Etiket: “Kimse

  • Samsunspor Teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam: “Kimse endişe etmesin”

    Samsunspor Teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam: “Kimse endişe etmesin”

    Samsunspor Teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam, kaybedilen Bursaspor maçı sonrası, “Kimse endişe etmesin. Biz bu durumun üstesinden geleceğiz. Sezon sonunda hedeflediğimiz Süper Lig’e çıkacağız. Bursaspor akıllı oynadı ve maçı kazandı” açıklamasını yaptı.

    TFF 1.Lig’in 14’üncü haftasında Bursaspor’a deplasmanda 3-0 mağlup olan Yılport Samsunspor’da Teknik Direktör Ertuğrul Sağlam, kaybettikleri için üzgün olduklarını söyledi. Sağlam, düzenlenen basın toplantısında şunları söyledi: “Maça çok iyi başladık. Bir süre oyun kontrolü bizdeydi. Kalemize gelen ilk iki top gol oldu. İkinci yarı hamleler yaptık. Pozisyonlarımız da oldu. Geçen haftadan devam eden gol kaçırma yarışlarımız bize katkı sağlamadı. Pozisyon bulduk ama maalesef bugün istemediğimiz bir sonuçla karşılaşmadık. Futbolda bu tür durumlar oluyor. Mağlubiyetin olumsuz etkilerinden kurtulup, salı günü Balıkespor karşılaşmasını kazanıp Samsun’a dönmek istiyoruz. Zor bir durum. Dolayısıyla bu durumun üstesinden gelmemiz lazım. Kimse endişe etmesin. Biz bu durumun üstesinden geleceğiz. Sezon sonunda hedeflediğimiz Süper Lig’e çıkacağız. Bursaspor akıllı oynadı ve maçı kazandı. Tebrik ediyorum.”

  • Kimse bilmese de onlar da büyük fedakarlıkla çalışıyor

    Kimse bilmese de onlar da büyük fedakarlıkla çalışıyor

    Aydın’ın Efeler ilçesinde korona virüs nedeniyle hayatını kaybeden vatandaşlar için definlerde önlemler en üst düzeyde tutuluyor. Efeler Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü personeli, korona virüs nedeniyle vefat eden vatandaşları koruyucu tedbirler alınarak dini usullere göre defnediyor.

    Ülkemizde görüldüğü günden bu yana 13 binin üzerinde kişinin hayatını kaybetmesine neden olan korona virüs salgını, hastalarla temas halinde olan herkesi tehdit ediyor. Sağlık personeli kadar büyük bir özveri ile çalışan mezarlık personeli de en büyük risk grubunda yer alıyor. Korona virüs hastası kişilerin vefatından sonra cenazelerini son yolculuğuna uğurlayan mezarlık personeli, maske, mesafe ve hijyen kurallarına ek önlemler alıyor. Sosyal mesafe gözetilerek cenaze namazları olabildiğince az kişi ile kılınıyor. Koruyucu tulumları ve tek kullanımlık çeşitli koruyucu ekipmanları ile cenazeleri defneden personeller korona virüse karşı son derece dikkatli davranıyor. Her cenazenin ardından araç ve personel başta olmak üzere tüm alanlar dezenfekte ediliyor.

    “Cenazeler büyük bir hijyen ortamında defin ediliyor”

