Etiket: Eksikliği

  • Dikkat Eksikliği İlaçları Kalp Rahatsızlığına Neden Olabiliyor

    Türk Pediatrik Kardiyoloji ve Kalp Cerrahisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Nazan Özbarlas sınavlarda dikkat eksikliği konusunda kullanılan ilaçların kalp rahatsızlığına neden olduğunu belirterek, “Bunlar kalp ritmini bozulmasına neden oluyor. Aileler bu ilaçlara yöneliyor, bu ilaçlar doktor kontrolünde kontrollü bir şekilde kullanılması gerekiyor” dedi.

    Pediatrik Kardiyoloji ve Kalp Cerrahisi Derneği tarafından düzenlenen “15. Ulusal Pediatrik Kardiyoloji ve Kalp Damar Cerrahisi Kongresi”, Antalya Titanic Lara Otel’de devam ediyor. Kongrede 125 oturum başkanı ve konuşmacı görev alıyor. 400 katılımcının takip ettiği kongre kapsamında, alanında uzman hocalar basın mensupları ile bir araya geldi. Türk Pediatrik Kardiyoloji ve Kalp Cerrahisi Derneği adına açıklama yapan Kongre Başkanı Prof. Dr. Nazan Özbarlas, kongre kapsamında 3 kurs, 1 konsey toplantısı, 13 panel, 2 konferans, 2 uydu sempozyumu, 3 karşıt görüşler oturumu, 13 sözel sunum olmak üzere 37 oturum gerçekleştirileceğini söyledi.

    “KALP YETERSİZLİĞİNİN EN ÖNEMİ BULGUSU BEBEĞİN ÇABUK YORULMASIDIR”

    Türk Pediatrik Kardiyoloji ve Kalp Cerrahisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Rukiye Eker Ömeroğlu, kalp hastası çocuklarda morarma görüldüğünü ifade ederek, ailelerin buna itiraz ettiğini söyledi. Her kalp rahatsızlığı olan çocuklarda morarmanın gerçekleşmediğini aktaran Ömeroğlu, “Kalp yetersizliğinin en önemi bulgusu bebeğin çabuk yorulmasıdır. Çocuğun ani terlemesi oluyor. Bir süre sonra bunların muayene amaçla götürülürse tanısı konulabilir. Bir kısmında göğüs ağrısı ve çarpıntı olabiliyor. Ritim bozukluğu olan çocukta bayılma görülebiliyor. Bunun sonucunda ani ölümler olabiliyor” diye konuştu.

    “YETERSİZ TEÇHİZAT VE ELEMANLARCA YOĞUN BAKIM HİZMETİ VERİLMEKTEDİR”

    Türkiye’de yılda 60 bin çocuğun yoğun bakıma ihtiyacı olduğu tahmin edildiğini belirten Ömeroğlu, “Ne yazık ki mevcut Çocuk Yoğun Bakım yatakları bu ihtiyacın sadece yüzde 20’sini karşılamaktadır. Birçok merkezde çocuk servisi içinde veya tek bir odadan ibaret ünitelerde yetersiz teçhizat ve elemanlarca yoğun bakım hizmeti verilmektedir. Bazı merkezlerde ise erişkin yoğun bakımlarda çocuğu iyi tanımayan erişkin yoğun bakımcılar bu işten sorumlu tutulmaktadır” dedi.

    “VİTAMİN EKSİKLİĞİNDEN OLAN TERLEME ENSEDEN OLUR”

    Prof. Dr. Rukiye Eker Ömeroğlu: “Kalp yetersizliği olan bebeklerin terlemeleri diğer terleme nedenlerinden farklı olarak alından ve soğuk soğuk şekilde olabilir. Vitamin eksikliğinden olan terleme enseden olur. Kalp yetersizliği olan bebekler daha çok efor sar ederken alından soğuk terlerler. Bu çocuklarda akciğere fazla kan gittiği için gördüğümüz bir başka sorun da sık akciğer enfeksiyonları olmasıdır” diye konuştu.

