Etiket: Eğilmez:

  • ASİMED Başkanı Eğilmez: “Türklerin hoşgörüsüne karşı batılı devletler Türk eserlerini yerle bir etmişlerdir”

    ASİMED Başkanı Eğilmez: “Türklerin hoşgörüsüne karşı batılı devletler Türk eserlerini yerle bir etmişlerdir”

    Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Derneği (ASİMED) Başkanı Savaş Eğilmez, Ayasofya’nın cami olmasına tepki gösteren ülkelere Türk hoşgörüsünü anlatmak için 100 bin elektronik posta göndereceklerini söyledi. Eğilmez, “Türklerin hoşgörüsüne karşı batılı devletler Türk eserlerini yerle bir etmişlerdir” dedi.

    Orta Asya’da yüzyıllar içerisinde oluşan Türk kültürünün İslami değerlerle kaynaştıktan sonra çok daha güçlü ve zengin bir yapıya kavuştuğunu belirten ASİMED Başkanı Savaş Eğilmez, “Bu zengin kültürel yapının en güçlü yanlarından biri şüphesiz Türk töresidir. Bu töre adalet, eşitlik, iyilik, hoşgörü gibi çok önemli dört ana prensipten oluşur. Kurulan Türk devletlerini sadece savaşçı bir yapıyla anlatmak mümkün değil. Türkler silah ve fiziki gücün yanında bir de gönülleri fethediyorlardı. Ayrıca insanların kalplerine dokunuyorlardı. Selçuklu Sultanı II. Gıyasettin Keyhüsrev’in evlendiği Gürcü prensesin Konya sarayına kendisine mensup bir papaz ve Hristiyanlığı sembolize eden eşya ile gelmesine izin vermesi, Müslüman oluncaya kadar kendisine sarayda bir ibadethane (şapel) ayrılması, Selçuklu Türklerindeki din özgürlüğü ve hoşgörünün en güzel örneklerinden biridir. Sultan böyleyse sıradan halk çok daha hoşgörülüdür” dedi.

    Müslüman Türklerin gayrimüslimlerin eserlerine bugüne kadar saygı gösterdiklerini ifade eden Eğilmez, “Gündemde Ayasofya, İstanbul’un fethi var. İstanbul’un fethinden sonra 1477 yılında bir nüfus sayımı yapılıyor. Eski İstanbul denilen mahallede 16 bin 324 hanenin olduğu gözüküyor. Bu hanenin yüzde 45’i Müslüman Türk değil. Bir hoşgörü politikası var ve insanlar o yerden göç etmeyi planlamıyorlar, ihtiyaç duymuyorlar. İslam hukuku gayrimüslimlere zimmet olarak bakıyor. Müslüman Türk devletleri de bunları bir emanet olarak görüyor. Bunlara ve maddi değerlerine büyük saygı gösteriyor. Kötü dönemlerden örnek verirsek Osmanlı Devleti, 19. yüzyılda en kötü zamanını yaşıyor. II. Mahmut’un şu sözü bunun en güzel göstergesidir; ’Ben tebamın Müslüman’ını camide, Hristiyan’ını kilisede, Musevi’sini de havrada fark ederim. Hepsi hakiki evladımdır.’ Hatta bazı dönemlerde gayrimüslimler, Türk-Müslüman ahaliden daha fazla hakka sahip olmuşlardır. Bu da Türkler arasında huzursuzluk çıkarmıştır. Batılı yazarlar da Batı’da kilisenin başka inançtakilere karşı oldukça hoşgörüsüz davrandığını, buna karşın Müslüman Türklerin kendi ülkelerindeki gayrimüslimlere tam bir hoşgörüyle yaklaştığını ve bunun büyük bir övgüye layık olduğunu belirtmek zorunda kalmıştır. 1492 yılında Avrupa’da Yahudilere karşı büyük bir katliam başlamıştı. 1492 yılında İspanya ve Portekiz’deki Yahudiler ülkelerini terk ederek Osmanlı Devleti’nin şefkatine sığındılar. Zira devrin padişahı Bayezid, ’Benim ülkemin sınırları dünyanın neresinde ızdırap çeken insan varsa onlara açıktır’ diyordu. Anadolu’ya baktığımızda insanın ilk yerleşim yerlerinin burada olduğunu görüyoruz. Anadolu’da bin yıldır Türk hakimiyetinin olduğunu düşünürsek eserlerin korunarak bu zamana kadar gelmesinin yegane sebebinin de Türk hoşgörüsü olduğunu söyleyebiliriz” diye konuştu.