    Korona virüslü cenazelerin defin işlemlerinin çok dikkatli bir şekilde yapıldığını ifade eden Efeler Belediyesi Mezarlıklar Müdürü Dr. Eralp Atay, “Hayatta doğmak nasıl bir kabul ise, ölmek de aynı şekilde bir kabul. Bu yaşadığımız bir gerçek. Ama bizim korona virüs dışında cenazelerimiz de var. Hepsine aynı özeni gösteriyoruz. Ama korona virüsten de hem kendimizi hem de vatandaşlarımızı korumak için üstün çaba sarf ediyoruz. Genelgeler doğrultusunda vatandaşlarımıza hizmet ediyoruz. Onlara da nelere uymaları gerektiği konusunda uyarıyoruz. Personelimize de bu konuda Korona virüsün ülkemizde görüldüğü ilk aylardan itibaren gerekli eğitim çalışmalarını verdik. Arkadaşlarımız da bu konuda çok hassas davranıyorlar. Efeler ilçemizde 83 mahallede 300 bin nüfus ve 120 mezarlığımız var. İlçemiz çok geniş bir alana yayılmış durumda. Bu alan içerisinde arkadaşlarımız hem kendilerini koruyup hijyenlerini sağlayarak, hem de genelgelere uyarak cenaze defin işlemlerini gerçekleştiriyorlar. Özellikle Korona virüslü cenaze işlemleri yıkanmasından, defin işlemlerine kadar büyük bir hijyen ortamında gerçekleştiriliyor. Çünkü arkadaşlarımız her gün bu işlemleri yaptıkları için bizim personelimizin bununla ilgili özellikle kendini de koruması gerekiyor. Arkadaşlarımız sahada çok özverili bir çalışma yürütüyorlar. Kendilerine çok teşekkür ediyorum. Umarım en kısa zamanda bu Korona virüslü günlerden kurtuluruz” diyerek vatandaşların maske, mesafe ve hijyene dikkat etmesi gerektiğini hatırlattı.

    Korona virüs nedeniyle daha dikkatli olduklarını belirten Efeler Belediyesi gassallarından Pınar Özer, cenazeleri yıkayıp son yolculuklarına uğurladıklarını belirterek, “Bu korona virüs döneminde elimizdeki bütün materyalleri kullanarak, kendi önlemlerimizi alıp cenazeyi dini vecibelere uygun bir şekilde yıkayıp define hazırlıyoruz. Koruyucu ekipman olarak, tulum, önlük, eldiven, maske, çizme ve gözlük kullanıyoruz. Korona virüslü cenaze bizim için önemli. Bulaşıcı rahatsızlığı olduğu için kendimi korumak adına önemleri alıyorum. Bizim için tüm cenazeler aynı, her türlü işlemleri diğerleri ile aynı şekilde yapılıyor. Yıkama işleminde de hiçbir tereddüttüm yok. Çünkü her cenazeden sonra her yer dezenfektanlarla dezenfekte ediliyor. Kendi kişisel dezenfekte işlemlerimizi yapıyoruz. Üzerimizdeki tüm giyişiler atılıyor ve yeni giyiyoruz” diye konuştu.

  • Prof. Dr.Kamil Aydın: “Kimse Türkiye’ye rol biçmeye kalkışmasın”

    Prof. Dr.Kamil Aydın: “Kimse Türkiye’ye rol biçmeye kalkışmasın”

    MHP Genel Başkan Yardımcısı Erzurum Milletvekili Prof.Dr.Kamil Aydın dış mihrakların ülkemize biçmeye çalıştığı rollerin geçmişte kaldığına işaret etti.

    Kardelen TV ekranlarından yayımlanan ve Prof. Dr. Mevlüt Özben tarafından sunulan “Arka Plan” programına katılan MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Erzurum Milletvekili Kamil Aydın gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. Türkiye ve dünya konjonktürü çerçevesinde geniş yelpazeli politik çıkarımların tartışıldığı programın önemli başlıklarını ise “eski ve yeni Türkiye” konuları yer aldı.

    Türkiye’nin artık çevresinde olup bitenlere duyarsız kalamayacağını ve bunun ülke menfaatleri açısından hayatı önem taşıdığını ifade eden MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Erzurum Milletvekili Kamil Aydın “Coğrafyamızın gerek kara sınırlarımız etrafında gerek mavi Vatan dediğimiz denizlerimizin etrafında maalesef sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz. Burada da bölgesinde lider olma özelliği olan bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti var. Ortadoğu’yla sorunları gidermeye çalışırken bir taraftan Balkanlar’da bir taraftan Güney Kafkasya’da sıkıntılar baş gösterdi. Ve bizlerde ister istemez bu konularla iç içe olmak zorundayız. Çünkü birebir bizim ülkemizi ilgilendiren konular baş gösteriyor. Bölgemizde olup bitenlere seyirci kalacak değiliz. Her durumda daha net adımlar atarak bölgemizde söz sahibi olmaya devam edeceğiz.

