Etiket: Görülüyor

  • “Skolyoz, kız çocuklarda erkek çocuklara göre yaklaşık 8-10 kat daha sık görülüyor”

    “Skolyoz, kız çocuklarda erkek çocuklara göre yaklaşık 8-10 kat daha sık görülüyor”

    Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı Uzmanı Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer, omurganın sağ ya da sol yana doğru eğrilmesi anlamına gelen skolyozun, kişilere göre değişen, kendine özgü tedavi gerektiren bir bulgu olduğunu, günümüzde skolyoz tedavisinde yaşanan gelişmelerin ise ümit verici olduğunu söyledi. Seçer, skolyozun kız çocuklarında erkek çocuklarına göre yaklaşık 8-10 kat daha sık görüldüğünü belirtti.

    İnsan omurgasının arkadan bakıldığında tam düz olması gerekir. Skolyoz yani omurga eğriliği, sağ ya da sol yana doğru eğrilmesi anlamına gelir. Dr. Suat Günsel Girne Üniversitesi Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı Uzmanı Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer, skolyozla ilgili yanlış bilinenler hakkında açıklamalarda bulundu.

    Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer, skolyoz’un aslında bir hastalık değil, bulgu olduğunu söyleyerek, “Nasıl ki farklı hastalıklara bağlı olarak ateş ya da ağrı gibi bulgular ortaya çıkabiliyorsa, çeşitli hastalıklar da skolyoza neden olabilir. Bu nedenle skolyoz, sağlıklı bir omurga yapısında oluşan biçimsel bir deformite olarak tanımlanabilir” dedi.

    Skolyozun toplumda görülme sıklığı yüzde 2 ile 4 arasında değişiyor

    Skolyozun birçok hastalığa bağlı olarak ortaya çıkabileceği gibi, farklı yaşlarda ve omurga yapısının çeşitli bölgelerinde de görülebileceğini belirten Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer, tedavisinin ise kişilere göre değişebileceğini ifade ederek, “Toplumda yaklaşık yüzde 2-4 oranında görülen skolyoz vakalarının çok büyük bir kısmı düşük dereceli eğriliklerden oluşuyor. Kız çocuklarda erkek çocuklara göre yaklaşık 8-10 kat daha sık görülüyor. Omurgasında eğrilik olan kişilerinse ancak yüzde 10’unda tedavi gerektirecek derece ilerliyor. Skolyoz takibinin ve tedavisinin hemen her basamağında düzenli egzersiz yapmak, sırt kaslarını güçlü tutmak, kondisyonu arttırmak ve daha formda olmak vazgeçilmez öğelerdir” diye konuştu.

    Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer, omurgada yana doğru eğrilik, anormal kamburluk ya da anormal içe doğru eğrilik, anormal uzun kollar veya bacaklar, birbirine eşit olmayan omuzlar, bel ya da kalçalar, bacaklara göre gövdenin orantısız kısalığı, denge bozuklukları ve kişi öne eğildiğinde fark edilen sırt çıkıntılarının skolyozun varlığına işaret ettiği bilgisini verdi.

    Skolyoz türleri

    Skolyozun çok çeşitli türleri bulunduğunu söyleyen Prof. Dr. Seçe, “En sık görülen türün nedeni bilinmeyen skolyozdur. Bu türde, yana doğru eğilme dışında, omurların kendi etraflarında dönmesi de görülüyor. Omurlardaki bu dönme sırtta veya belde asimetrik çıkıntılar oluşmasına sebep oluyor. Sık görülen diğer bir skolyoz türü olan nöronunkiler skolyozun temel nedenleri arasında ise kas veya sinir hastalıkları yer alabiliyor. Konjenital skolyoz ise anne karnındaki çocuğun gelişimi sırasında ortaya çıkan, omurga anomalilerine bağlı gelişebiliyor. İlk yıllarda hızlı ilerleme gösterdiğinden, tedavi süreci küçük yaşlarda cerrahi müdahaleyi gerektirebiliyor” şeklinde konuştu.

    Bunlar dışında, nörofibromatozis, çeşitli romatizmal hastalıklar, osteogenesis imperfecta, marfan sendromu, Ehler Dsanlos gibi çeşitli bağ dokusu hastalıkları, omurga kırıkları, omurga enfeksiyonları, Morquio, Gaucher hastalığı gibi çeşitli metabolik hastalıklar ve bazı genetik sendromik hastalıkların da skolyoza neden olabileceğini belirten Prof. Dr. Halil İbrahim Seçer tedavisinin de hastadan hastaya değiştiğini söyledi.

