Etiket: Görülüyor

  • Hemoroidal hastalıklar en fazla şoförlerde görülüyor

    Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Mert Atak, yapılan bazı yurtdışı araştırmalarında, hemoroidal hastalıkların en çok şoförlerde görüldüğünü söyledi.

    Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Mert Atak, hemoroidal hastalıklar ile ilgili açıklama yaptı. Yurtdışında yapılan bazı araştırmalarda hemoroidal hastalıkların en fazla şoförlerde görüldüğü ve bunun bir meslek hastalığı olarak ortaya çıktığını söyleyen Atak, şoförlere her gün kayısı yemelerini, molalarda egzersiz yapmalarını ve koltukta boncuk minder kullanmalarını önerdi. Dr. Atak, şoförlerin, besin ve tuvalet ihtiyacının doğru ve zamanında karşılamamaları ve sıvı ihtiyaçlarını yeterli miktarda almamalarından dolayı hemoroidal hastalık yaşamalarına sebep olduğunu belirtti.

    Dr. Atak, “Şoförler uzun süre sabit pozisyonda kaldıkları için vücutta kasılmalar oluyor. Böylelikle kan dolaşımı engelleniyor ve hemoroidal dokular örseleniyor. Buna birde sentetik iç çamaşırı kullanımı eklendiğinde bölgede hava alımı azalıyor. Sonuçta zararlı bakterilerin çoğalıyor ve makat hastalıkları artıyor” dedi.

    Kalitesiz koltuk kılıfları hastalığı tetikliyor

    Birçok araç firmasının araç koltuklarını nefes alan kumaştan yapmasına rağmen sürücülerin bunları kalitesiz koltuk kılıfları ile kapladığını belirten Atak, “Bu durum, sürücülerin sağlığında ciddi problemlere neden olmaktadır. Özellikle sentetik deri adı verilen lastik bileşiminden yapılan koltuklar ve koltuk kılıfları tehlikelidir. Sürücülerde özellikle makat bölgesi başta olmak üzere hemoroid ve kıl dönmesi gibi hastalıkların artışına neden olmaktadır” şeklinde konuştu.

    “Boncuk minder kullanın”

    Önceki yıllarda kullanılan boncuk minderlere önemine vurgu yapan Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Mert Atak, “Boncuk minderlerin sürüş esnasında oluşturduğu hareketlenme, makat bölgesinde ciddi basınç değişimleri yapıyor ve basıncı eşit dağıtıyor. Aralarındaki boşlukların ise makat bölgesinde nefes alımını sağlıyor ve böylece makat hastalıklarında azalmaya neden oluyor. Boncuk minderleri kullanmakta zorlanan şoförler, visco süngerden yapılan koltuk simitlerini de tercih edebilir” açıklamasında bulundu.

    Kayısı kurusu ve egzersize dikkat

    Şoförlerin fastfood, asitli içecek ve cips gibi yiyeceklerden uzak durmalarını gerektiğini belirten Dr. Atak, “Öğünleri mümkün olduğu kadar ertelememeliler. Özellikle su, taze meyve ve kayısı kurusu tüketmeliler ve posalı yiyeceklerden vazgeçmemeliler. Bu şekilde beslenme hem makat hastalıkları hem vücut sağlığı için şoförler açısından önemli. Uzun süren yolculuklarda egzersiz de önemli. Molalarda öne, arkaya, sağa ve sola esnemek, kısa süreli yürüyüşler, çömelip kalkma hareketleri hastalığı azaltıyor” diye konuştu.

  • Çocuklardaki Beta mikrobu, grip kadar sık görülüyor

    Beta mikrobunun çocuklarda grip kadar sık görülen bir hastalık olduğunu ve 5-15 yaş arsında daha fazla ortaya çıkan hastalığın, yutkunma güçlüğü, ateş ve ağız kokusu ile kendini gösterebildiği bildirildi.

