Etiket: fetullah gülen

  • Cami-cemevi yan yana yapılabilir

    Cami-cemevi yan yana yapılabilir

    Fethullah Gülen Hocaefendi, Üçüncü Boğaz Köprüsü’ne ‘Yavuz Sultan Selim’ adı verilmesiyle ilgili düşüncelerini ve Alevî-Sünnî kardeşliği ile ilgili beklentilerini herkul.org sitesinde dile getirdi.

    “O işi öyle teklif eden, ortaya atan insanların olumsuz bir mülahaza taşıdıklarına hiç ihtimal vermiyorum.” diyen Gülen, her fikrin sorgulanabileceğini fakat herkesin kardeşlik zeminini yaralamamaya dikkat etmesi gerektiğini söyledi. Gülen, “Günümüzde kurulmaya çalışılan köprüler var. ‘Cami cemevi beraber, aynı parkta oturup kalkalım; geçmişe ait problemleri yeniden hortlatarak yeni düşmanlık sebepleri oluşturmayalım.’ Mülahazasıyla kurulmuş köprüler… Çok iyi kaynaşmaya vesile olabilecek böyle köprüler kurulmuşken, meseleyi sadece bir ada, bir unvana bağlı bir köprüyle yıkmayalım. Evet, tek bir köprüyle bir sürü köprüyü yıkmayalım.” dedi.

     Bazen bir mürşidin tavsiye ettiği şu ya da bu duayı okuyup okumama mevzuunda bile üslup hatalarının usulü alıp götürdüğüne değinen Gülen, “Meşrebinize, mizacınıza, mezakınıza ait meseleleri siz zevk duya duya yapabilirsiniz; fakat onları tamim ettiğiniz zaman hiç farkına varmadan mesleğinize, meşrebinize karşı bir antipati oluşturmuş olursunuz.” şeklinde konuştu. Gülen, detaya ait meselelerin katiyen usulün yerine konulmaması gerektiğini belirtti.

     

     

     

    YAVUZ SULTAN SELİM İSMİ DETAY; ARAMIZDA ALLAH, PEYGAMBER, KUR’AN KÖPRÜLERİ VAR

    Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının konmasının da detay sayılabilecek bir mevzu olduğunu ifade eden Gülen, “O işi öyle öne süren, öyle ilan eden ve öyle kabullenenlerin o mevzuda falana filana rağmen bir mülahazaya binaen o işi yaptıklarına ihtimal vermek doğru değil, garaz olur. Hiç zannetmiyorum ben!” değerlendirmesini yaptı. Hocaefendi, “Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, dinimiz bir; bir, bir, bir… Bine kadar bir” diyerek sıralamaya kalkıldığında görüleceği üzere, bizim aramızda Allah, Peygamber ve Kur’an ile irtibat açısından pek çok köprü olduğunu; ayrıca Yesevî, Mevlana ve Yunus Emre gibi ortak değerlerimizin hâsıl ettiği köprülerimizin de bulunduğunu hatırlattı. Gülen, Boğaz’ın bir tarafından diğer tarafına geçişi sağlamaya matuf bir köprü yapılıp ona Yavuz Sultan Selim adı konulunca ya da böyle detaya ait bir mesele usulmüş/temel meseleymiş gibi dile dolanınca bütün o köprülerin görmezlikten gelinmiş olabileceğine dikkat çekti.

     

     

     

    Günümüzde kurulmaya çalışılan köprülere dikkat çeken Hocaefendi şöyle devam etti: ” ‘Cami cemevi beraber, aynı parkta oturup kalkalım; geçmişe ait problemleri yeniden hortlatarak yeni düşmanlık sebepleri oluşturmayalım.’ (mülahazasıyla kurulmuş köprüler.) Çok iyi kaynaşmaya vesile olabilecek böyle köprüler kurulmuşken meseleyi sadece bir ada, bir unvana bağlı bir köprüyle yıkmayalım. Evet, tek bir köprüyle bir sürü köprüyü yıkmayalım. Bu açıdan da ister Muharrem ister Ramazan ayında bir araya gelerek beraber iftar etme, oruç açma; sema ile semahı bir arada beraber görme; Alevisi Sünnîsi hep beraber bir çanağa kaşık çalma ortamı oluşturulmuşken, bir köprüye, bir detaya bağlı olarak usûlü yıkmayalım.”

