Etiket: kürt

  • Yavilioğlu’ndan tarihi konuma

    Yavilioğlu’ndan tarihi konuma

    AK Parti Erzurum Milletvekili Dr.Cengiz Yavilioğlu, TBMM’de şahsı adına yaptığı konuşmada birlik ve beraberlik mesajı verdi. Konuşmasında, “Biliyoruz ki önce söz, selam, barış ile başlar insanlık tarihi ve sözü yaşatmak isteyenlerle kısmak, boğmak ve susturmak isteyenler arasında bir mücadele alanıdır dünya.” vurgusunu yapan Yavilioğlu, 4 mukaddes kitabı getiren, 4 büyük peygamberden tespit ve çıkarımlar sundu.

     
    ‘HEM TÜRK’Ü HEM KÜRDÜ İYİ BİLİRİM’
    Sözlerine, “Konuşmamı, anası Kürt, babası Türk olan bir on binlerce aileden birisi olarak yapıyorum.
    Türk ve Kürt halkının Anadolu’da İslam ruhu, saygı ve hoşgörü temelinde bir arada kardeşçe yaşamasının bir sonucudur benim ailem. Dolayısıyla hem Kürt’ü çok iyi bilirim hem de Türk’ü.” İfadeleriyle başlayan Yavilioğlu, 1993’te yaşanan Yavi katliamına değindi.

     

     
    YAVİ KATLİAMI
    Yavilioğlu, “Bildiğiniz gibi 1993 yılında birçok olay oldu, bir köyde de 33 kişi şehit edilmişti. Bu köy Erzurum’un Çat kazasının Yavi köyü. O köy benim köyüm. Akrabalarım ölmüştü o köyde, şehit edilmişti.Bu iş benim için ayrı bir anlam ifade ediyor tabii. Aynı sene, köyümdeki olaylara benzer olaylar Sivas’ta ve Başbağlar’da da yaşandı. Uğur Mumcu öldü, Eşref Bitlis ve Bingöl-Elâzığ kara yolunda 33 er şehit edildi. Yaşanan birçok olay sonrasında terör sorunu içinden çıkılmaz bir hâl aldı. Özel Kuvvetler Komutanlığı devreye sokuldu, doğu ve güneydoğu illerinde olağanüstü hâl ilan edildi, koruculuk sistemi geliştirildi yani değerli arkadaşlar, siyasi çözüm devre dışı bırakıldı, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri rafa kaldırıldı, faili meçhuller devam etti, çözüm tamamen güvenlikçi anlayışa teslim edildi, vesayet güçlendi. Zamanın Başbakanı Tansu Çiller’in “Sorun sivil iradeyle çözülecek.” demesinin hemen akabinde Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın Diyarbakır Lice Asayiş Bölük Komutanlığı önünde ilginç ve karanlık bir şekilde, alçakça şehit edildi. Bu olaydan sonra, terör sorununu daha da derinleştiren, Bolu-Düzce-Sapanca üçgeninde Kürt iş adamları infaz edildi. Kürt milletvekillerinin 1994’de Meclisten çıkarılmasıyla sorun tamamen siyasetin kontrolünden çıkmış oldu. Gerçekte 28 Şubat da bu olaylar üzerine oturdu.”dedi.

     

     

     
    ‘SORUN VESAYETÇİ İKTİDAR SORUNUDUR’
    1960 sonrası siyasal tarihe bakıldığında aslında sorunun salt terör sorunu olarak açıklanamayacağını kaydeden Yavilioğlu, “Sorun, aynı zamanda, derinlemesine bir sivil iktidar ve aynı zamanda vesayetçi iktidar sorunudur. Akıl ve vicdanın gereği, önce toplumsal kaderimizle doğrudan ilgili bu sorunu ortaya çıkaran iklimi kavramak, sonra da onu çözüme müsait hâle getirmek olduğu kanaatindeyim.” tespitinde bulundu.

     

     

     
    ‘DARBECİ AKIL’ BENZETMESİ
    On yıllardır vesayetçi bir anlayışın sürekli iktidarda olduğuna değinen Yavilioğlu, “Darbeci akıl, oluşturduğu anayasa, yasalarla, devlet içerisinde oluşturulan MGK, Cumhuriyet Senatosu, Anayasa Mahkemesi gibi yapılarla vesayetçi iktidarlar sürekli iktidarda kaldı ve biz, bu zaman içerisinde, Kürt’üyle, Türk’üyle, Arap’ıyla geniş halk kitleleri olarak gerçek manada özgürleşemedik. Bize hep haddimiz bildirildi, biz her zaman terbiye edildik. Bazen milliyetçiler, bazen solcular, bazen de muhafazakârlara Türk-Kürt ayrımı yapmadan hadleri bildirildi, işkenceler yapıldı, hapislere tıkıldı fakat yeter artık arkadaşlar.” dedi.