    “Türklerin hoşgörüsüne karşı Avrupa’daki Osmanlı Devleti’nin yaptığı eserler yerle bir olmuştur”

    Osmanlı Devleti’nin eserlerinin üçte birini Avrupa’da yaptığını kaydeden Eğilmez, “Bunların çoğu şu anda yerle birdir. Mesela 1897 yılına kadar Türk hakimiyeti altında kalan Girit Adası’nda 105 kilise, 54 tane cami ve mescit var iken, 1897 yılından sonra Yunan hâkimiyeti içerisinde adada sadece bir tane harabeye dönmüş cami kalmıştır. Türklerin hoşgörüsüne karşı batılı devletler Türk eserlerini yerle bir etmişlerdir. Buna rağmen 30 millet varlığını halen devam ettiriyorsa 6 asır boyunca Osmanlı Devleti’nin göstermiş olduğu hoşgörüyle devam ettiriyorlar. Her zaman mazlumun yanında olmuşuz. Bugün bile Türk hoşgörüsüne sığınmalar devam ediyor. Günümüze baktığınızda 439 tane kilise, Hristiyan ve Museviler bu kilise ve sinagoglarda devletimizin koruması ve milletimizin engin hoşgörüsü ile özgürce ve güven içerisinde inançlarını yaşamaya devam ediyorlar” ifadelerini kullandı.

    “Ayasofya’nın cami olmasına karşı Avrupa ve Amerika ülkemiz hakkında kara propaganda başlattı”

    ASİMED Başkanı Eğilmez, açıklamalarına şöyle devam etti:

    “Geçtiğimiz günlerde Danıştay’ın Ayasofya’nın cami statüsünü yeniden tescil etmesinden sonra Avrupa ve Amerika’da ülkemiz hakkında başlayan kara propagandaya karşı Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Derneği olarak bir kampanya başlattık. Avrupa ve Amerika’nın önde gelen sivil toplum örgütlerine, basın yayın kuruluşlarına, siyasetçilerine, din adamlarına ve toplumun önde gelen kişilerine Türk kültürünün en önemli prensiplerinden biri olan hoşgörü anlayışını tarihi ve günümüz örnekleriyle kendi dillerinde anlatmaya başladık. Kampanya çerçevesinde 1 ay içerisinde 100 bin elektronik posta göndermeyi planlıyoruz. Amacımız tarih boyunca hayat bulan Türk hoşgörüsünün bugün de devam ettiğini anlatmak.”

  • ASİMED Başkanı Eğilmez: “Osmanlı Devleti’nin Libya’ya gitme sebepleri ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin orada bulunma nedenleri örtüşür durumda”

    ASİMED Başkanı Eğilmez: “Osmanlı Devleti’nin Libya’ya gitme sebepleri ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin orada bulunma nedenleri örtüşür durumda”

    ASİMED Başkanı Savaş Eğilmez, Osmanlı Devleti’nin zamanında Libya’ya gitme sebepleri ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin orada bulunma nedenlerinin neredeyse örtüşür durumda olduğunu söyledi.

    Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Derneği (ASİMED) Başkanı Savaş Eğilmez, Libya’daki süreç hakkında değerlendirmelerde bulundu. Libya’nın kapladığı alan bakımından Afrika’nın dördüncü büyük ülkesi olduğunu belirten ASİMED Başkanı Savaş Eğilmez, “Libya’nın son dönemde ekonomisi ham petrol ve petrol ürünleri ihracatına döndü. Libya’da petrol yanında doğal gaz üretimi de yapılmaya başlandı. Hem stratejik konumu, hem sahip olduğu yer altı kaynakları Libya’yı tarih boyunca bir hedef haline getirmiştir. 19. yüzyılla birlikte Avrupalı devletler sömürü bölgesi olarak görmüşlerdir. Osmanlı Devleti’nin Libya’ya gitme sebepleri ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin orada bulunma nedenleri neredeyse örtüşür durumda. Türklerin bu bölgeye olan ilgisi 16. Yüzyıldan itibaren Mağrib denilen Kuzey Afrika bölgesi Osmanlı Devleti’nin daha çok ilgisini çekmeye başlıyor. Bu tarihten itibaren bölgede Türk nüfusu artmaya başlıyor. 1551 yılında Turgut Reis, Libya’nın merkezi olan Trablusgarp’ı ele geçiriyor. Orada Türk yerleşimlerinin arttığını görüyoruz. Türk yerleşimlerinin ilk etabı askeri amaçlı oluyor. Osmanlı Devleti, bölgeye aralıklarla asker göndermeye başlıyor ve bu askerler Batı Anadolu diyebileceğimiz bölgeden. Askerler buradaki kadınlarla evleniyorlar ve böylelikle nüfus artışı oluyor. Zamanla bu nüfus çoğalınca Libya bölgesindeki ‘Kuloğulları’ adı veriliyor. Libya aşiret bölgesi ve bugün bile 13 aşiret kendilerini Kuloğlu olarak tanımlıyorlar. Bunlarla beraber bölgeye Türk İslam kültürü çerçevesindeki değerler girince bölge halkı kısa bir süre içerisinde özgür ve adaletli bir yapıya kavuşuyor. Dolayısıyla çok memnun bir hayat yaşamaya başlıyorlar buda Türklere olan sempatinin artmasına neden oluyor. 1550’den itibaren Türkler artık bölgede ciddi anlamda söz sahibi oluyorlar” dedi.

    “Türkiye Cumhuriyeti, Müslüman halkın çıkarlarını korumak için Libya’da”

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Libya’da olması için birçok nedenin olduğunu vurgulayan Eğilmez, “Birleşmiş Milletlerin meşru olarak kabul etmiş olduğu bir Ulusal Mutabakat Hükümeti var. Küresel güçlerin paralı askerlerle oradaki insanları katledip ki son zamanlar da gördük çıkan toplu mezarları. Onları lehine çalışacak bir sitemi engellemek için orada. Osmanlı gibi mazlum insanların, Müslüman halkın çıkarlarını korumak için orada. Çok ciddi bir Türk nüfusu da bulunuyor o bölgede. 1947’de Libya’nın bağımsızlığında da Türkler çok önemli rol oynamıştır. Kuloğulları bir parti kuruyorlar 1947 yılında ve Trablusgarp’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmasını teklif ediyorlar. 1951 yılında Libya bağımsızlığını kazanınca başa gelen Kral İdris, Başbakanı ve çok önemli adamlarını Türkler arasından seçiyor. Bugün Libya Vakıflar ve Diyanet İşleri Bakanının 2014 yılında yaptığı açıklamada Libya toplam nüfusunun yüzde 15’ini Türklerin oluşturduğunu söylüyor. 2019 yılındaki araştırmalarda Libya nüfusunun yüzde 25’inin Türk olduğu bu sayınında yaklaşık 1.5 milyona dayandığını görüyoruz. Günümüze baktığımız zamanda Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlar Konseyi başındaki Fayiz es-Serrac’ın Manisa asıllı bir aileden geldiğini görüyoruz. Baba Serrac’ın 1954 yılında Manisa’daki ailesini ziyaret ettiğini görüyoruz. İçişleri Bakanı da Türk asıllı” diye konuştu.

    “Türk soydaşların olduğu yerde Türkiye olmalı”

    Hem stratejik açıdan, hem bölge insanının bölgedeki Müslümanların muhafaza edilmesi açısından, bölgedeki mazlumların korunması açısından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin orada bulunması çok önemli olduğunu ifade eden Eğilmez, “Bununla birlikte bölgenin yüzde 25’inin Türk olduğu bir yerde de Rusya, Fransa, İtalya, Orta Doğu’nun bir kanser tümörü olarak nitelendirdiğimiz Birleşik Arap Emirlikleri olmamalı. Türkiye olmalı, tarih geçmişi anlatıyor ama tarihin çok önemli bir faktörü de ileriye ayna tutmasıdır. Bizde bu aynaya bakınca bölgede çok sevildiğimizi, bölgede soydaşlarımızın olduğunu ve bu başarılı siyasetin devam etmesi gerektiğini önemle vurguluyoruz” açıklamalarında bulundu.