    “TOPLUMUN BİLİNÇLENMESİ GEREKİYOR”

    Türk Pediatrik Kardiyoloji ve Kalp Cerrahisi Derneği Bilimsel Sekreteri Prof. Dr. Osman Başpınar ise son yıllarda doğumsal kalp hastalıklarının tedavisinde girişimsel yöntemler giderek artan oranlarda kullanıldığını söyledi. Kalp rahatsızlıkları konusunda toplumun bilinçlendirilmesi gerektiğine değinen Başpınar, “Çocukta kalp hastalığı olur mu diyorlar. Aniden ölen çocuklar var. Bunlar çok büyük infial oluşturuyor Çocukta kalp olmadığı düşünülüyor. Oysa bunların tedavisi mümkündür. Çocuk kalp hastalıkları aslında tedavi edilebilir hastalıktır. Çabuk yorulan hastaların bu açından değerlendirilmesi gerekir. Hastanın göğüs kafesi açılmadan, hastanede sadece 1 gün kalarak yapılabilen bu tedaviler, ne yazık ki SGK fiyat politikaları nedeniyle ciddi problemlere yol açmakta ve bazı durumlarda hastanın aleyhine olmakla beraber cerrahi yöntemler tercih edilmek zorunda kalınmaktadır” diye konuştu.

    “DİKKAT EKSİLİĞİ KONUSUNDA KULLANILAN İLAÇLAR KALBE ZARARLI”

    Türk Pediatrik Kadiyoloji ve Kalp Cerrahisi Derneği Başkanı Pof. Dr. Nazan Özbarlas da Türkiye’de her yıl 12 bin bebeğin doğuştan kalp hastası olarak dünyaya geldiğini aktardı. Bu hastaların yaklaşık yüzde 40’ına hayatlarının bir döneminde tedavi kapsamında anjiyo ya da ameliyat yapılması gerektiğini ifade eden Özbarlas, “Kendinizi azıcık halsiz hissettiğiniz de çok ciddi tehlike altında kalabiliyorsunuz. Dikkat eksiliği konusunda kullanılan ilaçlar sınavlarda çok fazla kullanılıyor. Bunlar kalp ritmini bozulmasına neden oluyor. Aileler bu ilaçlara yöneliyor, bu ilaçlar doktor kontrolünde kontrollü bir şekilde kullanılması gerekiyor” diye konuştu.

    “BEBEKLERİN BİR KISMINDA DELİK KENDİLİĞİNDEN 2-3 YAŞINA KADAR KAPANABİLİR”

    En yaygın görülen kalp hastalığı kalpteki delikler olduğunu açıklayan Özbarlas, “Kalbinde küçük bir delikle doğan bebeklerin bir kısmında delik kendiliğinden 2-3 yaşına kadar kapanabilir, kapanmasa bile tedavi gerekmeden normal yaşantılarını sürdürebilirler. Kalbinde orta ya da geniş büyüklükte delik olanlar, hızlı nefes alır, yemek yerken ya da uyurken terler, sık alt solunum yolu enfeksiyonu geçirirler. Muayenede, kalpte üfürüm denilen ses duyulur. Erken teşhis edilmez ve tedavi olmazsa, kalp yetersizliği, pulmoner hipertansiyon, büyüme ve genişleme geriliği, sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonları görülür” dedi.

    DİKKAT EKSİLİĞİ İLAÇLARINA DİKKAT

    Türk Pediatrik Kardiyoloji ve Kalp Cerrahisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Nazan Özbarlas sınavlarda dikkat eksikliği konusunda kullanılan ilaçların kalp rahatsızlığına neden olduğunu belirterek, “Bunlar kalp ritmini bozulmasına neden oluyor. Aileler bu ilaçlara yöneliyor, bu ilaçlar doktor kontrolünde kontrollü bir şekilde kullanılması gerekiyor. Kalpteki her delik anjiyo ile halledilebilen bir şey değildir” diye konuştu.

    “HASTALARA TAM ANLAMI İLE CEVAP VERİLDİĞİ SÖYLENEMEZ”

    Türk Pediatrik Kardiyoloji ve Kalp Cerrahisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Hakan Ceyran Türkiye’de çocuk kalp cerrahisi alanında giderek artan bir talep olduğunu belirterek , “Yıllık gereksinimi olan hastalara tam anlamı ile cevap verildiği söylenemez. Ülkemiz yurt dışından da gelen çocukları da muayene ediyor. Bu konuda bakanlık da dahil olmak üzere çalışmalar devam ediyor. Umuyorum bu ihtiyaç karşılanacaktır” dedi.