    “Skolyozun tedavisi hastadan hastaya değişiyor”

    Skolyozda tüm durumlara uygulanabilecek doğru ve tek bir tedavi seçeneği bulunmadığını aktaran Seçer, “Tanı alınan yaş, eğriliğin yeri ve derecesi, skolyozu oluşturan sebepler, muayene bulguları ve radyolojik tetkiklerden alınan veriler kişiselleştirilerek tedavi her hastaya özel olarak planlanıyor. Her bir tedavi seçeneğinin kendi içerisinde, hastaya göre değişiklik gösterse de skolyoz tanısı alındıktan sonra genel olarak üç alternatif yol izleniyor. İlk seçenek izlemdir. 20-25 dereceden küçük eğrilikler için uygundur ve belli aralıklar ile takip yapmaktan, sportif faaliyetlerle genel vücut kondisyonunu artırmaktan ibarettir. İkinci seçenek ise korse tedavisidir. Eğriliği 20-40 derece arasında olan ve büyüme potansiyeli olan kişilerde etkili olan bir yöntemdir. Korse kullananların ameliyat olma ihtimali düşer. Korsenin günde 20-23 saat takılı kalması etki gösterme açısından önemlidir. Diğer bir seçenek ise cerrahi tedavidir. Cerrahi, genel olarak 40-45 derece üzerindeki eğriliklerde gündeme gelir. Akciğer gelişiminin tamamlandığı ergenler ve erişkinlerde düzeltme ve dondurma (sabitleme) ameliyatları uygulanır” dedi.

    “Skolyoz tedavisindeki gelişmeler ümit verici”

    10 yaş altındaki çocuklarda büyümeyi ve akciğer gelişimini engelleyebileceği için dondurma ameliyatlarından uzak durulması gerektiğini belirten Seçer, çocuklarda klasik cerrahi yöntemin, omurgaya yerleştirilen çubukların dondurma işlemi yapmadan 6 ayda bir uzatılması olduğunu kaydetti. Bu ameliyatların hasta ve yakınları üzerinde oluşturduğu stres, neden oldukları komplikasyonlar ve ekonomik külfetlerinden dolayı doktorların başka çözümler aramaya yöneldiğini ifade eden Seçer, yapılan çalışmalar sonunda icat edilen manyetik rodlar sayesinde, uzamaların 2-3 ayda bir poliklinik şartlarında uzaktan kumanda ile ameliyatsız ve ağrısız bir şekilde gerçekleştirilebildiğine vurgu yaptı.

    Seçer, skolyozun cerrahi tedavisindeki önemli bir diğer kaygının ameliyat sırasında hastaların felç olma riski olduğunu belirterek, ameliyat sırasında sinirlerin işlevlerini devamlı olarak gösteren nöromonitorizasyon işleminin ülkemize 10 yıl önce geldiğini, bugün artık yaygın olarak kullanıldığını kaydetti. Seçer, “Böylelikle ameliyat sırasında sinir yaralanmasına neden olabilecek herhangi bir işlemin oluşturduğu etki anında anlaşılarak gerekli müdahale yapılabiliyor” dedi.

    Skolyoz ameliyatları ile ilgili en önemli sorunlardan biri de omurganın sabitlenip, belli kısmında omurga hareketliliğinin ortadan kalkması olduğunu aktaran Seçer, “Dondurma işlemi yapmadan, omurganın büyümesine ve hareketli kalmasına izin verecek düzeltme tekniği ile ilgili çalışmalar günümüzde yavaş yavaş meyvelerini veriyor. Omurgasında skolyoz olup halen büyüme potansiyeli olan hastalarda ‘gerdirme yöntemi’ olarak adlandırılan bir yöntem geliştirildi. Bu yöntemde sırt eğriliklerinin dış bükey tarafına endoskopik girişimle yandan vida konmakta ve bu vidalar kalın bir ip ile bağlanıp gerdirilerek bir miktar düzelme sağlanmakta ve eğriliğin dış bükey tarafının büyümesi engellenmektedir. Böylelikle iç bükey taraf büyümeye devam ederken dış bükey tarafın büyümesi vidalara bağlı ip sayesinde durmakta ve zaman içinde eğrilik kendiliğinden düzelmektedir. Ancak bu teknik henüz yaygınlaşmamıştır” ifadelerini kullandı.