    “Türkiye eski Türkiye değil”

    Ne Türkiye’nin ne de Azerbaycan’ın artık eskisi gibi olmadıklarını ve gelişen birliktelikleriyle beraber bölgelerinde kimseye papuç bırakmayacağını dile getiren Aydın, “Anlamadıkları o Türkiye eski Türkiye değil Azerbaycan’da eski Azerbaycan değil. Eskiden Azerbaycan’ın topu tüfeği yoktu. Hocalı katliamını da Rus desteğiyle yaptılar. O dönem Azeri kardeşlerimizin gücü yetmiyordu diyebiliriz ama bu artık bambaşka bir durum söz konusu” ifadelerine yer verdi.

    “İftira atmaya başladılar”

    Azerbaycan’ın haklı davasında bir kesimin iftira kampanyaları düzenlemeye başladıklarını ve bu durumun tamamen yalandan ibaret olduğunu hatırlatan Aydın “Allah’ın izniyle bizim buradan manevi de isteğimiz de dualarımızda birilerinin ima ettiği gibi yok cihadist grupları gönderiyor muşuz yok kaçak silah gönderiyormuşuz. Bu kadar alçakça bu kadar gerçekten gerçeğe aykırı bilgilerde beyanlarda bulunmak da bir bakıma Ermenistan’ın ekmeğine yağ sürmekte. Uluslararası kamuoyunda bu yalanları dinlendiriyorlar ve bizim içerdeki hainler de bu yalana ortak oluyorlar.

    Doğu Akdeniz’de silik Yunanistan’ın sahaya sürülmesi, Kafkasya’da ise Ermenistan’ı piyasaya sürmek suretiyle Türkiye’deki gelişim ve güçlenme sürecinin sekteye uğratılmak istendiğini vurgulayan MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Erzurum Milletvekili Kamil Aydın, “Bunu Sayın Genel Başkanımız sık sık ifade ediyor; Balkanlar’dan Ortadoğu’ya, Ortadoğu’dan Güney Kafkasya’ya kadar büyüyen ve gelişen güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti ile Can Azerbaycan dediğimiz iki ülke akamete uğratılmak isteniyor. Biz asıl amacın ne olduğunu biliyoruz. Azerbaycan, bölgede hızla gelişen ve güçlenen bir ülke. Türkiye ile ilişkileri de herkesin malumu. Hal böyle olunca bu iki ülke ister istemez hedef haline geliyor. Biz Azerbaycan’la ilişkilerimizi sıklaştırıyoruz, özellikle savunma sanayi bağlamında sıkı bir işbirliği halindeyiz. Bunu gören Rusya, ABD ve Fransa var. Bu güçlü ilişkileri kabul edemiyorlar, son dönemlerde hem Karadeniz ve hem de Akdeniz’de bulduğumuz doğal kaynaklar, onları iyice ürkütmeye başladı. Bunun için bizim bir an önce bu işbirliğini iyice sıklaştırmak zorundayız. Biz iki devletiz ve tek milletiz; o yüzden canımızla kanımızla can Azerbaycan’ın yanındayız, yanında olmaya da devam edeceğiz” mesajını verdi.

    “Kıbrıs çıkarması gibi birlik olmalıyız”

    Dış politika da muhalefetin ülke menfaatlerinin aksine ses çıkardığını ve milli dayanışmaya zarar verdiklerini dile getiren Aydın Kıbrıs Barış Harekatına işaret etti. O dönem de ülkemizin birlik beraberlik içinde politika yürüttüğünü ve bu durumun bugün için örnek olması gerektiğini dile getiren Aydın “coğrafyada etrafımız herkes mazlum İran’da bir ayaklanma çıksa etkileneceğiz, Irak’da oldu etkilendik Bulgaristan da olmuştu ve milletçe bu durumlardan etkilenmiştik.

    Türkiye’nin kalkınması ile ilgili siyasi projeler de muhalefetini yaparsın. Biz kalktık siyasi ahlak olarak bunu gördük yaşadık. Ben 74 ten örnek verdim Cumhuriyet Halk Partisi ve Milli selamet Partisi koalisyonu ile yapılmış bir Kıbrıs Barış Harekâtı değil miydi? Ayşe tatile çıksın diyen yani o zaman Sol partiler şunu mu dedi? Hayır efendim Ayşe tatile niye çıkıyor mu dedi. bizim topumuz Yok tüfeğimiz yok gemimiz yok Ne haddimize Akdeniz mi dedi! Tam tersi Ben hatırlıyorum askerlik şubesinin önünde kuyruklar olmuştu. Herkes Askere gitmeye çalışıyordu. Bizi ebetteki eleştirme hakkınız var. MHP’nin şu politikalarını eleştiriyoruz! Söz konusu vatanın milletin devletin uluslararası ilişkilerde bekası güvenliği söz konusu olduğunda ne olur burada ülke menfaatlerinin yanında durun” ifadelerine yer verdi.