    “GİZLİ KALP DİYE BİR ŞEY YOK”

    Çocuk Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ergün Çil ise, kalp rahatsızlığının tedavisinde ödenen fiyatların çok yüksek olduğunu belirterek zaman zaman hastalar ile karşı karşıya kaldıklarını aktardı. Tedavi konusunda özellikle üniversite hastanelerinde sorunlar daha fazla olduğuna dikkat çeken Çil, “Kalp krizi konusunda hastalarımızın birçoğuna tanı koyabiliyoruz. Gizli kalp diye bir şey yok. Tespit edilememiş bir kalp vardır. İnsanların 50-60 yaşına kadar fark edemediği kalp hastaları var” diye konuştu.

  • Prof. Dr. Önal: “Parkinson Hastalığı Dopamin Eksikliği İle Ortaya Çıkıyor”

    Prof. Dr. Zülküf Önal, “Beynin bir bölgesini etkileyen ve kronik bir hastalık olan parkinson, genellikle 50 yaş üzerinde görülüyor. Bu hastalıkta beyinde ’dopamin’ isimli bir molekülü üreten nöronların kaybı izlenmektedir” dedi.

    Liv Hospital Ankara Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Zülküf Önal, Dünya Parkinson Günü dolayısıyla parkinson hastalığını anlattı. Prof. Dr. Önal, parkinsonun beynin bir bölgesini etkileyen kronik bir hastalık olduğunu ve genellikle 50 yaş üzerinde görüldüğünü vurgulayarak, “Bu hastalıkta beyinde ’dopamin’ isimli bir molekülü üreten nöronların kaybı izlenmektedir. Belirtileri arasında hareketlerde yavaşlama, kaslarda sertlik ve gerginlik, kolların yürürken görülen serbest hareketlerinde azalma ve titreme olan hastalıkta yaş ilerledikçe görülme sıklığı da artıyor. Parkinson hastalığı tedavisinde ana prensibin hastanın toplum içinde kendini iyi hissetmesi ve günlük yaşam aktivitelerini yardıma ihtiyaç duymadan ve zorlanmadan gerçekleştirebilmesi olduğunu ve hasta ilaç tedavisinin yanı sıra egzersiz programlarını da aksatmamalıdır. Egzersiz programlarıyla hastalık sürecinde sık görülen mesane, bağırsak problemleri önlenebilir” diye konuştu.

    “EGZERSİZLE DEPRESYONUN ÖNÜNE GEÇİLEBİLİR”

    Hastalığın seyrinde sıklıkla görülen mesane bağırsak problemlerinin, yani kabızlığın egzersizle giderilebileceğini ifade eden Prof. Dr. Önal, “Yine egzersizle vücudun doğal olarak sahip olduğu endorfin dediğimiz hormon düzeyleri artırılarak, hastalıkta gördüğümüz depresyon, iç sıkıntısı, hayattan kopma gibi hal ve durumlar da düzeltilebilir. Hastalarda kuvvet kaybı kaçınılmaz olduğu için bu hastalara mutlaka kuvvetlendirme egzersizleri verilmelidir” dedi.

    “PARKİNSON GENETİK GEÇİŞLİ DEĞİLDİR”

    Parkinson hastalarının büyük çoğunluğunda sıklıkla ilk belirtinin bir el parmağında veya elde titreme, daha seyrek olarak da ayak titreme ile başladığını söyleyen Prof. Dr. Önal şunları kaydetti:

    “Kimi hastada ise yazı yazarken harflerde küçülme ilk belirtiyi oluşturur. Parkinson beynin bir bölgesini etkileyen kronik bir hastalıktır. Parkinson hastalığı genellikle 65 yaş üzerinde görülür. Yaş arttıkça da görülme sıklığı artar. 60’lı yaşlarındaki her bin kişiden 5’inde görülürken, 80’li yaşlarındaki her bin kişiden 40’ında hastalık saptanabilir. Kadın ve erkekleri eşit oranda etkilemekle birlikte erkeklerde görülme sıklığı biraz daha fazladır. Nadiren 50 yaş altındakilerde de gözlenebilir. Parkinson genellikle genetik geçişli değildir, herkesi etkileyebilir. Ancak 50 yaşından önce bu hastalığın ortaya çıktığı kişilerin küçük bir kısmında genetik faktörler önemli olabilir.”