  • ASİMED Başkanı Eğilmez: “Türk devleti ve milleti “İdlib hainliği”ni unutmayacak ve hesabını soracaktır”

    ASİMED Başkanı Eğilmez: “Türk devleti ve milleti “İdlib hainliği”ni unutmayacak ve hesabını soracaktır”

    ASİMED Başkanı Savaş Eğilmez, Suriye’nin İdlib kentinde düzenlenen hain saldırı sonrası Suriye kaosu içerisindeki Rusya dahil tüm tarafların, Esad’ın eninde sonunda iktidarını büyük bir bedel ödeyerek kaybedeceğini çok iyi bildiklerini söyledi

    Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Derneği(ASİMED) Başkanı Savaş Eğilmez, “Bu kaçınılmaz sona rağmen Esad büyük bir umutla zalimce savaşına devam ediyor. Esad’ın en büyük hamisi Rusya da bu karışık durumdan en iyi şekilde çıkabilmek için etki alanını genişletmeye çalışıyor. Esad’ın bu kirli savaşta sürdürdüğü alçakça propagandaların başında; Suriye’deki mücadele kaybedilirse, bölgedeki Alevi toplumunun bir soykırımla karşı karşıya olacağı söylemidir. Esad, bunu her fırsatta dile getirip, kendi medya organları üzerinden Alevilere ya ben ya ölüm propagandasını yapıyor. Ayrıca batı dünyasının da muhaliflere karşı kendisini tercih edeceğini ve Rusya, İran ve Batının desteği ile iktidarda kalacağının savunuyor. Rusya ve İran’ın bölgedeki hamleleri de eli kanlı rejimin umutlarının büyümesine neden oluyor. Peki bu karmaşa içerisinde Rusya ve Esad ittifakı ne kadar samimi? Rusya gerçekten de Esad rejimini destekliyor ve Esad’ın ancak seçimle gitmesi gerektiğini demokrasi aşkından mı istiyor? Batılı kaynaklara göre, Rus askeri istihbarat teşkilatı başkanı Igor Sergun ölümünden bir süre önce Şam’ı ziyaret etmiş ve Esad’ı Rusya kazançları doğrultusunda hareket etmesi noktasında tehdit etmiş ve Moskova’nın istediği noktaya getirmiştir. Esad’ı kendince terbiye etmeye çalışan Moskova, dünya kamuoyunu da Suriye krizinin çözüm anahtarının Rusya’da olduğuna inandırmaya çalışıyor” dedi.

    Suriye üzerinde yapılan müzakerelerin hepsinin, bu çekişmedeki ana noktanın Esad’ın geleceği olduğunu gösterdiğini ifade eden Başkan Eğilmez, “Her ülkenin ajandasında Suriye meselesi için farklı çözüm önerileri var. Bazıları için Esad’ın iktidardan zorla düşürülmesi başarının göstergesi olacakken, başkaları için Esad’ın gönüllü gidişi çözümün önemli parçası olacağıdır. Putin ve diğer Rus yetkililerine göre ise, Esad ancak bir seçim sonucunda gitmelidir. Tabi Rusya bu konuda ısrar ederken kısa ve orta vadede bölgede bir seçim olamayacağını çok iyi biliyor ve bu yolla Esad’ı bir süre daha iktidarda tutmayı planlıyor. Buna karşın Esad da kendisini Rusya’nın Suriye’deki emellerinin garantisi görüp iktidarda kalma noktasında bunu bir silah olarak kullanıyor. Yakın bir zamana kadar Kremlin, Esad’a gönüllü ve itibarlı bir şekilde çekilmesi lehinde telkinlerde bulunuyordu. Ama şimdi Esad’ın muhaliflerle olan kanlı ve alçaklıklarla dolu olan mücadelesini, sözde terörle mücadele gibi gösterip, Esad’ın mutlaka desteklenmesi fikrinin en büyük savunucusu durumuna geldi” diye konuştu.