    Memorial Antalya Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Kaan Kadıoğlu, beta mikrobunun bulaşma yolları ve tedavisi hakkında bilgi verdi. Özellikle kış aylarında kapalı ortamlarda bir arada bulunan çocuklarda boğaz enfeksiyonunun sık görüldüğünü kaydeden Kadıoğlu, Beta mikrobuyla ilgili; “5-15 yaş arsında daha fazla ortaya çıkan hastalık, yutkunma güçlüğü, ateş ve ağız kokusu ile kendini gösterebiliyor” dedi.

    Bu belirtilere varsa dikkat edin

    Beta mikrobu diye bilinen mikroorganizma boğazda iltihaplanma yapan bir çeşit bakteri olduğunu belirten Kadıoğlu, “Boğaz ağrısı ve ateşi olan çocukların yaklaşık yüzde 10 – 15´inde A Grubu Beta hemolitik streptokok iltihabı vardır. Boğazın ve bademciklerin iltihaplanmasıyla çocuğun yutkunması ve beslenmesi güçleşir, çocukta kötü ağız kokusu ve ateş olur. Bununla birlikte; titreme, vücut ağrısı ve iştahsızlık görülür. Ayrıca karın ağrısı, bulantı ve kusma gibi belirtiler de bulunabilir. Bakıldığında bademcikler ve boğazda kızarıklık, küçük dilde şişlik ve bademcikler üzerinde beyaz lekelenmeler görülür. Alt çene kemiğinin köşesinde ve boyunda lenf bezleri şişmiş olabilir” diye konuştu.

    Tedavi edilmeyen Beta mikrobu ciddi rahatsızlıklara neden olabilir

    Beta mikrobunun tedavi edilmemesi durumunda ciddi rahatsızlıklara neden olacağına vurgu yapan Dr. Kadıoğlu, şu bilgileri paylaştı: “Bazen, streptokok adı verilen bakteri iltihaplarında, mikropların salgıladığı toksinler deride yaygın kızarık bir döküntüye neden olur. Bu durumda oluşan hastalığa “kızıl” adı verilir ve genellikle boğaz iltihabının 2. gününden 6. gününe kadar sürer. Tedavi edilmeyen veya yetersiz tedavi edilmiş bu iltihap türleri, nadiren ateşli romatizma adı verilen ve kalp romatizması ile eklem iltihaplarına yol açabildiği gibi; böbrek iltihabına, sinüzite, orta kulak iltihabına, zatürreye ve deri iltihaplarına da neden olabilir”

    Taşıyıcı çocukların tedavi olmasına gerek yok

    Kadıoğlu taşıyıcı olan çocukların tedavisi ile ilgili de şunları söyledi:

    “Beta mikrobu toplumun yaklaşık yüzde 15 ila yüzde 20’sinin boğazında herhangi bir şikayete sebep olmadan bulunur ve bu kişilere taşıyıcı denir. Özellikle farenjit geçiren kişiler tedaviye rağmen %20 oranında taşıyıcı olmaktadır. Taşıyıcıların boğazındaki bakteri iltihapları hastalık yapıcı değildir ve taşıyıcıların hastalığı bulaştırma riski yoktur. Aynı zamanda taşıyıcılarda akut eklem romatizması riski de çok düşüktür. Bu nedenle AGBHS taşıyıcısı çocukların tedavisi yapılmamaktadır.”

    Taşıyıcılar nasıl tespit edilir?

    “Taşıyıcıların tespiti, hastalığın önlenmesinde önemli bir adımdır. Taşıyıcılar okul ve kreşlerde çocukların ve personelin boğazlarından alınan örneklerle tespit edilir. Örnek; pamuklu çubuğun boğaz ve bademciklere sürülmesiyle alınır ve bu işlem ağrı ya da acı vermez. Salgın veya riskli durumlarda o aileden de örnek alınmalıdır. Örnekler uygun ortamlarda çoğaltılarak boğaz kültürü içinde beta mikrobu olup olmadığına bakılır. SWAB test adı verilen hızlı tanı yöntemleri, taşıyıcıların tespitinde güvenilir bir yöntem değildir fakat hızlı yanıt almada yol göstericidir”

