Etiket: Kullanımı

  • Eklemlerin Fazla Kullanımı Kireçlenme Nedeni

    Özel Eskişehir TSG Anadolu Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Vedat Altuntaş, kireçlenmenin eklemlerdeki ağrıların kalıtım, aşırı şişmanlık, eklem yaralanması, bazı eklemlerin devamlı fazla kullanımı, kas zayıflığı ve sinir yaralanmalarından dolayı oluştuğunu söyledi.

    Kireçlenmenin eklemlerde kıkırdak yıkımı ve eklem harabiyetinden dolayı oluşan eklem ağrılarına ve eklem tutukluğuna yol açan bir hastalık olduğuna dikkat çeken Dr. Vedat Altuntaş, hastalığın kıkırdak yıkımına da neden olduğunu belirtti.

    Kireçlenmenin herhangi bir eklemi etkileyebileceğini fakat genelde kalçada, dizlerde ve belkemiğinde oluştuğuna vurgu yapan Altuntaş, parmak eklemlerinde de, özellikle ellerde tırnağa yakın eklemlerde ve ayakta baş parmak kökündeki eklemde oluşabileceğini söyledi. Altuntaş, “Kireçlenme, yaş ilerledikçe daha sık görülür ve hem kadınları hem de erkekleri etkiler. Genellikle hasta eklemler onları çok kullanmaktan veya uzun süreli hareketsizlikten sonra ağrırlar. Muhtemel hasta eklemi kolayca hareket ettirmekte zorlanacaksınız. Ağrıyan eklemi hareket ettirmez veya egzersiz yaptırmazsanız eklemi çevreleyen kaslar zayıflar ve küçülür. Zayıflayan kaslar eklemleri destekleyemez ve bu da eklemi hareket ettirdikçe artan eklem ağrısına neden olur” dedi.

    “FAZLA KİLOLARI VERMEK DİZDE KİREÇLENME OLUŞUMUNU ENGELLEMEYE YARDIMCI OLABİLİR”

    Kireçlenmenin ortaya çıkmasını kolaylaştıran birkaç sebep olduğunu aktaran Dr. Altuntaş, “Bu sebepler kalıtım, aşırı şişmanlık, eklem yaralanması, bazı eklemlerin devamlı fazla kullanımı, kas zayıflığı ve sinir yaralanmasıdır. Bazı ailelerde, kollejen adı verilen ve kıkırdağın önemli bir yapıtaşı olan bir maddenin yapımından sorumlu olan genlerden birinde kalıtımsal bir bozukluk sonucu kireçlenme sık görülür. Bu da kıkırdakta hızlı bozulmaya yol açar. Böyle sorunlar gençlikte her hangi soruna neden olmayabilir fakat zamanla eklemleri yavaş yavaş yıpratabilir. Kalıtımsal yatkınlığı olan kadınların parmak eklemlerinde kemiksi şişlikler gelişebilir. Yay bacak veya doğuştan kalça hastalıkları gibi hastalıklarda kireçlenme gelişme ihtimali daha fazladır. Eklemlerde gevşeklik olanlarda kireçlenme gelişme riski yüksektir. Çalışmalar aşırı şişmanlığın dizde kireçlenme gelişme riskini arttırdığını gösterdi. Orta ve daha ileri yaşlarda, özellikle şikayetler ortaya çıkmadan önceki 8 ile 12 yıl boyunca kireçlenme gelişme riski üzerindeki en büyük etki vücut ağırlığıdır. Bu nedenle fazla kiloları vermek dizde kireçlenme oluşumunu engellemeye yardımcı olabilir. Sıklıkla dizlerini bükmeyi gerektiren işler dizde kireçlenme riskini artırmaktadır. Eklemin aşırı kullanımdan dolayı eklemlerde hasarı önlemek için hastanın işinde bazı değişiklikler yapılması hastaya fayda getirmektedir” ifadelerini kullandı.