     

     

     

    ‘CAMİ-CEMEVİ YAN YANA YAPILIP, GEZME ALANLARI MÜŞTEREK KULLANILABİLİR’

    Bir kere daha “O işi öyle teklif eden, ortaya atan insanların olumsuz bir mülahaza taşıdıklarına hiç ihtimal vermiyorum.” kaydını seslendiren Gülen, her fikrin sorgulanabileceğini ve bazı kimselerin farklı isimler de ileri sürebileceklerini, fakat kim ne yaparsa yapsın ve ne derse desin, herkesin kardeşliğimizi yaralamamaya dikkat etmesi lazım geldiğini vurguladı.

    “Onca köprüler kurulmuşken, bir Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ne takılarak kardeşlerimizin ‘Biz yemeği boykot ediyoruz’ demeleri doğru değil. Onlar oraya gitmeli. O köprüye o adı koyan insanlar da oraya gelmeli aynı zamanda. Yok öyle, bizim ayrımız gayrımız yok!.” diyen Hocaefendi, herkesin birbirinin hissiyatına saygılı olması gerektiğini, birbirini tanımayan insanların soğuk durabileceklerini, onun için de bazı ortak noktalarda bir araya gelmek lazım geldiğini; mesela bazı yerlerde cami cemevi yan yana yapılıp park ve gezme alanlarının müşterek kullanılabileceğini ifade etti.

     

     

     

    ‘USULÜ DETAYA FEDA ETMEYELİM ALLAH AŞKINA!’

    “Yaklaşırsan, yaklaşırlar; şirin görürsen, şirin görürler; kabul edersen, kabul görürsün. Senin âlemden beklediğini âlemin de senden beklediğini asla aklından çıkarmamalısın!.” diyen Hocaefendi, herkesi kucaklama anlayışıyla ortaya konan Türkçe Olimpiyatları ile ilgili faaliyetleri Peygamber Efendimiz’in ve başka büyüklerin manen teşrif buyurduğuna dair rüya ve yakazaları anlatan pek çok mektup geldiğini ve o teveccühün ardındaki hakikati vurguladı ve ekledi: “Usûlü detaya feda etmeyelim Allah aşkına!”

     

     

    İnsanın kendi adına hep azimetleri takip etmesi ve mükemmel kulluk peşinde gitmesi gerektiğine ama başkalarından aynı hassasiyeti beklemenin yanlış olacağına dikkat çeken Gülen, namazdan misal vererek şu hususu dillendirdi: “İnsan farklı duaları uzun uzun tekrar etme, rükû ve secdeyi kıyama denk götürme işini yalnız başına namaz kıldığı zaman yapmalıdır. İmam’ın cemaati bıktıracak ya da ihtiyaç sahiplerini zor durumda bırakacak şekilde namazı uzatması doğru değildir. Nitekim Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), imam olduğunda namazı uzunca kıldıran Muaz b. Cebel hazretlerini ikaz etmiştir.

  • Gülen’den Gezi için bir mesaj daha!

    Gülen’den Gezi için bir mesaj daha!

    Fethullah Gülen kendine ait internet sitesinde yine Gezi Parkı olaylarına değindi.Gülen, Aşık Rusati’nin dizeleriyle seslenelerek ‘yiğit belli değil, mert belli değil’ diyerek Gezi Parkı olaylarına göndermede bulundu.

     
    Gülen , açıklamalarında şu ifadelere yer verdi:

     

    İfritten bir dönemde yaşıyoruz. Hadis kitaplarında “Kitabü’l-fiten ve’l-melâhim” başlığıyla bazı bölümler yer almakta; ileride gelecek olaylardan, özellikle âhir zamanda cereyan edecek olan dehşetli hadiselerden bahsedilmekte; bunlara karşı müslümanın nasıl tavır takınması gerektiği belirtilmektedir. Bir yönüyle, o hadislerde işaret edilen ifritten günlerin emarelerini görüyoruz.

