeni bir döneme girdiğini belirterek, bu meselenin şahıs meselesi olmadığını, konuyu sadece isimler üzerinden okuyanların ülkeye ve millete kötülük ettiklerini, Türkiye’nin meselesinin sistem meselesi olduğunu söyledi.

    “SOKAĞIN DURUMUNU GAYET YAKINDAN TAKİP EDİYORUM”

    İş dünyasının meselelerinin karşılıklı görüş alış verişi ile yürütmenin kendilerinin temel düsturu olduğun belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sadece şikayet etmek, talep etmek bizlere de sizlere de yakışmaz. Çözüm önerilerini de konuşacağız, pratik sonuçlar elde edebilelim. Artık sadece ülkemizin meseleleri değil, küresel meselelerin çözümü için de sizlerle birlikte çalışıyoruz. Sorumluluk sahibi olduğumuz tüm platformlarda verimli bir işbirliği halindeyiz. Her işimizi olduğu gibi iş dünyasının meselelerini de karşılıklı görüş alış verişi ile yürütmek bizim temel üslubumuzdur. Her meseleyi ehli ile istişare etmek gerekir. Sokağın durumunu gayet yakından takip ediyorum, üreticinin durumunu da gayet iyi biliyorum. Piyasanın işleyişine engel olacak, ekonominin ritmini düşürecek, üretim peşinde koşan insanımızın önünü tıkayacak tutum içine girenlere karşı en küçük bir müsamahamız olamaz” dedi.

    “TURİZM SEKTÖRÜNDE OLAN ARKADAŞLARIM SESLENİYORUM”

    Türkiye’nin 2023 hedefleri için yapılması gerekenleri anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, turizm sektörüne seslendi. Erdoğan, “Kamu kuruluşları yatırımlarını artıracak, özel sektörümüz yatırımlarına ara vermemeli vermeyecek, yeni yatırımlar için kolları sıvayacak, girişimcilerimiz daralan pazarlar için üzülmeyecek, daha büyük pazarlar bulmak için dünya kazan onlar kepçe dolaşacak. Turizmcilerimiz, gelmeyen misafirlerinin yerine garklı ülkelerden daha fazlasını tesislerine çekmenin yollarını arayacak. Böylece Türkiye’yi daha da büyütmenin mücadelesini vereceğiz. Turizm sektöründe olan arkadaşlarım sesleniyorum; artık biz dünyayı kazan kepçe anlayışı ile turizm noktasında operatörlerini kurarak oralardan müşteriyi alıp buraya getireceğiz. Sektörde bu gücü elinde tutan girişimcilerimizin olduğunu biliyorum. Başka türlü 2023 hedeflerimize nasıl ulaşabiliriz, başka türlü bölgemizin ve dünyanın kaynadığı dönemde nasıl güçlenerek çıkarız, eğer böyle yapmazsak vatanımızın bütünlüğünü, milletimizin birliğini nasıl güvence altına alabiliriz” diye konuştu.

    “YILDA 1 MİLYON 400 BİN İŞSİZ…”

    TOBB Başkanı Rifat Hizarcıklıoğlu’nun yılda 1 milyon 400 bin kişiyi işsiz sahibi yapmak için gerekli çalışmayı yapmak için verdiği müjdeyi değerlendiren Erdoğan, “Bu müjdeyi ülkem için yeni bir sıçrama noktası olarak görüyorum, bundan dolayı teşekkür ediyorum. Bu bizler için çok önemli bir adım. Yılda 1 milyon 400 bin. Artan nüfusla baktığımız zaman 1.5 milyon işsizin, 1 milyon 400 bin üyesi olan TOBB çatısı altında iş sahibi yapılması demek hem sizin için hem de ülke için çok büyük bir dinamizmin kazanılması demektir. Ben bu gücün sizde olduğuna inanıyorum. Bunu TOBB gerçekleştirebilir. Her üye ortalama bir işsiz alacak. Ben piyasa adamı olduğum için öyle bakıyorum olaya. Bugün başkandan sinyali aldık, evelallah bu işi başaracağız. Bunun için ekonomi bürokrasinin iş dünyasına daha fazla destek olması gerekiyor. Finansman konusunda yaşanan sıkıntının çözümü için faizlerin düşürülmesi başta olmak üzere diğer hususların daha fazla dikkate alınmasını bekliyorum. Bankalık sektörünün reel kesime karşı tavrı zaman zaman altın yumurtlayan tavuğu kesme durumuna dönüşüyor. Böyle bir anlayış olamaz. Finans sektörünün, bankacılık sektörünün girişimcilerimizin önünü açması lazım. Bu faizi düşürmek suretiyle olur, sürümden kazan. Tavukların hepsini kesersen ortada bir şey kalmaz. Ekonomi sadece bir tarafın kazanacağı değil, hep birlikte kazanabileceğimiz bir alandır. Sadece kendiniz kazanmaya çalışırsanız bir süre sonra tüm muslukların kapandığını görürsünüz” şeklinde konuştu.

    “BİZE BU AKLI VERENLER AVRUPA’DA PARLAMENTONUN ÖNÜNE TERÖRİSTLERİN KURDUĞU ÇADIRA NİYE MÜSAADE EDİYORLAR”

    Rifat Hisarcıklıoğlu’nun konuşmasında vurgu yaptığı yeşil pasaport meselesine yönelik Erdoğan, “Bunlar görüşülür yapılır. Bunun üzerinde de yeni kurulacak hükümetin bir çalışma yapması inşallah 22’sinden sonra atılacak adımdır” dedi.

    AB’nin vize serbestisini getireceğini söyleyen ve müsterih olunmasını gerektiğini belirten Erdoğan, “AB vize serbestini getirir diyorum ben. Biz Başbakan iken bunlar bana söz verdiler, bu yılın Ekim ayı için söz verdiler. Daha sonra ‘biz bunu Haziran’a çekelim’ dediler. Bir şey daha söylediler, ‘şunları yapacaksınız’ dediler, 72 madde öne sürdüler. Yoktu bunlar, nerden çıktı bunlar. 5 tane madde var ki, bunların içinde bir tanesi felaket, ‘Terörle Mücadele Yasasını değiştireceksiniz’ dediler, bize bu aklı verenler Avrupa’da parlamentonun önüne teröristlerin kurduğu çadıra niye müsaade ediyorlar. Biz burada terörle mücadele edeceğiz, beyler parlamentonun önüne teröristlere çadır kurduracaklar, baş teröristin posterleri oraya asılacak, ondan sonra sen kalkacaksın terörle mücadele yasasını değiştirmemi isteyeceksin, sen Türkiye’nin ne zamandan beri bu tür talimatlar almaya başladığını öğrendin, böyle bir şey olamaz. Bugün birileri açıklama yapıyorlar. Buna benzer açıklamaları daha çok yaparsınız. Bu millet kendilerine adil davranılmadığı taktirde, çünkü devletin esası adalettir, ‘adalet mülkün esasıdır’ ifadesi mal mülk anlamına değil, devlet anlamındadır, devletin esası adalettir. Bir devlette adalet yoksa o devlet çökmeye mahkumdur. Bize bu tavsiyeleri yapanlar önce işe buradan başlamaları lazım, adil olmaları gerekir. Türkiye artık bir sömürü ülkesi değildir, bu konuda da adil davranmaları gerekir” ifadelerini kullandı.