    “TEDAVİ PROGRAMININ KİŞİYE ÖZEL OLARAK HAZIRLANIYOR”

    İyi bir tedavi programının eklem ağrısını ve tutulmasını azaltıp, eklem hareketlerini arttırmaya ve yaşamınızı kolaylaştırmaya yardımcı olacağını bildiren Özel Eskişehir TSG Anadolu Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Vedat Altuntaş, tedavi programının kişiye özel olarak hazırlandığını belirtti. Fizyoterapi, hafif aerobik egzersiz, kilo kontrolü, hasta eğitimi, eklem içi enjeksiyonlar ve tedavi hep birlikte planlanması gerektiğini ifade eden Altuntaş, bunların faydalı olmadığında ameliyat düşünülebileceğini söyledi. Altuntaş, “Osteoartritte tedavideki ilk adım hastanın eğitimidir. Hastalığı konusunda bilinçlendirilen hastaya aşırı kiloluysa kilo vermesi, ağrılı dönemlerde ise istirahat önerilir. Şişlik döneminde soğuk tedavi, eski (kronik) vakalarda kaplıca tedavisi uygundur. Osteoartritte ilaç tedavisinde amaç eklem ağrısını azaltarak, hastanın eklem hareketliliğini biraz rahatlatmaktır. Çünkü osteoartriti önlemeye yönelik bir ilaç yoktur. Diz İçi Enjeksiyonlar; eklem yüzeylerini örterek, semptomatik iyileşme sağlar, kireçlenmenin kötü gidişini yavaşlatır. Baston, koltuk değneği gibi osteoartritli hastaların hareket kısıtlılığının tolare edilebilmesi için kullanılan cihazlar da ekleme binen yükü azaltacağı için faydalı olacaktır” diye konuştu.

    Çoğu kireçlenme hastasının ameliyata ihtiyaç duymayacağını vurgulayan Altuntaş, ameliyatın sürekli eklem ağrısı ve ciddi eklem hasarı olduğunda yararlı olabileceğini de anlatarak, şöyle devam etti:

    “Sağlık ekibinizle ortaklaşa çalışmak tedavinizde daha aktif rol almanızı gerektirir. Osteoartrit hakkında öğrenebileceğiniz kadar okuyun, öğrenin, bilgi sahibi olun. Doktorunuza kafanıza takılanları sormakta çekinmeyin. Hastalığınızda neler yaşayabileceğinizi doktorunuza sorun. Artık yapamayacağınız şeyler için kederlenmeyin. Hastayken de neler yapabileceğinize odaklanın ve size zevk hissi veren yeni aktiviteler, faaliyetler keşfedin. Hissettikleriniz ve sorunlarınız hakkında yakınlarınızla, arkadaşlarınızla sık sık konuşun. Böylece aileniz ve arkadaşlarınız sizi daha iyi anlayacaktır. Her zaman olumlu düşünmeyi öğrenin. Osteoartrit bulgularını kontrol altına almakta büyük bir rol oynayabilirsiniz.”

  • Veterinerden ‘Bilinçsiz İlaç Kullanımı’ Uyarısı

    Veteriner Hekim Mehmet Aykanat, hayvanlara bilinçsiz ilaç verilmesinin hem insan hem de hayvan sağlığını tehdit ettiğine dikkat çekti.

    Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde görevli veteriner Mehmet Aykanat, hayvanlara bilinçsiz ilaç verilmesinin meydana getirdiği olumsuzluklarla ilgili İHA muhabirine açıklamalarda bulundu. Bölgede veteriner hekim ilaçlarının bakkallarda bile satıldığına dikkat çeken Aykanat, “Veteriner hekim bilgisi dışında bazı hayvan yetiştiricileri bakkallarda bile satılan bu ilaçları alıp kullanıyorlar. Hayvan yetiştiriciliği çoğunlukla gıda üzerine olduğundan bilinçsiz kullanılan bu ilaçlar hayvan sağlığını tehdit etmenin yanında hayvansal ürünlerde kalan ilaç kalıntıları nedeniyle insan sağlığını da tehdit eder boyutta” dedi.