    “Erivan’da vatandaş “Ben Müslümanım” diyemez”

    Türkiye’nin uluslararası alanda “demokrasi” kavramıyla sıkıştırılmaya çalışıldığını ve bunun hiçbir şekilde tutmayacağını dile dile getiren Aydın “Erivan’da bir tane vatandaş “ben Müslümanım diyemez”. Ama benim ülkemin parlamentosunda Ermeni kökenli Millet Vekili çıkıyor diyor ki katilsiniz. Bunu benim ülkemde yapıp benim ülkeme demokrasi narası atmak abesle iştigaldir. En basit örnekle bu durumu özetlemek gerekiyor. Kaldı ki ülkemizin demokrasi çıtasını dışardan belirlemeye çalışıyorlar ve ne yazık ki ülkemiz de bir kesim de bunlara çanak geriyor.

    “Muhalefet korkaklık kompleksini sürdürüyor”

    Türkiye’nin s-400 ler konusunda ısrarlı olmasının yanında muhalefetin cılız ve korkakça davrandığını dile getiren Aydın “Cumhuriyet Halk Partisi’nde ki uluslararası ilişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı aynı zamanda Milletvekili ile beraber Amerika’ya s400 konusunu tartışmak için gittik. Yemin ederim öyle bir panik var ki “eyvah Amerika bizi ya yarın ya öbür gün mutlaka teslim alacak, ya da bombalayacak ya da işte hepimizi boğacak, bunu iptal etmemiz lazım, bundan vazgeçmemiz lazım” kompleksine kapılmış olduğunu gördüm. Bu kabul edilebilir değildir. Vazgeçmemiz mümkün değildi ve vazgeçmedik de. Tabi bu konuda nasıl tavır takındıklarını vatandaşlarımız biliyor. Kendi ülkesine güvenmeyen bir muhalefetin vatandaşlara vereceği de olamaz. Önce ülkene güveneceksin ve büyümesi için mücadele vereceksin. Bunu yapmadan büyümenin mümkün olmadığını geçmişte yaşanılanlar öğretmiş olmalı ki biz geçmişten almamız gereken dersi aldık, almaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

  • Antalya Valisi Karaloğlu’ndan turizmcilere ’kimse tesisine ithal muz koymasın’ çağrısı

    Antalya Valisi Karaloğlu’ndan turizmcilere ’kimse tesisine ithal muz koymasın’ çağrısı

    Antalya Valisi Münir Karaloğlu, 850 bin ton muz tüketilen iç piyasanın 250 bin tonunun Antalya’dan sağlandığını açıkladı. Yerli muzun ithal muzdan daha kaliteli ve lezzetli olduğunu belirten Karaloğlu, turizmcilere de bir çağrıda bulunup, “Bundan sonra hiç kimse tesisine ithal muz koymasın artık yerli muzumuz ithal muzdan daha kaliteli ve daha lezzetli” dedi.

    Antalya Valisi Münir Karaloğlu, Tarım İl Müdürü Mustafa Özen ile birlikte Manavgat ilçesinde kentin en büyük muz üretim tesislerinden Bimuz Sarartma ve Paketleme Tesisi’ni inceledi. Tesisteki seralarda muz üretimi, sarartma ve paketleme yöntemleri hakkında bilgi alan Karaloğlu, ardından basın mensuplarına Antalya’nın Muz üretiminde geldiği noktaya ilişkin açıklamalarda bulundu.

    “Antalya’nın en büyük muz serası”

    Antalya’nın çok önemli bir kadim tarım şehri olduğunu vurgulayan Vali Karaloğlu, kentte son dönemde tropik meyvelerle ilgili çok önemli gelişmeler yaşandığını aktardı. Ziyaret edilen muz seralarının bir önemi olduğunu belirten Karaloğlu, “Antalya’nın şu anda 175 dönümlük yekpare en büyük serasını gezdik Burası sadece muz üretmiyor. Ürettiği muzu dünya standartlarında sarartma ve paketleme işlemini son derece çağdaş metotlarda gerçekleştiriyor” dedi.