    Prof. Dr. Önal, parkinson hastalığının belirtileri ile ilgili ise şunları söyledi:

    “Parkinson hastalığında hareketlerde yavaşlama, kaslarda sertlik, gerginlik, kolların yürürken görülen serbest hareketlerinde azalma ve titreme görülür. Bu yakınmalar zaman içinde yavaşça artar. Yakınmaların artışı birçok hastalıkta olduğu gibi kişiden kişiye değişir. Günlük yaşamını etkileyecek düzeyde kötüleşme uzun yıllar sürebilir. Hastalığın başlangıç döneminde vücudun bir yarısı daha belirgin olarak etkilenir.”

    “BEYİNDEKİ BÖLGEYE GÖRE FARKLILIK GÖSTERİYOR”

    Prof. Dr. Önal, parkinson hastalığının beyindeki bölgeye göre farklılık gösterebilen belirtilerini şöyle sıraladı:

    “Yüzde ifadede azalma, göz kırpmada azalma, ince hareketlere bozulma, özellikle ayakkabı bağlamada veya düğme iliklemede güçlük, dengesizlik ve sık sık düşmeler, konuşmada yavaş ve tekdüze hale gelme, yutma güçlüğü ve ağız kenarından salya akma gibi belirtiler görülebilir.”

    Bazı hastalarda zaman ilerledikçe kabızlık, idrar kaçırma, hayal görme, aşırı terleme, cinsel sorunlar, koku alma bozukluğu, uyku bozukluğu, kilo kaybı, ağrı, depresif ve kaygılı ruh hali şeklinde de gelişebileceğinin altını çizen Prof. Dr. Önal, “Zaman zaman bazı hastalarda davranış bozuklukları görülmeye başlar, aşırı kumar oynama isteği, aşırı yemek yeme, aşırı alışveriş yapma isteği gibi belirtiler ise genellikle tedavi amacı ile kullanılan ilaçların yan etkileri olarak ortaya çıkar” şeklinde konuştu.

    “HASTANIN AİLESİ İLE HEKİM İŞBİRLİĞİ İÇİNDE OLMALI”

    “Parkinson hastalığının uzun süreli, yavaş ilerleyici bir hastalık olması nedeniyle tedavisinde hastanın ve ailesinin hekimle uzun yıllar işbirliği yapması gerekmektedir” diyen Prof. Dr. Önal şöyle devam etti:

    “Beraber gösterilecek çaba hem hastanın kendisini rahatsız eden belirtilerin kontrolünü, hem de hastanın daha iyi bir yaşam düzeyine kavuşmasını sağlayacaktır. İlk dönemlerde kullanılacak ilaç hastanın klinik özelliklerine bağlı olarak tespit edilir. Hastalığın ilerlemesi durumunda birkaç ilaç tedavi amacı ile bir arada kullanılabilir. Ayrıca bu konuda deneyimli hemşireler, fizyoterapistler, uğraşı tedavisi uygulayıcıları, konuşma terapistleri, diyetisyenler ve psikolog tedavi sürecine katkı sağlar. Tedaviye dirençli tremor veya kasılmalar varsa derin beyin uyarımı adı altında anılan pil ile periyodik uyarım sağlanarak veya cerrahi tedavi söz konusu olabilir.”

  • Vitamin Eksikliği Hastalıklara Davetiye Çıkarıyor

    Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurhan Bayraktar, vitamin eksikliğinin hastalıklara davetiye çıkardığını belirterek,“Halsizlik, yorgunluk, çabuk yorulma, üşüme hissi, baş dönmesi, iştahsızlık, saç dökülmesi, çarpıntı, konsantrasyon bozukluğu, çalışma kapasitesinde düşüklük mevcut bir kansızlığın belirtileri olabilir“ dedi.

    Prof. Dr. Nurhan Bayraktar, vitaminlerin büyüme, hücre yenilenmesi ve enerji üretimi için vücuda gerekli olan maddeler olduğunu belirterek, vitaminler insan vücudunda sentezlenemeyen, sentezlense bile yeterli olamayan, dışarıdan alınması gerekli organik maddeler olduğunu hatırlattı. Vitaminlerin eksikliği genelde taze meyve ve sebze ile beslenen, yeterli et ve et ürünleri tüketen kişilerde gözlenmediğini vurgulayan Bayraktar, ancak bazı durumların vitamin gereksinimini artırabileceğini ifade etti. Bayraktar, “Vitamin gereksinimi arttıran durumlar, gebelik, emzirme, bağırsaklarda emilim bozukluğu, ameliyat olma, büyüme ve gelişme, ağır stres, ağır bedensel çalışma ya da egzersiz, kemoterapi, ağır yanıklar ve ağır enfeksiyonlar olarak sıralanabilir. Vitamin eksikliği hastalıkları da beraberinde getirir” dedi.