    Denetimlerin yetersiz olduğuna dikkat çeken Aykanat, şunları kaydetti:

    “’Bazı yerlerde diploma kiralama yoluyla veteriner klinikleri açılıyor. Bu yolla işin ehli olmayan, veterinerlik eğitimi almamış kişiler tarafından da hayvanlara müdahalede bulunuluyor. Yapılan denetimler de yetersiz kalıyor. Yetiştiricilerimiz bu tür kişilere hayvanlarını teslim etmesinler ve veteriner hekimlere danışmadan ilaç kullanmasınlar.”

  • Hisarcıklıoğlu: “Şirketler Artık Enerji Ve Kaynak Kullanımı Stratejisi Geliştirmek Zorunda”

    Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, 7’inci Enerji Verimliliği Forumu ve Fuarı’nda, şirketlerin çoğunun enerji stratejisi olmadığını ama artık enerji ve kaynak kullanımı stratejisi geliştirmek zorunda olduklarını söyledi.

    7’inci Enerji Verimliliği Forumu ve Fuarı’nda konuşan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, şirketlerin kontrolsüz ve bilinçsiz enerji tüketmesini, etiketlere bakmadan market alışverişi yapmaya benzeterek, “Şirketlerimizin çoğunun enerji stratejisi yok. Şirketlerimiz artık enerji ve kaynak kullanımı stratejisi geliştirmek zorunda. Böylece ihtiyaçlarına en uygun enerji tedarik yapısını kurgulamalı, operasyonlarını enerji tüketimlerini optimize edecek şekilde iyileştirmeli ve nihayetinde enerji maliyetlerini minimize etmeli” dedi.

    Hisarcıklıoğlu, çevreyi kirletmeyen verimliliğe dayalı yeni bir sanayi devriminin yaşandığını anlatırken, iş ve üretim sürecinin kalıcı biçimde değişeceğini söyledi. TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, İTO Başkanı İbrahim Çağlar ve İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Ali Kopuz ile birlikte fuardaki standları da gezdi. TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu konuşmasında enerji verimliliği konusunun 3 boyutlu olduğuna işaret ederek, bu boyutlar hakkında bilgi verdi. Şirket boyutundan bakıldığında şu an hem iç hem dış piyasada işlerin durgun olduğunu belirten Hisarcıklıoğlu, “Yani gol atamıyoruz, bari daha az gol yiyelim. Maliyet kontrolü her zamankinden önemli. En büyük gider kalemlerinden biri de enerji. Ortalama bir şirkette, maliyetlerinin yüzde 5 ila 20’s enerji tüketiminden oluşur. Türkiye’deki tüm şirketlerin faaliyet karlılığı ise yüzde 4 civarında. Demek ki ortalama bir şirket elektriği daha verimli kullansa, toplam maliyetleri içinde 5 puan düşüş sağlasa, karlılığını 2 katına çıkarır. Bir başka deyişle, satışlarını sanki iki misline çıkarmış gibi bu işten kazanç sağlar” diye konuştu.

    Her şirketin aslında bir enerji şirketi olduğunu ifade eden Hisarcıklıoğlu, dünyada yeni bir trend başladığına dikkat çekti. Hisarcıklıoğlu, 10 yıl sonra ’enerji ve sürdürülebilirlik’ birimi bulunmayan bir şirketin çok ender görüleceğini kaydetti.

