Etiket: Hukukun

  • Bakan Gül: “Yargının hukukun değil, vesayet düzeninin bekçiliğini yaptığı dönemler geride kaldı”

    Bakan Gül: “Yargının hukukun değil, vesayet düzeninin bekçiliğini yaptığı dönemler geride kaldı”

    Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “Yargının hukukun değil, vesayet düzeninin bekçiliğini yaptığı dönemler geride kalmıştır” dedi.

    Adalet Bakanı Gül, 2021 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve 2019 Kesin Hesap Kanun Teklifi görüşmelerine katıldı ve milletvekillerine sunum yaptı. Bakan Gül, yargının tarafsız olduğunu söyleyerek, “Bütün renkleriyle, diliyle, inancıyla ve yaşam tarzıyla milletin tamamına eşit yakınlıktadır. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı; milletin yargıya güvenini artıracak, ‘adalet yerini buldu’ duygusunu geliştirecek en temel anayasal ilkedir. Her zaman söylediğimiz gibi, mahkemeler, yürütme hiyerarşisi içinde bir taşra müdürlüğü değildir, Adalet Bakanlığının bir il müdürlüğü değildir” ifadelerini kullandı.

    “Yargının hukukun değil, vesayet düzeninin bekçiliğini yaptığı dönemler geride kalmıştır”

    Bakan Gül şöyle konuştu:

    “Yargının hukukun değil, vesayet düzeninin bekçiliğini yaptığı dönemler geride kalmıştır. 27 Mayıs’ın Yassı Adası’nı, 12 Eylül’ün gençleri bir sağdan bir soldan kıydığını unutmak mümkün değildir. Yine, 28 Şubat’ta insanımızı en temel haklarından mahrum eden, brifing alan yargının millet-devlet-adalet birliğine tahribatı da hafızalarımızda tazedir. O karanlık ve zalim süreçte yargı, toplum mühendisliğinin taşıyıcı kolonu olarak milletin önünde dikenli bir tel örgü gibi kullanılmıştır. Vesayet odaklarının çizdiği tipe uymayan vatandaşlar bu tel örgüye takılmıştır. O dönemin yaralarını sarmaya çalışırken hukuk düzenimiz bu defa 40 yıllık hain bir terör örgütünü karşısında buldu. FETÖ, 17-25 Aralık’ta darbenin aparatı olmanın da ötesinde, bizatihi faili olmuştu. Bu süreçleri hep beraber, bedeller ödeyerek yaşadık, gördük. Böyle bir yakın tarihi, ortak kaderi yaşamış, görmüş, bilmiş bir ülkenin vesayetin yerine adaleti koyması tarihi bir dönüşümdür. Bir ülkede vesayet varsa, orada adalet yoktur.”

    Bakan Gül, 2020 yılının Ocak ayında yayınlanan genelgesine atıf yaparak, “HSK’nın 15 Ocak 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan kararla, Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından hakimlerin vermiş olduğu kararlar, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karara yönelik ihlal söz konusuysa, ihlali yapan hakim ve savcılara terfisinde dikkate alınacak ve terfileriyle ilgili bir uygulama Ocak ayıyla birlikte başlamış oldu” dedi.

    Bunun üzerine CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, ‘Enis Berberoğlu nerede’ diyerek kürsüye doğru yöneldi. Bunun üzerine TBMM Başkanvekili Süreyya Sadi Bilgiç, hem Tanrıkulu’nu hem de CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç’u uyardı. Tanrıkulu‘nun yerine oturmaması üzerine AK Parti milletvekilleri de yerlerinden kalktı. AK Parti ile CHP milletvekilleri arasında kısa süreli gerginlik yaşandı. TBMM Başkanvekili Bilgiç, oturuma ara verdi.

