Etiket: İhtiyacı

  • Kurtulmuş: “Anayasa ihtiyacı fantezi değildir”

    Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, anayasa değişikliğinin siyasetin bir numaralı gündem maddesi olduğunu belirterek, “Türkiye’de yeni bir Anayasa ihtiyacı fantezi değildir” dedi.

    Çeşitli programlara katılmak üzere Ordu’ya gelen Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, AK Parti Ordu İl Başkanlığı’nı ziyaret etti. Burada gazetecilere açıklamalarda bulunan Kurtulmuş, gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Gözaltına alına HDP’li vekiller hakkında konuşan Kurtulmuş, hukuki sürecin devam ettiğini yaşanan olayların Anayasa’ya ve yasalara uygun olduğunu söyledi. Başkanlık sistemi ve anayasa değişikliği konularına da değinen Kurtulmuş, kapsamlı bir değişikliğin ise yürütmeyi hızlandıracağını belirtti.

    “Milletvekilleri ile ilgili başlatılan süreç anayasal ve yasalara uygundur”

    Gözaltına alınan ve bazılarının ise tutuklu bulunduğu HDP’li vekiller hakkında konuşan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, sürecin anayasal ve yasalara uygun olduğunu vurguladı. HDP’li vekiller dışına birçok vekilin ifade verdiğini, ifade vermeyenler içinde hukuki işlemler yapıldığının altını çizen Kurtulmuş, “HDP’li milletvekilleri ifade vermekten kaçındılar, bununla ilgili de kolluk kuvvetlerine verilen talimatlar yerine getirilerek HDP’li milletvekilleri ile ilgili işlem başlatıldı. Bu işlemler çerçevesinde de bir kısmı tutuklandı, bir kısmı serbest bırakıldı. Dolayısıyla tamamen Anayasa’ya ve Türkiye’deki mevcut hukuk sitemine uygun bir süreç devam ediyor, bu sürecin sonuçlarını da hep beraber göreceğiz. Bu sürece siyaset olarak başından bu yana bizim müdahilimiz olmadı bundan sonrası da olması düşünülemez. Bu yargının bağımsız kendi kuralları içerisinde altmış olduğu adımlardır. Sürecin başlangıcı ise parlamentoda TBMM’de milletin vekilleri olan milletin verdiği oylarla yapılan Anayasa değişikliği çerçevesindedir. Bu durumun hukuki anayasaya ve yasalara uygun bir süreç olduğunu ifade edebiliriz” diye konuştu.

    “Anayasa değişikliği bütün Türkiye’nin meselesidir”

    Anayasa değişikliği hakkında konuşan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Türkiye’de anayasa değişikliği ihtiyacının her zaman gündemde olduğunu ifade etti. Bu süreçte parlamento içi ve dışındaki bütün siyasi görüşlerin fikrini almak istediklerini aktaran Kurtulmuş, “Türkiye’de yeni bir Anayasa ihtiyacı fantezi değildir. Yıllardır 12 Eylül’ün antidemokratik Anayasal yapısından kurtulması siyasetin hep bir numaralı gündem maddesi olmuştur. Biz başkanlık tartışmalarını da, Türkiye’de anayasa reformu ihtiyacının bir parçası olarak gördük. Yürütmenin daha etkin daha sonuç alıcı daha hızlı bir şekilde hareket etmesini sağlayacak mekanizmalardan birisi olarak gördük. Bu süreçte başından itibaren Türkiye siyasetinin ilgili bütün tarafları CHP’nin, MHP’nin bütün parlamento içi parlamento dışındaki bütün siyasi görüşlerin bu sürecin içerisinde olumlu katkı sunmalarını arzu ettik. Bu kapsamda geçtiğimiz hafta CHP ’kapımız açıktır’ dedi, biz de kapımızın sonuna kadar açık olduğunu ifade ettik. Nihayetinde Türkiye’de bir anayasa değişikliği yapılacaksa bu değişiklik milletin tamamını ilgilendiren bir konudur ve sadece bir partinin sadece iktidar partisinin sadece ana muhalefet partisinin meselesi değil bütün Türkiye’nin meselesidir” şeklinde konuştu.