    Hisarcıklıoğlu, son 10 yılda enerji talebi artış hızında, dünya sıralamasında Türkiye’nin Çin’den sonra ikinci sırada olduğunu bildirdi. Hisarcıklıoğlu, enerji ihtiyacının yüzde 70’den fazlasının ithalat ile karşılandığını bildirirken, “Sadece geçen sene 50 milyar dolar enerji kaynaklı ithalat yaptık. Üstelik ithal ettiğimiz enerjiyi son derece kötü kullanıyoruz. Aynı ürünü üretmek için, OECD ülkelerinin ortalamasından 2 kat daha fazla enerji harcıyoruz. Durum böyleyken, enerji verimliliği Türkiye’nin geleceği için en çok önemsenmesi gereken konulardan biri haline geliyor. En ucuz ve en temiz enerji kaynağı, enerji verimliliğidir. Bu önemli ve bol kaynaktan daha iyi yararlanabilmek için daha fazla çaba sarf etmeliyiz” dedi

    Konun bir diğer boyutunun ise küresel ve insani yönü olduğunu belirten Hisarcıklıoğlu, insanoğlunun asırlardır doğayla savaş halinde bulunduğunu ancak savaşı kazanırken kaybettiğini söyledi.

    TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu şöyle konuştu: “Artan nüfus ve şehirleşmeden dolayı, insanlığın doğal kaynaklara yönelik talebi, dünyanın yerine koyabileceği miktarın üzerine çıktı ve artmaya da devam ediyor. Yapılan araştırmalar, dünyanın kendini yenileme kapasitesini kalıcı olarak bitme noktasına geldiğini gösteriyor. 1970’li yılların ortalarından itibaren her yıl dünyanın kendini yenileme kapasitesinin üzerinde tüketim gerçekleşti. Ve bugüne geldiğimizde, artık her sene Ağustos ayında dünyanın o sene için ürettiği tüm doğal kaynakları tüketmiş oluyoruz. Yani geri kalan 4 ay stoktan yiyoruz ve bu süre her sene daha da büyüyor.Kredi kartı borcunu ödemeden sonraki döneme aktaran biri gibiyiz. Borç sürekli büyüyor.7 milyar insanın doğal kaynak tüketimine yetişmek için, artık mevut dünya yetmiyor, 1,5 dünya gerekiyor.

    Bu hayati konuyu, verimli ve sürdürülebilir kalkınma ile nasıl bağdaştıracağız? Bugün herkes dünyamızın 4’üncü sanayi devriminin eşiğinde olduğu konusunda hemfikir. Ama bunun nasıl bir şey olacağı konusunda rivayet muhtelif. Ben 4’üncü sanayi devriminin öncekilere benzemeyeceğini düşünüyorum. 1’inci sanayi devrimi, su ve buhar gücü etrafında üretim sürecini organize etti. Mekanikleştik. 2’inci sanayi devriminde, elektrik sayesinde, üretim süreci kitleselleşti. Üretim bandı o zaman ortaya çıktı. 3’üncü sanayi devriminde, elektronik ve bilgi işlem teknolojileri sayesinde üretim sürecinde otomasyon mümkün hale geldi. Robotların sayısı gün be gün arttı. Kitlesel üretim için artık o kadar çok insan gerekmiyor.

    Şimdi 4’üncü sanayi devriminin eşiğindeyiz. Ben bunun öncekilerden radikal bir biçimde farklı olacağını düşünüyorum. Üretim sürecinin dijitalleşmesinin, makinelerin birbirleri ile doğrudan iletişime geçmesinin çok ötesinde bir şeyler olacak gibi geliyor bana. İlk üç sanayi devriminin ortak özelliği, üçünün de karbon bazlı bir büyüme stratejisinin ürünü olmalarıydı. Her üç sanayi devriminde de büyümek daha fazla karbon salımı demekti. Daha hızlı büyümek isteyenin, çevreyi daha fazla kirletmesi gerekiyordu.

    “TÜRKİYE YENİ SANAYİ DEVRİMİNE HAZIR DEĞİL”

    Bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin henüz bu değişime karşı hazırlıklı olmadığını ifade eden Hisarcıklıoğlu, “Kamu da hazır değildir, özel sektör de değildir. Biz hala 19’uncu yüzyıldan kalma meselelere takılıp kalmışken, dünyanın bizi bekleyeceğini de düşünmeyelim. Artık bir an önce 21’inci yüzyıla giriş yapmamız gerekiyor. Meselenin ekonomi tarafında baktığımızda, sektörlerimizi, ekonomimizi yeni teknoloji platformları ile dönüştürmek durumundayız” dedi.