    “BU İŞLER OLDU OLDU, OLMADI BİZ YOLUMUZA BUGÜNE KADAR VİZE İLE DEVAM ETMEDİK Kİ, AYNI ŞEKİLDE DEVAM EDERİZ. BU İŞİ ÇOK FAZLA BÜYÜTMEYE GEREK YOK”

    Avrupa’nın mülteciler için Türkiye’ye vereceği 3 milyar euroyu hala vermediğini, Türkiye’yi oyaladıklarını kaydeden Erdoğan, “Şurada 3 milyon mülteciye bu millet bakıyor, ‘biz size yılda 3 milyar Euro vereceğiz’ dediler. Bu parayı şuana kadar vermediler, hala orta sahada top çeviriyorlar. Verecekseniz verin. Bu parayı filanca yenden buraya dolaşıp gelecek diye bize adresler vermeyin. Buraya geliyor yöneticiler, bizim kampları geziyor, öbür taraftan ‘bize proje gönderin’ diyor, bizimle dalga mı geçiyorsunuz. 25 tane şuanda kamp var, bu kapları görüyorsunuz, proje diye bir şey yok, biz uyguladık. Ne projesi? Biz konteyner kentleri, çadır kentleri kurmuşuz, bunlar hala ‘bize proje gönderin size para gönderelim’ diyor. Dalga mı geçiyorsunuz? Bu bir milletin asaleti ile adeta dalga geçmektir. Biz asaletimizle size dalga geçirtmeyeceğiz. G-20’de ben bunlarla konuştum, ‘biz iane ile bunu yapmıyoruz, sizden lütuf istemiyoruz.’ Biz bugüne kadar sizden para gelecek diye bu adımları atmadık ki, biz bu işe başladık, insani ve vicdani bir görev bildik. 6 yıldır bu işi biz götürüyoruz. 10 milyar doları aşkın sadece faturalı harcamalarımız var. STK’ların yaptıkları harcamaları katarsak 20 milyar doları bulur. Bize dünyadan gelen ise 450 milyon dolar. Bunlar hala bizi oyalıyorlar. Sanki bize çok ciddi bir destek verecekler, ‘yılda biz size 3 milyar Euro vereceğiz.’ Vereceksen ver. Bu parayı sen benim bütçeme vermeyeceksiniz, oradaki sığınmacılara gidecek. Vermiyorlar, oyalıyorlar, sonrada ‘biz şu kadar destek verdik.’ Bilmeleri gereken bir şey var, vize konusunda da bize daha önce verilmiş sözleri bunların bu yılın Ekim ayıdır. İmzalar Ankara Palas’ta bu şekilde atıldı. Şuandaki ‘Haziran’a çektik, çekiyoruz’, bu 4 aylık olay var ya, bunlar sadece kendilerine yeni takıma için yol arama projesidir. Temenni ediyorum ki daha önce verdikleri sözü tutarlar ve en geç Ekim ayında bu işi bitirirler. Bu işler oldu oldu, olmadı biz yolumuza bugüne kadar vize ile devam etmedik ki, aynı şekilde devam ederiz. Bu işi çok fazla büyütmeye gerek yok, bunların hepsinin çıkış yolları var, dik duracağız, eğilmeyeceğiz. Duygusal konuşmuyorum, çünkü bu milletin tarihi böyle yazıldı onun çini böyle konuşuyorum” açıklamasında bulundu.

    “LAİK DEĞİLLER AMA KENDİLERİNE TEŞEKKÜR EDEYİM”

    Kilis’e yaşananlara değinen ve bu yönde yapılan tüm operasyonların acımasız bir şekilde sürdüğünün altını çizen Erdoğan, “Kilis’e düşen roketler oradaki birkaç teröristin şımarıklığı değil, tarihi hesaplaşmanın bir parçasıdır. Kilisli kardeşlerimizin yaşadığı acıları, sıkıntıları gayet iyi biliyorum. Bu meseleyi çözmek için tüm alternatifler masamızın üzerinde. Tüm operasyonlar acımasız bir şekilde sürmektedir. Kilis’teki kardeşlerimiz Üstat Necip Fazıl’ın Sakarya şiirinde ‘eyvah Sakarya’m sana mı düştü bu yük’ diye ifade ettiği gibi bu büyük hesaplaşmanın yükünü omuzlamışlardır. Kilis’e düşen roketler sebebiyle şehit olan tüm kardeşlerime rahme, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Terörle mücadele esnasında tüm güvenlik güçlerimize Allah’tan rahmet diliyorum” dedi.

    “Kesin çözüm noktasında artık bu günleri sayıyoruz, bugünler yakındır” açıklamasında bulunan Erdoğan, “Bu ülkede artık bizimle birlikte yaşamayacağını söyleyenler olduğunu görüyoruz. Gönüllerindeki hevesi açıkça söyledikleri için laik değiller ama kendilerine teşekkür edeyim. Bizi niyet okuma, bir sürü süslü laf kalabalığının arasından asıl mesajları alma derdinden kurtardılar. Bizde bundan sonra kendilerine dolaylı yollardan cevap verme sıkıntısından kurtulmuş olduk, artık söyleyeceğimizi açıkça söyleme hakkına sahibiz. Her sözün bir bedeli vardır, biz bu toprakları vatanımız kılmaya söz verdiğimiz günden beri kesintisiz bedelini ediyoruz. Ayrılma sözü edenler, bunu şahıs olarak kendilerinin bir yere antet etmesi anlamında söylüyorlarsa buyursunlar diledikleri yere gitsinler. Vatan topraklarının bir kısmına göz dikmek anlamında bu ifadeyi kullanıyorlarsa açıp Arif Nihat Asya’nın Bayrak şiirini, Mehmet Akif’in Çanakkale şehitlerinin anısını yazdığı şiiri, hiç olmadı İstiklal Marşımızı bir okusunlar. Orada kendileri için her türlü cevap var” diye konuştu.