    Anayasa değişikliği konusunda iki öneride bulunduklarını dile getiren Kurtulmuş, “Biz bu çerçevede iki anayasa çalışması yaptık. Bunlardan birisi büyük bir anayasal, anayasa değişikliği paketidir. İkincisi ise Türkiye’de başkanlık sistemi ile ilgili gerekli olan düzenlemeleri yapan daha küçük kapsamlı bir Anayasa çalışmasıdır ve 10-15 maddelik bir pakettir. Öyle görünüyor ki MHP başından itibaren başkanlık sistemi ya da cumhurbaşkanlığı sistemi adını verdiğimiz bu sistem değişikliği yani Türkiye’deki yürütmenin çift başlılıktan kurtarılarak tek başlı bir yürütmenin sağlanması, yasama, yürütme ve yargı arasındaki dengenin iyi tanımlandığı bir başkanlık mekanizmasının kurulmasını konusunda müspet bir yaklaşım içerisinde olacağı anlaşılıyor. Bu konudaki teklifimiz de MHP’ye iletilmiş vaziyettedir, bakılacak onlar da bir karar verecek ve aynı şekilde bu süreçte CHP’nin de bulunması, kabul ettikleri ve etmedikleri noktaları da kamuoyu ile paylaşarak yürümeleri Türkiye demokrasisinin bundan sonraki süreçlerde daha sağlıklı işlemesi bakımından da doğru yoldur. Ama biz bir başka partinin ne şekilde hareket edeceğini belirleyecek imkana sahip değiliz, biz bu konu da son derece açık ve netiz” ifadelerini kullandı.

    “367’yi aşsak bile millete gideceğiz”

    Anayasa değişikliği sürecinde parlamentoda 367’yi bulmaları halinde, yine de halka gideceklerini söyleyen Kurtulmuş, “Biz bu değişikler kapsamında başından bu yana diyoruz ki, iki tane teklifimiz var. Bunlardan birisi kapsamlı bir değişikliktir, anayasa reformudur. Bir diğeri ise mevcut durumu düzeltecek cumhurbaşkanlığı ve ya başkanlık sistemi yani yürütmeyi tek elde toplayan dar kapsamlı bir değişikliktir. Bu değişikliği 330’u aşacağımızı anladığımız anda parlamentoya getiririz, 367’yi aşsak bile millete götürürüz. 330 ve 367 arasında da olursa zaten referanduma gideceğiz. Dolayısıyla biz çok net bir şekilde bu süreci yürütüyoruz, diğer partilerden de aynı netlikte bu sürece katılmalarını arzu ediyoruz. Bu durumun Türkiye demokrasisine katkı da bulunacağını ifade ediyoruz” açıklamasında bulundu.

    Avrupa’ya giden HDP’li milletvekillerine ve Avrupa’nın bu durum karşısındaki tutumunu değerlendiren Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş şöyle konuştu:

    “Bu durum son derece yanlış bir tavırdır, antidemokratik bir tavırdır, demokrasi düşmanlarına bağrını açmaktır, Türkiye karşıtlarına ev sahipliği yapmaktır. Ortada net bir mesele var, yargı süreçlerinden kaçmış ve Avrupa’ya kaçmış olan milletvekilleri var. Benzer şey onlar için olsaydı, diyelim ki Fransa’da, Almanya’da, Belçika’dan, İngiltere’den, oradaki sistemle problemi olan, orada yargı süreçleri içinde ifade vermesi istendiği halde kalkıp Türkiye’ye gelen milletvekilleri olsaydı ve biz bunları ev sahipliği yapıp resmi olarak koruma altına alsaydık ne hissederlerse biz de aynı şeyleri hissediyoruz. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Demokratik dayanışma falan değildir çünkü ortada bir demokrasi mücadelesi yok. Açıkçası teröre destek olan milletvekillerine Avrupalı dostlarımız destek olmasınlar Türkiye olarak bunu bekliyoruz. Türkiye halkına karşı bir dostluk göstergesi değildir. Türk halk bu dost Avrupalı müttefik ülkelerin halklarıyla beraber olacaklar. Ben Avrupalıların birkaç tane terörist ve terörist destekçisini değil 80 milyon Türk halkını desteklemelerinin daha doğru olduğunu düşünüyorum.”