    “Masum bir vatandaşımızın hukuktan emin olması, onurunun ve itibarının asla lekelenmemesi gerekir”

    Aradan sonra Adalet Bakanı Gül konuşmasına devam etti. Gül, ceza adaleti sisteminin suçlular için caydırıcı, masumlar ve mağdurlar için ise koruyucu olduğu ölçüde etkin ve adil olduğunu belirterek, “Masum bir vatandaşımızın hukuktan emin olması, onurunun ve itibarının asla lekelenmemesi gerekir. Bu inançla 2017 yılında CMK’da yaptığımız düzenleme büyük bir güvence sağlamıştır. Hiçbir delile dayanmayan, soyut ve genel nitelikteki ihbarlar üzerine ‘soruşturma yapılmasına yer olmadığı’ kararı verilmektedir. Bu usul, geçen üç yılda lekelenmeme hakkını korudu, geliştirdi. 2020 yılında da çok olumlu sonuçlar aldık. Söz konusu değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren toplam 455 bin ihbarda 292 bin adet soruşturma yapılmasına yer olmadığı kararı verilmiştir” diye konuştu.

  • Sağlık Bakanı Koca: “Maske kullanmamak kişisel hukukun ihlalidir”

    Sağlık Bakanı Koca: “Maske kullanmamak kişisel hukukun ihlalidir”

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, maske konusunda vatandaşları uyararak, “Maske kullanmamak kişisel hukukun ihlalidir” dedi.

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Koronavirüs Bilim Kurulu toplantısı sonrası basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Sağlık Bakanlığı Bilkent Yerleşkesi’nde yaptığı açıklamalarda Bakan Koca, Covid-19 ile mücadelede son duruma dair detayları açıkladı. Bakan Koca, sözlerine Türkiye olarak son 6 ayda korona virüs sınavına karşı başarıyla iyi bir noktaya geldiklerini ifade ederek başladı. Koca, “Her işin başı sağlık prensibiyle sağlığımızı güvence altına alırken 83 milyon birlikte bir hayatın önünü açmaya devam edeceğiz. Bugünkü hayatımız tedbirlere bağlı kalarak planlarımızı uygulayacağımız bir hayattır. Kontrollü sosyal hayatın gerektirdiklerini yerine getirdikçe hayat kalitemiz daha da artacaktır. Tedbire daha az ihtiyaç duyulacak dönemi şimdi uyguladığımız tedbirlerle hazırlıyoruz. Çok yakına zamana kadar sokağa çıkış kısıt olmaksızın çıkabileceğimiz günler konusunda endişelerimiz vardı. Her zaman gittiğiniz mekana eski emniyet duygusu içinde bir daha ne zaman gideceğimizi bilemediğimiz zamanlardı. Mevcut durum korunması gereken bir büyük bir kazanımdır. Korona virüsle mücadelemizde bu başarı muhkemleştikçe özlediğiniz ne varsa tek tek geri döneceğiz. Başarı muhkemleştikçe her işin başı sağlık prensibiyle kaldığımız yerdeki yaşama temposuna yaklaşacağız” ifadelerini kullandı.

    “Maske kullanmamak kişisel hukukun ihlalidir”