    Bademciklerin alınması gerekebilir

    “Taşıyıcılar, depo penisilin iğnesi yapılarak veya ağızdan ilaç verilerek tedavi edilir. Tedavi sonrası boğaz kültürünün tekrarı önerilmektedir.Bir yılda yedi veya daha fazla bademcik atağı ya da iki yıl boyunca her yıl beş veya daha fazla atak görülen tekrarlayan bademcik iltihaplarında, bademcikte nedeni bilinemeyen ve sinsi seyreden iltihapların olması halinde ve beslenme ve solunum şikayetleri ortaya çıkarsa bademciklerin alınması gerekebilmektedir”

    Bazı nadir durumlarda taşıyıcıların tespiti ve tedavisi gerekli olduğunu söyleyen Kadıoğlu ’ Beta enfeksiyonu salgını varsa veya salgın riski varsa, Çocuk veya aileden biri romatizmal ateş geçiren varsa, çocuk veya ailede glomerulonefrit geçiren varsa, aile içinde bireylerin birbirlerine tekrar tekrar bulaştırması durumu varsa, enfeksiyon varsa, çocukta veya yakınlarında kızıl hastalığı görülmüşse dikkatli olunmalıdır.’ diye konuştu.

  • Darbe girişimine ilişkin askerlere yönelik ilk dava bugün görülüyor

    İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin askerlere yönelik açtığı ilk davanın görülmesine bugün başlanıyor. Silivri Ceza İnfaz Kurumu Duruşma Salonu’nda görülecek duruşmada, 28’i rütbeli 62 asker sanık ilk kez hakim karşısına çıkacak.

    İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu Savcılığı tarafından 15 Temmuz darbe girişimi faaliyetlerine katılan askerler hakkında açılan ilk davanın görülmesine bugün başlanıyor. İstanbul 23’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla Silivri Ceza İnfaz Kurumu’nun duruşma salonunda görülecek davada, 62 sanık asker bugün ilk kez hakim karşısına çıkacak.

    Öte yandan, duruşmanın yapılacağı Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü çevresinde yoğun güvenlik önlemi alındı. Duruşma öncesi kampüse giren her araç kontrol noktalarında jandarma tarafından didik didik aranıyor.

    Sabiha Gökçen Havalimanı’nın işgal edilmesine ilişkin 1 yüzbaşı, 3 üsteğmen, 4 astsubay, 20 uzman çavuş olmak üzere toplamda 28’i tutuklu rütbeli ve 34 tutuksuz er hakkında hazırlanan 189 sayfalık iddianamede, tüm şüphelilerin “anayasayı ihlal, cebir ve şiddet kullanarak TBMM’yi kaldırmaya teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olmak” suçlarından 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet ev 5’er yıldan 10’ar yıla kadar hapisle cezalandırılmaları isteniyor.

    İddianamede, İstanbul’daki darbe örgütlenmesinin planlamalarının 12, 13 ve 14 Temmuz tarihlerinde üst rütbeli askerlerin General Nurettin Baransel Kışlası 2’nci Zırhlı Tugay Komutanlığı’nda gizli darbe toplantısı yaptıkları, Sabiha Gökçen Havalimanı’nda yapılacak uygulamalara yönelik kararlar alındığına yer veriliyor. Bu gizli toplantıda toplantıya katılanlara çay servisinin yüzbaşı M.K. tarafından yapıldığı belirtiliyor.

    Darbe girişiminin 15 Temmuz gecesi saat 03.00’te yapılmasının planlandığı, ancak daha sonradan gelişen talimat doğrultusunda öne alındığı, yönlendirmelerin, “Yurtta Sulh” konseyi adlı watsapp grubundan yapıldığı anlatılan iddianamede, şüphelilerin bu grupta kod adları kullandıkları ifade ediliyor. Sanıkların ifadelerinde, darbe girişiminden 03.00’e kadar haberdar olmamalarının hayatın olağan akışına aykırı olduğuna vurgu yapılan iddianamede, ele geçirilen yüzlerce silah ve binlerce mermiye dikkat çekiliyor.