  • Prof. Dr. Mete Dolapçı: “Ülkemizde yapılan organ bağışları ihtiyacı karşılayamıyor”

    Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mete Dolapçı, günümüzde yılda 4 binin üzerinde organ naklinin başarıyla gerçekleştirilmesine rağmen yapılan organ bağışlarının ihtiyacı karşılamadığını söyledi.

    Organ naklinin hastadaki hasarlı veya çalışmayan organın yerine organ vericisi (donör) tarafından verilen sağlam organın bir kısmı veya tamamının nakledilmesi olduğunu belirten Prof. Dr. Mete Dolapçı, “Bazı hastalıklarda yaşam ancak organ nakli ile mümkündür. Son dönem karaciğer, kalp, ince bağırsak ve akciğer hastalıklarında organ nakli yapılmadığı takdirde hasta yaşamını kaybetmektedir. Son dönem böbrek yetmezliği, Tip I şeker hastalığı (pankreas yetmezliği), bazı göz hastalıkları veya bazı uzuv kayıplarında ise organ nakli ile hastanın yaşam kalitesi ileri derecede artmaktadır” dedi.

    Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de organ nakli bekleyen birçok hastanın bulunduğunu kaydeden Prof. Dr. Dolapçı, “Organ naklinin bu hastalar için hayatta kalmak için son şans olduğu düşünüldüğünde bu tedavi yönteminin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Ancak ne yazık ki gerçekleştirilen organ nakillerine karşın bağışlanan organ sayısının yetersiz olması nedeni ile ihtiyaç karşılanamamaktadır. Bu nedenle her gün binlerce insanımız gelecek müjdeli bir haberi beklemektedir” şeklinde konuştu.

    Organ naklinin hem canlı vericiden hem de ölü vericiden yapılabildiğini belirten Prof. Dr. Dolapçı, “Canlı vericiden ancak böbrek ve karaciğer nakli yapılabilirken yaşamını kaybetmiş bir hasta, kadavra donör olduğunda 7-8 insana yaşama şansı sunabilir. Ülkemiz, dünyada organ nakli konusunda yasal düzenleme yapan öncü ülkelerden birisidir. Organ ve doku alınması, saklanması, aşılanması ve nakli hakkındaki kanun 03.06.1979 tarihli ve 16655 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Dinimizce de organ nakli uygundur. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun 03.03.1980 tarih ve 396 saylı kararında organ naklinin caiz olduğu bildirilmiş, organ bağışı insanın insana yapabileceği en büyük yardım olarak tanımlanmıştır. Diğer İslam ülkelerinde ve bütün diğer büyük dinlerde de benzer kararlar mevcuttur. Kur’an-ı Kerim’de de (Maide Suresi, ayet 32) kim bir kimseye hayat verirse, onun sanki bütün insanlara hayat vermişçesine sevap kazanacağı beyan olunmuştur” ifadelerini kullandı.

    Türkiye’nin organ nakli konusunda dünyada lider ülkelerden birisi olduğunu ancak beyin ölümü gerçekleşen kişilerden organ nakli konusunda çok gerilerde kaldığını ifade eden Prof. Dr. Mete Dolapçı, “Gelişmiş ülkelerde bir milyonda 30-40 olan kadavradan organ bağışı ülkemizde milyonda 5 oranındadır. 2012 yılında beyin ölümü gerçekleşen ve organ bağışı için uygun olan 1477 kişiden sadece 345’inde organ bağışı yapılmıştır. Ailelerin organ bağışına verdikleri red cevap oranı yüzde 77’dir. Bunun sebepleri incelendiğinde ise neredeyse yarısının medyadaki yanlış haberler yüzünden olduğu, yüzde 40 oranında ise dini nedenlerle organ bağışına yanaşmadıkları gözlenmiştir” dedi.