     

    Bazı fikirlerini beğenmesem de Türkçe’yi güzel kullanması açısından takdir ettiğim “Tarih-i İstikbal” müellifi Celâl Nuri, kendisine “Her tarafta kan seylapları ve kan gölleri var?!.” denildiğinde, âdeta insanlığın tarihî sergüzeştini hülasâ etmiş ve “O seylaplar ne zaman durdu, o kan gölü hangi devirde kurudu ki? Beşer, birbirini öldürmekten ve birbirine zulmetmekten ne zaman vazgeçti ki!..” şeklinde mukâbelede bulunmuştur. Bu sözün, zulmün ve haksızlığın devamı bakımından bugün de geçerliliğini koruduğu âşikâr.

     

     

     

    KÂTİL NİYE ÖLDÜRDÜĞÜNÜ, MAKTUL DE NEDEN ÖLDÜĞÜNÜ BİLEMEYECEK

    Kitabu’l-fiten ve’l-melâhim’de Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki; “Öyle bir zaman gelecek ki insanlar birbirini öldürecek de kâtil niye öldürdürdüğünü, maktul de neden öldüğünü bilemeyecek.”

     

     

    YİĞİT BELLİ DEĞİL MERT BELLİ DEĞİL

    Âşık Ruhsati şöyle der:
    “Bir vakte erdi ki bizim günümüz,
    Yiğit belli değil mert belli değil;
    Herkes yarasına derman arıyor,
    Deva belli değil dert belli değil.”
    İşte her şeyin böylesine belirsizleştiği bir dönemde yaşıyoruz.

     

     

    EN BÜYÜK HASTALIK NİFAK

    Bu ifritten dönemin en büyük hastalıklarından birisi “nifak”, iki yüzlülük ve takıyye marazıdır.

    Küfür ve inkarını açıktan ortaya koyanlara karşı mücadele bir yönüyle kolaydır ve yapılması gerekenler bellidir. Belki onun yolu, Hazreti Üstad’ın iktibas edip değerlendirdiği, Hafız-ı Şirazî’nin şu sözünde gösterilmektedir:

    “İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.”

     

     

    MÜNAFIKLA BAŞA ÇIKMAK ZORDUR

    Fakat münafıkla başa çıkmak çok zordur. Çünkü, inanmadığı halde inanıyor görünmek, akide ve düşüncelerinde münkir olmasına rağmen farklı bir tavır ve kanaat sergilemek, her zaman duruma göre hareket edip sürekli iki yüzlü davranmak demek olan nifak; ferdî, içtimaî öyle bir riyakârlık ve öyle bir ruh hastalığıdır ki bu hastalığı taşıyan mürâî ve münafık, her zeminde ayrı bir tavırda bulunur, her yerde farklı bir görüntü sergiler ve o rengârenk davranışlarıyla âdeta birkaç hayatı iç içe birden yaşar. Din, iman düşmanlarının açıktan açığa diyanet ve mukaddesata sürekli hücum etmelerine karşılık o, çok defa dinî, millî ve vatanî değerlere saygılı görünerek her zaman ehl-i imanı aldatmaya çalışır.. her zaman sinsi davranır ve moda tabiriyle “takiyye”lerde bulunur.. yerinde herkesi dostça kucaklar ama fırsat bulunca da arkadan hançerlemeyi ihmal etmez.

     

     

    BUGÜN SÖZ VERİR, ERTESİ GÜN SÖZÜNDEN DÖNER

    Münafık, konuşurken yalan söyler; bugün vefa sözü verdiği bir konuda bakarsınız, ertesi gün hemen sözünden döner; sizin itimat ve güveninize hıyanetle karşılık verir ve hemen her zaman en haince düşmanlık duygularını dostane tavırlar içinde icra eder. Bu itibarla da o, din, iman ve Kur’ân düşmanı bir münkirden daha tehlikelidir; tehlikelidir zira, sizin gibi düşünüyor görünüp, düşmanca duygulara karşı tedbirli olma ve teyakkuzda bulunma hislerinizde gevşeklik hâsıl ederek yanınıza kadar sokulur, yüzünüze güler; fırsat bulunca da yılan gibi ısırır ve akrep gibi de sinsice sokar.

