Etiket: Düşüyor

  • Pamukta Talep Artıyor, Üretim Düşüyor

    Adana Çiftçiler Birliği Başkanı Mutlu Doğru, tekstil sanayisinin gelişmesine, pamuk ihtiyacının her geçen gün artmasına rağmen Türk çiftçisinin pamuğu terk etmesini ekonomik olarak açıklamanın mümkün olmadığını söyledi.

    Doğru, 90’lı yılların başına kadar, 1,2 milyon ton pamuk ihtiyacı bulunan Türkiye’nin yalnızca 300 bin ton ithalat yaptığını, geri kalan 900 bin ton pamuğun Türk çiftçisi tarafından üretildiğini belirtti. Bugüne gelindiğinde ise Türkiye’nin lif pamuk ihtiyacının 1,8 milyona çıkmasına rağmen üretimin 550-600 bin ton civarında olduğunu ifade eden Doğru, “Maalesef çiftçimiz pamuk ekimini terk ettiği için ihtiyacımız olan 1,2 milyon ton pamuğu ithal eder hale geldik” dedi.

    “ÇİFTÇİ KÜSTÜRÜLDÜ”

    Pamuğa olan talebin artmasına rağmen, çiftçinin pamuk ekiminden vazgeçmesini anlamanın mümkün olmadığını belirten Mutlu Doğru, “Bunu ekonomik olarak açıklamak mümkün değil. Çiftçimiz küstürüldüğü için pamuğu terk etti ve Çukurova’da mısır ve narenciyeye yöneldi” diye konuştu.

    Yağlı tohum ve ham yağ ithalatının, Türkiye’nin petrolden sonra en fazla döviz harcadığı ürünler arasında yer aldığını ifade eden Doğru, “Halbuki ham yağ açığımızı pamuğu, soyayı, ayçiçeğini daha fazla ekerek kapatabiliriz” dedi.

    “BİZ TERK ETTİK, YUNAN ÇİFTÇİSİ ZENGİN OLDU”

    Türkiye’nin 90’lı yıllarda Dünya Ticaret Örgütü’nde bir anlaşmaya imza attığını anımsatan Doğru, şunları söyledi:

    “Burada atmış olduğumuz imzadan sonra maalesef sanayi üretimi olarak kabul ettiğimiz lif pamuğa herhangi bir vergi koyarak üreticimizi yurt dışındaki üretimden koruyamadık. Adana’da dekar başına 500-600 kilogram ürün alan Türk pamuk üreticisi üretimden vazgeçerken, dekar başına 300-350 kilogram ürün alan Yunanistan’daki pamuk üreticisi zengin oldu. Neden? Çünkü Türkiye’ye ihraç ettiler.”

    “ÜRETİM MALİYETLERİ ÇOK YÜKSEK”

    Yüksek üretim maliyetlerinin, diğer ülkelerle rekabette Türk çiftçisinin şansını düşürdüğünü vurgulayan Doğru, “Mısırda yüzde 130’a varan vergi olduğu için yurt içindeki üreticimizi koruyabiliyoruz ve mısır ekim alanlarımız buna bağlı olarak gelişiyor. Ancak pamuk tam tersi olarak geriye gitti. Adana’da şu an pamuk tarlası bulmak çok zor. Biz bu durumdan büyük üzüntü duyuyoruz. Pamuk zenginliktir, katma değeri yüksek olan bir bitkidir” dedi.

    “SOYADA DA DURUM AYNI”

    Pamuğun yanı sıra soya üretiminde de durumun pamuktan farklı olmadığına dikkati çeken Adana Çiftçiler Birliği Başkanı Mutlu Doğru, “Yıllık tüketimimizin yaklaşık yüzde 92’sini maalesef ithalat yoluyla karşılıyoruz. Sadece yüzde 8’ini Türk çiftçisi üretebiliyor” ifadelerini kullandı.