    Darbe girişiminde Fetullah Gülen bağlantısı, darbe girişimi şüphelilerinin üzerinden çıkan 1 dolarlar ve örgüt içi haberleşme programı ByLock’a değinilen iddianamede, Sabiha Gökçen Havalimanı’nın örgüt üyeleri için önemine ve buranın darbe için kontrol edilmek üzere kullanılmak istenildiği anlatılıyor.

  • Her 100 kişiden 4’ünde aşırı terleme görülüyor

    Acıbadem Eskişehir Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Eda Kibar Atasoy, her 100 kişiden 4’ünde aşırı terleme görüldüğünü söyledi.

    Terlemenin stres ve fiziksel aktivite ile arttığını ifade eden Dernatoloji Uzmanı Dr. Eda Kibar Atasoy, Isınan havayla birlikte aşırı terleme, egzama, mantar gibi sağlık sorunlarının çıktığını belirtti. Terleme sorununu çözmek için sık sık yıkanmak ve deodorant, parfüm kullanmak gerektiğini dile getiren Atasoy, “Bazı kişilerde ise terleme, hormonal bozukluklardan dolayı aşırı derecede görülebiliyor. Hava sıcaklığı yükseldiğinde, birtakım sağlık sorunları veya fiziksel aktivite gibi nedenlerden vücut ısısı arttığında, terleyerek ısı kaybediliyor. Bu tür durumlarda tüm vücut yüzeyinden olmakla birlikte, daha çok sırt ve göğüs gibi geniş yüzeylerde terleme meydana geliyor. Ergenlikle beraber farklı bir ter bezi türü kasıklarda ve koltuk altlarında faaliyete geçtiğinden bu bölgelerde de terleme görülüyor. Tüm vücuttan olabilmekle beraber, terleme en sık koltuk altları, avuç içleri ve ayak tabanlarında görülüyor. Kişi heyecanlandığında ve stres altında iken terleme artıyor. Aşırı terleme kişiyi psikolojik, sosyal ve mesleki açıdan da olumsuz etkiliyor. Terlemenin yol açtığı kötü koku, giysilerin ıslanması ve lekelenmesi kişinin günlük hayatını güçleştiriyor. Elleri terleyen kişilerin tokalaşmaktan çekinecek hale geliyor” dedi.

    Her 100 kişiden 4’ünün aşırı terleme sorunu var

    Türkiye’de her 100 kişiden 4’ünde aşırı terleme sorununa rastlandığını belirten Atasoy, “El ve ayak terlemeleri kalıtımsal olabileceği gibi, genellikle hem ter bezlerinde hem de ter bezlerini uyaran sinirlerde bir sorun olduğu düşünülüyor. Çeşitli hormonal bozukluklar ve özellikle tiroit sorunları da terlemeyi arttırabilir. Aşırı terlemenin tedavisinde ilk önce duruma yol açan sistemik bir hastalık olup olmadığı araştırılmalıdır. Böyle bir sağlık sorunundan kaynaklanmıyorsa, çeşitli tedavi yöntemlerine başvurmak gerekir. Ancak terlemeyi önleyen ilaçlar yan etkilerinden dolayı, cerrahi yöntemler ise etkili olmasına karşın yara izlerine yol açtığı için genellikle tercih edilmez” şeklinde konuştu.

    Aşırı terleme tedavisinde en güncel yöntem botilinum toksin uygulamaları olduğuna değinen Dr. Atasoy, konuşmasının devamında şunu söyledi:

    “Bu tedavi yöntemi ile koltuk altına, avuç içi ve ayak tabanlarına botilinum toksini uygulanıyor. Hastane ortamında deri içine enjeksiyon yöntemi ile yapılan ve yaklaşık 10 dakika süren uygulamanın etkisi ise 6-9 ay boyunca devam ediyor. Toksin uygulaması kalıcı olmamasına rağmen kolay uygulanabilmesi ve yan etkilerinin çok az olması nedeni ile aşırı terleme tedavisinde en çok tercih edilen tedavi yöntemidir.”