    Ülkemizde 18 yaş ve üzeri akli dengesi yerinde olan herkesin organ bağışı yapabileceğini ve organ bağışı kartı sahibi olabileceğini kaydeden Prof. Dr. Mete Dolapçı, “Kişi ya da yakınları organların tamamını ya da uygun gördüklerini bağışlayabilir. Bir kez organ bağışında bulunan kişinin istediği takdirde bundan vazgeçme hakkı da her zaman mevcuttur. Endişe edilenin aksine organ bağışı yapılan merhum yada merhumenin bedeninde herhangi bir tahribat olmaz, cenaze ailesine bir bütün olarak ve titizlikle teslim edilir. Vatandaşlarımız İl Sağlık Müdürlüklerine, tüm özel ve kamu hastanelerine, üniversite hastanelerine, organ nakli yapan merkezlere ve toplum sağlığı ve aile sağlığı merkezlerine başvuru yaparak iki tanık huzurunda bir belge imzalayarak organ bağışı kartına sahip olurlar. Organ bağışı kartını alan kişinin bağış kartını her zaman üzerinde taşıması gerekmektedir. Canlı vericiden organ bağışı için alıcı adayı hasta ile bir organ nakli merkezine başvurmanız yeterlidir. Günümüzde e-devlet üzerinden de organ bağışı yapılabilmektedir. Şu anda sisteme kayıtlı yaklaşık 206 bin bağışçı mevcuttur ve bu sayının artışına şiddetle ihtiyaç vardır. Türkiye’de organ nakli konusunda en önemli sorun organ bağışı azlığı ve beyin ölümü olgularının kullanılamamasıdır. Bu sorun acil olarak çözülmesi gereken sağlık problemlerinin başında yer almaktadır” diye konuştu.

  • Türkiye Petrollerinin yapısal değişime ihtiyacı var

    Adıyaman’da gerçekleştirilen “Türkiye’ de Petrol Keşfinin 70. Yılı” konulu sempozyumda konuşan Türkiye Petrolleri Genel Müdürü Besim Şişman, “Yeni yapılanma ile Türkiye’nin güçlü iki yeni şirketi oluşacak” dedi.

    Türkiye’de petrolün 70 yıllık yolculuğunun mercek altına alındığı Türkiye Petrol ve Doğalgaz Zirvesi (TROGS) 2016 sempozyumunda “Türkiye’ de Petrol Keşfinin 70. Yılı” konulu sempozyum gerçekleştirildi.

    Türkiye Petrol Jeologları Derneği (TPJD), Petrol Jeofizikçileri Derneği (PJFD) ve TMMOB Petrol Mühendisleri Odası (PMO) tarafından gerçekleştirilen sempozyuma Türkiye Petrolleri destek veriyor.

    Sempozyumda Güneydoğu Anadolu ve yakın coğrafyasında petrolün jeopolitik ve jeostratejik önemi, bölgenin petrol potansiyeli, arama-üretim faaliyetleri ve geleceği ile petrolcülükte yeni ufuklar ile ilgili konuşmalar yer aldı.

    “Stratejimizi değiştirmemiz gerekiyor”

    Türkiye’nin enerji stratejisi ve Türkiye Petrollerinin genel yapısıyla ilgili açıklamada bulunan Türkiye Petrolleri Genel Müdürü Besim Şişman, “Ağırlıklı olarak derinden derine bir din kavgası var. Ama bunu yürütebilmek içinde enerjiye sahip olabilme kavgası var. Dolayısıyla enerji eksenli olan bu çatışmaların Türkiye Petrolleri, Türkiye ister istemez göbeğinde bulunuyor. O zaman bu perspektiften bakıldığında Türkiye Petrollerine düşen çok ciddi bir sorumluluk var.

    1954 yılında profesyonel çalışma mantığı ile kurulmuş bir Türkiye Petrolleri var. Ama maalesef 80’li yıllarda ki dezenformasyon Türkiye Petrollerini gerçekten sıkıntılı bir noktaya getirdi. Buna rağmen, elimizin kolumuzun bağlı olmasına rağmen Türkiye Petrollerinin çalışanlarının özverisinden kaynaklı, cesaretinden kaynaklı sebeplerle açıklayabileceğimiz bir dinamizm ile yine yoluna devam ediyor.

    Ama bunun sürdürülebilir olmadığını da herkes yakından biliyor. Türkiye Petrollerinin daha aktif bir hale gelmesi daha profesyonel bir hale gelmesi gerekiyor. Biz 4 yıldır çok yoğun bir şekilde Türkiye Petrollerini mevcut durumunun ötesinde nasıl getiririzin üzerinde çalıştık.