  • Astım Türkiye’de her 12 yetişkin ve 8 çocuktan birinde görülüyor

    Astım Türkiye’de her 12 yetişkin ve 8 çocuktan birinde görülüyor

    Nefes darlığı, soluk alıp verirken ıslık sesi çıkması, özellikle sabaha karşı artan öksürük, göğüste sıkışma ve batma hissi gibi belirtilerle ortaya çıkan astım, Türkiye’de her 12 yetişkin ve 8 çocuktan birinde görülüyor. Yaşam kalitesini önemli ölçüde azaltan hastalık, uygun tedavi ve yakın takip sayesinde kontrol altında tutulabiliyor.

    Medicana International Samsun Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uzm. Dr. Özgür İnce, astım ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Uzm. Dr. İnce, “Astım, hava yollarının ataklar (krizler) halinde gelen tıkanmaları ile kendini gösteren bir hastalıktır. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler. Astımda hava yollarında mikrobik olmayan bir iltihap vardır. Bu nedenle hava yolu duvarı şiş ve ödemlidir. Bu durum akciğerlerin uyaranlara aşırı duyarlı olmasına neden olur. Toz, duman koku gibi uyaranlar ile hemen öksürük, nefes darlığı ve göğüste baskı hissi gibi yakınmalar ortaya çıkar. Krizde hava yollarını saran kaslar (adaleler) kasılır, ödem ve şişlik artar, ilerleyen iltihapla birlikte hava yolu duvarı kalınlaşır. Hava yollarındaki salgı bezlerinden kıvamlı bir mukus (ifrazat-balgam) salınır. Tüm bunlar hava yollarını önemli ölçüde daraltır ve havanın akciğerlere girip çıkması engellenir. Bu durum kendini artan öksürük, nefes darlığı, hırıltı, hışıltı ile kendini gösterir. Astım her yaştan bireyi etkileyebilen ve kontrol altına alınamadığında günlük aktiviteleri ciddi olarak sınırlayabilen kronik (müzmin) bir hastalıktır” dedi.

    Astımda doğru teşhisin önemli olduğunu belirten Uzm. Dr. Özgür İnce, “Solunum fonksiyon testleri, görüntülemeler önemlidir. Yeterli bir tedaviyle astım hastalığı kontrol altına alınabilir, tedavi hastalığın o anki şiddetine ve şartlara göre değişir. Tedavi edilmediği sürece, ölüme kadar gidebilen ciddi solunum problemlerine ve diğer sistemik hastalıkların tetiklenmesine neden olabilir” diye konuştu.

    Astımda erken teşhisin önemi

    Astımda erken teşhisin önemli olduğunu belirten İnce, “Sonuç olarak astım kronik, sebep olan etkenlerle tetiklenebilen dolayısıyla önlenebilen ve tedavi edilebilen bir hastalıktır. Ancak erken teşhis çok önemlidir. Çocukluk yaş grubunda da sık görüldüğünden, çocuklarda sık enfeksiyon geçirme veya büyüme-gelişme geriliği veya çabuk yorulma gibi durumlarda mutlaka hekim tarafından kontrol edilmelidir. Geç teşhis alan ve ileri yaşta ortaya çıkıp tedavisi geciken astım, çeşitli kalp ve damar hastalıklarına sebep olabilir. Erişkinde sebepsiz öksürük, toz -koku hassasiyeti durumunda astım açısından değerlendirme yapılmalıdır” şeklinde konuştu.

    Astım hastaları ve şehir yaşamı

    Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Özgür İnce şöyle devam etti:

    “Kent hayatında sanayileşme ile birlikte çarpık yapılaşma, beton yığınlarının arasında ağaçtan çiçekten böcekten uzak büyüme ve yaşama, binlerce yıldır küçük küçük nakış işler gibi gelişmiş olan immün (bağışıklık) sistemin bir nevi şaşırmasına, dengesinin bozulmasına neden olmaktadır. Bundan dolayıdır ki, alerji ve alerjik hastalıklara çağın hastalığı gibi sıfatlar yapıştırılır. Genelde duyduğumuz ‘eskiden bu kadar yoktu’ ifadesinin altında bu durum yatar. İlginçtir ki, çiçek, polen akar, küf, maya alerjileri bu ortamlardan zengin olan kırsaldan çok şehir merkezlerinde gözlenir. Astım da büyük çapta alerjiyle alakalı hatta direkt immün sistem ile ilişkili olduğundan, kişinin yaşamakta olduğu ortamla direkt bağlantılıdır. Şehir hayatında yaşayan hastaların özellikle hava kirliliğine, çok rüzgarlı havalarda tozlu ortamlara, ani ısı değişikliklerinin olduğu hava şartlarına dikkat etmeleri gerekir. Ev akarı, diğer adıyla mite alerjileri, gözle görülmeyecek kadar küçük canlıların insan cilt döküntüleriyle beslenmeleri, pamuklu, yünlü sıcak karanlık ve nemli ortamları seçmelerinden dolayı daha ziyade evlerde yatak odalarında halı kilim ve masa örtüleri, kalın perdeler, çocuk pelüş oyuncakları gibi alanlarda yerleşip çoğalırlar. Bu canlıların atıklarının soğumasıyla da akar alerjileri ortaya çıkar. Alerjik rinit, ciltte kaşıntılı döküntülerden astım ve kronik sinüzite kadar birçok hastalığa sebep olabilirler.”

    Neden başkalarında değil de belli kişilerde?

    Uzm. Dr. Özgür İnce açıklamasını şöyle tamamladı:

    “Aslında potansiyel olarak herkeste alerji olabilir. Alerjik reaksiyon görülmesinde genetik, çevresel faktörler, yaşanılan ortam, beslenme, kullanılan ilaçlar hatta stres bile etken olabilir. Son yıllarda genetik incelemeler artmakta birlikte özellikle beslenme üzerinde çalışmalar fazladır. Besinlerin bozulmaması için emülgatör denilen katkı maddeleri kullanılır, tüm market ürünlerinde neredeyse vardır, baharatlı çerezler, gazlı içecekler, doğası bozulmuş buğday ve şeker içeren besinler bağırsak florasını bozarak alerjik reaksiyonlara sebep olabilmektedir. Alerjiden korunmak için ilk kural alerjen madde biliniyorsa ondan kaçınmaktır. Ev akarı, neme bağlı küf maya mantarlardan kaçınmak için bir takım ev temizlik aletleri kullanılabilir.”

  • Romatizma en fazla kadınlarda görülüyor

    Romatizma en fazla kadınlarda görülüyor

    Romatoloji alanında gerçekleştirdiği tanı ve tedavi yöntemleri ile bölgede referans hastane olma özelliği ile öne çıkan Medical Park Gaziantep Hastanesi, hastaları, hekimleri ve çalışanları 12 Ekim Dünya Artrit Günü’nde bir araya gelerek Artrit Hastalığına dikkat çekti.

    Medical Park Gaziantep Hastanesi, Romatoloji Uzmanları Prof. Dr. Ahmet Mesut Onat ve Doç. Dr. Bünyamin Kısacık Artrit hakkında hastalara ve hastane çalışanlarına bilgi verdiler. Romatoloji Kliniği’nin yanı sıra, hastane genelini kapsayan etkinlik, hastane çalışanları ve hastalar tarafından oldukça ilgi gördü.

    Romatoloji Uzmanı Doç. Dr. Bünyamin Kısacık, artrit’in en fazla 20 ile 40’lı yaşlarda ve sıklıkla kadınlarda görüldüğünü söyledi.

    Kısacık, Artrit rahatsızlığında eklemlerdeki ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığı ile öne çıktığını belirterek artrit hastalığın her eklemde görülmesine karşın sıklıkla diz ve el bileğinde görüldüğünü kaydetti.

    Hastalar tutulan eklemin hareketinde büyük zorluk yaşadığını belirten Kısacık, “Ayrıca sabahları daha fazla olmak üzere eklem hareketleri kısıtlı olur. Rahatsızlığın önemli bir diğer özelliği de hastaların sabahları daha şiddetli uyanması ve hareketle yakınmalarının gerilemesidir. Bazen tek bir eklemde artrit olurken bazen de tüm el ayak eklemlerinde artrit görülebilir. Artrit genç yaşlı hemen herkeste görülebilir. Ancak sıklıkla 20-40 yaş arasındaki kişilerde biraz daha fazla olarak özellikle kadınlarda sıklıkla görülür” dedi.