  • Tip 1 diyabet çocuklarda ve gençlerde daha çok görülüyor

    Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Dr. Gülsüm Figen Günindi “çocuklarda diyabet” hakkında bilgi verdi.

    Medical Park Samsun Hastanesi Çocuk Endokrinolojisi Kliniğinden Uzm. Dr. Gülsüm Figen Günindi, şeker hastalığının erişkinlerde daha sık görüldüğü için, daha çok erişkinlerin hastalığı olarak bilindiğini, bu nedenle de çocuklarda şeker hastalığı olabileceğinin pek akla gelmediğini belirtti. Günindi “Çocuklarda ve genç erişkinlerde en sık rastlanan diyabet tipi, tip 1 diyabettir. Ancak obezite sıklığındaki artış nedeniyle çocuklarda tip 2 diyabet riski de artmaktadır” dedi.

    Tip 1 diyabetin, 6 aydan sonra görülen bir diyabet türü olduğunu söyleyen Dr. Günindi “Çoğunlukla ‘otoimmün’ (bağışıklık sistemi hücrelerinin pankreasın insülin üreten beta hücrelerini zedelemesine bağlı) bir hastalık. Daha çok çocuklarda ve gençlerde görülüyor ve 2-4, 6-8 ve 10-12 yaşlarında olmak üzere üç dönemde pik yaptığı gözleniyor” diye konuştu.

    Uzm. Dr. Gülsüm Figen Günindi şöyle devam etti: “Pankreastaki insülin üreten hücreler zedelendiğinden çocuklar yaşam boyu insüline bağımlı yaşamak zorunda kalıyorlar. İnsülin olmayınca besinlerle alınan şeker hücrelerin içine giremez ve enerji kaynağı olarak kullanılamaz. Fazla şekeri atmak için sık ve bol idrar çıkarma başlar. Sıvı kaybı nedeni ile sürekli susama hissi, ağız kuruluğu, çok su içme, sık sık ve bol miktarda idrara çıkarma, geceleri birkaç kez uykudan uyanıp idrar yapma, yatağını ıslatma ve sık yemek yemeye rağmen kilo kaybı gibi bulgular ortaya çıkar. Bu belirtiler genellikle bir aydan kısa sürelidir. Fark edilmediği veya zamanında tanı konmadığı durumda bulantı, kusma, ağızda aseton kokusu, karın ağrısı, dalgınlık, hızlı ve derin solunum, ve ardından diyabetik ketoasidoz denilen koma hali gelişir. Daha nadir olarak kan şekeri yüksekliğine bağlı bulanık görme, inatçı enfeksiyonlar, özellikle bebeklerde düzelmeyen bez bölgesi dermatiti, ergenlik öncesi kızlarda vajinal kandidiyazis, enerji eksikliğine bağlı halsizlik, davranış değişiklikleri gibi belirtiler görülebilir. Diyabetlilerde esas sorun glikoz metabolizması ile ilgili olmakla birlikte, hastalığın seyrinde protein ve yağ metabolizması da bozuluyor ve uzun dönemde kılcal damarların duvarlarında zedelenme olabiliyor.”

    Tip 1 diyabetin çeşitli faktörlere bağlı olarak ortaya çıktığını söyleyen Dr. Günindi “Doğuştan var olan, diyabete yatkınlık sağlayan doku grupları diyabet gelişme riskini artırır. Bizi hastalıklardan koruyan bağışıklık sistemimiz bazı durumlarda insülin salgılayan hücreleri yabancı algılayarak yok edebilir. Bunun dışında diyabete genetik yatkınlığı olan kişilerde virüslere bağlı enfeksiyonlar, gıdalardaki katkı maddeleri, stres, diyabeti başlatan tetikleyici faktör olabilir. Yakın akrabalarında (anne, baba, kardeş, çocuk) Tip 1 Diyabet olan kişilerde diyabet gelişme riski daha fazladır. Babada veya kardeşte tip 1 diyabet varsa, çocukta görülme ihtimali yüzde 6, annede tip 1 diyabet varsa çocuğunda görülme ihtimali yüzde 3 olarak bildirilmektedir” şeklinde konuştu.