    Vitaminlerden B12’nin kansızlığa ve ciddi sağlık problemlerine yol açabileceğini anlatan Prof. Dr. Bayraktar, “Basit bir kan sayımıyla kansızlık teşhis edilebilir. Altta yatan nedeni öğrenmek için kan testleri yapılması gerekir. Kronik kansızlığın tedavisinde, kansızlığa yol açan rahatsızlığın düzeltilmesi gerekir. B12 vitamini eksikliği de kansızlığa ve ciddi sağlık problemlerine yol açabilir. Vitamin B12 alyuvarların kemik iliğinden üretilmesi için gereklidir. B12 vitamininin yeterli miktarda olmaması halinde kansızlık oluşur. Besinlerle alınan B 12 vitamini emiliminin olabilmesi için mide, pankreas ve ince bağırsağın fonksiyonlarının normal olması gerekir. Bunlardan birindeki bozukluk B12 vitamininin eksikliğine yol açar. B12 vitamin eksikliği ciddi zihinsel sorunlara neden olur. Kansızlık görülür. El ve ayaklarda uyuşma zihinsel fonksiyonlarda azalma, unutkanlık, çarpıntı, sararmış cilt, şişmiş ağrıyan ve hassas dil, yorgunluk, gibi belirtiler görülür” diye konuştu.

    Vitamin üretimi vücutta yapılamaması nedeniyle mutlaka dışarıdan besin veya diğer şekillerde alınması gerektiğinin altını çizen Bayraktar, “Vitamin kaynakları bitkisel değildir. Hayvansal kaynaklı besinlerden sağlanmalıdır. Et, tavuk, balık, yumurta, süt, yoğurt, peynir, karaciğer, yürek ve böbrek gibi yiyecekler en iyi vitamin B12 kaynaklarındandır. Özellikle vejetaryen olanlarda vitamin B12 eksikliğine daha çok karşılaşılmaktadır. Tedaviye doktorunuz karar vermelidir. Kişinin kendisi bu kararı veremez. Kan tahlili sonucunda ölçülen B12’nin değerine bakılarak, hastanın genel tablosu ve beslenme alışkanlıkları gibi durumlar göz önüne alınarak en uygun tedaviyi doktorunuz düzenleyecektir. Yetişkin veya yaşlı fark etmez, gereksinimin olduğu her durumda besin ya da ilaç desteği ile vitamin B12 desteği yapılmalıdır” uyarılarında bulundu.

  • Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu

    Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Uzm. Dr. Serkan Süren, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun tıbbi bir hastalık olduğunu, tedavisi ve tanısının tıp eğitimi almış çocuk psikiyatrisi uzmanlarınca yürütülmesi gerektiğini söyledi.

    Medical Park Samsun Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Uzm. Dr. Serkan Süren “dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu(DEHB)” hakkında bilgi verdi. Dr. Süren “Bazen ilgili bir öğretmen (hiperaktiviteyi görmezden gelen, biz idare ediyoruz diyen) bazen de çokbilmiş bir akraba, komşu veya eczacı nedeniyle tedavisi geciktirilmiş hiperaktif çocuklarımızın ergenlikte ortaya çıkan davranışsal ve daha başka birçok psikiyatrik sorununu çözmeye çalışan ülkemizdeki ne yazık ki az sayıdaki çocuk psikiyatrisi uzmanından birisiyim. Çok bilen yakın çevremize, işin profesyoneli olarak görülüp yazıları paylaşılan bazı kişilerin, bilimsel dayanağı olmayan kişisel görüşlerini bilimsel doğrularmış gibi sunmaları da eklenince, ailelerin zaten var olan kafa karışıklığının artması, DEHB’li çocuklarımızın tedavisinin gecikmesi ve en nihayetinde tamiri çok zor mümkün olan davranışsal problemlerin oluşması kaçınılmaz hale gelmektedir” dedi.

    Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun tıbbi bir hastalık olduğunu vurgulayan Dr. Serkan Süren “Tanı konma ve tedavi sureci tip eğitimi almış çocuk psikiyatristleri tarafından yürütülmelidir. Çocuğumuzun DEHB olup olmadığı yönünde verilecek karar ve buna bağlı verilecek tedavi çocuğumuzun bütün yaşamını derinden etkileyecektir. Tedavinin temeli ailenin doğru bilgilerle bilinçlendirilmesi yani psikoeğitim ve ilaç tedavisinin beraber yürütülmesidir. Tedavi olması gerektiği gibi yürütüldüğünde hem çocukluk hem de ergenlik döneminde gerek akademik, gerek sosyal alanda çocuklarımız, hiperaktif olmayan yaşıtlarının yaşadığı dönemsel zorlanmalara ek hiç bir problem yaşamazlar” şeklinde konuştu.

    Dr. Süren şu bilgileri verdi: “Dikkat eksikliği olan çocuklar kendilerine sorumluluk olarak verilen görevleri sonlandırmada, zamanında bitirmede ve başında durmakta zorluk yaşarlar. Bunun en önemli nedenlerinden birisi en basitçe tarifiyle, görevleri ve sorumlulukları yapabilmek için gerekli olan ‘dopamin ve nörepinefrin’ isimli nörotransmiterlerin beynin ön bölgesi olan prefrontal korteksten henüz bilemediğimiz nedenlerle salınımının bozulmuş olmasıdır. Dopamin haz molekülü olarak da bilinir, özellikle keyif alınarak yapılan aktivitelerde, beyindeki ödül sisteminin merkezi olarak bilinen nücleus accumbesten salınımı gerçekleşir. DEHB’li çocukların TV, bilgisayar gibi zevk veren, sorumluluktan sayılamayacak etkinliklerin başında saatlerce, dikkati dağılmadan kalabilmeleri nücleus accumbesten salınan dopamin sayesinde mümkün olabilmektedir. Sorun televizyon, bilgisayar gibi keyifli uğraşlar esnasında dopaminin salınmaması değil, sorumlulukların görevlerin yerine getirilmesi istendiğinde dikkat sisteminin yeterli dopamin üretememesidir. Dolayısıyla Dikkat eksikliği olan çocuklarımızın keyif aldıkları şeylerden çabuk sıkılmamaları, en ince ayrıntısına kadar bilebilmeleri onların DEHB olmadığı anlamına gelmez.”

    Günümüzde internet bağımlılığı gelişen çocuklarda en sık eşlik eden bozukluğun dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olduğunu söyleyen Dr. Süren, “Dopamin molekülünün ilgili beyin bölgelerinden farklı görevler esnasında salınımının bozulmuş olması, sıkıcı gelen aktivitelerin başında duramama aynı zamanda zevk veren aktivitelerin başından ayrılamama ile sonuçlanır. Günümüzde internet bağımlılığı gelişen çocuklarımızda en sık eşlik eden bozukluğun DEHB olması bu durumun en somut kanıtlarından birisidir. Birçok beyin alanı ve farklı norotransmiterler işin içinde olmakla birlikte en anlaşılır hali pedogog, pediatrist ve aile hekimi arkadaşlar için bu şekilde özetlenebilir” ifadelerini kullandı.