    Medical Park Gaziantep Hastanesi Romatoloji Uzmanı Doç. Dr. Bünyamin Kısacık Artrit iltihaplı romatizmal hastalıkların bulgusu olduğunun altını çizerek, Romatizmal hastalıkların neredeyse tamamında artrit görülebildiğini sözlerine ekledi.

    Doç. Dr. Kısacık ’’Her romatizmal hastalıkta kendine özgü eklem tutulumu olur. Ancak artrit sadece romatizmal hastalıklarda olmaz. Birçok infeksiyon, kanser ilişkili durumlar ve hatta tedavilerde kullanılan ilaçlar dahi artrite neden olabilir. Artrit tanısı genellikle kolaydır. Romatoloji uzman hekimleri, hastaların tüm eklemlerini değerlendirir ve muayene sırasında tanıyı koyar. Ancak çok nadir olarak muayenede saptanamayan artritler için ultrason ve MR gibi görüntüleme yöntemlerinden faydalanılır‘’ ifadelerini kullandı.

    Artrit tedavisi Nasıl Olur?

    Romatoloji Uzmanı Doç. Dr. Bünyamin Kısacık, Artrit rahatsızlığının muayene ile tespit edilmesinin ardından altta yatan hastalığın adının konulmasının tedavinin en önemli aşaması olduğunu vurgulayarak tedavinin tamamının saptanan hastalığa göre yapılması gerektiğinin önemine değindi.

    Kısacık, ‘’Bazı durumlarda mevcut bulgular artrit tanısını koymada yetersiz kalabilir. Bu durumlarda hastanın yakınmalarını giderici ilaçlar kullanıp tanı için yeterli bulgu oluşması beklenebilir. İltihap giderici ilaçlardan biyolojik tedavilere kadar birçok ilaç tedavide kullanılabilir. Sonuç olarak; artrit önemli ve bir an önce tanısının konması gereken bir bulgudur. Artritli kişilerin ailelerinde bu bulgunun çıkma ihtimali daha çok olduğu için aynı aile fertlerindeki yakınmalar için uyanık olmak gerekir ’’ açıklamasında bulundu.

  • 10 kadından 7’sinde bu hastalık görülüyor

    Kalp Damar Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Orhan Rodoplu, 10 kadından 7’sinin varis hastalığı sorununu yaşadığı belirterek, “Varis sadece kozmetik açıdan rahatsızlık veren bir sorun değil. İlerlemesi önemli bir damar hastalığınız olduğu anlamına gelebilir. Belirtileri ihmal etmemek, varise davetiye çıkaran hatalardan uzak kalmak ve önerilere uymak hem risklerden korur hem de yaşam kalitenizi artırır” dedi.

    Dr. Rodoplu, varis hastalığının özellikle kadınlar arasında çok sık görülen önemli bir sağlık sorunu olduğunu söyledi. Hastalık hakkında bilgi veren Op. Dr. Orhan Rodoplu, “Kozmetik etkilerinden çok oluşturabileceği risklere dikkat edilmesi gerek. Vücudumuzda, bacaklarınızdaki kirli kanı temizlemek üzere kalp ve akciğerlere taşıyan venler (toplardamarlar) bulunur. Normal venlerin içinde, kanın aşağıdan yukarıya doğru, yer çekiminin aksine ilerletilebilmesi için tek yönlü çalışan kapakçıklar bulunur. Eğer bu kapakçıklar bozulacak olursa, venlerin içindeki kan geriye yani ayak bileklerine doğru kaçmaya başlar ve buna ‘venöz yetersizlik’ halk arasında “İç Varis” denir. Bu hastalık sırasında bacaklarda görülen belirtilere de ‘varis’ adı verilir. Bireylerde yüzde 50 oranında rastlanan varis sorunu en çok kadınlarda görülür ve sıklığın yüzde 70’in üzerine çıktığını gösteren çalışmalar bulunur” dedi,

    Varis belirtileri

    Varis hastalığının belirtileri hakkında bilgi veren Dr. Rodoplu, “Diz altı ve özellikle ayak bileklerinde yoğunlaşan ödem (şişlik). Hastalar bunu ‘çorap lastik izinin kalması’ şeklinde ifade eder. 1 milimetre çapında kırmızı, mavi ve mor renkli kılcal damarlar. 3-4 milimetre çapında mavi yeşil renkli damarlar. Cilt altında fındık veya spagetti makarna gibi gözüken kalın damarlar. Sabahtan akşama doğru ve hareketsizken artan, ayak tabanından bacağa uzanan, bacağı hareket ettirince geçen, zonklayıcı ve yanıcı huzursuzluk hissi. Özellikle akşamları ayakta veya alt bacakta hissedilen kramplar. Çorap hizasında kaşıntı ve kızarıklık. Bacakta kahverengiye çalan renk değişikliği. İki-üç ay iyileşmeyen yaralar” dedi.