    Özel sektöre yön vermek üzere TOBB bünyesinde ’Çevre ve Enerji Verimliliği Merkezi’ni geçtiğimiz hafta faaliyete geçirdiklerini hatırlatan Hisarcıklıoğlu, burada özel sektör için enerji verimliliği, yenilenebilir enerji ve çevre stratejileri üzerine çalışmalar yapacaklarını bildirdi. Hisarcıklıoğlu, geçtiğimiz sene de, 195 ülkenin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi Kapsamındaki, İş Forumu’nun başkanlığının 2017’ye kadar TOBB’a verildiğini belirtti.

    TOBB Başkanı, buradan elde edilecek çıktıların Birleşmiş Milletlerin ve G20’nin gündemlerine girmesi için çalışacaklarını söyledi.

  • Beslenme Ve Diyet Uzmanı Dilara Yıldız, Aşırı Tuz Kullanımı Noktasında Uyardı

    Tuzun dengeli kullanılması gerektiğini ifade eden Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilara Yıldız, aşırı tuz kullanımının birçok hastalığa davetiye çıkardığını belirterek, “Özellikle çocuklarınız için aldığınız yiyecekler konusunda daha hassas olmanızda yarar var. Tuzsuz yemeye küçük yaşlarda alıştırmak en doğru olanı” dedi.

    Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilara Yıldız, tuz tüketimine dikkat çekerek önemli uyarılarda bulundu. Tuzun içerdiği mineraller açısından vücudun normal işlevini yerine getirebilmesi için gerekli olduğunu ifade eden Yıldız, su tutulumu, antiseptik olması, kas ve sinirlerin çalışması için yeterli miktarda tuz tüketilmesi gerektiğini aktardı. Yıldız, “Bu miktar günlük 4-6 gram yani yaklaşık 1 çay kaşığı ölçüsündedir. Ancak yapılan araştırmalar, ülkemizde kişi başına düşen günlük tuz tüketiminin 18 gram olduğunu göstererek dünyanın en çok tuz tüketen ülkeleri arasında yer aldığımızı kanıtlıyor. Çoğumuz daha yemeğin, çorbanın, ayranın, salatanın tadına bile bakmadan tuz ilave ediyoruz. Aslında tuzun içeriğindeki mineraller besinlerin bileşiminde doğal olarak bulunduğundan fazladan tuz ilave etmemize gerek bile yok. Ancak damak tadımıza hitap etmesi açısından daha fazla tuz kullanımı yapılan yanlışlardan biri. Özellikle hazır gıdalarda yüksek oranda tuz bulunur. Bunlar ne yazık ki tat olarak tercih edilen, sevilen gıdalardır çoğu zaman. Bu gıdaları her yerde bulmak mümkün ve fiyatları da genellikle kolay alınabilir aralıkta” diye konuştu.

    “TUZ KONUSUNDA ÖLÇÜYÜ AYARLAMAK LAZIM”