    Rusya’nın Suriye’deki askeri gücünün ve harcadığı ciddi miktarda paranın asıl amacının, Moskova’nın küresel politikalarını korumaktan ibaret olduğunu kaydeden Eğilmez, “Esad, Moskova çizgisinden çıktığı noktada Rusya’nın desteğini kaybedecektir. İleride yapılacak pazarlıklarda elini daha da güçlendirmek isteyen Rusya devam eden kaostan yararlanarak Suriye’deki askeri varlığını gün geçtikçe güçlendirmeye çalışmaktadır. Büyük resimde görüldüğü üzere Suriye üzerinde henüz sonuca bağlanmamış ciddi bir pazarlık devam ediyor. Bölgede siviller için mücadele eden tek ülke olan Türkiye ise tüm yalnız bırakılmışlığına rağmen insanlık tarihine altın harflerle yazılacak büyük bir mücadele veriyor. Yazık ki bu mücadele içerisinde kahraman askerlerimizin şehit düştüğüne de şahit oluyoruz. Suriye kaosu içerisinde defalarca Türkiye ile beraber çalıştığını Rusya dün itibarıyla tarihi misyonunu yeniden yerine getirerek, Türk Devleti’ni arkadan hançerlemeye kalkmıştır. İki devlet özellikle 18. yüzyıldan itibaren defalarca karşı karşıya gelmiştir. Türk tarihinin ekonomik ve askeri açıdan en zor dönemlerine rastlayan bu çatışmalarda, Ruslar yavaş yavaş Türk topraklarında ilerlemiş lakin Türk devleti dört koldan saldırı altındayken bile Ruslar, Türklerin kalbi Anadolu’daki emellerinden hiçbirini gerçekleştirememiştir. Rusya çok iyi biliyor ki Türklerin çok büyük bir kalbi ve en az onun kadar cüsseli ve güçlü bir ruhu vardır. Ruslar, tarihinden ve imparatorluk alışkanlığından beslenen Türklerin kalbi ve ruhunun, eski tanıdık Çarlığın kendini taciz etmesine ve sınırlandırmasına izin vermeyeceğini çok iyi biliyorlar. O nedenle yaptığı hainliği Esad’ın arkasına gizlemeye çalışmaktadır. Enerji sıkıntısı ve ihracat rakamlarından korkup, haklı tepkilerimizi hayata geçirmezsek, ileride daha büyük dertlerle baş başa kalırız. Şundan emin olalım ki bu milletin imparatorluk mirası, hiçbir gücün hele hele bir çarın kendisini taciz etmesine, küçük düşürmesine ve sınırlandırmasına izin vermeyecektir. Bu topraklar için can veren tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize şifa, milletimize baş sağlığı diliyoruz” açıklamalarında bulundu.

  • Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Eğilmez: “Eski Türk toplumlarında kadına ve çocuğa tecavüzün cezası idamdı”

    Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Eğilmez: “Eski Türk toplumlarında kadına ve çocuğa tecavüzün cezası idamdı”

    Eski Türk Uygarlıklarında uygulanan cezalar hakkında bilgi veren Atatürk Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Savaş Eğilmez, bu toplumlarda kadına ve çocuğa tecavüzün, vatan hainliğinin, masum birini kasten öldürmenin cezasının idam olduğunu söyledi.

    Türk tarihi boyunca kurulan bütün devletlerde, töre diye isimlendirilen hukuk sistemine sıkı bir bağlılık görüldüğünü ifade eden Eğilmez, bugün modern toplumlarda ayıp sayılan ama herhangi bir ceza karşılığı olmayan unsurların Türk töresi içerisinde bir cezayla yaptırımın uygulandığını belirtti. Eğilmez, “Mesela, yere tükürmek toplum tarafından hoş karşılanmayan bir davranış ama bunun caydırıcı bir cezası yoktur. Ağaç kesmek, bitkiye zarar vermek, hayvanlara zarar vermek Türk töresi içerisinde bunların ciddi anlamda tazminat, ceza usulleri var. Bunun yanında dayak cezası vardı” dedi.

    Suçların cezalarının 5 başlıkta kategorize edilebildiğini kaydeden Eğilmez, “Bu başlıkları kamuya karşı işlenen suçların cezaları, inançlara ve tabulara karşı işlenen suçların cezaları, namusa karşı işlenen suçların cezaları, cinsel suçların cezaları var birde devlete karşı işlenen suçların cezaları var. 5 maddede kategorize edilebilir. Para cezası, dayak cezası, hapis cezası, sürgün cezası var ve birde en ağır olanlar bedene karşı yapılanlardı. Organ eksiltme, idam etme şeklinde cezalar görebiliyoruz. Türk töresinin en tepkili olduğu konu kadın ve çocuklara karşı işlenen suçlardır. Bilerek yada tasarlayarak adam öldürme, idamla karşılık buluyordu ama bazen de zor şartlarla ikna ederek tazminat karşılığında geçiştirilebiliyordu” diye konuştu.