    “PARALEL DEVLET RÜYASINDA BULUNANLAR BAŞLARINDAKİ NEREDEYSE BUYURSUNLAR ORAYA GİTSİNLER”

    Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet vurgusunu yineleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu milleti parçalayamayacaklar. 79 milyonu ile tek millet. Bu milletin tek bayrağı var. Paçavraları bayrak diye ortaya koyanlar aldanıyorlar. Bu ülkede bayrağımızın dışında hiçbir bayrak söz konusu olamaz. Tek vatan, 780 bin kilometre kare ile bu vatan tek vatan toprağıdır. Buralar tarla değildir, buralar şehit kanları ile sulanmış vatan toprağıdır. Tek devlet, Türkiye Cumhuriyeti Devletin başka bir devlet asla yok. Paralel devlet rüyasında bulunanlar başlarındaki neredeyse buyursunlar oraya gitsinler. İmamlarından ayrı kalmasınlar. Onlarda oraya lütfetsinler” şeklinde konuştu.

    “PKK, YPG, DHKP-C, DAEŞ, EL KAİDE GİBİ TERÖR ÖRGÜTLERİ DE BU PROJENİN BİRER MAŞASIDIR”

    Türkiye’nin Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kalbi konumunda olan bir bölgenin merkezinde yer aldığına dikkat çeken Erdoğan, “Stratejik önemi sebebiyle coğrafyamız her dönemde dikkatlerin, arzuların üzerinde odaklandığı bir bölge olmuştur. Uzun yıllar ayrılıkçı milliyetçilik üzerinden böl-parçala-yut taktiği ile biçimlendirilen bölgemiz bugün terör örgütleri üzerinden kontrol edilmeye çalışılıyor. Burada esas gaye bölge ülkelerinin imkan ve enerjilerin bu tehditlerle boğuşmasını sağlamak, böylece kalıcı istikrar yerine sürdürülebilir istikrarsızlığı hakim kılmaktır. PKK, YPG, DHKP-C, DAEŞ, El Kaide gibi terör örgütleri de bu projenin birer maşasıdır. Türkiye ne zaman iç barışınız tahkim edecek, ekonomisini büyütecek, demokrasisini güçlendirecek adımlar atmaya kalksa hemen ekonomik siyasi tetikçiler devreye giriyor. Ne zaman bakışlarımızı sınırlarımızın dışına yöneltsek, Orta Asya’daki, Kafkasya’daki, Balkanlar’daki, Ortadoğu’daki kardeşlerimizle kucaklaşsak terör örgütleri silaha sarılmışlardır. Bizim uluslararası ilişkilerde de içimizdeki bazı kesimlerin tavırlarında çifte standardı, ilkesizliği, söz ile eylem arasındaki derin ayrımı hissettiğimiz meselelerin başında terör geliyor. Bize demokrasi, insan hakları dersi vermeye kalkanlar, ekonomik kalkınmanın güya yolunu gösterenler, bunun önündeki en büyük engel olan terör konusunda desteği hiçbir zaman vermediler. Tam aksine teröristleri kendi ülkelerinde beslediler. Onlara parasal kaynaklar temin ettiler, onlara yataklık ettiler. Bugün terör örgütün militanları için Suriye ve Irak için ne kadar önemliyse, siyasi uzantıları için de çoğu Avrupa ülkesi o derece güvenli limanlardır. Yanı başımızdaki bir Avrupa ülkesinde terör örgütü militanlarına silahlı ve ideolojik eğitim verdikleri kamplar faaliyet gösterebiliyor, bunları biliyoruz. Türkiye’de suç işlemiz, cinayete karışmış, bombalı eylem yapmış, terör örgütü adına haraç toplamış suçlular tüm Avrupa ülkelerinde serbestçe gezebiliyorlar. Siyasi sığınmacı denilerek eli kanlı caniler, terör örgütünün liderleri korunuyor. İade taleplerimiz ya yargı sistemi içinde akamete uğratılıyor ya da bürokrasiye boğularak bir türlü engelleniyor. Avrupa’dan terör bağlantılı suçlardan dolayı ülkemize iade edilenlerin oranı yüzde 3. Yani ülkemizde cana kıymış, teröre bulaşmış her yüz kişiden 97’si rahatça Avrupa ülkelerinde kendilerine sağlanan özgürlük ortamından istifa ediyor. Özdemir Sabancı’nın katillerinden Fehriye Erdal bunun en somut örneğidir. Geçenlerde Türk medyasında görüntülediler. Bu manzara sadece benim değil, 79 milyonun tamamının içini acıtıyor. Bunu rağmen AB’nin terör kavramı üzerinden ülkemizi hedef alan açıklamalar yapması tam bir kara mizah örneğidir. İşte Belçika’daki olaydan önce kendilerine Dışişleri Bakanlığımız gerekli bilgilendirmeyi yaptı, ‘ilgisi, alakası yok’ dediler. Sonra havalimanında teröristler bombaları patlattı. Ondan sonra ‘hayır’ diyemediler. Belçika karıştı. Aynı şey Hollanda için oldu. Güven yok. Onlardan bize böyle bir destek neredeyse hiç yok. Biz AB üyesi ülkelerden teröre destek veren kendi mevzuatlarını düzeltmelerini, biran önce bu yüz kızartıcı tablonun önüne geçmelerini istiyoruz. Türkiye’den canlı bombalar için başkentine taziye çadırı kurduracak, teröristleri baş tacı edecek, terör örgütleri arasında aynım yapacak bir mevzuat istiyorlarsa hiç beklemesinler. Türkiye onların yaptığı gibi teröre ve teröriste kucak açmaz. AB’nin öncelikle kendi üye ülkeleri arasında ortak bir terör tanımı belirlemesi gerekiyor. Bizim ödediğimiz bedelin, yaşadığımız acının, verdiğimiz can kayıplarının onda birini dahi yaşamamış ülkelerin en küçük hadiseler karşısında attıkları adımları görüyoruz. Bırakın mahkeme kararlarını, kanunları, idari düzenlemelerle özgürlükleri nasıl askıya aldıklarını, güvenlik tedbirlerini nasıl genişlettiklerini biliyoruz. ‘Ele verir talkını, kendi yutar sapını’ AB’nin yaptığı tam bu” şeklinde konuştu.