    Uzm. Dr. Serkan Süren şöyle devam etti: “Sevgili anne ve babalar, 7 8 yaşlarında çocuğuma doktor ilaç kullanacağız derse ben de huzursuz olurum, ilaç kullanmazsak olmaz mı, ileride zarar verici etkileri olmaz mı diye endişe ederim. Bunu hissetmemizden daha doğal hiç bir şey olamaz. Ancak bu noktada devreye giren bir çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanının size yapacağı net ve en doğru açıklamalar DEHB tedavisinin temelini teşkil etmelidir (psikoegitim). Annesini üzmesin, öğretmeni yormasın veya matematik, Türkçe 3 ten 5’e çıksın diye bir çocuğa ilaç verilmez, hiperaktivite tedavisinde esas amaç, ergenlik döneminde çocuğumuzu ve ailemizi zor durumda bırakacak çeşitli davranışsal problemlerin oluşmasının önüne geçilmesidir. Hiperaktivite çocukluktan ergenliğe geçişte azalma eğilimindedir ancak bu azalma, huzursuzlukta artışı beraberinde getirir. Örneğin anne-babası başında, maddi manevi bir sıkıntısı yok ancak çocuğumuz sabah kalkıyor huzursuz aksam yatıyor huzursuz olması, sürekli ’ oğlum/kızım neyin var, okulda mı bir şey oldu deme ihtiyacı hissetmeye başlamamız ve çocuğumuzun bir turlu mutlu olamaması ergenliğe kadar tedaviyi erteleyen ailelerimizi bekleyen bilindik tablodur. Ergenlik döneminin doğası gereği çocuklarımız artan bağımsızlık duygusu ve özerklik ihtiyacı doğrultusunda anne babalarından fiziksel ve duygusal olarak uzaklaşmaya, benzer ilgi alanları olan arkadaşlarının oluşturduğu gruplar içinde bir gruba ait olma ve kendini ifade edebilme hissiyatı ile arkadaş ortamlarında daha fazla zaman geçirmeye başlarlar. Bu doğal süreçte hiperaktif çocuğumuz anne babadan uzaklaşmayı başarılı bir şekilde sağlayabilmekle beraber, küçüklüğünde kontrol edemediği hareketlilik ve dürtüselliğe benzer şekilde, bu sefer de çabuk sıkılma aniden sinirlenme alınganlık gibi artan olumsuz davranışsal özellikler nedeniyle, arkadaş ilişkilerinde sorunlar belirginleşmeye başlar. Anne babadan dönemin doğası gereği uzaklaşan DEHB’li ergen, sonradan pişman olsa da öfke ile yaptığı davranışları engellememesi sonucu arkadaş ilişkilerini bir türlü yoluna koyamama, yalnızlaşma, içe kapanma, özgüvende azalma, bilgisayar başında geçirilen surelerde artış, uykularda bozulma ve en nihayetinde depresif semptomlarla baş başa kalma seklinde olumsuz bir tablo ile karşılaşır. İşlerin yolunda gitmediği bu dönemde uygunsuz çevrelerden alacağı ‘şunu iç rahatlarsın’ ’al şunu dene iyi gelir’ şeklinde sigara, alkol ve madde kullanma teklifleri, risk almaktan korkmayan (küçükken de hızlı bisiklet sürerdi) yapısı nedeniyle hayır diyememe ve bu maddelerin geçişi bir sure huzursuzluğa iyi gelmesi gibi nedenlerle ne yazık ki çocuklarımızın bu kotu alışkanlığı edinmesi ile sonuçlanmaktadır.”

    Uzm. Dr. Serkan Süren açıklamasını şöyle tamamladı: “Çocuk yaslarda ilaç yan etkilerinden korkulup, tedavisi ertelenen DEHB’li çocuklarımız ergenlik döneminde dersi ikinci plana iten, okul kurallarına uyamayan asi, haylaz çocuklar olarak anılmaya başlanırlar. Okulda bir problem yaşandığında ihale hep DEHB’li çocuğumuzun üstüne kalır. Bu durum okulda öğretmenleri ve arkadaşları, evde anne babaları tarafından damgalanmalarına neden olur. Akrabadan komşudan eşten dosttan ‘siz bu çocuğu terbiye edememişsiniz, eğitememişsiniz’ gibi olumsuz duyumlara maruz kalan anne baba, zaman içersinde ‘çocuğu sen şımartın, her dediğini yaptın kural koymadın senin yüzünden böyle oldu’ şeklinde birbirlerini ( anne-babayı, baba-anneyi) ve kendilerini suçlama eğilimi içine girer ve yetersizlik duygusu hissetmeye başlarlar. Sevgili anne babalar, üzerlerine titrediğimiz çocuklarımızı işte bu nedenlerle ergenlikte depresyon, anksiyete bozukluğu, madde kullanma /alışkanlık edinme riskine karsı 6-7 yaşından itibaren DEHB semptomlari yönünden mutlaka çocuk ergen psikiyatrisi uzmanına götürerek muayene ettiriniz. Unutmayınız ki DEHB tıbbi bir hastalıktır tedavisi ve tanısı tıp eğitimi almış çocuk psikiyatrisi uzmanlarınca yürütülmesi gerekir. Tedavinin temeli ailenin doğru bilgilerle bilinçlendirilmesi yani psikoeğitim ve ilaç tedavisinin beraber yürütülmesidir. Tedavi hedefi kesinlikle teneffüste, oyunlarda, sosyal ortamlarda çocuğu yavaşlatmak, donuklaştırmak değildir. Tedavi olması gerektiği gibi yürütüldüğünde hem çocukluk hem de ergenlik döneminde gerek akademik, gerek sosyal alanda çocuklarımız, hiperaktif olmayan yaşıtlarının yaşadığı dönemsel zorlanmalara ek hiçbir problem yaşamazlar.”