    “Cezalandırma işlemi ölümden sonra da devam ediyor”

    Cinayet, kadına ya da çocuğu tecavüz gerçekleşiyorsa bunun cezasının ölüm olduğunu vurgulayan Eğilmez, “Kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla 1050’li yıllarda en hafifi tecavüz suçunun karşılığı 300 sopaydı. Eski Türkçede ceza uygulanan sopa ya da kamçılara berge ismi veriliyordu. Ama bu 300 sopanın da sonucunda insan bedeni dayanmıyor ve bu ceza da ölümle sonuçlanıyordu. Kadın ve çocuklara işlenen suçlarda cezalar kamuoyu önünde gerçekleştirilip ibret olması sağlanıyordu ve ceza ölümden sonra da devam ediyordu. Mesela, 1156 yılında Malatya’da bir Ermeni Papaz, kilisede yalnız kaldığı sırada günah çıkarmaya gelen yeni nişanlanmış bir genç kızdan yaralanmak istiyor. Bu genç kız buna itiraz ediyor ama bu itirazları papaz fiziksel güç kullanarak bertaraf edip genç kıza tecavüz ediyor. Sonrasında bu olayın duyulmaması için genç kızın başını taşla ezerek öldürüyor. Otorite bu suçtan papazı ele geçirdikten sonra derisini yüzerek öldürüyor ve cesedini de kamuoyu önünde yakıyor. Bu şu mesajı veriyor; ibretlik bir cezadır, bir daha toplum tarafından işlenmemesi işlendiği taktirde de başına neler gelebileceğinin bilinmesi için yapıyorlar. Çocuklara karşı işlenen suçlara işkenceli ölüm cezaları veriliyor. Derisi yüzülüyor, ağaçlarla gerdirilerek öldürülüyor, bazı bölgelerde kaynar sulara atılıyor. Bu kadar şiddetli cezalar olduğunu görüyoruz” ifadelerini kullandı.

    “Vatan hainliği, hırsızlık gibi suçların cezaları da idam olmuştur”

    Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Savaş Eğilmez son olarak şu açıklamalarda bulundu:

    “Devlete karşı işlenen suçlarda vatan hainliği, görevi kötüye kullanma, halka zulmetme suçlarının da Türklerde ölüm cezası ile son bulduğunu görebiliyoruz. Hırsızlığa Türk toplumu çok tepkilidir. Kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla Göktürklerde, Hunlarda, Bulgar Türklerinde ve Kırgız Türklerinde de büyük hırsızlık cezasının ölüm olduğunu belirtebiliriz. Töre çok sıkı kurallarla çevrelenmiş bir yapıya sahip. Bununla beraber devletin başındaki Türk Hükümdarı yargının da başı kabul ediliyor. Devlete, millete veya şahsına karşı işlenen suçlarda da kendisi yargıda bulunabiliyor. Vatan hainlerine, saltanata karşı işlenen suçlarda, hazine yağmalanmalarında, görevi kötüye kullanmada verdiği ölüm cezalarına ‘siyaseten katl’ ismini veriyoruz. Türk töresinde ki bu uygulama İslam Hukuku ile de örtüşüyor.”

  • ASİMED Başkanı Eğilmez: “PKK/PYD/YPG terör örgütünün en önemli kampı Avrupa’dır”

    ASİMED Başkanı Eğilmez: “PKK/PYD/YPG terör örgütünün en önemli kampı Avrupa’dır”

    Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Deneği (ASİMED) Başkanı Savaş Eğilmez, Avrupa Parlamentosu(AP)’nda, kırmızı bültenle aranan terör örgütü PKK/PYD/YPG yöneticilerinin de katılımıyla ve Avrupa’da faaliyet gösteren Türk düşmanı Ermeni diasporası ve FETÖ terör örgütünün de desteğiyle “sözde Kürt” konferansı düzenlendiğini ve AP tarafından 16 defa düzenlenen “Avrupa Birliği, Türkiye, Orta Doğu ve Kürtler” temalı konferansın, gerek katılımcı listesi gerekse yapılan konuşmaların içeriği ile tam bir terör örgütü PKK/PYD propagandasına dönüştüğünü söyledi. Eğilmez, dernek olarak Avrupa Parlamentosu üyelerine bu durumu anlatan mailler gönderdiklerini ifade etti.