    “TÜRKİYE’NİN MESELESİ SİSTEM MESELESİDİR”

    Başbakan ve hükümet değişikliği sürecinin yaşandığını belirten Erdoğan, “Bundan önce danışmanım ve Dışişleri Bakanım olarak, 20 aydır Başbakanım olarak birlikte çalıştığım Ahmet Davutoğlu kardeşime hizmetleri için teşekkür ediyorum. Kongrede seçilecek yeni genel başkan ve dolayısıyla Başbakan’ın milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Muhalefet hala AK Parti’nin aldığı kongre kararı ile ilgili olarak farklı yorumlar yapıyor. Siz önce kendi içinize bakın. Siz kendi içinizde ne hale gelmişsin, şimdi kalkıp iktidar partisinin aldığı olağanüstü kongre kararının ‘Beştepe ile ilgili var…’ bunlar üzerinden bir çok şeyler yapıp duruyorsunuz, işinize bakın. Önce güçlü bir demokrasi güçlü bir muhalefetle olur. Siz hiçbir zaman güçlü bir muhalefet olamadınız, önce bunu düzeltin. 10 Ağustos 2014 tarihinden beri Türkiye artık yeni bir döneme girmiştir. Bu mesele asla şu veya bu şahıs meselesi değildir. Konuyu sadece isimler üzerinden okuyanlar ülkeye de millete de kötülük ettiklerini bilmelidir. Türkiye’nin meselesi sistem meselesidir. Madem devir bilgisayar devri, onun üzerinden bir örnekle meramımı anlatmaya çalışıyım, biliyorsunuz bilgisayarda bir donanım bir de yazılım var. Türkiye geçtiğimiz 13 yılda kat ettiği büyük mesafe sayesinde donanımını değiştirdi, geliştirdi. Buna karşılık hala 1960 ve 1980 darbelerinin milletimize dayattığı bir anayasa ile yani eski sürüm bir yazılım ile bilgisayarımızı kullanmaya çalışıyoruz. Bazı ülkelerde anayasalar tarihi metinler olduğu için yeniden yazılmak yerine yeniden yorumlanarak güncel gelişmeler karşısında korunabiliyor. Bizim anayasamızın böyle bir özelliği yok. Tarihi değerinin hatırına korumamız gereken bir anayasaya da sahip değiliz. Bütünselliğini kaybetmiş bir anayasa ile karşı karşıyayız. Sahip olduğumuz güçlü donanımı buna uygun bir yazılım ile destekleyerek verimimizi artırabilmenin yoluna gitmeliyiz. Yeni anayasa ve başkanlık sistemi meselesine böyle bir anlayışla yaklaşmamız gerekiyor. Hiç kimsenin Türkiye’yi vejetaryen diyete mahkum edilmiş bir aslanlar ülkesi haline getirmeye hakkı yoktur. Ülkemizin ihtiyacı neyse ona uygun çözümleri bulmalı ve hayata geçirmeliyiz. Maalesef ülkemizde kendisi yeni bir şey üretmeyen, yapılanlara engel olmayı aslı görevi sayan müzmin bir muhalefet anlayışı var” ifadelerini kullandı.

    Daha önceki anayasa yapım süreçlerine ilişkin hatırlatmalar yapan ve muhalefetin derdinin ipe un sermek olduğunu söyleyen Erdoğan, “Şimdi yeni bir süreç devam ediyor. Temennim ve beklentim bu sürecin başarı ile sonuçlanarak Türkiye’nin hedeflerine uygun bir anayasal zemine ve yönetim sistemine kavuşmasıdır” açıklamasında bulundu.

    “YENİ BİR ANAYASA İLE BİRLİKTE BAŞKANLIK SİSTEMİNİ DE SİZLERİN DESTEĞİ İLE HAYATA GEÇİRMEK İSTİYORUZ”

    “Dünyanın her yerinde Türkiye’nin konuşulması, Türk ticaret erbabının dünyanın her yerinde ticaret yapması yönünde TOBB’un katkısının büyük olacağına inanıyorum” ifadelerini kullanan Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, ticareti kolaylaştırdıklarını, tüm gümrük kapılarını otomasyona geçirdiklerini belirtti. Bakan Tüfenkci, “AK Parti hükümetleri olarak hayal dahi edilemeyenleri başardık. 2023 hedeflerine birileri ‘hayal’ dedi, biz bu millete inanarak bu hedefi hep birlikte gerçekleştireceğiz. Bugün yapısal reformların birçoğunu gerçekleştirdik. Yeni bir anayasa ile birlikte başkanlık sistemini de sizlerin desteği ile hayata geçirmek istiyoruz” dedi.

    “GİDECEK BAŞKA YERİMİZ YOK, GİTMEYE DE NİYETİMİZ YOK”

    Son 7 yılda Türkiye’de 6 milyon vatandaşa özel sektör eliyle istihdam sağlandığının altını çizen TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, “Son 7 yılda AB ülkeleri tek bir ilave istihdam sağlayamadılar, tam tersine 4 milyon kişi işten çıktı. Türkiye aynı dönemde 6 milyon vatandaşına ilave istihdam sağladı. Avrupa’da yaşanan ekonomik krize rağmen bunu başardık. Sayın Cumhurbaşkanım, sizin desteğinizle yılda 1 milyon 500 bin hedefini de yakalarız, Türkiye’yi dünyanın ilk 10 ekonomisinden birisi de yaparız” açıklamasında bulundu.

    “Devletten tek talebimiz önümüzdeki engellerin kaldırılması” ifadelerini kullanan Hisarcıklıoğlu, yargı reformu, iş gücü reformu, eğitim reformu, kamu yönetimi ve vergi reformları olmak üzere 5 temel alanda reformlara öncelik verilmesi gerektiğinin altını çizdi. Finansmana erişimde büyük sıkıntı yaşadıklarını kaydeden Hisarcıklıoğlu, “Bankalar artık daha vicdanlı ve sorumlu davransın, hep bana anlayışını bıraksın” dedi.

    Hisarcıklıoğlu, Oda ve borsa başkanları için yeşil pasaport ihtiyacını gündeme getirdi. Yeni anayasa sürecine ilişkin de konuşan Hisarcıklıoğlu, “Yeni anayasamızı hep birlikte hayata geçirelim” diye konuşurken, terör olaylarına değinerek, bölge esnaflarının sıkıntılarının çözülmesi gerektiğine işaret etti.

    Terör örgütlerine de seslenen Hisarcıklıoğlu’nun “Sizlerin ağa babaları 8 asır önce Haçlı Seferleri düzenlediler, 9 defa düzenlediler yenildiler. Dedelerimiz buna fırsat vermedi, hepsini denize döktü. Bugün bizde müsaade etmeyeceğiz. Bizler bin yıldır bu coğrafyayı vatan belledik, gidecek başka yerimiz yok, gitmeye de niyetimiz yok. 78 milyon kardeştir, Türkiye hepimizindir” sözleri oda ve borsa başkanların büyük alkış aldı.

    Törene; Başbakan Yardımcıları Lütfi Elvan ve Numan Kurtulmuş, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Ekonomi Bakanı Mustafa Elitaş, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Maliye Bakanı Naci Ağbal, Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, Gençlik ve Spor Bakanı Çağatay Kılıç, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ile TOBB Meclis üyeleri ve oda-borsa başkanları katıldı.

  • Katil Zanlısı “Namus Meselesi” Bahanesine Sarıldı

    Adana’da kız kardeşi ve eniştesini 2 yaşındaki yeğeninin yanında öldüren zanlı Doğukan Hüküm, adliyeye sevk edilirken, “Onuruyla yaşamasını bilmeyen ölmesini bilecek pişman değilim” dedi.

