Etiket: Dr.

  • Başkan Dr. Memduh Büyükkkılıç Yıldırım Beyazıt Ortaokulunu Ziyaret Etti

    Yenimahalle semtinde bulunan Yıldırım Beyazıt Ortaokulunu gezerek incelemelerde bulunan Başkan Dr. Memduh Büyükkılıç, okul gezisinde beden eğitimi dersine konuk olarak öğrenciler ile sohbet etti.

    Eğitim ve eğitimcinin dostu bir belediye olarak okulların yetersiz olduğu bölgelerde belediye olarak okul binası yaparak eğitimin hizmetine sunduklarını belirten Başkan Dr. Memduh Büyükkılıç, Yıldırım Beyazıt Ortaokulu ziyaretinde 6,7. ve 8. Sınıf öğrencilerinin derslerine iştirak ederek eğitim şartları ve okul binası hakkında öğrencilerin fikirlerini aldı. Okul yöneticileri ile bir süre görüşen ve okul arazisi hakkında bilgi alarak bu çevrede yeni bir eğitim kampüsüne ihtiyaç duyulduğunu ifade eden Başkan Dr. Memduh Büyükkılıç, konu ile ilgili olarak şunları söyledi:

    “Sevgili öğrenciler başarının tek bir yolu vardır. Düzenli, günübirlik çalışmaktır. Sizler için eğitim kurumlarına yatırım yapıyoruz. Yeni okullar inşa ediyoruz. Daha önce yapılmış okul binalarını yeniliyor veya yetersiz ise ek binalar yapıyoruz. Sonuçta biz öğrencilerin daha rahat mekanlarda ve sınıflarda eğitim almanız için bu çalışmaları gerçekleştiriyoruz. Eğitimde başarı ile ülke kalkınması arasında yakın bir ilişki vardır. Bu açıdan Melikgazi Belediyesi olarak eğitimin ve eğitimcinin dostu olarak hiçbir hizmetten ve yatırımdan kaçınmıyoruz. Yıldırım Beyazıt Ortaokulunda bulunan eksiklikleri gidereceğiz. Bu bölgede yeni bir yapılanmayı başlatacağız ”

    Başkan Dr. Memduh Büyükkılıç, Yenimahalle semtinde bulunan Yıldırım Beyazıt Ortaokulunda İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile ortak bir çalışma yapılarak ilk ve ortaokulunun bulunduğu alanda yeni örnek yatırdım ile KAMPÜS OKUL Projesini gerçekleştireceklerini sözlerine ekledi.

  • Dr. Yavuz Toplumsal Paranoyaya Dikkat Çekti

    Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, terör saldırılarının toplumsal paranoyaya dönüştüğünü söyledi.

    Reem Nöropsikiyatri Merkezi’nden Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, konuyla ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, “Tüm toplumu bir korku sarmış durumda, insanlar kalabalık mekanlara, alışveriş merkezlerine çıkmaya korkar oldular. Tabiatıyla bu durum genel ekonomiye de etkilemekte, alışveriş merkezleri ve restorantlar gereken ilgiyi görmemektedir. İnsanlar evlerine kapanmakta, zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamakta ve seyahat planlarını askıya almaktadırlar. Dolayısıyla tüm ticari faaliyetler aksamakta ve durağanlığa girmektedir. Ayrıca tablo, ülkemize gelen yabancı ziyaretçileri de etkilemekte, turizm gelirleri bir anda durma noktasına gelmektedir” dedi.

    Elbetteki ülkelerin zaman zaman hain ve sınır tanımaz güçlerin terörist saldırılarına her zaman maruz kalabileceğini dile getiren Dr. Yavuz, “Ve bu hain saldırıların etkisiyle insanlar sürekli tetikte, etraflarına göz kulak olan, her an bir saldırı gelecekmiş gibi davranan psikolojik bir atmosfere girebilirler. Bu yüzden ülke idarecilerinin ve medyanın yatıştırıcı, güven verici bir tutumla insanları teskin ve telkin etmeleri gerekmektedir. Diğer taraftan güvenlik güçlerinin de olay ya da olaylara sebebiyet veren terörist odakları ortaya çıkarıp, toplumu teyakkuza getiren bu insanlık dışı canilerin yaptıklarının cezasız kalmadığını göstermelidir. Bu durum hem canilerin cezalandırıldığını gören halkı rahatlatacak hem de teröristçe eylem hazırlığında olanlara caydırıcı unsur niteliğinde olacaktır. Diğer türlü failleri şeffaf bir biçimde ortaya konamayan durumlarda bin çeşit komplo teorileri üretilecek ve bu karışık ve belirsiz ortam, toplumu tam bir paranoya ve kaos ortamına sevk edecektir” diye konuştu.