    Pamuk ve soya üretiminin artırılması için neler yapılması gerektiğini de anlatan Doğru, şöyle devam etti:

    “Soyada, pamukta yeterince destek mi yok? Hayır. Hatta hükümetimiz son yıllarda yağlı tohumlara üretimi artırmak için oldukça iyi destekler verdi. 2016 yılı tarımsal destekleri de yeni açıklandı. Pamuk, soya, ayçiçeği gibi yağlı tohumların destek miktarı yüzde 15-20 arası artırıldı. Ancak destekler biraz geç açıklandı. Açıklama yapıldığında Adana’da ürün ekim deseni belli olmuştu. Ancak Ege Bölgesi’nden aldığımız haberler, Ege’de pamuk üretiminin biraz artacağı yönünde. Bu tabi umut verici bir gelişme. Gelecek sene bu destekler, çiftçi ekim desenini belirlemeden, tohumunu almadan, tarla hazırlığı yapmadan açıklanırsa pamuk ekiminde Çukurova’da da artış olur. Üreticinin daha fazla desteklenmesi durumunda ben inanıyorum ki pamukta da soyada da biz ihtiyacımızı karşılayacak kadar ekim yapabiliriz ve yurt dışına mahkum olmayız.”

    ’EKİM NÖBETİ’NE UYAN ÇİFTÇİYE DESTEK ÖNERİSİ

    Adana Çiftçiler Birliği olarak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına münavebe yoluyla destekleme teklifi sunduklarına işaret eden Mutlu Doğru, “Çiftçimiz, mısır ektiği tarlaya bir sonraki sene pamuk ekecekse veya soya ektiği tarlaya bir sonraki sene mısır ekecekse, yani farklı ekim nöbeti uygulayacaksa, bu üretime bir miktar daha fiyat farkı ödemesi yapılarak çiftçi teşvik edilmeli. Bu teklifimiz oldukça olumlu karşılandı. Bunun çalışmaları şu anda Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımız tarafından yapılıyor. Bunun da inşallah gelecek sene destekleme kararnamesine eklenmesiyle hem toprağımızı koruyacağız hem de tarlaya devamlı mısır ekmektense, pamuk ekerek ülkenin ihtiyacı olan ürünleri elde edeceğiz” şeklinde konuştu.

    “YERLİ ÜRÜN ALAN SANAYİCİYE İTHALATTA ÖNCELİK VERİLSİN”

    Pamuk ve soya üretiminin artırılması konusunda bir önerilerinin daha bulunduğunun altını çizen Doğru, yerli ürün pamuğu veya yerli üretim soyayı alan sanayicinin ithalatta öncelik hakkı olması gerektiğini dile getirdi.

    Doğru, “2000’li yılların başında çeltikte, pirinçte üretimimiz çok düşüktü. Çok fazla dışa bağımlıydık. O zaman 1 kilogram yerli çeltik alan sanayicimize 1 kilogram vergisiz çeltik veya pirinç ithal etme hakkı verildi. İnanın o zaman ithalatçıların hepsi yerli çeltiği alabilmek için tarlaya koştu. 2 yıl içerisinde çeltik üretimi oldukça iyi seviyeye çıktı. Tabi bu konuda yerli tohumların, iyi tohumların da katkısı vardır ama bu uygulamanın da çok önemli katkısı oldu. Biz diyoruz ki pamukta ve soyada şu anda kendi kendimize yetmemiz zaten mümkün değil. İthalat bir miktar olacak ama yerli ürün pamuğu veya yerli üretim soyayı alan bir sanayicimizin ithalatta öncelik hakkı olsun. Bakanlığımıza bunun da teklifini yaptık. Bu teklifimiz de uygulanırsa, pamuk ve soya üretimimizi olumlu etkileyecektir.” ifadelerini kaydetti.

  • Kapadokya’da Turist Sayısı Düşüyor

    Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden bir tanesi olan Kapadokya’da turist sayısı düşüyor.

    Türkiye’nin peribacaları, vadileri, sıcak hava balonculuğu, yeraltı şehirleri ile ünlü turizm merkezlerinden Kapadokya bölgesini 2016 yılının ilk dört ayında 331 bin 819 yerli ve yabancı turist ziyaret etti. 2015 yılının ilk dört ayında ise bölgeyi 619 bin 629 yerli ve yabancı turist ziyaret etmişti. Kapadokya’yı Nisan ayında 149 bin 627 turist ziyaret ederken, geçen yılın aynı ayında ise bu rakam 255 bin 066 olmuştu.

  • “Beraber Yaşama Sırrını Açıklamak İlahiyat Fakültelerine Düşüyor”

    Harran Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ramazan Taşaltın, “YÖK yeniden yapılandırılmalı ve güçlendirilmeli. Devlet üniversiteleri kendilerini bilimsel çalışmalarla gündemde tutmalı, yürüyüş yapan akademisyen, molotof atan öğrenci profili ile bir yere ulaşamayız” dedi.