    Seyhan ilçesine bağlı Yeşiloba Mahallesi’nde dün gece Doğukan Hüküm (34), kız kardeşi Özgecan Arslan (25) ile kocası Bekir Arslan’ı, 2 yaşındaki kızları Merve Arslan’ın ve Özgecan Arslan’ın kız kardeşi Özlem Hüküm’ün yanında tabanca ile vurarak öldürdü.

    Olaydan sonra polis Doğukan Arslan’ı yakalayarak sorgulamak üzere emniyete götürdü. Sorgusu tamamlanan zanlı önce sağlık kontrolünden geçirilmek üzere adli tıp birimine getirildi. Zanlı burada basın mensuplarının “Kız kardeşini neden öldürdün” sorusun üzerine, “Ben cezaevinden çıkacağım diye formalite evlilik yapılmış. O kişi kocası değilmiş bana akşam bunları söyledi. Ben de bunları duyunca kendime yediremedim, ikisini de öldürdüm. Pişman değilim, onurun pişmanlığı olmaz. Onuruyla yaşamasını bilmeyen ölmesini bilecek. Namus meselesi” diye yanıt verdi.

    Ayrıca zanlı Doğukan Hüküm, kız kardeşiyle eniştesinin barışmak için bir araya gelmediğini söyledi. Zanlı daha sonra adliyeye götürüldü.

  • Ermeni Meselesi 101. Yılında Uludağ Üniversitesi’nde Masaya Yatırıldı

    Uludağ Üniversitesi, tarihte 1915 Ermeni olayları olarak bilinen Ermeni meselesini 101. yılında tartıştı.

    Bursa Türk Ocağı ve Uludağ Üniversitesi’nin ortaklaşa düzenlediği, “Osmanlı’nın seçkin tebaası iken yabancılaşan topluluk – Bursa Ermenileri bilgi şöleni’ UÜ Prof. Dr. Mete Cengiz Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Açılış konuşmasını yapan UÜ Rektörü Prof. Dr. Yusuf Ulcay, Türk toplumunun din, vatan, millet ve bayrak için her şeyini vermeye hazır olduğunu söyledi. Osmanlı’nın bölündüğünü, parçalandığını hatırlatan Ulcay, gelen kalan toprakların da bugün yine aynı senaryolar ile parçalanmaya çalışıldığını vurguladı.

    Türk milletinin geçmişte ufukların efendisi olarak adlandırıldığını kaydeden Ulcay, “Ancak birileri içeriden, birileri dışarıdan çalışarak, bir önceki ecdadımızın kurduğu Osmanlı’nın akordunu bozdular. Ardından da 624 sene süren cihan devleti sona erdi. Osmanlı gittiği her bölgeye adalet götürmüş. Atalarımız, memaliki olan her yerdeki insanları huzur içinde yaşatmışlar. Aziz ecdadımız gittiği hiçbir yerde kimsenin dini, dili ve ırkıyla uğraşmamış. İsteseydi kılıç zoruyla herkesi Müslüman yapabilirdi. Hatta uzun yıllar hüküm sürdüğü bölgelerde isteseydi herkesi Türkçe konuşmaya mecbur bırakabilirdi. Ancak yapmadı, herkese saygı gösterdi. Bugün o coğrafyada yaşayan tüm insanlar ana dillerini çok rahat bir şekilde konuşabiliyorlar. Atalarımız Avrupa’da, Asya’da ve Afrika’da çok uzun yıllar hükümdarlık sürdü” dedi.

    “MAKSAT BİZANS’I VE BÜYÜK İSRAİL’İ YENİDEN KURMAK”

    Türklerin 1453’te İstanbul’u fethederek Anadolu’nun her noktasına mührünü vurduğunu anlatan Rektör Ulcay, bu gelişmeyi Avrupa’nın kabullenemediğinin altını çizdi. Avrupa’nın birçok yerinde Bizans Enstitüleri kurulduğunu hatırlatan Ulcay konuşmasını şöyle sürdürdü:

    “Bu kurumlar bizi Anadolu’dan atmak için, Bizans’ı yeniden yeşertmek için ciddi bir şekilde çalışma yapıyorlar. Bugünkü terör olayları, bugünkü ermeni olayları ve diğer tüm etnik unsurlar üzerinden oynanan oyunların arkasında gerçekte Bizans’ı tekrar hortlatmak var ve Osmanlı’yı parçaladıkları gibi Türkiye’yi ve Anadolu’yu da parçalamak, bir tarafında Bizans’ı yeniden kurmak, diğerlerini de büyük İsrail’e uydu kent yapmak için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. Bu onların görevi. Bizim görevimiz ise birlik ve beraberlik içerisinde, birbirimizin arasındaki farkların çok da anlamlı olmadığını görmektir. Bakın, farklı fikirler, devleti parçalama zihniyeti olmadığı müddetçe zenginliktir. Bunu muhtemelen yurt dışına gidip uzunca müddet kalanlar çok daha iyi hisseder. Bizim aramızdaki bu farkları, başkaları ile olan farklarımızı gördüğümüz zaman -hainlik hariç- diğer farklarımızın çok da anlamlı olmadığını anlayacağız. El ele birlikte ülkemizi İslam dünyasına da Türk dünyasına da örnek olacak şekilde birleştirmek için hepimiz elimizden geldiğinde yapmak zorundayız. Yapmazsak tarih tekerrürden ibarettir. Eğer tarihten ders alırsak, tekerrür etmez.”

    “KİN DUYMAK TÜRK’ÜN KARAKTERİNE UYMAZ”

    Bursa Türk Ocağı Başkanı Prof. Dr. Selçuk Kırlı ise konuşmasında, Ermeni meselesine atıfta bulunarak, “Bugün bir asırlık bir yalanın 101. yıldönümünde bir araya geldik” şeklinde konuştu.

    Meselenin kin duymak, sinirlenmek ya da bir kini nesilden nesile aktarmak olmadığını vurgulayan Kırlı, butavırların da Türk’ün karakterine uyan bir şey durum olmadığını söyledi. Ermenilerin 1800’lerden itibaren bölgedeki başka bir takım unsurlarla beraber, Almanya’nın, Rusya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın büyük destekleriyle birlikte yaptıkları hareketlerinyabancılaşma modeline uygun tavırlar olarak niteleyen Kırlı, “Biz Türkler, bu hususta, aslına bakarsanız en kusursuz, en masum olanlarız. Ancak iki sürahi çarpıştığı zaman bir tanesi kırılırsa, öteki de çatlar. Onlar bu memleketteki varlıklarını kaybettiler. Onlar bizim insanlarımızı öldürmekle bizim dostluğumuzu kaybettiler. Ecdadımız Osmanlı, onlardan kaynaklanan bir alay kültür değerini ve Avrupa ile bağlantılarını kaybetti. Kayıplar her zaman karşılıklıdır. Tek taraflı değildir. Ancak altında yatan nedenler de dikkate alınarak, ilk hareketi yapanın mahkûm edilmesi söz konusu olduğunda, mahkûm edilecek olanın Türk olması mümkün olmasına rağmen, mesele gerçekleri ortaya koyabilmek değil, mesele gerçekleri anlatabilmektir. Mesele bu topraklar üzerinde hala eski emellerini devam ettirmekte olan ve yerel olarak bulabilecekleri her türlü şansı kullanarak bu memleketi parçalamak, aynı Osmanlı toprakları üzerinde yürütülen dünya harbinde olduğu gibi bundan sonra da elimizde kalan son topraklarda benzer taktikler ile benzer sonuçları almak isteyenlerin en kolay kullanabilecekleri ve en müsait hale gelmiş olan araçtır Ermeni meselesi ve Ermeniler üzerinde çok büyük bir anlamı vardır” şeklinde konuştu.