    Varisi artıran nedenler

    Kalp Damar Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Orhan Rodoplu, varisi arttıran nedenler hakkında bilgi vererek, “Ailede varis görülmesi. Cinsiyet (kadınlarda erkeklere oranla 2 kat daha sık), hamilelik, Tiroit ve jinekolojik hastalıklar gibi hormonal bozukluklar. İçinde hormon bulunan ilaçların uzun süre kullanımı, uzun süre oturmayı veya ayakta durmayı gerektiren meslekler, süratli kilo alımı veya kilo kaybı, bacak yaralanmaları, yaşlanma, halter gibi ağır sporlar ve uzun süreli güneş banyoları, sauna, kaplıca gibi etkenler varisi artıran etkenlerdir” ifadelerine yer verdi.

    “Türkiye’de de son 3 yıldır ’sealing’ yöntemi uygulamaktayız ve başarı oranlarımız yüzde 98 civarında”

    Kalp Damar Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Orhan Rodoplu, son olarak hastalığının tedavisi hakkında bilgi vererek, “ABD’de başarılı sonuçlar veren ’sealing’ yöntemiyle varis tedavisini Türkiye’de de son 3 yıldır uygulamaktayız ve başarı oranlarımız yüzde 98 civarında. Amerika ve Avrupa ile eş zamanlı olarak ben de yeni teknolojilerin eğitimini Amerika ve Almanya-İspanya-Danimarka gibi ülkelerdeki eğitimlere katılarak tamamladım. Ülkemizde ilk uygulayan damar cerrahlarından biri oldum. Bu yeni teknolojilerde de hastaya genel anestezi (narkoz) vermede, spinal anestezi (belden uyuşturmadan) sadece özel damar iğneleri ile damarlar içine girdiğimiz yerleri lokal uyuşturarak; venöz yetmezlik hastalığında ana damar sistemi içindeki kaçak (reflü) kan akımını kapatıyoruz saniyeler içinde ve ana damar sistemi içindeki genişlemeyi daraltıp; damar sistemini normal haline getiriyoruz. Buna da vein sealing yöntemi diyoruz. Yine aynı kapalı operasyon sistemelerinin dışarıda görünen varisler için üretilen sistemini uygulayarak da aynı seansta hastalarımıza dış varisleşmelerini de olduğu yerde kapatıyoruz. Buna da endosealing yöntemi diyoruz. Bacaktaki varisler tamamen kaybolmuş ve görüntü tamamen düzelmiş oluyor dakikalar içinde. Hasta hemen ayağa kalkıp evine gidebiliyor. Hastanede yatması gerekmiyor, ertesi gün işine gidebiliyor hatta aynı gün dahi işinin başına geçebiliyor. Bu yeni ileri teknolojik kapalı sistem operasyonları sonrası hastalara Varis Çorabı vermiyoruz. Çünkü; varis çorabı ile yapmaya çalıştığımız hastalığın ilerlemesini durdurma prensibini biz zaten o gün operasyonla hastalığı durdurarak yapmış oluyoruz. Hatta hastalığı tamamen ortadan kaldırmış oluyoruz. Daha önceki yıllarda açık cerrahi operasyonlar sonrası büyük problem olan Varislerin tekrarlaması sorunu bu ileri teknolojik kapalı operasyon sistemleri sayesinde yüzde 1-2 gibi çok düşük oranlara düşmüş durumda. Aynı zamanda oldukça güzel bir gelişme daha; tıbben venöz ülser dediğimiz halk arasında varis yarası diye bilinen yine damar tıkanıklıklarında açılan yaralar da olduğu gibi; iyileşmesi pek kolay olmayan hatta bazı tipleri hiç iyileşmeyen Varis Yaralarını bu yeni ileri teknolojik kapalı operasyon sistemleriyle yaptığımız operasyonlar sonrası yeni yara tedavisi ile gelişmiş yöntemleri de birleştirerek hızlı bir şekilde kapatabilir duruma geldik. Bunlar da yeni gelişen ileri teknolojik kapalı operasyon sistemlerinin bize hastaların tedavisi anlamında sağlamış olduğu ’bonuslar’ oldu. En ilerlemiş durumu oldukça kötü olan hastalarda bile kısa süren kapalı sistem operasyonlarla artık hastalığı tamamen tedavi edebilmemiz mümkün” dedi.