    Türkiye Petrollerinin görevi Türkiye’nin 700-750 bin varil civarında olan günlük petrol ihtiyacını karşılamaya yönelik, yıllık 50 bin civarında olan doğalgazını karşılamaya yönelik olmalıdır. Petrolümüzün yüzde 92-93’ünü, doğalgazımızın neredeyse tamamını ithal ediyoruz. O zaman bizim burada bir stratejik sorunumuz var demektir. Peki bunu nasıl aşacağız? Bunu aşmak içinde bütün Dünyaya bir baktık, 100’den fazla şirketi detaylı olarak inceledik. Bunların içerisinde 23 tanesini kendimize uygun kabul ettik. Bunların içinde milli petrol şirketleri var. Bizim gibi olup uluslar arası olan şirketler var, birde bağımsız olan dev şirketler var.

    Bu şirket bu anlamda bir transformasyona, bir değişime ihtiyacı var. Bunun üzerine çok ciddi bir çalışma yapıldı. Bu çalışmanın sonrasında yeni bir yapı ortaya kondu. Artık her işi kendi yapan şirket kalmadı. Belki Kuzey Kore’de varsa, vardır. Dolayısıyla Türkiye Petrolleri bu aşamada farklı bir yürüyüşe ihtiyacı vardır. Artık Türkiye Petrollerinin her işi kendi yapan bir şirket olmaması lazım. Türkiye Petrolleri arama ve üretim şirketi ise, öyle olması gerekiyor. Oraya konsantre olması lazım” dedi.

    “Devletin güçlü iki şirketi olacak”

    Genel Müdür Besim Şişman, aramaya konsantre olunması gerektiğini kaydederek, “Enerjimizin büyük bir kısmı operasyonlara gidiyor. Bizim oysa rezerv olarak aramacılığa konsantre olmamız lazım. Mühendislik yapan bir şirket olmamız lazım. Devletin Tpıc ve Türkiye Petrolleri diye iki tane kamu şirketi var. İkisinin de arama üretim lisansları var, ikisi de servis yapıyor. Burada MTA’yı da buna katabiliriz. MTA’da servis işleri yapıyor. Bizim teklifimiz, bunlardan birini servis şirketi olarak yapılandıralım, diğerini arama üretim şirketi olarak yapılandıralım. Doğrusu da budur. Eğer bunu başarı ile gerçekleştirebilirsek ve bundan hiç şüphe duymuyorum, sonunda çok güçlü iki tane devlet şirketi ortaya çıkacak. Biri servis şirketi, biri arama üretim şirketi olacak. Bu işin temeli bu kadar sade bu kadar basittir. Küçük sorunlar ile kendi kendimizi demolorize etmememiz lazım” diye konuştu.

    Sempozyumda konuşan Düzenleme Kurulu Başkanı Erhan Yılmaz, Türkiye’de öne çıkan petrol arama ve üretim bölgesi olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesine yapacağı yatırımların ülkemizin bağımlılığını azaltmasına katkı sağlayacağını söyledi.

    Türkiye Petrol Jeologları Derneği Başkanı Ahmet Çaptuğ ise konuşmasında, “Hidrokarbon aramacılığı açısından ülkemizin ekonomik anlamda potansiyeli mevcut verilerle en yüksek alanın Güneydoğu Anadolu kesimidir. Bu güne kadar keyfedilmiş petrol sahaları yanında mevcut veri paketleri ve aranmamış alanları da düşündüğümüzde küçük ve orta büyüklükteki şirketler için caziptir” dedi.

    Türkiye Petrolleri Adıyaman Bölge Müdür Vekili Bedih Gümüş ise, 2016 yılı Eylül ayı itibariyle Adıyaman Bölgesinde bulunan 36 üretim sahasında 365 üretim kuyusuyla, 2 buçuk milyon varile yakın petrol üretildiğini kaydetti.

    MTA Genel Müdür Vekili Cengiz Erdem ise, Türk Petrollerinin yurt içi ve yurt dışı çalışmalarının övgüye değer olduğunu ifade etti.