    KORKU, İNSAN DOĞASI İÇİN GEREKLİ BİR DUYGUDUR

    Korkunun insan doğası için gerekli bir duygu olduğunu ifade eden Dr. Mehmet Yavuz, “Ancak korkunun azı da fazlası da zarardır. Çünkü korkusuz insanlar psikopatça ve sosyapatça hareketler yapabilirler. Yasalardan ve cezalandırılmaktan korkmadıkları için şiddete dayalı davranışlardan çekinmezler. Böyle antisosyal sosyopat kişileri zaman zaman her yerde görmek mümkündür. Korkunun fazlası durumunda ise kişiler gereğinden fazla savunma içgüdüsü ile hareket ederler, sosyal ortamlara girmekten çekinirler. Özgüvenleri yok denecek kadar azalmıştır. Paranoyanın asıl unsuru da başkalarının size zarar vereceğine dair gerçekçi olmayan bir inanç ve korkudur. Dolayısıyla paranoyanın da merkezinde korku vardır. Ama işte bizim asıl değinmek istediğimiz konu, bu korku duyusunun özellikle terör olaylarının tetiklemesi ile dalga dalga tüm topluma yayılması ve bir toplumsal paranoya şekline dönüşmesidir. Hiç şüphesiz bu konuda görsel ve yazılı medyanın söz konusu terörist saldırıları ele alış biçimi ve güvenlik güçlerinin güven ya da güvensizlik veren tutumları da etkilidir. Korku, bireysel olarak fizyolojik ölçülerde faydalı bir dürtüdür. Kişiyi tehlikelerden korur. Ancak korkuyu abartarak bunu bir paranoya şekline dönüştürmek, tüm yaşantıyı korku üzerine kurmak da doğru bir hareket tarzı değildir. Dolayısıyla korku, zaman zaman bazı özel durumlarda hissedilmesi gereken bir duygudur. Bunu hayatın her anına yaymak ve sürekli korku ile yaşamak doğru değildir. Gerçek tehlike ile paranoyanın ayırımını yapmak için sağduyulu ve mantıklı davranmalıdır” ifadelerini kullandı.

    Yavuz, “Paranoya sadece bireyi ilgilendirdiği halde, toplumsal paranoya aynı, toplumsal depresyon gibi bir anda yazılı ve sözlü medya, sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile veya kulaktan kulağa fısıltı gazetesi şeklinde bir anda yayılır ve tüm toplumu etkisi altına alır” diye konuştu.

    Paranoyanın bireysel anlamda analiz edildiğinde genelde kişinin kendine aşırı değer verdiğini, benlik değerlerinin anormal bir şekilde ön plana çıktığını anlatan Dr. Yavuz şöyle konuştu:

    “Kişinin kendini bencilce ön plana çıkarması ile beraber herhangi bir haksızlığa uğrama ya da bir saldırıya maruz kalma düşünceleri, kişide aşırı güvensizlik ve şüphecilik oluşturmaktadır. Buna düşünce çerçevelerini belirleyen yorum hatalarından kaynaklanan vesveseler, saçma ve mantıksız deliller üretme eğilimi de eklenince, kişiler herkesi güvensiz ve tutarsız görmekte böylelikle sosyal uyuşmazlık ve emniyetsizlik bunalımı ortaya çıkmaktadır. Bu noktada tabiki, toplumsal paranoya rüzgarına kapılan herkesin benlik duygularının anormal geliştiğini söylemek de doğru değildir. Her toplulukta paranoyanın etkisine girmiş üç beş kişi, kendi halinde yaşayan diğer mütevazi çoğunlukları da etkilemekte böylece paranoya toplumun her ferdine tesir etmektedir. Toplumsal paranoyaya asıl sevk eden unsurlar, nereden geleceği ve nasıl olacağı belli olmayan saldırı beklentileri, belirsiz ve güvensiz ortamlardır. Zira korku kademe kademe aynı bir salgın hastalık gibi tüm toplumu sarıp toplumsal bir paranoyaya dönüşecektir. Özellikle medyanın güvenlik zafiyetleri üzerinde durması ve sanki böyle bir acziyet varmış gibi göstermesi de son derece sakıncalı olup, toplumsal paranoyayı pekiştiren ya da geliştiren faktörler olabilir. Böyle bir zafiyet olsa bile bunlar halka deklare edilmemeli, güvenlik güçleri ile konu paylaşılmalıdır. Gerek ülkemizde gerekse yurt dışında zaman zaman basına yansıyan telefon dinlenmeleri konusundaki söylentilerin asılsız olduğu ve bunun bir hukuki zemininin olduğu telkin edilmelidir. Aksi taktirde bir arkadaşımın şahit olduğu gibi, sokaktaki simitçi bile ’telefonda konuşmayalım ağabey, benim telefonum dinleniyor’ diyebilir. Nitekim toplumumuzda bir ’telefon dinlenmesi’ paranoyası almış başını gitmektedir. Bu noktada tabiki toplumsal paranoya örnekleri sadece telefon dinlenmesi ile sınırlı değildir. Siyasi ve ideolojik bir çok paranoyaya varan komplo teorileri ortalıkta dolaşmaktadır. Bu konuda akli selim davranmalı, devlete ve güvenlik güçlerine güvenmeli, gerektiğinde vatandaşlık görevlerini yerine getirmemiz lazımdır. Diğer taraftan en korkulan durum da bürokratik zeminlerin, toplumsal paranoyanın etkisi altına girmesidir. Eğer bürokrat soğukkanlılığını kaybeder ve toplumsal paranoyanın atmosferinden etkilenirse, bu durumda çıkacak yeni genelgeler ve yönetmelikler toplumun hayat biçimini olumsuz etkileyebilir ve gereksiz yere bireysel özgürlükler kısıtlanabilir. Hiç kuşkusuz özellikle güvenlikle alakalı bürokratların bir akli selim hudutları içerisinde hareket ederek, bir yandan halkın güvenliği konusunda tedbirler alırken öbür yanda özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamalardan uzak durmalıdırlar.