     

     

    HAKSIZLIK YAPAR, İŞİ DÜŞMANLIĞA DÖNÜŞTÜRÜR

    Rasûl-ü Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
    Dört haslet vardır ki, kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde nifaktan bir haslet var demektir. O dört haslet şunlardır: Kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder. Konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünde durmaz. Bir konuda taraf olduğunda haddi aşar, haksızlık yapar, işi düşmanlığa dönüştürür.” (Buharî, İman 24; Müslim, İman 106)

     

     

    KÜFRÜN OLDUĞU DÖNEMDE NİFAK AZ GÖRÜLÜR

    Küfrün hakim olduğu dönemlerde nifak az görülür. Çünkü, münkirler, güçlü kuvvetli olup fırsat da bulunca, açıktan açığa millî ve dinî değerlere karşı savaş ilân ederler, nifaka ihtiyaç duymazlar. Onun için Mekke-yi Mükerreme’de münafıkların sayısı çok değildi. Fakat, ilk devirde Medine-yi Münevvere’de olduğu gibi, İslam’ın kendini ifade edebildiği dönemlerde küfür nifaka dönüşür ve münafıklar çoğalırlar. Zira münafıklar, zayıf düştükleri ya da toplumdan tepki alabilecekleri durumlarda, bir yandan akla–hayale gelmedik sinsi komplolarla düşmanlıklarını devam ettirirken, diğer yandan da, imandan, İslâmiyet’ten bahisler açarak dinin istismar edildiğinden dert yanar ve “Biz de mü’miniz, hem de hakikî mü’min” demeyi ihmal etmezler. Ancak böyle demeleri de fazla uzun sürmez. Kendileri gibi düşünenlerle baş başa kalınca, “Biz temelde sizinle beraberdik ama, inananlarla alay ediyorduk” –bu da yine Kur’ân’ın tespitidir– der ve çıkarlar işin içinden.

     

     

    İNANDIK DER VE İKİYÜZLÜ DAVRANIRLAR

    Münafıklar, bir kısım avantaj ve imkân elde edebileceklerini düşünerek inanmadıkları hâlde inanıyor görünür, kalben inkâr ettikleri hâlde dilleriyle “inandık” der ve ikiyüzlü davranırlar. Bu sebeple onlar, işin merkezinde değil de, kıyısında-köşesinde durur; menfaat ve çıkarın söz konusu olduğu dönemlerde âdeta dini diyaneti bir ucundan tutar, “bir kenarından da olsa İslâm’a sahip çıkıyor” şeklinde bir görüntü vermeye çalışırlar. Şayet menfaatleri mü’minlerden uzak durmayı gerektiriyorsa, bu defa da hemen saf değiştirir başkalarıyla el ele verirler. Dolayısıyla da onlar, Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “zıp orada zıp burada” dolaşıp durmalarıyla tam bir yüzer gezer hali sergilerler. Günümüzde de hemen her yerde bu tür kimseler yaygınca bulunmaktadır.

    Münafık, mevhum hasımları için ne komplolar ne komplolar plânlar.. plânlar da, hasım kabul ettiği kesim veya kimselerin sıkıntılı hâl ve kritik durumlarında gerçek niyetini hemen ortaya koyuverir. Sonra da başkalarının, “hüsnüzann”a binâen ardına kadar açık bıraktıkları kapıdan içeriye girerek akla-hayale gelmedik kötülüklerin hepsini yapar. Kur’ân-ı Kerim münafığın sukûtunu anlatırken şöyle buyurur:

    “Şu kesindir ki münâfıklar cehennemin en alt katındadırlar (dibindedirler). Onları oradan kurtaracak bir yardımcı da bulamazsın.” (Nisâ, 4/145)

     

     

    İSLAM’DA TAKIYYE KATİYYEN YOK

    Nifak, asrımızda öyle yaygınlaştı ki, aldatmayı “takıyye” adı altında dinin bir düsturu haline getirenler mevcut. Takıyye, kendini gizlemek, olduğundan farklı görünmek, inandığının aksini söylemek ve hileli yola başvurmak demektir. Bazıları, takıyyeyi müslümanlığa mal etmek isteseler de, İslam’da takıyye katiyen yoktur. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) “Aldatan bizden değildir” buyurmuştur.