     

     

     
    ‘KİMLER KAZANACAK?’
    TBMM’de şahsı adına söz alarak Genel Kurul’a seslenen Yavilioğlu 28 şubatın maliyetini paylaştı. Yavilioğlu, “28 Şubatın maliyeti yaklaşık 290 milyar dolar, terörün maliyeti de bir o kadar. Fakat bunun da ötesinde toplumsal ve demokratik kayıplar daha da büyük, her şeyden önemlisi sivil algımız yok edildi. Benim kaybettiğim ortada da peki kimler kazandı? Peki, böyle devam ederse kimler kazanmaya devam edecek?” sorusunu sordu.

     

     
    PEYGAMBERLERDEN ÖRNEKLER
    Konuşmasının son bölümünde, Peygamberler tarihi ve peygamberlerin barış misyonuna vurgu yapan Yavilioğlu, “ Değerli dostlar, hafta sonu gittiğim güneydoğuda kardeşimizin dediği gibi: “Biz insanız herkes gibi, başka söze gerek yok.” Büyük söz varken bilmeden büyük laf etti. Biliyoruz ki önce söz, selam, barış ile başlar insanlık tarihi ve sözü yaşatmak isteyenlerle kısmak, boğmak ve susturmak isteyenler arasında bir mücadele alanıdır dünya. Sözü yaşatmak için kardeşi Kabil’in kendisini öldürmesine elini bile kaldırmaksızın sessizce boyun eğer Habil. Sözün evrensel bir değer olarak kutsanması için ateşe atılmayı göze alır İbrahim. Söze bir şans tanınması için kendinden başka kimseye söz söyleme hakkı tanımayan Firavun’a isyan ederek özgürlük, hukuk ve barışa dayalı evrensel yeni bir söz söyler, adını “selam ülkesi” “Jerusalem” koyduğu topraklarda Hz.Musa.
    O barış ülkesinde kardeşliğe adanmış mezmurlar ve ilahiler söyler Hz.Davud.
    Sözün, insanlığı aydınlatan tek ışık ve tek gerçek olduğunu ve gerçeğin de tüm insanlar arasında adalet, merhamet ve sadakat ilkelerine dayalı evrensel göklerin kardeşlik ve huzur egemenliği olduğunu, kendi ölümü pahasına yaşatmak ister Hz.İsa. Adı barış, adı selam olan bir din ile sözü hayata uyarlamak için kendisini öldürmeye gelen düşmanlarına bile barış elini uzatarak kardeşlik üzerine sözleşmeler yapan Darülselam, barış, Medine yurdunda Hazreti Muhammed (SAV).” dedi.
    Yavilioğlu’nun tespitler ve çıkarımlar içeren, milletvekillerince berceste bir sesleniş olarak değerlendirilen konuşması, Genel Kurul’da alkışlandı.

  • Haram

    Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, “Türk’ün, Kürt’e, Kürt’ün Türk’e kurşun sıkması haramdır. “ dedi.

    Açıklamayı okur okumaz ‘bu iyi bir şey ‘ diye düşündüm.

    Hoşlanmadığım, bu sütunda aleyhine defalarca yazılar yazdığım bir kişi söylemiş olsa da bu açıklamadan çok hoşlandığımı hissettim.

    ***

    Hissiyatımı dostlarımla paylaştım. Kandan, gözyaşından, hoyrat örgüt efelenmelerinden canı yanmış arkadaşlarımın çoğu ihtiyatlı bir iyimserlik içindeydiler.

    Birisi şöyle dedi telefonda “O söyledi sen de inandın he… Bunlar bir propagandanın, çok yönlü bir algı yönetiminin bir parçası, görmüyor musun, idrak edemiyor musun?”

    Dedim ki : “Hüküm zahiredir, biz sözü, sözün içerdiği manayı sevdik… Kim söylerse söylesin, hangi ağızdan çıkarsa çıksın böyle bir beyanı ömür boyu alkışlarız, çerçeveletip hem gönül duvarımıza, hem kıblegâh gibi evimizin başköşesine asarız. ”

    Sonra ona çok bilindik şu menkıbeyi hatırlattım:

    Bir gün Şems, malum dedikodulardan sıkılarak ortadan kaybolmuştu. Mevlâna bu duruma çok üzülmüş, hatta iki kere Şems’i aramak için Şam’a gidip; bulamadan, geri dönmüştü.