    Taşaltın, gerek Harran Üniversitesi gerek Türkiye’deki üniversitelerin problemlerinin nasıl çözüleceğine ilişkin devamlı kafa yorduğunu belirterek şöyle konuştu:

    “YÖK, 2013 yılında üniversitelerin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili bir çalışma başlattı. Yeni bir YÖK kanunu yapılacaktı. Bizim üniversitenin hazırladığı tasarıya bir şeyler eklemek istedim. Fazla taraftar bulamadım. Ben kendim bir YÖK yasa tasarısı yaptım ve YÖK’ün ilgili birimlerine gönderdim. Bu tasarı üzerinde hâlâ çalışıyorum. Rektörlük seçiminde de çok açık oynadım. Şahsi bir menfaat ilişkisi bir örgüt bağlantısı gibi duygularla oy veren olmadı. Tek derdimiz üniversiteye hizmet etmektir. Herkesle görüştüm ve beraber ne yapabiliriz dedim. Bu üniversiteyi daha ileriye götürmek adına çalışıyorum. Bir bilim insanı olarak, temel gayesi bilim üretme olması gereken üniversitemizin hak ettiği noktalara gelmesi için bu yükün altına girdim.”

    Taşaltın, “Üniversiteniz Türkiye için ne ifade ediyor ve Türk bilim alanına yaptığı katkı nelerdir” sorusuna şöyle yanıt verdi:

    “Harran Üniversitesi bölgesinde önemli bir boşluğu doldurma potansiyeline sahip. İki fakülte kritik öneme sahip. İlahiyat Fakültesi ve Ziraat Fakültesi. Diğer fakülteler ikinci öneme sahip demek değil. Örneğin Ziraat Fakültesi motor olursa Mühendislik Fakültesinin bölümlerini, biyoloji ve coğrafya bölümlerini beraberinde yükseltebilir. İlahiyat Fakültesi bölgede çözüm üretim merkezi olma potansiyeline sahip. Resmi kayıtlara göre 400 bin, gerçekte 600 bin Suriyeli Şanlıurfa’da yaşıyor. Bütün kışkırtmalara rağmen ciddi bir olay yok. Türk, Kürt, Arap asırlardır beraberce yaşıyor. Bu beraber yaşama sırrını dünyaya açıklamak başta İlahiyat Fakültesine düşüyor. Türkiye genelinde uyuşturucu kullanımı yayılıyor. Sosyolojik olarak Şanlıurfa’da hızla yayılması lazımdır. Terör örgütleri bu konuda aşırı çalışıyor. Fakat beklendiği gibi felaket olmuyor.”

  • ‘Pehlivan’ Balkan Yollarına Düşüyor

    Trakya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğrencileri tarafından tasarlanan ve 2015 yılında ‘En İyi Tasarım Ödülünü’ alan elektrikli otomobil ‘Pehlivan-Elektrak’, Balkan turuna çıkmaya hazırlanıyor.

    Trakya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğrencilerinin yaptığı ‘Pehlivan-Elektrak’ adlı araç 2015 Ağustos ayında katıldığı TÜBİTAK Alternatif Enerjili Araçlar Yarışında ‘En İyi Tasarım Ödülünü’ alma başarısını göstermişti.

    Yaptıkları aracın tanıtımını Uluslararası alanda yapmak isteyen öğrenciler 19-27 Nisan 2016 tarihleri arasında Balkan Turuna çıkmaya hazırlanıyor. 19 Nisan 2016 tarihinde Edirne’den yola koyulacak olan ekip sırasıyla Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk rotasını izleyerek turu tamamlayacak.

    20 Nisan 2016’da Soyfa Teknik Üniversitesi’nde Balkan Turunun ilk tanıtımını gerçekleştirecek olan ekip üyeleri tanıtım noktalarında çeşitli etkinliklerde düzenleyecekler. 21 Nisan’da ise Yunanistan’ın Selanik şehrinde olacak olan ekip ‘Aristotle University of Thessaloniki’de elektrikli araç üretmeyi planlayan bir ekiple de ortak proje çalışmaları yürütecek.

  • (Özel Haber) Efor Testinde Ortaya Çıkmayan Kalp Krizi Riski Yüzde 70’e Kadar Düşüyor

    Efor testlerinde saptanamayan kalp damar hastalıklarını en düşük radyasyon miktarıyla tespit eden ve özellikle ani kalp krizleri riskini yüzde 70 oranında önleyen yöntem İstanbul’da uygulanmaya başlandı. Yöntem 250 kilo ağırlığındaki obezite hastalara da uygulanacak.