    Maske kullanımının kişisel hukukun ihlali olduğunu belirten Bakan Koca, “Korona virüsün hayatımızın sevk ve idaresini alan bir güç olmaktan çıkmasını sağlamalıyız. Özlemini duyduğumuz şey budur. Bunun içinde hastalık riskine karşı bazı kontrol mekanizmalarını bir süre daha sıkı tutmaya mecburuz. Ağız ve burun yoluyla bulaşan mesafe kısaldıkça bulaşma riski çok artan bu virüs evimizin dışında başka insanlarla bir arada bulunduğumuzda koruyucu maske kullanmamızı zorunlu kılıyor. Korona virüs maskesi virüsün yayılmasına karşı benzer bir tedbirdir. İhtiyatlılık değil, mecburiyettir. Korona virüs maskesi virüse karşı alınacak kişisel tedbir değildir. Ortak bir tedbirdir. Bu tedbir aynı sosyal ortamda birbiriyle etkileşim halinde olan kişilerin tamamına yapılmalıdır. Bir ortamda 3 kişi maske takıyor fakat bir kişi takmıyorsa herkes az çok risk alıyoruz demektir. Maske kullanmamak kişisel hukukun ihlalidir. Ortak mekanlar da ortak alanlarda herkesi bu kurala uymaya davet ediyorum. Bu medeni davranışa aynı medeni davranışla karşılık verelim. Sonbaharda dünya ölçekli risk beklentisi Dünya Sağlık Örgütü’nün 2 gün önce yaptığı özellikle Güney Amerika kaynaklı olan dünyadaki en yüksek günlük vaka sayısı açıklaması bizi tedbir süreklilik konusunda uyarıyor. Bıkkınlığa düşmek bu uzun soluklu mücadele den geriye düşmek ve rehavete kapılmak riske açılmak anlamına gelir. Bildiğiniz gibi bugüne kadar 62 ile maske zorunluluğu getirilmiştir. Maske tüm Türkiye de ortak sorumluluğumuz mecburiyet olan illerde ise sorumluluk kat kat fazladır. Bu mecburiyet vakaların arttığı veya riskin fazla olduğu zincirleme bulaşmanın uç verdiği yerlerde getirilmiştir. Geride bıraktığımız dönemde sokağa çıkma kısıtlamasının salgının önlem açısından bugün aynı önemi maske ve mesafe uygulamaları taşıdığını unutmamalıyız. Tedbirlere uymak normale dönüş yolunu kısaltacaktır” diye konuştu.

    Virüsün yaz aylarında azalacağının bilimsel bir kanıtı olmadığının altını çizen Bakan Koca, şu ifadeleri kullandı:

    “Sıcaklara yenilirsek vaka sayılarının artışa geçeceğini bunlardan bir kısmını yoğun bakıma düşeceğini unutmayalım. Yaz ayları konusunda 2’nci bir uyarımız var. Salgının ilk günlerinde bilgi belirsizliğinden kaynaklanan bir hususu açıklamak istiyorum. Yılın ilk aylarında kabul gören tahminler korona virüsün daha çok kış mevsiminde etkili olacağını yaz aylarında virüsün etkisini kaybedeceğini öne sürülüyordu. Virüsün yayılma hızında azalma olmamıştır. Virüsün hasta etme gücünde azalma konusunda ise bilimsel bir kanıt henüz yoktur. Bu iki iyimser ama yanlış kanıyı günlük hayatımıza dayanak yapmamızı ve dikkatli tedbiri elden bırakmamızı istirham ediyorum. Tedbirsiz her hizmetin hastalığa hizmet etmesi ihtimal dahilindedir.”

    Mücadelenin önemli bir kısmını büyükler için verdiklerini ifade eden Koca, “Mevcut şartlarda büyüklerimiz ve kronik hastalığı olanlar, virüse karşı halen risk grubundadır. Bizim için en önemli risk grubunda bulunan veya onların çevresindeki konunun ciddiyetini unutup tedbirleri unutmasıdır. Mücadelenin çok önemli bir kısmını büyüklerimiz için verdik” dedi. Bakan Koca, gençlere seslenerek şu ifadeleri kullandı:

    “Bilmenizi isterim ki dünyada iyilik, özgürlük, güzellik adına ne yapılmışsa, insanlık için hangi büyük ve ileri adım atılmışsa, bunların hepsi sizin yaşınızda kalmayı başarabilenler tarafından yapılmıştır. Bilim, sanat, buluş, icat sizin yaşınızın heyecanlarını, tutkularını ebediyete taşıma işidir. Gençlik bir kez gelir, onu hayatı boyunca sürdürebilenler toplumlarını, ülkelerini, dünyayı değiştirir. Bugünün dünyasını sizin yaşınıza yakın yaşlardaki insanlar değiştirdi. Düşünülenin aksine de gelecek bizi ileride beklemiyor. Geleceği, bize gençler getiriyor.”