  • Kış depresyonu kadınlarda daha fazla görülüyor

    Psikolog Kerime Begüm Çayır Özkaya, kış depresyonunun kadınlarda daha fazla görüldüğünü belirterek, depresyonu atlamak için kış boyunca gündüz saatleri süresince olabildiğince doğal güneş ışığından fazla yararlanılması gerektiğini söyledi.

    Medicana Sivas Hastanesi’nde görevli psikolog Özkaya, kış depresyonu hakkında bilgi vererek, “Depresyon insanın yaşam isteğinin azaldığı, hüzünlü, karamsar hissettiği, geleceğe dair bir belirsizlik düşüncelerinin olduğu, yaşanmışlıklar ile ilgili pişmanlık ve suçluluk hissettiği; rutin hayatında, uykuda, iştah da ve cinsel hayatta bozulmalarının görüldüğü bir duygu durum bozukluğudur” dedi.

    Depresyonun sık karşılaşılabilen fakat tedavi edilebilen bir hastalık olduğunu vurgulayan Özkaya, “Mevsimsel depresyonda bir depresyon türdür. Kış aylarını yaşadığımız şu günlerde sıcaklık değişiklikleri, mevsimsel farklılıklar her alanda olduğu gibi, ruhsal sağlığımızı da etkilemektedir. Mevsimsel değişikliklerle eş zamanlı olarak duygu durum da değişiklikler olur. Her yıl aynı zamanda başlar ve biter. Çoğunlukla kış depresyonu sonbaharın sonu ya da kış aylarının ilk başlarında başlar ve bahar veya yazın güneşli günlerine kadar devam eder. Yaş konusunda bir kriter olmamasıyla birlikte 20’li ve 30’lu yaşlar arası sıklık göstermektedir. Hem kadınlarda hem erkeklerde mevsimsel depresyon yaşanıyor, kadınlarda görülme olasılığı biraz daha yüksektir. Mevsimsel depresyon güneşin azlığının hormonları olumsuz yönde etkilemesi üzerine yaşanır. Mutluluk hormonu adı verilen serotonin azalıyor ve melatonin adı verilen hormon artıyor ve bizde kış depresyonun ortaya çıkmasına neden oluyor” diye konuştu.

    Kış depresyonunun belirtilerini anlatan Özkaya, şunları kaydetti:

    “Enerjisi yoksunluğu, sabahları güç uyanma, isteksizlik, genel keyifsizlik, gün içinde aşırı uykulu olma, konsantrasyon güçlüğü, performans düşüklüğü gibi depresyona özgü durumlar yaşanıyor. Sıklıkla karbonhidratlı besinler tercih edildiği için kilo alınıyor. Atlatmak için öncelikle mevsimsel depresyon kabul edilmesi gerekiyor. Kış boyunca gündüz saatleri süresince olabildiğince doğal güneş ışığından fazla yararlanılması gerekiyor. Ev ve iş ortamında doğal güneş ışığı veren ampulleri tercih edilmelidir. Sabah uyanmaları daha erkene almak, canlı renkli kıyafetler tercih edilmeli, genelde sonbahar mevsiminde daha koyu renkli kıyafetler tercih ediyoruz bu da olumsuz yönde bir enerji veriyor. Düzenli yemek yemek, sıvı gıdalar bol bol tüketilmelidir. D vitamini açısından balık haftada en az iki kere tüketilmelidir. Dışarı çıkıp, yürüyüş yapmaya özen göstermek gerekir. İş hayatı dışında hobiler, sosyal aktivitelere katılmak, tiyatroya gitmek, sinemaya gitmek ve ayrıca bol bol kitap okumak gerekiyor. Haftada 3-4 gün egzersiz yapmaya dikkat edilmelidir. Böylelikle hem kendinizi daha dinç hissedecek hem de gece daha rahat uykuya dalacaksınız. Yapmak isteyip de devamlı ertelediğiniz sosyal aktiviteler için kış mevsiminin iyi bir fırsat olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Gerektiğinde ise profesyonel destek almanızda fayda vardır”.