    Manavgat ilçesinde son 3 yıldır muz seracılığı konusunda önemli gelişmeler olduğunu aktaran Vali Karaloğlu, sarartma ve paketleme işleminin muz üretimindeki önemine işaret etti.

    “İç piyasanın 250 bin tonu Antalya’dan”

    Türkiye’nin iç piyasasında 850 bin tonluk muz tüketimi olduğunu kaydeden Karaloğlu, bunun 300 bin tonunu Mersin, 250 bin tonunu ise Antalya’nın karşıladığını ifade ederek, “Antalya, son 3-4 yıldır yaptığı atakla 2 yıl sonra Türkiye’nin en büyük muz üretici haline gelecek. Tüketimi de arttırmamız gerekiyor bir taraftan. Muz tüketim bakımından Avrupa’daki tüketimin üçte biri seviyesindeyiz. Bunu da arttırdığımızda hem iç piyasada muz tüketimini artırmış oluruz hem de diğer sebze ve meyvelerde olduğu gibi fazla üretimimizi de iç tüketim belli bir seviye geldikten sonra muzda da artık Türkiye ithal eden değil, ihraç eden bir ülke konumuna gelecektir diye temenni ediyorum” diye konuştu.

    Turizm tesislerine çağrı

    “Artık Türk muzu belirli bir yere geldi” diyerek sözlerine devam eden Karaloğlu, Antalya’daki turizm tesislerine bir çağrıda bulundu. Karaloğlu, “Artık muz Antalya’nın ve özellikle Manavgat’ın çok önemli bir ekonomik girdisi haline geldi. Bunu görmemiz lazım. Belki 3-5 yıl sonra Manavgat’ta en az turizm kadar girdiyi biz muzdan sağlıyor olacağız. Buna herkesin hem tanıtım hem de tüketim noktasında destek vermesi lazım. Buradan özellikle Antalya’daki turizm tesislerine bir çağrı yapalım; bundan sonra hiç kimse tesisine ithal muz koymasın, artık yerli muzumuz ithal muzdan daha kaliteli ve daha lezzetli. Görüntüsü, kokusu her şeyiyle ithal muzdan daha kaliteli” ifadelerini kullandı.

    “Örtü altında kalite ve rekolte artıyor”

    Firma sahibi Şevki Öncel, 185 dönüm arazisi üzerinde 175 dönüm muz serasının bulunduğunu ve Avrupa standartlarında 3 bin 500 metrekarelik muz sarartma ve paketleme tesislerinin olduğunu belirtti. Dışarıda yetiştirilen muzların sıcak ve zararlı farklı etkenlere maruz kaldığını ifade eden Öncel, muzun serada üretilmesi durumunda ise kalite ve rekoltenin arttığını söyledi. Öncel, muz üreticilerin dışarıda üretimden yavaş yavaş örtü altı üretime geçtiğini aktardı.

  • Biz başaramazsak kimse başaramaz

    Biz başaramazsak kimse başaramaz

    Erzurum Valiliği İl Göç İdaresi, Erzurum Büyükşehir Belediyesi ve Atatürk Üniversitesi Toplumsal Araştırmalar Merkez Müdürlüğünce Göç ve Uyum Etkinliği düzenlendi.

    Etkinliğin açılış konuşmasını Toplumsal Araştırmalar Merkezinin danışma kurulu üyelerinden TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu Başkanı Ak Parti Erzurum Milletvekili Selami Altınok yaptı.

    Konuşmasında Türkiye’nin “Açık kapı” politikasının önemine değinen Altınok, Türkiye’nin 783 bin 562 kilometrekareden ibaret olmadığını, yüzyıllarca birlikte yaşadığımız kardeşlerimiz için bir “Gönül coğrafyası” olduğunun altını çizdi.