    Emin olarak yürüyebilmeniz ve yapmanız gereken şeyleri güzergâh emniyeti içinde yapabilmeniz için sizinle kimlerin oynadığını ve sizi kimlerin istemediğini bilmeniz lazım.

     

     

    ŞEFKATSİZLİK ETMEYİN

    Kimseye merhametsizlik ve şefkatsizlik etmeyin. Fakat, takıyyeci insanlardan ve onlara lojistik destek sağlayan yabancılardan şefkat ve merhamet geleceğine de ihtimal vermeyin. Üstad hazretlerinin mülahazasıyla “hüsn-ü zan, adem-i itimat”. Sırtınızı dönmeyin, vururlar.. sırtınızdan hançerlerler.

    Omuzunuzda taşıdığınız şey size ait değil. Onda başta Allah’ın hakkı var.. Rasûlullah’ın hakkı var.. Bugüne kadarki yüzlerce müceddidin hakkı var.. Ve çağınızdaki Pir-i Mugan ile onun etrafında zindanlarda o dantelayı örgüleyenlerin hakkı var. O hak yemeyi bir yönüyle affetmez Allah celle celalühu.

     

     

    HÜKMETME, BASKI YAPMA, DİKTATÖRLÜK TESİS ETME

    Gelin Allah aşkına biraz da kardeşçe yaşayalım. Türkçe Olimpiyatları’nda dile getirdikleri gibi, “yeni bir dünya.. yeni bir dünya.. el ele yeni bir dünya!..” Hakimiyet değil.. hükmetme değil.. baskı yapma değil.. totaliter sistemler tesis etme değil.. diktatörlükler tesis etme değil.. tiranlıklar kurma değil.’

     

  • Amerika’da yaşayan Hocaefendi Türkiye’ye dönecek mi

    Amerika’da yaşayan Hocaefendi Türkiye’ye dönecek mi

    Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen Hocaefendi Türkiye’ye dönecek mi sorusuna cemaatin etkin isimlerinden Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın (GYV) Başkan Yardımcısı Cemal Uşak, cevap verdi.

     

    Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın (GYV) Başkan Yardımcısı Cemal Uşak, demokratik bir anayasanın kabulü ve uygulanması halinde Gülen’in Türkiye’ye dönebileceğini söyledi.

    İşte Uşak’ın konuyla ilgili sorulara verdiği yanıtlar:

     

    GÜLEN’İN DÖNMESİ İÇİN DEMOKRATİK ANAYASA ŞARTI

    Hocaefendi Türkiye’ye gelişini adeta bir şarta bağlamıştı bir görüşmede. “Gelişim oradaki umumi ahenge zarar vermeyeceği noktaya gelirse dönerim” mealinde bir cümle sarf etmişti. Yani, ne zamanki Hocaefendi’nin gelişi dolayısıyla birtakım siyasi spekülasyonlar söz konusu olmaz ise, Hocaefendi o zaman döner diye düşünüyorum.

     

    GELİRSE SPEKÜLAYSON OLMAZ MI?

    Bence olmaması elbette mümkün. Şahsi kanaatim bunun ön şartının sivil, demokratik bir anayasanın kabulü olduğunu düşünüyorum. Naçizane görüşüme göre, bu, gerek şart, ama yeter şart değil. Onun hazmı, kabulü ve uygulaması da belki söz konusu.(T24)

  • Hocaefendi, dünyanın en etkili 100 ismi arasında

    Hocaefendi, dünyanın en etkili 100 ismi arasında

    Amerikan Time dergisi, ‘Dünyanın en etkili 100 ismi’ listesini yayımladı.