    Abur cubur olarak adlandırılan gıdalara dikkat çeken Diyet Uzmanı Dilara Yıldız, cips, kraker çeşitleri, tuzlu kuruyemişler, patlamış mısır, bisküviler, tuzlu pastaların bu kategori arasında yer aldığını kaydetti. Özellikle uzun kış gecelerinde atıştırmalık olarak tüketilen bu gıdaların sağlığı olumsuz yönde etkilediğini ifade eden Yıldız, yüksek tansiyona, şişkinliğe, kalp damar hastalıklarına sebebiyet verdiğini söyledi. Yıldız, “Vücudumuz için oldukça elzem olan kalsiyumun idrar ile dışarı atılmasına yol açarak kemiklerdeki kalsiyumu azaltıyor. Bunun sonucunda kemik erimesi, kemik kırılmaları gibi olumsuz durumlar ortaya çıkıyor. Bu nedenle hazır gıdalar satın alınırken içeriğindeki yüksek tuz oranı göz önünde bulundurularak bilinçli davranılmalıdır. Özellikle çocuklarınız için aldığınız yiyecekler konusunda daha hassas olmanızda yarar var. Tuzsuz yemeye küçük yaşlarda alıştırmak en doğru olanıdır. Ayrıca çocuklarda olduğu gibi hamile ve emziren kadınların da bu konuda dikkatli olması gerekir. Çok tuzlu besin tüketimi anne ve bebeğin sağlığını ciddi anlamda tehdit eder. Gebelikte tansiyonun yükselmesine, bacaklarda şişmelere yol açar. Ayaklarda ödem oluşur ve annenin yaşam kalitesini düşürür. Böbrek, karaciğer, kalp hastaları da tuz tüketimine dikkat etmesi gereken gruplar arasında yer alır. Aslında çalışarak veya sporla aşırı terleyerek mineral kaybı yaşayanlar ve tiroit bezinin çalışmasında problem olan kişiler hariç herkesin tuz konusunda ölçüyü ayarlaması lazım. Böylelikle ilerleyen zamanlarda oluşabilecek sağlık problemlerinin önüne geçmiş olacaksınız” ifadelerini kullandı.

    BU ÖNERİLERE DİKKAT!

    Aşırı tuz tüketiminden mutlaka uzak durulması gerektiğini vurgulayan Dilara Yıldız, çok tuzlu peynir, zeytin, salamura, ketçap gibi hazır soslar, abur cuburlar, soda gibi gıdalardan mümkün olduğunca uzak durulması gerektiğini belirtti. Yıldız, “Maden sularının sodyum içeriği düşük olanları tercih edilmelidir. Yiyecek ve içeceklere tadına bakmadan tuz ilavesi yapılmamalıdır. Bol su içilmeli. Tuzlu gıdalar yerine sebze ve meyve tüketimi artırılmalıdır. Tuz yerine dereotu, kekik, nane, fesleğen, maydanoz, sarımsak tercih edilmeli. Kısacası az tuzlu yemeyi alışkanlık haline getirmeliyiz” şeklinde konuştu.

  • Sinüzit Tedavisinde Acı Kavun Ekstresi Kullanımı Ölümcül Sonuçlara Yol Açabiliyor

    Özel Eskişehir TSG Anadolu Hastanesi Kulak Burun Boğaz (KBB) Uzmanı Op. Dr. Beklen Sami Üre, sinüzit hastalığının sebeplerine, tedavi şeklinde ve tedavide yapılan yanlışlıklar hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Dr. Üre, sinüzit tedavisinde kullanılarak terk edilen acı kavun ekstresinin ölümcül sonuçlara sebebiyet verdiğini belirtti.

    Sinüzit hastalığının kafa içinde ve burun etrafındaki hava dolu kemiklerin iltihaplanmasıyla oluştuğunu dile getiren Op. Dr. Beklen Sami Üre, kış aylarında sinüzitin daha fazla görüldüğünü anlattı. Sinüzitin en çok uzamış nezlelerin ardından meydana geldiğini açıklayan Dr. Üre, “Şiddetli bir baş ağrısının da oluşmasıyla sinüzit gerçekleşiyor. Sinüziti en çok uzamış nezlelerden sonra görüyoruz. Nezlenin 7 ya da 10 günden daha fazla uzaması, buna bir de baş ağrısının eklenmesi ve su renginde akıntı varken sarı ya da yeşil renkte akıntının başlaması bize sinüzit düşündürüyor. Çok uzun süren burun alerjilerinden sonra da sinüzit görüyoruz. Burun alerjisi o kadar uzun sürüyor ki, burun tıkanıyor ve sinüzit oluşuyor. Sinüzitin oluşmasında en çok etkili olan iki neden alerjik burun nezlesi ve soğuk algınlığıdır” dedi.