    “Hekim olmak isteyen gençlerin sayısı her zamankinden fazla”

    Hekim olmak isteyen gençlerin sayısı her zamankinden fazla olduğunu vurgulayan Koca, “Önümüzde hepimizin heyecanla beklediği iki sınav günü var. Birkaç ay boyunca sizden bazı fedakarlıklar isteyen bir doktor ağabeyiniz olarak, bu iki günün, hayat boyu kutlamaya değer bulacağınız iki başarı günü olmasını yürekten diliyorum. Bu yıl hekim olmak isteyen gençlerin sayısı, her zamankinden fazla. Gelecekteki meslektaşlarımı şimdiden kutluyorum. Günümüzde meslekler kişilerle değer kazanıyor. Zekaya, hayal gücüne, çalışkanlığa tüm meslekler aynı derecede ihtiyaç duyuyor. Pandemi boyunca, toplumsal sorumluluğun gereklerini yerine getirmekle kalmadınız, örnek oldunuz. Süreçte sizlerin de bizlerden beklentileri oldu. Sağlık yönünden sınava uygun şartların hazırlanması konusunda bizler elimizden geleni yaptık. Bilim Kurulumuz, uygulamayı yapacak kurumlar için Sınav Tedbir Rehberi hazırladı. Milli Eğitim Bakanlığımız ve ilgili kurumlar titiz hazırlıklarını tamamlayıp, sizlerle paylaştı” ifadelerine yer verdi.

    YKS zamanı konusunda açıklamalarda bulunan Koca, “Örneğin okul girişlerindeki yığılmalarda ailelerin etkili olduğunu biliyorsunuz. Yetişkin yaşlardaki siz gençlerin girdiği bu sınavda yığılmanın daha az olacağını umuyoruz. Yine de gençlere iştirak edecek aileler olursa, kendilerinden sınav merkezinin biraz uzağında beklemelerini, gruplar oluşturmamalarını rica ediyoruz. Hepimiz, sizlerin yaşadığı sınavları yaşamış kişiler olarak, duygularınızı çok iyi anlıyor ve içtenlikle saygı duyuyoruz. Fakat gerçeğin hakkını gerçeğe vermeliyiz. Salgın hastalık söz konusu olduğunda bir ay, iki ay sonrasını öngörmek çok zordur. Bunu, yakın günlerde bin ’in altına çektiğimiz vaka sayısının tekrar bin 500’lerin üstüne tırmandığı tablolardan da tahmin edebilirsiniz. Sınavın ertelenmesi durumunda, risk bugünden çok daha büyük olabilirdi. Bugünkü gerekçeler yarın daha da büyüyebilir. Dünya Sağlık Örgütü eylül ayı için küresel ölçekte risk öngörüsünde bulundu. Bu durumda, sınavın, ne getireceği meçhul bir zamandansa şimdi yapılmasına ilgili kurullar tarafından karar verilmesi doğru görünmektedir” şeklinde konuştu.

    “Tedbir, birbirimize karşı borcumuzdur”

    Korona virüse karşı sağlığın yanı sıra ekonomiden ticarete, eğitimden üretime hayatın her alanında yeniden ivmek kazanmak için önlemler alındığını vurgulayan Koca, tüm hayatın yeniden sağlık kazanması ve eski temposuna yaklaşmasının vaka sayılarının kontrol altında tutulmasına bağlı olduğuna işaret etti. Koca, “Tedbirlere uyum, pandemi boyunca her yurttaşına sahip çıkan, sağlık sistemiyle her ferde eşit ve yüksek derecede değer veren devletimize karşı da bir yurttaşlık borcumuzdur. Tedbir, birbirimize karşı borcumuzdur. Tüm toplumu etkileyen hastalığın kendisini ve etkilerini el birliğiyle yenmeliyiz “dedi.

  • Karasu ; “hakkın hukukun oluştuğu bir seçim olsun”

    CHP Sivas 1. sıra Milletvekili adayı Ulaş Karasu, Ramazan bayramının birlik ve birlik ve içerisinde geçmesini dileyip, seçimlerde de hukukun hakim olmasını istedi.

    Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Sivas 1. sıra Milletvekili Adayı Ulaş Karasu, Ramazan bayramı dolaysıyla verdiği mesajda birlik ve beraberlik çağırısında bulunup, “Bayramlar insanları bir araya getiren, birlik ve beraberlik duygularının en güzel şekilde yaşandığı özel günlerin. Tüm hemşerilerimizin ve İslam aleminin birlik, barış ve kardeşlik içinde bir bayram geçirmesini dilerim. Bayramlar dargınlıkların bittiği, paylaşmanın ve dayanışmanın en doruk noktaya ulaştığı günlerimizdir. Bu bayramı; özgür biçimde, kardeşlik ve barış içerisinde kutlayalım.”dedi.