    “ERMENİLERİN İDDİALARI GÜLÜNÇ”

    Ermenilerin millet olabilmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri için bir takım tarihi mitlere ihtiyaç duyduklarını belirten Kırlı, “Bizim tarihte kurulmuş 16 devletimiz var. Ancak Ermenilerin yok. Olduğu iddia edilen şey bir tabiri krallıktır. Ortaya koyabildikleri bir bağımsız devlet yok. Dolayısı ile tarihleri ile kahramanları ile övünmek gibi bir lüksleri yok. Ancak ikinci konuyu çok iyi kullanıyorlar. İkincisi tehdittir. Toplum kendini tehdit altında hissettiği zaman birbiri ile kenetlenir. Dolayısı ile bulundukları toprakları terk etmekten geri durup, o tehdidin karşısında korunma içgüdüleri ile birlikteliğini sürdürmeye devam ederler. Ermenilerin yaptığı da odur. Eğer Türk tehdidi diye bir tehdit Ermenilerin güncel tarihinden çıkarsa Ermenistan’da ermeni kalmaz. Zaten kalanların sayısı da bellidir ve o kadarcık sayıyla ortaya koydukları iddiaların büyüklüğü coğrafya ve nüfus açısından kıyaslarsanız gülünçtür. Ancak bu gerçekler hiçbir şeyi değiştirmez. Çünkü bu bir algı yönetimi meselesidir ve onlar bu propaganda savaşını özellikle batıda kazanmışlardır. Bu aşamadan sonra bizim yapmamız gereken şey; haklılığımızı, atalarımızı ve geleceğimizi savunmaktır. İnşallah en bilimsel metotlar ile hep birlikte bunu başarırız” dedi.

    “SEVR’DE DAYATILAN ERMENİ MESELESİ LOZAN’DA NEDEN YOK?”

    Programdaki ilk oturuma Prof. Dr. Tayyar Arı, Prof. Dr. Kemalettin Kuzucu, Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran, Prof. Dr. Hale Şıvgın ve Prof. Dr. Muammer Demirel konuşmacı olarak katıldı. Arı, Türklerin Ermeni meselesi konusunda hiçbir korkusunun olmadığını söyledi. Türklerin, hiçbir millete karşı husumet ya da düşmanlık duymadığını kaydeden Prof. Dr. Tayyar Arı, bunun Türk milletinin temel özelliği olduğunu aktardı. Ermenilerin, Türk düşmanlığı üzerine bir millet inşa etmeye çalıştıklarını ve bu düşmanlığı da bu süreçte çok iyi kullandıklarını vurgulayan Arı, “Aynı şey Yunan ve Rumlar için de geçerli. diye konuştu.

    “BATI DÜNYASI BU MESELEYE DÖRT ELLE SARILIYOR”

    Ermeni meselesinin bizim dışımızda bir hadise olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Tayyar Arı konuşmasına şöyle devam etti:

    “Batılıların çok satın almaya hazır oldukları bir meseledir. Meselenin ortaya çıkışından itibaren Ermeni ayaklanmaları batı medyasında çok görkemli bir şekilde yer almaya başladı. Birçoğu zaten abartılı bir şekilde olmayan hadiseleri de olmuş gibi göstererek yansıtıldı. Bugün de maalesef batı dünyasında bu meseleye yönelik olarak ciddi bir alıcı kitle var. Bu da Müslüman ve Türk dünyasına yönelik bir ön yargıdan kaynaklanıyor. Dolayısı ile bir ortak kültür ve ortak din gibi temel unsurlar üzerinde hareket ederek bu ermeni meselesi batı dünyası tarafından sahipleniliyor ve bunu bizim aşmamız da öyle kolay değil. ciddi bir literatür oluştu ve topyekûn bir şekilde sahipleniliyor. Bununla mücadele ederken de bizi destekleyenlerin sayısının fazla olduğunu söylemek yanlış olur. Bu sadece Türk bilim insanlarına düşen bir görev. Daha fazla çaba göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Hem bu meseleyi doğru bir yörüngeye oturtmak hem de oluşmuş olan algıyı tersine çevirmek için ciddi bir çalışma yapılmasına ihtiyaç var. Son zamanlarda çalışmalar artıyor. Fakat oldukça az ve yetersiz olduğunu söylemeliyim.”

    UÜ Rektörü Prof. Dr. Yusuf Ulcay ve beraberindekiler, program öncesinde Prof. Dr. Mete Cengiz Kültür Merkezi Sergi Salonu’nda gazeteci Ali Eşref Uzundere’nin açtığı ‘Fotoğraflarla Ermeni Mezalimi’ isimli sergiyi gezdi.

  • Başesgioğlu: “Türkiye’deki Güvenlik Meselesi Başka Bir Yerle Kıyaslanamaz”

    Eski İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu, Samsun’da katıldığı “Güvenlik ve Özgürlük” adlı konferansta, “Türkiye’deki güvenlik meselesi dünyanın hiçbir yeri ile kıyaslanmayacak farklılıklar arz ediyor” dedi.

    Türk Ocakları Samsun Şubesi tarafından “Güvenlik ve Özgürlük” adlı konferans düzenlendi. Öğretmenevi’nde düzenlenen konferansın açılış konuşmasını Türk Ocakları Samsun Şube Başkanı Doç. Dr. Serkan Şen yaptı.