    Adıyaman Valisi Abdullah Erin ise, Adıyaman’ın sosyal yapısından bahsederek, “Adıyaman Güneydoğunun ve ülkemizin barışın, hoşgörünün, kardeşliğin sevginin ve bütün farklılıkların bu kadar güzel bir şekilde bir arada yaşadığı ender şehirlerden, güzide şehirlerden bir tanesidir” ifadesini kullandı.

    Açılış konuşmalarının ardından sempozyuma ara verildi.

  • Yeni lastiklerin alıştırmaya ihtiyacı var

    Havaların yavaş yavaş soğumasıyla kış lastiklerini taktırmaya başlayan vatandaşları uyaran Lastikçi Yalçın Şen, yeni takılan ve yeni alınan lastiklerin alıştırmaya ihtiyacı olduğunu anlattı ve “Yeni aldığınız kışlık lastikleri kar yağmadı diye kullanmayıp kar yağdığında kullanırsanız yeterli performansı göremezsiniz” dedi.

    Kış aylarına sayılı günler kala kış lastiği almak ve var olan lastiklerini değiştirmek için lastikçilere gelen vatandaşlar, lastiklerini değiştirerek kışa hazırlık yapmaya başladılar. Bilecik Küçük Sanayi Sitesinde bir lastik firmasının bayiliği yapan Lastikçi Yalçın Şen, güvenli sürüş için araç lastikleri büyük önem taşıdığı söyledi. Müşterilerine uyarılarda bulunan Şen, “Şu an kış aylarına yavaş yavaş gelmeye başladı. Kış lastiklerinde kullanılan özel malzemeden dolayı 7 derecenin altındaki soğuk hava koşullarında, kar ve buzda tutunması artmaktadır. Kış lastiği kışın kar yağsın ya da yağmasın düşük sıcaklıklarda aracın yola tutunmasını arttırmakta, aşırı buzlanma olmadığı sürece aracın kar üzerinde gitmesine ve durmasına olanak vermektedir” dedi.

    “Lastiklerin alıştırma yapmaya ihtiyacı var”

    Yeni takılan ve yeni alınan lastiklerinin alıştırmaya ihtiyacı olduğunu söylen Şen, “Yeni aldığınız kışlık lastikleri kar yağmadı diye kullanmayıp kar yağdığında kullanırsanız yeterli performansı göremezsiniz. Çünkü bu lastiklerle alıştırma yapılarak dışındaki yağının temizlenmesi gerekiyor. Kışlık lastiğin en önemli özelliklerinden birisi budur. Özelikle geniş olan kapalı lastikleri alıştırmak daha da önemlidir. Yapılan testler ve analizlerden çıkan sonuçlara göre hava sıcaklığının 7 derecenin altında olduğu ıslak bir zeminde 80 kilometre hızla giden bir araç fren yaptığında yaz lastiğiyle 40 metrede, kış lastiğiyle ise 34 metrede duruyor. O 6 metre de bir canın kurtarma mesafesi olarak değerlendirilebilir. Zorlu kış şartlarında kış lastiğinin etkisi daha da artar. Karlı zeminde 50 kilometre hızla giden bir yaz lastiği kullanan araç fren yaptığında yaz lastiğiyle 63 metrede kışlık lastikle 32 metrede durur. Arada 31 metre kadar bir fark var. Önde kışlık lastik arkada da yazlık lastiklerle fren yaptığında da araç 52 metrede duruyor. Bizde yanlış bir algılama vardır. Araç önden çekişliyse sadece önlere kış lastiği takılır, arkalar yazlık olsa da sıkıntı değil. Öndeki lastikler tutunmaya çalışıyorken arka taraf kopup gidecek. Sağa veya sola savrulmaya başlayacak. Kış lastikleriyle yazın yapılan fren testleri yaz lastiklerine göre daha uzun fren mesafeleri vermiştir. Yani kışlık lastikle de yazın çıkmamanız gerekir” dedi.