    Ekmeğimizi paylaşmanın insani değerine dikkat çeken Selami Altınok, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti Devletinin büyük ve lider ülke konumuna gelmesindeki rolüne de vurgu yaparak şunları söyledi:

    “Biz büyük bir milletiz, gereğini yaparız, yapmalıyız…Suriye’de ki iç savaş göçü daha çok gündeme getirdi. İnsanların başı sıkışsa nefes alacak topraklar olarak Anadolu coğrafyasını seçmektedir. Saddam’ın zulmünden kaçanlarda bu topraklara geldi. İran’a gitmediler, Arabistan’a gitmediler, Ürdün’e gitmediler. Bu coğrafyadan, bu iklimden beslenen herksin umudu Anadolu’dur. Suriye dediğiniz topraklar yüz yıl öncesinde Osmanlı topraklarıydı. Şimdide gönül bağımız var. ‘Emeğimizi alıyorlar’, ‘Ekmeğimizi bölüşüyorlar’ demeyin. Biz Osmanlıyız, Osmanlı’nın varisleriyiz. Onun için bizlere geliyorlar. Elbette Suriye’de huzur sağlandığında bu insanlarda yurtlarına geri dönecekler. Gidince de onlar bizlerin, Türkiye’nin gönül elçileri olacaklar.”

    Avrupa önce kendisine baksın

    Altınok, Avrupa’nın korkusunun Türkiye’nin mültecilere sınırları açması olduğunu söyledi. Altınok şöyle devam etti: “Bu Avrupa var ya, insan haklarından bahseden Avrupaİşte o Avrupa Türkiye’den giden işçilere kendilerinin yapmak istemedikleri işleri yaptırdılar. İnsan yerine koymadılar.”

    Selami Altınok, 4 bin yıllık geleneği olan bir millet olduğumuzu belitti.

    Peygamberimizin bize yol gösterdiği ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ hadisinin şuuru içerisinde yaşandığına vurgu yapan Altınok, “Türkiye büyük bir ülke, kendimize büyük rol biçmeliyiz” dedi.

    Prof. Dr. Özben’in sözleri

    Etkinlikte konferans veren Toplumsal Araştırmalar Merkez Müdürü Prof. Dr. Mevlüt Özben önemli açıklamalar yaptı.

    Dünyanın kuşatıcı bir korku atmosferinden geçtiğini, ekonomik krizler, savaşlar, terörizm ve küresel ölçekte gerçekleşen göçlerle baş etmenin kolay olmadığını ifade eden Özben sözlerini şöyle sürdürdü: “Yabancılara” karşı tutumlarımızın içinde pek çok tedirginlik ve soru işareti var. Bu yüzden göçmenlerle, mültecilerle ilişkiler bir hayli kırılgan… İçimize kadar sokulmuş olan bu “başkalıkla” nasıl yaşanacağı basit bir sorun değil yani… Kulağa garip gelecek ama uyumun kendisi bir sorun olarak çıkıyor karşımıza. Çünkü uyumu engelleyen, zorlaştıran sosyolojik gerçeklikler var.

    Kalıp yargılar bunlardan biri. Bir obje, kişi, ya da gruba ilişkin bilgi boşluklarını dolduran, önce den oluşturulmuş bir takım izlenimler ve atıflar bütünü olarak zihinlerimizde inşa ettiğimiz imgeler olan kalıp yargılar olumlu ya da olumsuz olabilirler. Ancak olumsuz kalıp yargılar gelmesi olarak da anlaşılabilir. Mültecilere olumsuz bakışın sorumlusu çoğunlukla önyargılardır. Ve elbette ayrımcılık…

    Ayrımcılık önyargılarımızın davranışa dökülmesi ile oluşur. Örneğin bir kişi ya da gruba, belirli bir özelliği nedeniyle eşitsiz/farklı (bazen de aynı) muamele yapılması ayrımcılıktır. Ayrımcılık bütün dünyada kolayına meşrulaştırılan bir konudur. Bu yüzden, tüm toplumlarda dezavantajlı grupların içinde bulundukları koşullara yönelik nasırlaşmış bir duyarsızlık göze çarpar. Bu nasıl mı olur?

    İlk olarak, güçlü olanlar dünyanın adil bir yer olduğu inancına sıkı sıkıya bağlanmışlardır. Şöyle derler: “Hiç bir başarı tesadüf değildir…” ya da “Herkes hak ettiğini yaşar…”.

    İkinci olarak ahlaki dışlamadan söz edebiliriz. Bunun da insanlıktan çıkarma, karakter özelliği tanımlama, toplumun dışına atma, siyasi etiketleme yapma ya da grup karşılaştırması yoluyla gayri meşrulaştırma gibi pek çok biçimi vardır.