    Bu yıl 10.su yayımlanan ve siyaset, sanat, iş ve düşünce dünyasına yön veren isimlerin yer aldığı listede, Fethullah Gülen Hocaefendi de bulunuyor. Listede yer alan isimler hakkında kısa sunumların yapıldığı bölümde Hocaefendi’nin ‘dünyanın en dikkat çeken dini liderlerinden biri olduğu’ belirtiliyor. Amerikalı ünlü yazar ve gazeteci Stephen Kinzer tarafından kaleme alınan sunuşta, ABD’nin Pennsylvania eyaletinde münzevi bir hayat sürdüğü kaydedilen Fethullah Gülen’in hoşgörü mesajları verdiği ve bu mesajların dünya genelinde hayranlık oluşturduğu dile getiriliyor. Gülen’in takipçileri tarafından 140 kadar ülkede okullar açıldığı, onun çağrılarına cevap veren gönüllü doktorların felaketlerin yaşandığı ülkelerde faaliyet gösterdiği dile getiriliyor. Kinzer, sunumunda Gülen’i “bir gizem adamı” olarak nitelendirirken, Hocaefendi’nin Türkiye’deki etkisinin ‘okullarından mezun olarak hükümet, yargı ve emniyette kilit makamlara gelen kişiler sayesinde’ büyük olduğunu iddia ediyor. Seveni olduğu kadar sevmeyeni de olduğunu dile getiren Kinzer, “Ancak Müslüman dünyada ılımlılığın en güçlü savunucusu olan Gülen, bu konuda acil derecede önemli bir kampanya yürütüyor.” ifadelerini kullanıyor.

     

  • Saklanın

    Saklanın

    Turgut Özal’ın hakkında bilinmeyen anıları sağ kolu Pakdemirli anlattı. Özal’ın Fethullah Gülen’i darbe öncesi uyardığı ve yurtdışına gitmeyi tavsiye ettiği, Cengiz Çandar’ı Öcalan ile görüşmeye onun yolladığı ortaya çıktı.  İşte Özal’ın hakkında gün yüzüne çıkmamış ayrıntılar…

     

    Özal döneminin önde gelen isimlerinden eski bakan Ekrem Pakdemirli, anılarını “Özal’ın Mirası” adıyla kitaplaştırdı. Pakdemirli dönemin Cumhurbaşkanı Evren’le arasında geçen bir diyaloğu şöyle anlattı: “Enflasyon konusunda beni birkaç defa makamına çağırdı. ‘Niye düşmüyor bu enflasyon? Emir veriyorum düşsün şu enflasyon’ dedi”

     

     

     

    Gazete Habertürk’ten Bülent Günal’ın haberine göre Merhum Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde sağ kolu olan eski bakan Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli, anılarını “Özal’ın Mirası” adıyla kitaplaştırdı. Turgay Yavuz’un kaleme aldığı ve Ufuk Yayınları’ndan çıkan kitapta Pakdemirli, tartışma yaratacak birçok konuyu da gündeme taşırken, bir döneme de ışık tutuyor.

     

     

     

    ‘EVREN BIYIKLARIMI SEVMEZDİ’

    ANAP döneminde Ulaştırma ve Maliye Bakanlığı ile Başbakan Yardımcılığı yapan Pakdemirli, kitapta dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in bıyıklarını hiç sevmediğini anlatıyor: “Onun için bana çok sempatik davrandığını söyleyemem. Benim kararnamelerimi hiç imzalamazdı. Turgut Bey benim kararnamelerin akıbetini sorduğu zaman da ‘O imzalanacak kararname göndermedi’ derdi.

     

     

    Ben de makamına gider, durumu anlatırdım. İkna edici konuştuğum zaman fikrinde çok ısrar etmezdi. En iyi tarafı buydu. Enflasyon konusunda beni birkaç defa makamına çağırdı. ‘Niye düşmüyor bu enflasyon? Emir veriyorum, düşsün şu enflasyon’ dedi. Ben de kendisine ‘Tabii ki inmez Paşam, mesela sizin kaç tane eviniz var, 3 tane, ama siz gittiniz İzmir Karşıyaka’dan 4’üncü evi de aldınız. Mala talep yarattınız, talep artınca fiyatlar da artıyor. Mala talepler azalsa kimse zam yapamayacak, mala talep azalacağı yerde artıyor. O zaman da mal sahipleri zam yapıyor. Türkiye’de uzun zamandır her ürün bulunamıyordu, şimdi insanlar istediği gibi ürünleri bulunca sanki bedava kabul edip mala hücum ettiler’ dedim.”