    Seçimlere bir hata kaldığını belirten Karasu,”Bu seçimlerin, demokrasinin özgürlüğün adaletin hakkın hukukun oluşabileceği bir seçim olmasını diliyoruz. Bunun için çalışıyoruz. Türkiye bir yol ayrımındadır. Ya tek adam rejimini seçeceğiz yada çağdaş modern bir Türkiye evet diyeceğiz” şeklinde konuştu.

  • Iuc Başkanı Azizoğlu: “Modern Hukukla Muhafazakar Hukukun Entegrasyonu Şart”

    Uluslararası Üniversiteler Konseyi (IUC) Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, “Modern hukukla muhafazakar hukukun entegrasyonu şart” dedi.

    Türkmeneli Televizyonu’nda yaptığı programda coğrafyamızdaki akademik, politik, ekonomik ve sosyal yaşamı analiz eden IUC Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, bu hafta modern hukuk ile muhafazakar ve yerel hukuk analizi üzerinde değerlendirmelerde bulundu. Programa Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Anayasa Profesörü ve eski Refah Partisi Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Bilgin ile Çankaya Üniversitesi Anayasa Profesörü Doğan Soyaslan katıldı.

    Coğrafi ve küresel hukuk sisteminin analiz edildiği programda Azizoğlu, demokrasi perspektifinden bakıldığında 1982 Anayasası’nın öngördüğü hukuki yapının evrensel değil, yerel bir yapılanma olduğunun, ciddi değişikliklere tabi tutulması gerektiğinin kolaylıkla fark edilebildiğini belirterek, “Ancak bir hukuki düzende yapısal reformların gerçekleştirilmesi için temenniler yetersiz kalmaktadır. Dünya ve Türkiye deneyimlerinin gösterdiği gibi demokratikleşme dalgası olarak nitelendirilebilecek değişikliklerin gerçekleştirilmesi, güçlü ve kararlı halk desteğini almış siyasi iktidarları gerektirir. Böyle bir reformun yapılabilmesi için aynı zamanda istikrarlı bir döneme de ihtiyaç duyulmaktadır” dedi.

    “BİREYİN VE TOPLUMUN DEĞİL DEVLETİN KORUYUCU KALKANI ANAYASA”

    Anayasanın öngörülen evrensel hukuk sisteminin gerisinde yerel bir ihtiyaç ve birey ile toplumun ihtiyaçları yerine devletin koruyucu kalkanı olarak kurgulanıp yapılandırılmasının yargının hukukun gerisinde kalmasına sebebiyet verdiğini hatırlatan Azizoğlu, “Türkiye’de 1990 sonrasında gittikçe artan biçimde insan hakları ile ilgili bir bilinçlenme oluşmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden (AİHS) kaynaklanan bireysel başvuru hakkının tarafımızdan tanınmasından bugüne kadar Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvuru sayısının giderek artıyor olması ve bu başvuruları azaltabilmek amacıyla iç hukukumuzda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının kabulü, anılan bilinçlenme ile doğrudan ilgilidir. Türkiye’nin önce 1987 yılında AİHS’deki bireysel başvuru hakkını ve daha sonra 1990 yılında AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini tanıması sonrasında AİHM’nin Türkiye ile ilgili konularda verdiği kararlar gündemi daha fazla meşgul etmeye başlamıştır. Aynı zamanda verilen kararların bağlayıcı olması ve söz konusu kararların icrasını Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu tarafından izlenmesi nedeniyle AİHM kararlarının gereğini yerine getirmek (icrasını mümkün kılmak) için anayasal ve yasal reformlar gündeme gelmiştir. Nitekim 1990’lı yıllardan bugüne kadar yapılan birçok anayasa değişikliği ve yasal reformlar aynı zamanda AİHM kararlarının gereğini yerine getirmek ve böylelikle icra edilmelerini sağlamak amacı taşıdığı da görülmektedir. AİHM kararlarının da etkisiyle artık ülke içerisinde insan hakları bakımından duyarlık oluşmaya başlamış ve böylece bireyler devlete karşı haklarını korumak amacıyla uluslararası başvuru mekanizmalarını sıklıkla kullanmaya başlamışlardır” diye konuştu.