    Konferansta kırmızı bültenle aranan teröristlere de söz hakkı verildiğini ifade eden ASİMED Başkanı Eğilmez, “Konferansta söz alan ve haklarında kırmızı bültenle arama kararı bulunan terör örgütü PKK’nın Avrupa’daki elebaşılarından Adem Uzun, Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar tarafından Türk Devleti ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik tehditler savrulmuş ve terör örgütünün güçlü bir propagandası yapılmıştır. Ayrıca konferansın moderatörlüğünü yapan ve PKK terör örgütünün, Avrupa siyasetindeki en önemli destekçilerinden biri olarak tanınan Yeşiller parlamenteri François Alfonsi’de aynı şekilde ülkemizi hedef alan açıklamalar yaparak terör örgütü PKK/PYD’nin eylemlerine övgüler yağdırmıştır. Konferansta konuşan diğer AP vekilleri, Avrupa eliyle tüm dünyada işlenen savaş suçlarını göz ardı ederek, Türkiye’nin Suriye’de savaş suçu işlediğini söyleyip, Suriye’nin kuzeydoğusunda PYD/YPG’nin terör faaliyetlerini ve bölgede kurulmak istenen terör devletini meşru göstermeye çalıştı. Bunun yanında Avrupalı vekiller, Belçika’nın, PKK’nın Avrupa temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 36 kişinin yargılanmasının önünü kapamaya yönelik yargı kararını yani terörü koruma hamlesini memnuniyetle karşıladıklarını belirtti. Konferansa konuşmacı olarak katılan Amerikalı eski diplomat Peter W. Galbraith, ise terör örgütü PKK’nin terör listesinden çıkarılmasını istedi. Bugün Avrupa kıtası tam olarak Türkiye karşıtı bir kaleye dönüşmüş durumda. Avrupa’nın birçok ülkesi, Türkiye aleyhine olabilecek her türlü organizasyona ve faaliyete kucak açmak konusunda birbirleriyle yarışıyor. Yıllardır sözde yasaklı olan PKK terör örgütünün maddi-manevi üssü konumunda olan Avrupa, Ermeni diasporasına yaptığı hamilik ile birlikte son yıllarda da diğer terör örgütü FETÖ’yü korumaya almış durumda. AB ülkeleri, PKK’yı, sivil toplum örgütü adı altında Türkiye’ye karşı desteklemiş ve büyütmüştür. Avrupa`daki PKK dernekleri, büroları, medyası, ekonomik örgütlenmesi AB tarafından durdurulmamakta ve kültürel yardım adı altında desteklenmektedir. Düzenlenen PKK gecelerinde, Avrupalı sivil toplum temsilcileri ve parlamenterlerin boy göstermesi bu işi daha da ahlaksız hale getirmektedir. Bu bakımdan AB ülkelerinde PKK`nın terör örgütü olarak gösterilmesi tamamen kandırmacadır. PKK/YPG, Avrupa’da sivil toplum kisvesi alında düzenlediği organizasyonlarla yılda yaklaşık 150 milyon euro gelir elde ediyor” diye konuştu.

    “Her ülkenin kendi PKK’sı var”

    PKK/PYD’yi yekpare görmenin ve sadece Amerikancı PKK ile sınırlandırmanın doğru olmadığını kaydeden Eğilmez, “Avrupalı devletlerin çıkarlarına zarar vermeden ve onların çıkarlarını gözeterek eylem çizgisini belirleyen PKK, bir ahtapotun kolları misali Alman PKK’sı, Fransa PKK’sı, Belçika, Hollanda, Avusturya PKK’sı şeklinde hareket etmektedir. Bu gruplar üslendiği devletlerin çıkarları doğrultusunda hareket ederek, yine o devletlerin isteği üzerine Türkiye’yi çıkmaza sokmaya çalışmaktadırlar” ifadelerini kullandı.