    “ÇOCUKLARDA GENİZ ETİNDEN DOLAYI SİNÜZİT GÖRÜLÜYOR”

    Islak saçlarla dışarı çıkıldığında sinüzit ağrısının artacağını, fakat ıslak saçların sinüzit hastalığına sebebiyet vermediğini dile getiren Özel Eskişehir TSG Anadolu Hastanesi Kulak Burun Boğaz (KBB) Uzmanı Op. Dr. Beklen Sami Üre, “Aileler çocuklara ‘kafan ıslak olarak dışarı çıkma’ diyor. Bu sinüzit yapmaz ama sinüzit ağrısını arttırır. Her iltihapta olduğu gibi sinüzitte de vücuda mikrop girmesi gerekmektedir. Çocuklarda ise sinüziti en çok geniz eti sorunlarından dolayı görüyoruz. Geniz eti büyük olan, sık geniz eti iltihabı yaşayan çocuklarda sinüzit çok sık görülüyor” şeklinde konuştu.

    “HASTALARIMIZA ACI KAVUN EKSTRESİNİ TAVSİYE ETMİYORUZ”

    Burundaki iltihabı söken acı kavun ekstresinin etkili olduğunu, fakat ölümcül sonuçlara sebebiyet verdiğini de sözlerine ekleyen Op. Dr. Beklen Sami Üre, “Hastalar tıbbi ilaçları kullandıkları sürece, alternatif tıp veya bitkisel tıp ilaçlarını da kullanmalarında bir sakınca yok. Yani ıhlamur, kuşburnu içmelerinde bir sıkıntı yok ama sadece onların ne kadar etkisi var bilimsel değil. Yan tedaviler ölümcül sonuçlara da yol açabilir. Tüm hastalıklarda bitkisel ilaçları tamamlayıcı olarak kullanabilirsiniz ama tek başına bitkisel ilaçları önermiyoruz. Örnek verecek olursak acı kavun ekstresi. Denendi ve terk edildi, çünkü çok ufak bir güvenlik aralığı var. Biraz az çekerseniz hiçbir faydası olmuyor. Biraz fazla da çekerseniz ölümcül sonuçlara sebebiyet verebiliyor. Burnu tahriş ettiği için tüm iltihabı akıtıyor, ama sinüzit mi olmak istersiniz yoksa yaşamsal riskler mi almak istersiniz ? Herhalde sinüzit olmayı tercih edersiniz. Bu yüzden hastalarımıza acı kavun ekstresini tavsiye etmiyoruz” ifadelerine yer verdi.

    “SİNÜZİT EN FAZLA MİGREN İLE KARIŞTIRILIYOR”

    Sinüzit hastalığının migren ile çok karıştırıldığını paylaşan Kulak Burun Boğaz (KBB) Uzmanı Op. Dr. Beklen Sami Üre, sözlerine şu şekilde devam etti;

    “Sinüzit migrenle çok fazla karışıyor. Hasta baş ağrısı dediği zaman hemen sinüzit deniliyor. Sinüzitte yüzün ön kısmı ağrır. Hatta başı öne eğdiğiniz zaman artan bir ağrı olur. Bir de sarı yada yeşil burun akıntısının olması lazım. Burun açık, akıntı yok, sinüzit deniyor. Bunların çoğu migren. O yüzden hekimin uyanık olması çok önemli. Hastalar sinüzit olduklarını sanıp gereksiz yere antibiyotik kullanıyorlar. Sinüzit antibiyotik, burnu açamaya yarayan spreyler ve burun boşluğunu rahatlatacak bir takım ilaç kombinasyonu ile tedavi edilir. En önemlisi antibiyotik ve burun temizliğidir. Tedaviden sonra kontrol çok önemli. Burun akıntılarının bitip bitmemesi kontrol edilmelidir.”