    Günümüzde göç literatüründe kendisine yer bulmuş olan “İki Boyutlu Kültürleşme Modeline” göre, göçmen gruplar ana akım toplumla sosyal anlamda gerekli olan ilişkileri sürdürürlerken bir yandan da öz kültürlerini, kimliklerini muhafaza edebilmektedirler. Bir kültürleşme yönelimi olarak entegrasyonda (bütünleşmede) esas olan; hem göçmenlerin hem de ana akım toplumun tüm farklılıklarına karşın bir arada yaşayabilme inancına sahip olmalarıdır. Bu süreçte her iki tarafta birbirlerinin doğrularını kabul ederken, aynı zamanda, farklılıkların korunmasına da saygı göstermektedirler. Peki, uyum nedir? Uyum birey ve grupların göç edilen yerin beklentileri doğrultusunda yaşamlarını yeniden düzenleme ve daha tatmin edici bir hayat kurma çabası olarak tanımlanabilir.

    Bireysel düzeyde sosyo-kültürel uyum dediğimizde, göçmenlerin yeni gündelik yaşamlarını olumlu ve olumsuz yönleriyle yönetebilme becerilerini kastediyoruz. Peki bu nasıl mümkün olur?

    Bu durumu kolaylaştıran şeylerin başında ana akım kültürü öğrenme ve yeni beceriler kazanma gelmektedir. Başka bir ifade ile, göçmen bireylerin aile, iş ve sosyal yaşamlarındaki sorunlarla başa çıkma becerileri onların sosyo-kültürel uyum düzeylerini göstermektedir.

    Ana akım toplumun üyeleri göçmenleri/mültecileri kabul etmeye istekli olduklarında, gelenlerin hem sosyo-kültürel hem de psikolojik uyumlarının hızla düzeldiği görülmektedir. Açık kapı politikası izleyerek milyonlarca insana kucak açan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu stratejisinin önemi değeri tartışılmazdır. Ancak görünen o ki, bu konuda devlet toplumun önündedir.

    Bu yüzden, kapılar yetmez; gönüllerimizi de açmalıyız… Uyum sürecini etkileyen birçok şey var: Eğitim Düzeyi: Süreci hızlandırır ve kolaylaştırır. Dil: Süreci: Süreci hızlandırır ve kolaylaştırır. Cinsiyet: Erkek göçmenler kadınlara göre daha çabuk uyum sağlamaktadırlar. Göç Edilen Ülkede Kalış Süresi: Süre arttıkça uyum da artmaktadır. Yaş: Erken yaşlar uyum için önemlidir. Medeni Durum: Bekarlar evlilere göre daha hızlı uyum sağlamaktadırlar. Din: Farklı dinler uyum sürecini zorlaştırmaktadır. Sosyal Kimlik: Öz-kültürel kimliğe (aşırı) bağlılık uyumu güçleştirmektedir. Sosyal Mesafe: Algılanan Ayrımcılık:

    Kanımca mülteciler konusunda en büyük sorunumuz önyargılardır. “Yabancı düşmanlığı” ve içinden çıkılmaz, baş edilemez boyutlara ulaşan önyargılar içimizdeki kusurlu yanımızdan kaynaklanıyor. Bu yüzden, “yabancı düşmanlığı tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır aslında.

    Sadece kapılarımızı açıp gönüllerimizi açmadığımız insanlar bizim için daimi ötekilerdir. Ötekilik de, uyumu güçleştiren en önemli unsurdur.

    Kimi zaman önyargılarını savunmak için paranoyaya başvuran insanlar da olabilir. Bununla ilgili şöyle bir şey anlatılır: “Paranoyak bir kadın öldüğünü söylüyordu. Doktor ise yanıldığı konusunda onu ikna etmeye çalışıyordu. Kadına Şunu sordu: ‘Ölüler kanar mı?’ ‘Hayır’ diye cevap verdi kadın ve ‘ölü olduğuma göre benim de kanım akmaz’ diye de ekledi. ‘Göreceğiz’ dedi doktor ve kadının parmağına iğneyi batırdı. Hasta kadın parmağındaki kanı görünce şöyle dedi: ‘Demek ki, ölülerde kanarmış’.