    Konferansa konuşmacı olarak katılan eski İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu, Batılı ülkeler ile Türkiye’deki güvenlik ve özgürlük ilişkilerini kıyasladı. Başesgioğlu, “Özgürlük ve güvenlik diye hem siyaset literatüründe hem de hem de hukuk literatüründe bir tartışama var. Özgürlük ve güvenlik dendiğinde akıllarda ‘acaba bunlardan birini diğerine feda edebilir miyiz’ sorusu geliyor. Özgürlük mü, Güvenlik mi? Böyle bir şey yok. Ne güvenlik için özgürlük feda edilebilir ne de tersi. Esas olan özgürlüktür. Özgürlük, insan olmanın gereği, çizilen sınırlar içerisinde düşündüğünü ifade edebilme, yaşayabilme, kendinize gelecek kurma konusunda hür ve müstakil olmanız demektir. Hiç Kimsenin size herhangi bir direktif vermeden bir hayat sürmenizdir. Bu tabi ki rastgele gözaltına alınmamanızı, tutuklanmamanızı ve hürriyetlerin kısıtlanmaması demektir. Özgürlük insani ve bir toplumda olmazsa olmaz bir kuraldır. Peki güvenlik? Güvenlik de önemlidir. Bir toplumda güvenlik yoksa size Anayasa’nın sağladığı özgürlükleri kullanamazsınız. Nasıl oksijen solumadığınızda beyninizin fonksiyonları yerine gelmezse, toplumda güvenlik olmazsa da size sağlanan özgürlükler kağıt üzerinde kalır” diye konuştu.

    “AVRUPA, TERÖRÜ GÖRDÜKÇE KURUCU DEĞERLERİNDEN VAZGEÇİYOR”

    Batılı ülkelerin terörü gördükçe bazı değerlerden vazgeçtiğini dile getiren eski Bakan Başesgioğlu, “Avrupa ve Batı demokrasileri, şiddeti ve terörü gördükçe kendilerine kurucu değer olarak benimsedikleri değerlerden vazgeçiyorlar. Bunun en büyük kırılma noktası Amerika’dır. İkiz Kuleler’e yapılan saldırıdan sonra Amerika kendisine bir savaş doktrini ilan etti. ‘Yurtseverler Yasası’ diye bir yasa çıkardı. Bir siyasi topluluğu hiçbir mahkeme kararı olmadan ‘sen terör suçlususun’ diye tanıma imkanı getirdiler. Hükümetin grupları terör suçlusu olarak tanımlama hakkı var. Bu müthiş bir şey. Yani özgürlüklerin ne kadar kısıtlandığına dikkat edin. Mesela yabancıların evlerine hiçbir mahkeme kararı olmadan arama hakları var. Yurt dışına gönderme gibi birçok hakları var. Amerika, ‘Teröristlerle, teröristleri ülkelerinde barındıranlar arasında ayrım yapmayacağız’ diyor” şeklinde konuştu.

    Türkiye’nin 30-40 yıldır terörle mücadele ettiğine dikkat çeken Başesgioğlu şöyle devam etti: “Kuzey Irak diye bir problemimiz var. PKK’nın en büyük odaklandığı nokta Kuzey Irak’tır ve Kuzey Irak’taki bu mesele halledilmeden Türkiye’deki PKK terörünü önlemek çok zordur. Çünkü kaçtıkları, militan yetiştirdikleri, karargah olarak kullandıkları yer orasıdır. Türkiye’nin aslında burada uluslararası hukuktan doğan da bir takım hakları var ama birçok uluslararası denge Türkiye’nin Kuzey Irak konusundaki ileri hamle yapmasına engel oluyor.”

    “TÜRKİYE’DEKİ GÜVENLİK MESELESİ DÜNYANIN HİÇBİR YERİ İLE KIYASLANMAYACAK FARKLILIKLAR ARZ EDİYOR”

    Türkiye’deki toplumu etkileyen birçok olayın diğer ülkelerin aksine terör olayları olduğunu vurgulayan Başesgioğlu, “Japonya’da toplumu etkisi altına alan olaylar incelendiğinde 5 olay öne çıkmış. Bunlar da bireysel şiddet olayları ve tabiat olayları. Bizim toplumumuzu etkisi altına alan olaylar dikkate alındığında ise bizde de 20 bin kişi Marmara Depremi’nde hayatını kaybetti. Soma’da 301 vatandaşımız hayatını kaybetti. Onun dışında önemli olarak gördüğümüz olayların hepsi terörle ilgili olaylardır. İstanbul Sultanahmet’teki patlama. İstanbul Beyoğlu patlaması. Ankara Kızılay, Gar ve Şanlıurfa… Hepsinde 30’ar, 40’ar, 100’er vatandaşımızın çok vahşi bir şekilde kahpece hayatlarını kaybettiği olaylardır. Türkiye’deki güvenlik meselesi dünyanın hiçbir yeri ile kıyaslanmayacak farklılıklar arz ediyor. Tüm bunlar göz önüne alındığında esas olan özgürlüktür. Güvenlik, özgürlüğü sağlamak için yapılmalıdır. Güvenlik tedbirleri alırken çok makul, gerçekçi ve ciddi şüpheler olması lazım. Ülkede kim muhalefetse, muhalefetin sesini kısma adına yasaların verdiği yetkiyi kendi vatandaşlarına kullanmayacaksınız. Güvenlik ve özgürlük esası budur” ifadelerini kullandı.

    Konferansa ayrıca MHP İl Başkanı Taner Tekin, eski MHP Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek ve davetliler katıldı.

  • “Osmanlı’dan Cumhuriyete Ermeni Meselesi”

    Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muammer Demirel, Rusların Doğu Anadolu’da Ermenileri taşeron olarak kullandığını, sözde soykırım iddialarının gerçeği yansıtmadığını bildirdi.

    Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından Emir Buhari Kültür Merkezi’nde düzenlenen ‘’Yakın Tarih Okumaları”na katılan Prof. Dr. Muammer Demirel, Osmanlı’dan Cumhuriyete Ermeni meselesini anlattı. Ermeni tehcirinin sebep ve sonuçları konulu proje için 9 ay süreyle İngiltere kütüphanelerinde araştırma yapan ve İngiliz arşivinde Ermenilerle ilgili belgelerin 1896 yılından 1920 yılına kadar olan önemli bir kısmını derleyip kitap olarak yayınlayan Prof. Dr. Demirel, tehcir ile birlikte sözde soykırım iddialarına dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.

    1. Dünya Savaşı ile birlikte Rusların Ermeni çeteleri kışkırttığını ve Doğu Anadolu’da taşeron olarak kullandığını dile getiren Prof. Dr. Demirel, Ermeni kaynaklarında yer alan bilgilere göre 150- 180 bin Ermeni’nin savaş öncesinde Rus ordusunda gönüllü taburları oluşturduğunu ve ilk saldırdıkları cephenin de Sarıkamış olduğunu ifade etti. 1. Dünya savaşı sonrasında Rusların Doğu Anadolu’dan çekilirken bütün silahlarını Ermenilere bıraktığına dikkat çeken Demirel, bölgede yaşanan katliamların birinci derecede sorumlusunun Ruslar olduğunu ifade etti. Rusların Ermenileri devlet sözü vererek ağır katliamların gerçekleşmesinde taşeron olarak kullandığını belirten Demirel sözlerine şöyle devam etti: “Osmanlı ordusu 12 Mart 1918’de Erzurum’a girdiğinde sokaklarda topladığı ceset sayısı 9 bin 500’ün üzerindeydi. Sadece Erzurum’da 10-12 bin insanın katledildiğini biliyoruz. Şehrin nüfusunun o tarihte 30 bin civarında olduğunu göz önüne alırsak yaşanan vahşetin boyutları gözler önüne seriliyor” dedi.