    Gelir dağılımının gözetilmediği hızlı sosyal değişim, toplumlardaki önemli bir sosyal sermaye unsuru olan güven duygusunu zayıflatabilir. Özellikle kurumlarla ilgili halkın aleyhine olan gelişmeler, bir takım imtiyazlı kişilerin oluştuğu kanaatleri, siyasette acımasız ve kuralsız rekabet, özellikle sevgi ve hoşgörü ortamından uzaklaşmanın meydana getirdiği toplumsal ayrışma ve keskinleşme sadece bireyler arasında değil, toplumun bir çok katmanı ve kurumları arasındaki güveni de ortadan kaldırır. Bu da ancak toplumsal ortak bilinç ve çabalarla çözülebilecek ciddi sorunları çözme inanç ve kararlılığını ortadan kaldırır. Eğer sosyal sermayenin her alan ve düzeydeki güven unsuru kaybedilirse bunun yerini çatışma, gerginlik kültürü ve çeşitli paranoyalar alır. Bu durumda ise sürekli bir şeylerin tehdidi altında hissetmek ve günlük hayatın rutin döngülerini bile birer tehlike kaynağı olarak görmek ve toplumun her safhasına yayılmış müzmin bir kuşkuculuk altında yaşamak söz konusudur. Paranoyaya girmiş bir toplumda, normal standart ve ortalama zihinsel kalıpların ötesinde, temeli korku, şüphecilik ve güvensizlik olan bir düşünce sistemi yerini alır. Dolayısıyla sıradan olaylar bile hayali bir senaryoya, toplumun bu zaafını bilerek hain güçler tarafından oluşturulan terörist faaliyetler de binbir komplo teorisi ile yorumlanabilir hale gelir.”

    Dr. Yavuz, toplumu söz konusu kitlesel paranoyadan çıkarmak için, medyanın hassas davranması, güvenlik güçlerinin zafiyetini hissettiren yayınlardan uzak durulması, yöneticilerin istikrarlı kararlı tutumları ve birey olarak herkesin sevgi, saygı ve hoşgörü çerçevesinde, birbirlerinin hak ve özgürlüklerine empati yaparak ve bunu da bir yaşam biçimi haline getirerek ilişkileri sürdürmeleri gerektiğini sözlerine ekledi.

  • Prof. Dr. Günay: “nasıl Ki Maliye Bakanlığını Kapatamazsınız, Yökü De Kapatamazsınız”

    Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Durmuş Günay, “Her ne kadar herkes, siyasi partiler de dahil ‘YÖK’ü kaldıracağız’ diye yazsalar da olmuyor. Sebebi böyle bir kuruma ihtiyaç var. Nasıl ki Maliye Bakanlığını kapatamazsınız, YÖK’ü de kapatamazsınız. Bunu diyenler YÖK’ün işleyişini görünce uzaktan görüldüğü gibi olmadığını görüyorlar” dedi.

    Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Durmuş Günay, ’Tarihsel Bağlamda Yükseköğretimin Anlamı ve Geleceği’ başlıklı konferansını vermek üzere İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi’nin konuğu oldu.