    Dr. Günindi şu bilgileri verdi: “Günümüzde çocukluk çağında obezite sıklığı hızla artmakta (ülkemizde son 10 yılda iki kat artmıştır) ve bunun en önemli nedenleri arasında enerji içeriği yoğun besinlerin (abur cubur besinler, şekerli içecekler, fastfood ürünleri, hazır yiyecekler vs.) tüketiminde artma ve hareketsiz yaşam bulunmaktadır. Bütün araştırmalar çocuklarda Tip 2 Diyabet için en önemli risk faktörünün obezite olduğunu göstermektedir. Bu durumda sağlıksız beslenmenin hem obezite, hem de Tip 2 Diyabet için en önemli risk faktörü olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında inaktivite, ailede Tip 2 Diyabet ve obezite yükü diğer risk faktörleridir.”

    Diyabeti tanısı

    Uzm. Dr. Gülsüm Figen Günindi “Diyabet tanısı açlık, tokluk veya rastlantısal olarak bakılan kan şekeri düzeyine göre konur. Normal kan şekeri değerleri en az 8 saatlik açlık sonrası 80-100 mg/dl arasında, toklukta (yemekten 2 saat sonra) 140 mg/dl altında olmalıdır. Açlık kan şekeri 126 mg/dl üzerinde veya Oral Glukoz Tolerans Testinin 2. saatinde 200 mg/dl üzerinde olması; bunun dışında çok su içme, çok idrar çıkarma şikayetleri olan kişilerde herhangi bir zamanda ölçülen kan şekerinin 200 mg/dl üzerinde olması diyabet olarak tanımlanır” açıklamasını yaptı.

    Diyabet tedavisi

    Uzm. Dr. Gülsüm Figen Günindi “Tip 1 diyabette insülin eksikliği vardır ve ihtiyaç olan insülinin dışarıdan verilmesi gerekir. Sağlıklı kişilerde açlıkta sürekli olarak aynı düzeyde (bazal) ve yemek sonrası kan şekerinin yükselmesini önlemek için hızlıca ve bol miktarda (bolus) insülin salgısı olmaktadır. Diyabetli kişilerde insülin tedavisi fizyolojik insülin salınımına en uygun şekilde kullanılmaktadır. Ülkemizde rekombinan DNA tekniği ile elde edilen insülin analogları kullanılmaktadır. Sığır ve domuz insülini ile domuzdan elde edilen semisentetik insülin kullanılmamaktadır. İnsülin hayati bir hormondur ve bağımlılık yapmaz” dedi.

    Dr. Günindi açıklamasını şöyle tamamladı: “Tip 1 diyabet kronik bir hastalıktır ve sürekli insülin tedavisi yanında, diyabetik hasta ve ailesinin eğitimi, beslenme planlaması ve egzersiz tedavinin önemli bileşenleridir. Günümüzde diyabet tedavisinde giderek esnek beslenme planlanması tercih edilmektedir. Bu yaklaşımda diyabetlilere sağlıklı beslenme ilkeleri anlatılmakta ve besinlerdeki karbonhidrat miktarını sayarak insülin dozlarını nasıl ayarlayacağı öğretilmektedir. Yani çocuklar, suistimal etmemek koşulu ile dondurma, çikolata gibi besinlere yiyebilmektedirler. Bununla birlikte yalnızca diyabetli çocukların değil hepimizin kan şekerini hızlı yükselten glisemik indeksi yüksek besinlerden uzak durmasında yarar vardır. Bu ilke diyabetliler için daha fazla geçerlidir.”