    “PKK’nın Avrupa’da 400’den fazla aktif şubesi var”

    PKK terör örgütünün Avrupa’nın neredeyse tamamında büyük bir yapılanma ile temsil edildiğini belirten Eğilmez, “Avrupalı devletler tarafından himaye edilmektedir. Bu bakımdan sadece Almanya’da PKK/PYD’ye ait 189 dernek ve kuruluş faaliyet göstermektedir. Bu terör örgütü Avusturya’da 9, Belçika’da 17, Bulgaristan’da 7, Danimarka’da 16, Finlandiya’da 5, Fransa’da 10, Hollanda’da 11, İsviçre’de 24, İngiltere’de 12, İspanya’da 4, İsveç’te 29, İrlanda’da 1, Macaristan’da 1, Norveç’te 15, Romanya’da 6 ve Yunanistan’da 10 adet sözde sivil toplum örgütü ile temsil ediliyor. Bunların dışında Avrupa’da terör örgütüne ait 3 TV kanalı, 29 gazete-dergi aracılığı ile örgüt propagandası yapılmakta ve örgüt milyonlarca euro bağış toplanmaktadır. Bu yapılanmayla Avrupalı devletler adeta PKK’nın kasası durumunda olup, terör örgütünün tüm iaşe ve her türlü ihtiyacı Avrupalı devletlerce karşılanmaktadır.

    Avrupa ile PKK/PYD arasındaki kirli pazarlık

    Batılı istihbarat kaynaklarına hazırladıkları raporlara göre DEAŞ terör örgütüne katılmak için 100’den fazla ülkeden Orta Doğu’ya giden 40 bin kişiden, 4 de 1’inin çatışmalarda öldüğünü vurgulayan Eğilmez, “Geriye kalanlar ise şimdi Batılı devletler ve PYD/PKK terör örgütü arasında uyuşturucu ve silahın yanı sıra önemli bir pazarlık unsuru olarak birinci sırada yer alıyor. Yani batı ile terör örgütü arasında, batılı DEAŞ üyelerinin bölgeden çıkmaması için ahlaksız pazarlıklar ve anlaşmalar yapılıyor. Avrupa, PYD/PKK terör örgütüne, batılı DEAŞ’lı teröristlerin bölgeden ayrılmaması karşılığında silah, para ve meşrutiyet vaat ediyor. DEAŞ’lıların bir kısmı hapisten kurtulma karşılığında PYD çatısı altında Türkiye’ye karşı eylem yapmaya teşvik ediliyor. Bir kısmı sözde mahkemelerde yargılanıp, ömür boyu hapis cezasına çarptırılıp kilit altına alınıyor. Ve bu yapılan yargılama batılı ülkeler tarafından meşru kabul ediliyor. Hiç ıslah edilemeyenler ise infaz ediliyor. Bu adi pazarlık içerisinde, ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere başta olmak üzere batılı ülkeler, PYD/PKK’ya silah altına alınanların, hapis veya infaz edilenlerin her biri için ayrı ayrı para ödüyor, silah yardımı yapıyor ve kendi ülkelerinde PYD/PKK’ya alan açıyor. Küresel güçler, II. Dünya Savaşından sonra enerji kaynakları veya stratejik açıdan önemli olan bölgeleri, kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek için 200’e yakın terör örgütü kurdu. Yüz binlerce masum insanın ölümüne, milyonlarca insanın mülteci olmasına neden oldular. Bu terör örgütleri sayesinde, küresel güçlerin hizmetindeki silah ve uyuşturucu tacirleri milyarlarca doları ABD ve Batılı ülkelere aktardı. Şimdi ise Avrupa’nın kullandığı terör örgütlerinin başında PKK/PYD geliyor. Öyle ki Brüksel’ deki AP merkezini PKK/PYD, FETÖ ve Ermeni diasporasının üssü haline gelmesine göz yumuyor. Şu bir gerçek ki Türkiye aleyhine faaliyet gösteren ve Avrupa’dan çok ciddi destek alan terör örgütlerinin tamamı tarihin çöplüğüne gömüleceklerdir. Biz de dernek olarak, mail yoluyla AP’nin tüm üyelerine bildikleri bu gerçekleri bir kez daha hatırlatıp, Türk kamuoyunun da Avrupa’nın gerçek yüzü ve niyetinin ne olduğunun tam olarak farkında olduğunu anlatmaya başladık. Avrupa, Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütlerinin kalelerinden birine dönüşmüştür” açıklamalarında bulundu.