    Bu arayış gezilerinin birinde, bir adam hızla kapıdan girerek, “Şems geldi” müjdesini getirmişti. Mevlâna, o kişiye hırkasını hediye etmişti. Yalancı müjdeciyi tanıyan birisi de “Efendim, bu adam sizi mutlu etmek için yalan söyledi” demişti. Mevlâna da, “Biz o işin yalanına hırkamızı verdik, doğru olsaydı canımızı verirdik” demişti.

    ***

    Türk’ün, Kürt’e kurşun sıktığı nerde görülmüş?

    İmkân harici bir şey bu… Akla hayale gelmez bir durum bu.

    Epey evvel zamanın birinde… Güneydoğu’dan Erzurum’a geliyoruz. Bir baktım Yüzü nurlu Kürt Emicem ceketini çayıra sarmış namaz kılıyor.

    İnip yanına vardım. Selam vermesini bekledim. Amcamı, dayımı, babamı kucaklar gibi bir güzel kucakladım. Terörün alev ateş günleri… Kardeş kavgası canıma tak etmiş. Şehit cenazelerini gördükçe allak bullak oluyorum. O ruh hali beni böyle bir kucaklamaya sevk etmişti.

    Konuştuk, halleştik, helalleştik, yolumuza devam ettik. Arkadaşlara “çayırını ortak seccade, kuranını ortak kitap, ezanını müşterek inanç haykırışı yapmış; tarihini bin sene boyunca vatan gergefinde özenle beraberce örmüş bu milletin arasına kim girebilir, kim attığı nifak tohumunu besleyip ağaç haline getirebilir?” diye sormuştum da “Elbette hiç kimse” cevabını almıştım.

    “Elbette hiç kimse” cevabı, sadece o an arabamda bulunan yoldaşlarımın değil, milletin müşterek cevabıydı.

    Bu milletin her ferdi, otuz senedir, köye- kasabaya-kente bayrağa sarılı tabutların geldiği günlerde ‘Kardaş kardaşı vurur mu? Türk Kürt’e kurşun sıkar mı’ sorusunu sorup durdu. En acılı günlerinde bile Kürt kardeşine asla yan gözle bakmadı.

    ***

    Evet, yıllardır Güneydoğu’dan böyle bir seda bekledi kulağımız.

    Ama ne yazık ki, biz kardeşlik nidaları bekledikçe, silah sesleri uğuldadı kulaklarımızda.

    Müjde umduk, şehit haberleri dağladı yüreğimizi.

    Biz etle tırnağız dedik. Ayrılamayız dedik. Et tırnak ne demek, ruh ile bedeniz dedik. Kardeşiz dedik. Binlerce yıllık tarih yoldaşıyız dedik.

    Milyonlarca Kürt kardeşimizden ‘Beli, hem de kalubeladan beri, biriz, aynıyız, kardeşiz ’ cevabını aldık. Ama lisan-ı hal ile…Bazen kısık bir sesle…Bazen kulağımıza fısıldanır şekilde…Çünkü örgüt tehditi altındaydılar, hür iradeleri, sözleri, sesleri silahların gölgesindeydi. Malesef devlet olarak güvenliklerini sağlamakta zorlanıyorduk. O nedenle, Kürt tabanı çoğu kez kendi sözünü değil, örgütün sözle dediğini söyleyebildi. Ya da yanlış bir şey söylememek için sustu.

    Örgüt ve onun siyasi uzantısı BDP çizgisi hep savaş, kan, pusu, katliam diliyle konuştu. Çoluk, çocuğu, genci dağlara çıkardı, cepheye sürdü, kendi ordusuna kurşun sıktırdı. Ezanı susturdu, kendi bayrağını yaktırdı.

    Biz kulaklarına sevgi sözcükleri fısıldadıkça, onlar keleş homurtusuyla, bomba gürültüsüyle cevap verdi yıllarca.

    Velhasıl, yüzbinlerce Kürt kardeşimiz, silahı ve gözyaşını değil, barışı ve kardeşliği tercih etse de…

    Gönlü, kalbi gizli bir çığlıkla böyle haykırsa da…

    Örgütün silahla kelepçelediği dili, “Kürt’ün Türk’e silah sıkması haramdır.” Demedi… Diyemedi… Dedirtmediler.

    İşte Baydemir’in o çizgiden bu noktaya gelmiş olmasıdır hoşuma giden, beni heyecanlandırıp, umutlandıran.

    ***

    Tekrarlaya tekrarlaya ezberlediğim o sözü çerçeveletip, yazının bitimine de asmak istiyorum:

    Mayası aynıdır Türk ile Kürt’ün

    Kürt’ün Türk’e yüz dökmesi haramdır

    Ortak sahibidir ikisi yurdun

    Türk’ün Kürt’e hor bakması haramdır