    DEMOKRATİKLEŞME VE SİVİLLEŞME SÜRECİ

    Demokratikleşme sürecinin başlangıç aşamasında dış dinamiklerin çok daha belirleyici olmasının yürütmeyi ve parlamentoyu daha özgür kararlar almasına imkan sağladığını kaydeden Azizoğlu, “Sözde Batı felsefesi, yaşam tarzı ve demokratik yapısının yılmaz savunucusu olan özde anti demokratik yapılanmalarla Türkiye’yi yerel bir demokrasi anlayışı ile yönetmeyi tabu gören iç dinamikler ağa babaları Batı toplumlarının reaksiyonundan korkmaları vesile olmuş, demokratik reformlar hayata geçirilmiştir. Bu aşamada iç dinamiklerin çok etkin olmaması, Türkiye’deki demokratikleşme süreci için bariz bir özellik olarak görülmektedir. Bununla birlikte 1990’lı yıllardan sonra dünyadaki ve bölgemizde gerçekleştirilen reformlar ve yaşanan siyasi gelişmelerle birlikte artık iç dinamikler de demokratikleşme sürecinde sessiz kalmaya başlamıştır. Bu durum 2000’li yıllarda daha açık biçimde fark edilebilmektedir. İç dinamiklerin belirginleşmesine katkı sağlayan değişik faktörlerden söz edilebilir. İlk olarak gelişen ekonomi ve özellikle özel sektörün dünyadaki gelişmelere daha hızlı ayak uydurması, siyasal iktidarları bazı yapısal reformları hayata geçirmeye zorlamıştır. Ekonomik standartların yükselmesiyle birlikte değişik toplum kesimlerinin hak ve özgürlükler noktasındaki duyarlığı artmıştır. Bu duyarlılık nedeniyle yasama ve yürütme organları, insan hakları taleplerine daha fazla eğilmek durumunda kalmışlardır” dedi.

    ULUSLARARASILAŞMANIN DEMOKRASİ VE YEREL HUKUK SİSTEMİMİZİ ETKİLEŞİMİ

    Azizoğlu, küreselleşme süreçlerinin etkisinin kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler nedeniyle insanların hem ülke içerisinde hem de uluslararası alanda yaşanan gelişmeleri daha yakından takip etmeye, uluslararasılaşmaya ve insan hakları ile ilgili gelişmelere daha fazla ilgi duymaya başladıklarını belirterek, “Özellikle diğer ülke uygulamalarının farkına varan ve Türkiye’deki durumla mukayese etme imkâna sahip olan bireyler ve toplum her zaman daha iyisini istemeye ve ülkedeki yanlış uygulamaları daha fazla eleştirmeye başlamışlardır. Bu durum insan hakları, demokrasi ve hukuk devletinin önündeki engellerin kaldırılması açısından iktidarları daha fazla zorlar hale gelmiştir. Bu noktada özellikle 2002-2012 dönemi sorunların ortaya çıkması ve bunlara yönelik çözüm önerileri bağlamında anayasal ve yasal reformların yapılması açısından çok önemli bir dönem olarak görülebilir. Bu dönemde siyasi iktidarların demokratikleşme, sivilleşme, ekonomi, sosyal politika, insan hakları, hukuk ve benzeri alanlarda gerçekleştirmeye çalıştıkları reformlara yönelik olarak ortaya konulan statüko kaynaklı dirençler, özellikle kitle iletişim araçlarının yaygınlığı ve çeşitliliği dolayısıyla tüm toplumun gözü önünde cereyan etmiştir. Bu dirençlerin aşılması amacıyla gerçekleştirilen 2007 ve 2010 anayasa değişiklikleri de yine aynı şekilde herkesin takip ettiği bir süreçte hayata geçirilmiştir. Belirtilen dönemde, karşılaşılan vesayet direnci üzerine iki önemli anayasa değişikliği gerçekleştirilmiştir. İlk olarak 2007 yılında Anayasa Mahkemesi’nin ‘367 kararı’ sonrasında gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının halkın oyu ile seçilmesi esası getirilmiştir. 1982 Anayasası’nın öngördüğü vesayetçi modelin önemli bir aktörü konumundaki Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi esasının getirilmesi ile artık Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde 1961 yılından bu yana değişik zamanlarda yaşanan baskı, tehdit, hukuk dışına çıkma, kriz ve benzeri olumsuzluklar da bertaraf edilmiştir” dedi.