     

     

     

    “ÖZAL’I DAHA ÖNCE DE ÖLDÜRMEK İSTEDİLER”

    Özal’ın ölümünü suikast olarak düşünmemin sebebi daha önce de onu öldürmek istemiş olmalarıydı. Özal yeni bir uçak almıştı. Bu uçak 21 milyon dolara alınmıştı. Ben alınmasına karşı çıkmıştım. Bu iki motorlu bir uçaktı. VIP yolcuları taşıyan uçakların en az üç motorlu olması lazımdı. Özal bu uçakla bir seyahatte iken elektrik sistemi aniden sıfırlandı.

    Uçağı Pakistanlı bir pilot kullanıyordu. Onun mahareti ile uçak kazasız belasız indirildi. Sonradan bu durumun, bir farenin uçağın kablolarını kemirmesinden kaynaklandığı söylendi. O zaman bunun bir suikast tertibi olduğuna kanaat getirdim. Çünkü Başbakan’ın kullandığı böyle bir uçağın bu tür olaylara karşı gerekli tedbirlerinin alınmış olması lazımdı. İlk operasyonda denediler başarılı olamadılar, bundan sonra başka senaryoları devreye soktular diye düşünüyorum.”

     

     

     

    ‘EMİN ÇÖLAŞAN GİZLİ EVRAKLARI CUMHURİYET’E SATIYORMUŞ’

    “DPT’de grup başkanı iken Emin Çölaşan da DPT’de uzman yardımcısı olarak çalışıyordu. Bir ara baktık ki Cumhuriyet Gazetesi’nde bizim, hizmete özel olan gizli evraklar yayınlanıyor. Bu evrakları kimin verdiğini bir türlü bulamıyorduk. Bu evrakları kimin verdiğini bulmak için bir teklifte bulundum.

     

     

    Bir tane gizli evrakı, var olan 4 dairemize birer harfini değiştirerek verelim; böylelikle hangi daireden çıktığını kolaylıkla buluruz dedim. Evrakları dağıttık. Ertesi gün Cumhuriyet Gazetesi’nde Sosyal Planlama’ya gönderdiğimiz evrak yayınlandı. Sosyal Planlama Daire Başkanı o zaman Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş idi. Yalçıntaş’a evrakın kendi dairesinden çıktığını söyledik. O da evrakın akışından hangi şubeden çıktığını tespit etti. Sosyal Planlama’dan evrakı Emin Çölaşan’ın çıkardığını anladık. (…) Sonradan biz Cumhuriyet Gazetesi’nin sahibinden öğrendik ki Çölaşan bütün bu hizmete özel gizli evrakları para karşılığında Cumhuriyet Gazetesi’ne satıyormuş.”

     

     

     

    KİTAPTAN PAKDEMİRLİ’NİN ANILARI

    ‘Karısına söz geçirmeyen tek erkek benmiyim?’

    “Semra Hanım, Özal’a çok iyi bakıyordu. Özellikle hasta olduğu dönemde Turgut Ağabey’e çok iyi baktı. Zamanla etrafında çok insan toplanmasından dolayı başı biraz sersemlemiş olabilir. Bazı kadınlar yanına geliyordu. ‘Efendim siz bugün çok yoruldunuz’ deyip ayaklarını yıkıyor, sonra da kuruluyordu. Böyle olunca tabii Semra Hanım da bu durumdan etkilendi. Sonra bazı programlara katıldı. Orda ona ‘Sesiniz güzel’ dendi. Bir mikrofon uzattılar, başladı şarkı söylemeye, tabii bu durum Özal’a biraz zarar verdi. Biz Turgut Ağabey’e bu durum üzerine biraz yüklendik. Ağabey dedik ‘Siz Bülent Ulusu’nun veya Süleyman Demirel’in karısının çıkıp şarkı söylediğini gördünüz mü?’ Bu sözlerimiz üzerine rahmetli, gözleri dolarak ‘Karısına söz geçiremeyen tek erkek ben miyim?’ dedi.”