    “Arabaların ayakkabısı da lastiktir”

    Arabaların ayakkabısının da lastik olduğunu anlatan Şen, “Yazın yazlığını kışın kışlığını ayağına geçirmesi lazım. Lastiklerin ömrü zaten ister kullanılsın ister kullanılmasın 5 yıldır. Bu sürecin bitmesine yakın aldığınız 7-8 aylık bir lastikte 7-8 aydan sonraki fren mesafesi çok artmaya başlayacaktır. Karbon yapısı bozulduğu için lastiklerinizin güvenli duruş mesafesi uzamaktadır. En büyük sıkıntı da bu” dedi.

    “Lastik basınçları ayda 1 kontrol edilmelidir”

    Son olarak araç sahiplerine uyarıda bulunan Lastikçi Yalçın Şen, “Ölümlü ve yaralanmalı trafik kazalarına sebep olan faktörlerden biri de araç faktörüdür. Bu faktöre etki eden en önemli sebep ise yüzde 59’luk oranla lastik patlamasıdır. Lastik basınçlarını ayda 1 periyodik olarak kontrol edilmesi önemlidir. Resmi kayıtlarda sürücü ve yaya tutumlarından sonra yer alan araç kusurları içinde en başta gelen nedeni lastik patlamaları oluşturuyor. Şehirler arası yollarda lastik patlamaları nedeniyle meydana gelen kazaların oranı yüzde 59,52, şehir içinde bu oran ise; yüzde 33,08’e düşmektedir” dedi.

  • Aliağa’da konut İhtiyacı her geçen gün artıyor

    İzmir’in Aliağa ilçesi sanayisiyle dikkat çekerken, ticaretiyle de yatırımcıların gözdesi haline geldi. İlçede kısa süre içinde dev yatırımlarla birlikte artan nüfus, konut ihtiyacını da maksimum seviyeye çıkardı.

    Aliağa Ticaret Odası (ATO) Başkanı Adnan Saka, ilçede konut sıkıntısının yaşandığını belirterek bunların nedenlerini ve çözümlerini anlattı. Saka, sıkıntının, arsa fiyatlarının yüksek oluşu, konut üretiminin azlığı ve imara açılan bölgelerdeki altyapının yeterli olmayışından kaynaklandığını savundu.

    Yeni yerleşim yerleri planlanmalı

    Aliağa’nın dev yatırımlarla göç alarak nüfusun hızla yoğunlaşmasına neden olduğunu, buna paralel olarak da konut projelerinin nüfus artış hızına cevap veremediğini vurgulayan Saka, “Konut sıkıntısı Aliağa’nın kanayan bir yarası durumunda. Bunun başlıca sebeplerinden biri de arsa sıkıntısının olması. Altyapısı hazır arsa fiyatlarının yüksek oluşu yer sahiplerinin müteahhitlere yüksek oranlarda kat karşılığı yapmasına sebep oluyor. Bu da daire fiyatlarını yükseltiyor. Bu noktada imara açık altyapısı hazır olan arsaların çoğalması gerekiyor. Özellikle kent merkezinin dışında düşük ve orta gelirli çalışanların ucuz konut sahibi olabileceği; altyapısıyla ve diğer sosyal olanaklarıyla hazır yeni yerleşim yerleri planlanmalıdır” dedi.

    Sanayinin çevresine uydu kent yapılmalı

    İstanbul-İzmir otoyolunun yapımının devam etmesi, Star Rafinerisi, APM Terminalleri firmasının işleteceği Petkim Limanı ve Çandarlı Liman projelerin, yatırımcıları bu bölgeye çektiğini ifade eden Saka, “Kent nüfusu TÜİK’in 2016 verilerine göre 87 bin 366 rakamına ulaştı. Yeni yatırımlar ile birlikte bu sayı daha da artacak. Bunun yanı sıra Aliağa Organize Sanayi Bölgesi tam kapasiteyle çalıştığında kentte işçi yoğunluğu artacak. Bu yoğunluğun kenti olumsuz etkilememesi için organize sanayi bölgesi çevresinde işçilerin rahatlıkla ulaşabileceği uydu kent projesi gerçekleştirilmeli. Böyle bir proje hem şehir içindeki kira ve ev fiyatlarını dengeleyecek hem de kentin trafiğini, ticaretini, sosyal yaşam alanlarının da çoğalmasını sağlayacaktır.”