    Azizoğlu, şunları söyledi:

    “Vesayetin kırılması noktasında 2010 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliğinde ise ağırlıklı olarak yargı vesayeti ile ilgili düzenlemeler yer almaktadır. Özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) oluşumuna yönelik getirilen düzenleme ile adli ve idari yargıdaki Danıştay ve Yargıtay’ın vesayeti kırılmıştır. Öte yandan Anayasa Mahkemesi’nin oluşumu daha çoğulcu hale getirilmiştir. Bunun yanı sıra askeri yargı düzeni ile ilgili yenilik de kısmen vesayetin kırılması noktasında olumlu bir katkı sağlayabilecektir. 1982 Anayasası’nın öngördüğü vesayetçi yapının tasfiyesini sağlayan söz konusu iki değişikliğin de halkoyu ile kabul edilmiş olması, esasen halkın da yapısal reformların gerçekleştirilmesi gerekliliğine ve anayasal ve hukuksal sistemimizin de hızla uluslararası statüye uygun hale getirilmesi kanaatine sahip olduğunu göstermektedir. Yaşanan bu gelişmelerle birlikte 2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye’de tabandan gelen güçlü bir talebin mevcut olduğu, sadece dış dinamiklerin değil, aynı zamanda iç dinamiklerin de artık demokratikleşme ve yerel zihniyetten kurtulup uluslararasılaşma adımlarının atılmasında belirleyici olduğu görülmektedir.”

    DEMOKRATİKLEŞME SÜREÇLERİNDE AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ROLÜ

    Demokratikleşme süreçlerinin başlangıç aşamasında başta AB olmak üzere uluslararası dinamiklerin oldukça önemli etkisi olduğunu kaydeden Azizoğlu, “Ülkeye hâkim olan içe kapanık, dünyadan kopuk, milletinden korkan politikaların aşılmasında, evrensel düzeyde bir demokrasi ve insan hakları kabulünün yerleşmesinde AB’nin ve AB uyum sürecinin etkisi yadsınamaz. AB üyeliği hedefi doğrultusunda gerçekleştirilmesi gereken Kopenhag Kriterleri, Türkiye’nin demokratikleşme standardının yükseltilmesine ciddi katkı sağlamıştır. Kopenhag Kriterleri’nin üç önemli başlığı olan ‘insan hakları standartlarının yükseltilmesi’, ‘sivil demokrasi’ ve ‘serbest piyasa ekonomisi’ esasen Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin olmazsa olmazları olarak da görülebilir. AB’ye uyum süreci çerçevesinde 2004 ve 2010 yıllarında gerçekleştirilen kapsamlı anayasa değişiklikleri ile 1982 Anayasası’nın yaklaşık üçte biri değiştirilerek; demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi alanlarında önemli mesafe alınmıştır. AB Uyum Paketleri kapsamında hayata geçirilen bu değişiklikler, bir yandan demokrasiyi ve hukuk devletini güçlendirmiş, diğer yandan da Türkiye’nin daha özgür bir ortama kavuşmasını sağlamıştır. Bu değişimlerin toplumun tüm kesimleri tarafından sahiplenilmiş olması, bu adımların sadece AB tarafından istendiği için değil aynı zamanda toplumsal taleplere karşılık geldiği için atıldığının bir göstergesidir” dedi.