    Karaciğer yağlanmasından nörolojik vakalara, böbrek taşlarının sertlik durumundan kalp krizi riski hesaplamalarına uzanan riskli durumlar teknolojideki son gelişmeler sayesinde alınan önlemlerle en aza indiriliyor. Yetişkinlerde ani ölümün başlıca nedenlerinden biri olan kalp krizleri ise dünyada en başta gelen ölüm sebepleri arasında yer alıyor. Vücudun tüm kan ihtiyacını karşılayan kalp damarlarında meydana gelen dolaşım bozukluğu zamanla krize dönüşüyor. Kalp krizi öncesi alınacak tedbirlerin başında ise kalp -damar muayenelerinin zamanında yapılması alıyor.

    Teşhisten önce bir tür zemin yoklaması olarak kabul edilen efor testlerinin kalp krizini teşhis etmede etkin bir yöntem olmadığına dikkat çeken Kardiyolog Prof. Dr. Murat Gençbay, “. Yüksek riskli kişilerde efor testi ile yapılıyordu. Ama efor testinin şöyle bir sıkıntısı var kalp krizi geçirecek üçte birisini fark edebilir. Toplumda kalp krizlerinin üçte ikisi efor testinin saptayamayacağı hafi yağlanmalardan dolayı olur. Dolayısı ile üçte ikilik grubu saptamak bizim için çok önemli” dedi.

    RADYASYON ORANINA GÜNEŞLENME BENZETMESİ

    Tomografi ve MR çekimlerinde radyasyon oranına dikkat çeken Prof. Gençbay, yeni nesil görüntüleme cihazlarının tıp dünyasında hekimin, sağlıklı yaşam sürdürmede ise hastanın bir adım önde olmasına imkan tanıdığını söyledi. Prof. Gençbay, Japonya’nın da aralarında bulunduğu Dünyanın altı ülkesinden sonra Türkiye’de sadece İstanbul’da Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nde bulunan yeni nesil görüntüleme cihazları olarak kabul edilen bilgisayarlı tomografi ve MR cihazlarının artık kalp damar hastalıklarından nörolojik vakalara uzanan tüm hastalıkların tanı-teşhis ve tedavi alanında önemli rol oynadığını belirtti. Özellikle çekim esanasında alınan radyasyon miktarına yaptığı benzetme ile dikkat çeken Gençbay şunları söyledi: “Bir çekimde alınacak radyasyon Bodrum’da bir hafta güneşin altına yatmakla güneşten alacağınız radyon kadardır. Kolesterol düzeyini çok daha düşük seviyelere düşürüyoruz. Bu da kalp krizi risklerini yüzde 60 – 70 oranında azaltabiliyor.”

    OBEZLER DE YARARLANABİLECEK

    Oezitenin, kalp ve damar hastalığı ile ilişkili ölümlerin önemli bir habercisi olduğuna dikkat çeken Radyolog Doç. Dr. Adil Öztürk ise söz konusu cihazların obezite alanında önemli kolaylık sağladığını söyledi. Türkiye’de obez hastaların tomografi ve MR çekimlerinde kilo sınırı olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Öztürk 70 cm geniş hasta tünel açıklığı ile 250 kiloya kadar varan obezite hastalarının da muayenesinin yapılabildiğini söyledi. Doç. Dr. Öztürk; “Obezite, dünyada ve ülkemizde günden güne hızla artan sağlık sorunlarının başında geliyor. Tomografi ve MR çekimlerinde de soruna neden olan obezitede ancak 250 kiloya varan obez hastalarının çekimi yapılabiliyor. Cihazın çıkardığı gürültü, çekim esnasında uyutulan çocukların uyanmasına neden oluyordu. Son teknoloji cihazlar sayesinde beyin çekimleri sessiz yapılabiliyor. İncelemeler daha detaylı şekilde yapılabiliyor. Kas iskeleti sisteminde tendom ve bağ yırtıklarını ayrıntılı olarak görmek mümkün. İç kulak anatomik bölgeleri, dinamik özellikleri sayesinde ise meme tümörlerinin teşhisi, karaciğer kitlelerinin ayırıcı tanılarında görüntülenme imkanı sunuyor” dedi.