Anlamayanlar için dilimizi, vefasızlar için yüreğimizi yorduk. Sonbaharı yaşamadan kışın ayazında gönül buharlaşmasını siz değerli okuyucularımla yaşıyorum. Al bu deli gönül senin, ister dört nal at koştur, ister yayla gibi kullan; dur dersem namerdim. Şu fani dünyada ne vefasızlar vardır, yaptıkları bir fincan kahve misali kırk yıl unutulmaz! Ayrılırken hasretin başladığı, dönerken hasretin sona erdiği yerdir şanlı tarihimiz. Okyanus ötesi Hristiyanlarla, iktidar İmralı canisiyle diyalogda. Kendilerini Osmanlı zannedenlere şaşırıyor ve Kanuni Sultan Süleyman’la tarihi gerçekleri sizlerle paylaşmanın gururunu yaşıyorum.
Avrupa Devletler HUKUKUNDA Türk üstünlüğünün antlaşmalarla tasdikinden ve diplomasi teamülleriyle kararlaştırılmasından doğan bir “ eşitsizlik” devresi vardır. Türkiye tarihinin bu parlak çağı, 1533 de Kanuni Sultan Süleyman zamanında başlayıp, 1606 da Birinci Ahmet devrinde son bulmuştur.
Birleşmiş Milletler Meclis Salonuna Dünya tarihinin en büyük adalet temsilcilerinin büstleri konulmuştur. Kanuni’n inde büstü bulunması, onun işte bu muhteşem kanuniliğinden dolayıdır. Kanuninin büyüklüğü kendini kanundan küçük görmesidir.
Kanuni’nin seferlerinden birinde sıcaktan ve susuzluktan bunalan bir Yeniçeri neferi sahibinin iznini almadan bir bağa girip bir salkım üzüm koparması ve yemesi üzerine amirleri tarafından tekdir ve tecziye edilmiş, fakat hareket halinde bulunan orduda alıkonulmuştu. Bunu haber alan hükümdar bu Yeniçeri neferini orduda tutmayıp geri göndermiş ve onun orduda bırakılmasına göz yumanlara şöyle hitap etmiştir:
– Kursağında haram lokma bulunan bir kişinin bulunduğu ordu ile zafer ve Nusret müyesser olmaz!
– Geceleyin evinin hırsızlar tarafından soyulmasını şikayet eden bir kadına, Kanuninin:
– Ne için o kadar derin uyudunuz, mukayyet olmadınız? Demesi üzerine kadının:
– Biz seni uyanık bilirdik de onun için rahat uyuduk padişahım! Diye mukabele etmesi meşhurdur.
– Kanuni Sultan Süleyman, dindar ve takva sahibi bir hükümdardı. Ahiretle ilgili meselelerde gerekli fetvayı almadan hareket etmezdi. Şeyhülislamlardan aldığı fetvaları muhafaza eder ve bunları birer vesika olarak saklardı. İşte bir örnek!
– Sultan Süleyman, ölümüne yakın “ şu çekmecemi benimle beraber kabrime defnedesüz” diye vasiyette bulunmuştu. Çekmecede ne vardı bilen yoktu ve kimsenin de sormaya cesaret edemediği de malum…
– Kanuni her fani gibi ecel şerbetini içince, vasiyetini yerine getirmek için çekmece kabrin başına getirildi. Devrin Şeyhülislamı Ebu- Suud Efendi de dahil olmak üzere mevcut alimler, fakihler , gömülür mü, gömülmez mi? Caiz mi, değil mi? Diye münakaşaya başladılar. Ekseriyet sandık veya çekmecenin defnetmekte mali itlaf var, gerekçesiyle mezkûr vasiyetin yerine getirilmemesini istiyordu.
– Derken çekmece, tutanın elinden yere düşerek kapağı kendiliğinden açıldı. İçinden tomar tomar kağıtlar çıktı. Herkes hayretle bakıyor… Bu tomar kağıtlar nedir, neyi ifade ediyor? Ebu- Suud Efendinin rengi değişmişti. Kağıtlara dikkatle bakıyor, bir taraftan da içini çekerek göz yaşı döküyordu. Meğer bunlar, Ebu- Suud Efendinin vermiş olduğu fetvalar idi. Padişahın vasiyetten muradı, mahşerde soruldu vakit: <Yarabbi! işte her şeyi Şer’i Şerif mucibinde yaptım. Devrin en büyük din adamının verdiği fetvalara göre hareket ettim.> diyeceği anlaşıldı.
– Ebu Suud Efendi tekrar içini çekerek ağladı ve şu cümleler dudaklarından döküldü:
– Ah Hünkarım! sen kendini kurtarmışsın, iş bize kalmış…
– Kanuni böyle bir vasiyete bulunmakla, kendinden sonra iş başına getirilecek hükümdar ve Şeyhülislamlara en büyük ve en güzel öğütte bulunmuştur. Avrupalıların kendisine “ Muhteşem Süleyman “ dedikleri bu kudretli ve basiretli padişah, yalnız maddi ve zahiri cephesiyle değil, manevi ve ruhu yapısıyla da muhteşemdi. Ruhu şad mekanı cennet olsun.
– Günümüz padişahlarının bir çekmeceleri var mı ? varsa içerisinde neler olduğunu sizlerde benim gibi merak edenlerdensiniz herhalde? Tarihi Hakikatleri hatırlamaya, tarihimizin altın sahifelerinde gezinmeye ve sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
– Baki selamlarımla, Ülkü İle Kalınız.
–