    Ermeni çetelerinin Van’da da büyük bir katliama yol açtığını, şehri yakıp yıkarak harabeye çevirdiğini ifade eden Demirel, yüz binlerce Vanlının Ermeniler tarafından katledildiğinin altını çizdi. Prof. Dr. Demirel, “Tehcir kanunun çıkmasının sebebi Van hadisesidir. Van’ı hedef seçen Ermeni çeteleri 15 Nisan’da büyük bir ayaklanma başlatıyorlar ve 15 Mayıs’ta Osmanlı ordusu kentten çekilmek zorunda kalıyor. Van’ı biz Ruslara kaybetmiş değiliz, Taşnaklar’a kaybettik. Bunun üzerine Osmanlı hükümeti son çare olarak tehcire başvurmuştur” diye konuştu.

    İngiliz arşivlerindeki kayıtlara göre, Ermeniler kendi halklarını kışkırtmak için Van şehrinin Ermeni asıllı belediye başkanı Bedros Kapamacıyan’ın devlet ile işbirliği yaptığı iddiasıyla 1912 yılında Taşnak terör örgütü tarafından öldürüldüğünü ifade eden Demirel, tehcir ile birlikte ortaya atılan Ermeni soykırımı iddialarının da gerçeği yansıtmadığını söyledi. Hiçbir arşiv ve belgede de bu iddiaları doğrulayacak bir kayıt bulunmadığını ifade eden Demirel, tehcir sırasında Ermenilerin Osmanlı askerleri tarafından korunduğunu kaydetti.

    KÖKEN İTİBARİYLE TRAKYA’DAN GÖÇ ETTİLER

    Ermenilerin kökenine ilişkin ilginç ve çarpıcı tespitlerde bulunan Prof. Dr. Muammer Demirel, Rusların Ermenilerin Urartular’dan geldiğini iddia ettiğini ve bu iddiaya gerekçe olarak Ermeni lisanını gösterdiklerini söyledi. Demirel, araştırmaların ardından Ermenice’nin Urartu diliyle bir alakasının olmadığının daha çok Çerkez diline benzediğinin ortaya çıkmasıyla Rusların tezinin de çürüdüğünü söyledi. Batı dünyasında Ermenilerin köken itibariyle Trakya’dan, “Trak” kavimlerinden geldiğinin kabul gördüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Demirel, bu kavmin milattan önce 1200 yılında yapılan büyük kavimler göçüyle batıdan doğuya, Anadolu’ya geldiğini belirtti. Yunan kavimlerinin de bu büyük kavimler göçü dalgası ile Ermeniler ile birlikte Anadolu’ya yerleştiğini söyleyen Demirel, Ermenilerin 294 yılında piskopos olarak takdis edilen aziz Gregoryan tarafından Hıristiyanlığı kabul ettiklerini anlattı. Mezhep itibariyle Ortodoksluğu kabul eden Ermenilerin, kilise itibariyle diğer Ortodokslardan ayrıştığını belirten Demirel, Aziz Gregor’un ilk din merkezini Muş yakınlarındaki Ardışad’a kurduğunu daha sonra bu dini merkezin bugünkü Erivan yakınlarındaki Eçmiadzin’e taşındığını söyledi. Bizans döneminde Ortodoksların, Ermenileri batı Ortodoksluğunu kabul etmeleri için baskı uyguladıklarını hatta din adamlarının işkence gördüğünü ifade eden Prof. Dr. Demirel, “Bu sebeple Türklerin Anadolu’ya geçişleri Ermenileri çok fazla rahatsız etmemiştir” diye konuştu.

    Osmanlı’nın Ermenilerin inanç ve ibadetlerine ve soysa kültürel haklarına çok fazla anlayış gösterdiğini söyleyen Demirel, 1789 Fransız ihtilali ile birlikte milliyetçilik akımının Avrupa’da estirdiği rüzgârın Ermenileri de büyük ölçüde etkilediğine dikkat çekti.

    1830’da imzalanan Edirne anlaşmasıyla birlikte Rusların işgal ettikleri Doğu Anadolu topraklarından çekilirken büyük bir Ermeni vatandaşı zorla ve tehditle bugünkü Erivan’a ve çevresine götürdüklerine vurgu yapan Prof. Dr. Demirel, göçe zorlanan bu Ermenilerin daha sonra Osmanlı Devletine karşı kullanıldığını ifade etti. Demirel sözlerini şöyle sürdürdü: “1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı Devletinin herhangi bir yerinde konsolosluk açma hakkı elde eden Ruslar, konsolosluklarını Hıristiyan nüfusun yoğun olduğu bölgelerde açtılar. Ermeniler ile yakından ilgilenen Rusların bu tavrı İngilizleri de harekete geçirdi ve İngilizler de aynı yöntemle konsolluk açarak Ermeniler ile kendilerinin de ilgilendiğini göstermek istedi. Bu iki devletin, Osmanlı Ermenilerine ilişkin yakın tavrı bölgede yaşayan Ermenileri şımartırken, Ruslar bir adım daha ileri giderek konsoloslukları aracılığıyla Ermenilere Rus pasaporttu dağıttı. Bu gelişmeler ışında Ermeniler Osmanlı Devletine karşı cephe almaya başladı.”

    Metotları PKK’dan Farklı Değildi

    Ermeni örgütlenmesinin 1886 yılında Cenevre’de kurulan “Hinçak” komitesiyle başladığını, 1890’da Ruslarında teşviki ile Tiflis’te Taşnak’ın kurulduğunu ifade eden Prof. Dr. Demirel, 19. yüzyılda etnik ayrımcı örgütlerin tamamının Marksist temeller üzerine kurulduğunu söyledi. Bu örgütlerin kurulmasıyla Doğu Anadolu’ya yönelik Ermeniler tarafından propaganda faaliyetlerin başladığını belirten Demirel, “19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde Hınçak komitesi daha güçlü bir yapılanma içindeydi. 1890 ve 1895 olaylarını Hınçak çetesi çıkarmıştır. 1900’lü yıllardan itibaren Taşnak terör örgütünün ön plana çıktığını görüyoruz. Bu örgütlerin metotlarına baktığımızda PKK terör örgütünün metotlarından hiç farkı olmadığını görüyoruz” şeklinde konuştu. Ermeni çetelerin Osmanlı topraklarındaki eylemlerine en başta Ermenilerinin karşı çıktığını ifade eden Demirel, Ermeni çetelerinin silahlı eylemlerinde ilk katlettiği kişilerin de Ermeni toplumunun ileri gelenleri olduğunu söyledi.