  • Demir Eksikliği Ve Gebelik Huzursuz Bacak Sendromunu Tetikliyor

    Turgut Özal Üniversitesi Hastanesi Nöroloji Bölümü doktorlarından Yrd. Doç. Dr. Zübeyde Aytürk demir eksikliği, gebelik ve son dönem böbrek yetmezliğinin bacaklarda karıncalanma ağrı ve şiddetli hareket ettirme isteği doğuran huzursuz bacak sendromu hastalığına neden olabileceğini ifade etti.

    DEMİR EKSİKLİĞİ EN BÜYÜK FAKTÖR

    Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd.Doc.Dr. Zübeyde Aytürk, huzursuz bacak sendromu hastalığına ilişkin bilgiler verdi. Aytürk hastalığı oluşturan başlıca sebeplerin, demir eksikliği, gebelik ve son dönem böbrek yetmezliği olabileceğini söyleyerek, demir metabolizmasının bozulmasının hastalığı tetiklediğini ifade etti. Aytürk, semptomların genellikle tek bacakta rahatsızlık hissi biçiminde başladığını hastalığın şiddetli seyrettiği olgularda her iki bacak veya kalçalar, gövde, kollar hatta yüz gibi bedenin diğer bölümlerinde de rahatsızlık hissedilebileceğini söyledi.

    UYKU BOZUKLUKLARINA SEBEP OLUYOR

    Aytürk, “Bulguların sıklıkla akşam ve gece saatlerinde ortaya çıkması, bu hastalarda ciddi uyku bozukluklarına neden olmaktadır. Huzursuz bacak sendromu genellikle ileri yaşlarda ortaya çıkan bir hastalık olmakla birlikte tüm yaşlarda da görülebilmektedir. Kadınlarda erkeklere göre yaklaşık iki kat daha fazla görülmektedir” dedi.

    İSTİRAHAT HALİNDE BİLGİSAYAR OYUNU VE BULMACA

    Aytürk, HBS’li hastaların genellikle şikayetlerini tarif etmekte güçlük çektiklerini belirtti. Aytürk, hafif düzeyde HBS semptomları olan hastalarda öncelikle farmakolojik olmayan tedavi yöntemlerinin denenmesi gerektiğini aktardı. Aytürk, “Uyumadan önce germe egzersizleri gibi hafif-orta dereceli fiziksel aktivite, sıcak banyo işe yarayabilmektedir. Gene istirahat sırasında bilgisayar oyunu, bulmaca gibi mental aktiviteyi arttırıcı uğraşlar önerilmektedir. Ayrıca yatak odasının serin olması, rahat pijamalar kullanılması, aynı saatte uyuyup aynı saate uyanma, gündüz uyumama şeklinde düzenli bir uyku düzeninin oluşturulması gibi yöntemleri önermekteyiz” diye konuştu.

    HUZURSUZ BACAK SENDROMU TANISI NASIL KONUR?

    Huzursuz bacak sendromu tanısı konulması için bu hastalığa özel herhangi bir test bulunmadığını kaydeden Aytürk bu nedenle aşağıda belirtilen kriterlerin dikkatle sorgulanması gerektiğini kaydetti:

    “Bacaklarda anormal duyularla birlikte şiddetli hareket ettirme isteği olması, bulguların oturma ve yatma gibi istirahat durumlarında ortaya çıkması, hareket ettirmekle bulguların tamamen ya da kısmen düzelmesi, bulguların, genellikle akşam saatlerinde ya da gece kötüleşmesi gibi belirli bir özelliği olması, bu asıl tanı koydurucu özellikler dışında hastaların bazı kan tetkikleri ve polisomnografik (tüm gece uyku çalışması) incelemeleri ayrıcı tanıda yapılmaktadır.”