    Bu bize şunu gösteriyor: Aksi kanıtlarını gözler önüne serseniz de paranoya seviyesinde gezinenler, önyargılarını savunmaya devam edeceklerdir.

    Kadim kültürümüze ait öğretiler ve geçmişimize ait kayıtlar gösteriyor ki biz başaramazsak kimse başaramaz. Sabırlı ve anlayışlı olmak zorundayız. Bunu yapabilirsek, yaşamın olağan akışının beklendik bir sonucu olarak entegrasyon gerçekleşecektir. Burada şu üç şey de oldukça önemlidir: Din, dil ve evlilik (Eskiden Almanya’ydı, ancak artık Türklerin en fazla yabancı gelin aldığı ülke Suriye…)

    Mülteciler misafirlerimizdir, kardeşimizdir söyleminin ötesine geçmenin ve daha kurumsal adımlar atmanın vakti geliyor. Gelip-geçici, yardıma muhtaç çağrışımlara sahip benzeri söylemleri daha gerçekçi ve tanımaya dönük bir dille değiştirmemiz gerekiyor. Şunu unutmayalım ki, uyumun temel şartlarından biri de göçmenlerin “kalıcılığının” benimsenmesidir. Oysa biz sürekli olarak mültecilerin geri gönderilmeleri üzerinde konuşuyoruz.

    Göç ve mülteciler konusunda devlet toplumumuzun çok çok önünde…

    Suriye iç savaşı uzun sürünce Türkiye Suriyeli sığınmacılara hukuki bir statü kazandırmak adına 2013 yılında 6458 sayılı “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununu” çıkardı. Son verilere göre ülkemizde 4 milyon civarında mülteci var ve bunların sadece 60 bini kamplarda, diğerleri ise kentlerde yaşamaktadır. Türkiye’de 100 bin civarında ise vatandaşlık statüsüne geçmiş Suriyeli göçmen bulunmakta. Nüfusuna oranla en fazla Suriyeli barındıran ilimiz Kilis (Kilisliler 142 bin Suriyeliler 116 bin). Kilis’i nüfusunun %27’si Suriyeli olan Hatay izliyor. Gaziantep ve Urfa’da da bu oran %20’lerin üstünde. İstanbul’daki Suriyeli Oranı ise %3,6…

    Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısı 500 bin civarında… Yani ülkemizde doğuştan mülteci olan yarım milyon çocuk var! Suriyeli çocukların okullaşma oranı 700 bin civarında…

    Batı’da durum tam bir facia…

    Göçmen, mülteci veya sığınmacı Batı toplumlarında her şeyden önce birer “yabancı” olarak görülmektedirler. Örneğin herhangi bir Avrupa ülkesinden gelenler göçmen olarak tanımlanmazken, Afrika veya Arap ülkelerinden gelenler için göçmen sıfatı kullanılır.

    Batı’da durum şudur: Asyalı göçmen, Afrikalı göçmen, Arap göçmen ve bunlara karşılık Avrupalı gurbetçi…. Şurası açık ki, Batı dünyasının tarihsel bir özelliği olan etnik merkezcilik Avrupalıları farklı ve üstün gördüğü için onlara gurbetçi; diğerlerini farklı ve aşağı gördüğü için göçmen demektedir. Yani göçmen kavramı zaten en başından olumsuz içerimlere sahip bir sözcük…

    Avrupa’daki yabancı korkusu ve düşmanlığı (özellikle de Müslümanlara yönelmiş olan) bu coğrafyada uyum sorunlarını zirveye taşımıştır. Avrupa ülkelerinde göçmenler ülkelerinin “kötü” gidişatının tek sorumluları olarak gösterilmekte ve marjinalleştirilmektedirler. Fransa gibi göç ve göçmen olgusunun çok eskilere dayandırıldığı ülkelerde bile kamuoyunda göçmen doğrudan “tehdit” olarak algılanmaktadır.

    Özellikle Müslümanlar Avrupa’da bu toplumların uyumunun önündeki en büyük engel olarak görülmeye devam etmektedir. Batı yabancı ve bilhassa da Müslüman karşıtlığında insanlık değerleriyle bağdaşmayacak edimler içinde.. Bu yüzden diyoruz ki, biz başaramazsak kimse başaramaz.’’