     

     

     

    ‘Sadri Alışık’ın tedavisi için örtülü ödenekten 3 milyon dolar ödedik’

    “Sanatçıyı ve sanatkârı Özal her zaman korumuştur. Onların bütün isteklerini yerine getirdi. Alışık siroz olmuştu. Karaciğerinin değişmesi için 3 milyon dolar lazımdı. Özal, ‘Sadri Alışık’a 3 milyon dolar ver’ dedi. Ben de ‘Ağabey 3 milyon dolar veremem‘ dedim. Turgut Ağabey bana ‘Osmanlı bütün sanatkârlarını sarayda muhafaza edip korumuştu. Yani onlara sahip çıkmıştı. Büyük devlet, sanatçısına sahip çıkan devlettir. Sadri Beyefendi kendini frenleyememiş, biraz fazla içmiş, karaciğeri çökmüş. Olsun, o sanatçımızdır. Ona sahip çıkacağız’ dedi. Parayı verdik, Sadri Alışık bu ameliyattan sonra 15 yıl yaşadı.’’

     

     

     

    ‘İhtilalden önce Gülen’e saklanmasını tavsiye ettik’

    “Fethullah Gülen Hocaefendi ile İzmir’de tanıştık. Hocaefendi, Bornova Merkez Camii’nde vaiz idi. Ben de üniversitede hocaydım. 1980 ihtilali yaklaşırken Turgut Özal, Hacı Kemal Erimez ve Fethullah Gülen’in de aralarında bulunduğu kişilerle beraber Ankara’da benim evimde bir araya geldik. Bu toplantıda Fethullah Gülen’e askerlerin söz dinlemediği, darbe yapacaklarının kesinleştiği, kendisinin saklanmasının iyi olacağını tavsiye ettik.”

     

     

     

    ‘Naim için 7milyon $ verdik’

    “Maliye Bakanı idim. Örtülü ödeneğin harcama evrakları bendeydi. Turgut Ağabey dedi ki ‘Naim Süleymanoğlu’nu Türk vatandaşı yapacağız ama 7 milyon dolar istiyorlar.’ Ben ‘Vermem’ dedim. ‘Ben bu 7 milyon dolar ile 70 köye su götürürüm.’ Bana dedi ki ‘Naim Süleymanoğlu’nu aldık, olimpiyatlara gitti, Türk bayrağıyla yarıştı ve şampiyon oldu. Türk bayrağı göndere çekilerek İstiklal Marşı okundu. Bu İstiklal Marşı’nın yurtdışında okunması için kaç para verirsin?’ Bunu anlatınca gözlerim doldu. ‘Verelim be ağabey o zaman’ dedim. Bulgar istihbaratına 7 milyon doları çantaya koyup gönderdik.”

     

     

     

    ‘Çandar’ı Öcalan’a gönderdi’

    “Cengiz Çandar, Özal’a çevreden bilgiler getiriyordu. Bu yüzden Özal onunla arkadaşlığına önem veriyordu. Özal’ın, Çandar’ı bir kez de Öcalan’a terörle bir yere varılamayacağını anlatmak için gönderdiğini hatırlıyorum.”

     

     

     

    ‘Kabinenin şakıyan bülbülüydü’

    “ANAP çok renkli bir partiydi. Mesela Sanayi ve Ticaret Bakanı olan Cahit Aral masondu. Özal’ın ilk kabinesinin şakıyan bülbülüydü. Yani basına en çok demeç veren bakanıydı.”

     

     

     

    ‘Eşref Bitlis yüzde yüz öldürüldü’

    “1993’te Eşref Bitlis, Jandarma Genel Komutanı’ydı. Kasıtlı öldürülmüştür. Bundan yüzde yüz eminim. Bir pilot olarak söylüyorum. O uçağın siparişini ben verdim, havada kolay kolay düşmesi mümkün değildi.”