    Rektör Prof. Dr. Galip Akhan, YÖK Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Durmuş Günay’ın sunumunun kendilerine ufuk açacağını belirterek, kendisini İKÇÜ’de ağırlamaktan mutluluk duyduğunu paylaştı. Rektör Prof. Dr. Akhan, “Özellikle bizim gibi yeni kurulmuş üniversiteler için kendisinin bilgi paylaşımı çok önemli. Kendileri kuruluş aşamamızda sürekli destek veren, önümüzü açan bir hocamız. Hocamıza bu desteklerinden ötürü teşekkür ediyorum” diye konuştu.

    Tarihsel olarak YÖK’ün gelişim süreçlerini anlatan YÖK Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Günay, Yükseköğretimin ya tek parti ya da askeri darbeler sonucunda yapılan düzenlemelerle dizayn edildiğini aktardı. YÖK’ün kuruluş tarihinin 1981 değil 1973 yılı olduğunu belirten Prof. Dr. Günay, “Dolayısıyla YÖK 12 Eylül ürünü değildir. En çok eleştirilen YÖK kanunu, 34 yıldır yürürlükte olan 1981 yılı YÖK kanunudur. Bu kanunda YÖK tarafından sürekli dönüşüm yapılıyor. Bir nevi evrim geçiriyor. Kanunun giriş tarafları hariç değişmedik maddesi kalmadı. O bakımdan sistem ayakta duruyor. Her ne kadar herkes, siyasi partiler de dahil ‘YÖK’ü kaldıracağız’ diye yazsalar da olmuyor. Sebebi böyle bir kuruma ihtiyaç var. Nasıl ki Maliye Bakanlığını kapatamazsınız, YÖK’ü de kapatamazsınız. Bunu diyenler YÖK’ün işleyişini görünce uzaktan görüldüğü gibi olmadığını görüyorlar” dedi.

    “70 YILDA 77 ÜNİVERSİTE VARKEN; 13 YILDA 108 ÜNİVERSİTE KURDUK

    YÖK’ün sistematik bir bütün olduğunu belirten Prof. Dr. Günay, güncel YÖK verileriyle ilgili de bilgi verdi. 109’u devlet, 76’sı vakıf olmak üzere 185 üniversitenin olduğunu belirten Prof. Dr. Günay, “Öğrenci sayımız 6 milyon 62 bin 886. Okullaşma oranımız yüzde 88,34. 2003 yılına kadar 77 üniversitemiz yani 70 yılda 77 üniversite varken; 13 yılda 108 üniversite kurduk. YÖK’ü sayısal olarak patlattık. Bu, Türkiye’nin biriktirmiş olduğu potansiyeli, kinetik enerjiye çevrilmesidir, toplumun beklentilerine cevap vermektir. Kalite konusunda eleştiriler alıyoruz. 1955 yılında gazete başlığı, ‘İş zıvanadan çıktı, Ege Üniversitesi de kuruldu. İzmir’e de üniversite kuruldu’ şeklindeydi. Bugün Türkiye’de tıp fakültelerinde bir hoca başına 4.77 öğrenci düşüyor. Almanya’da bu oran 19.6’dır” diye konuştu.

    “YÖK’ÜN GÖREVİ İŞ BULMAK DEĞİL, ULUSLARARASI ÖLÇÜTLERDE EĞİTİM VERMEKTİR”

    YÖK rakamlarına göre okullaşma ve öğrenci sayısı bakımından Avrupa ülkelerinin geride bırakıldığını belirten Prof. Dr. Günay, “Bizden bir şey olmaz demeyin. Önümüzde Finlandiya, Güney Kore ve Amerika var. Sayısal olarak iyiyiz. Okumak isteyen herkese cevap vermemiz lazım. Bir toplumda yükseköğretim görmüş nüfusun oranı başlı başına o toplumun gelişmişlik parametresi olarak değerlendirilir. Bu noktada her şehirde üniversite olmasını, okumuş işsizler oluyor diyerek eleştirenler çıkıyor. Bizim görevimiz iş bulmak değil. Bizim görevimiz yüksek vasıfta öğrenciler yetiştirmek” dedi.

  • Prof. Dr. Mehmet Demirci: “Gelişmiş Ülkelerde Şişmanlık Yüzde 50Lerde”

    Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Demirci, gelişmiş toplumlarda aşırı kalori, yağ ve şeker alımının sonucunda şişmanlığın önemli bir sorun haline geldiğini ifade ederek, “Gelişmiş ülkelerde şişmanlık yüzde 50’lerde. Şişmanlık sadece iş gücünü azaltmıyor, bir çok hastalığa da neden oluyor” dedi.

    Kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet, yüksek kolesterol gibi hastalıkların hepsinin şişmanlıktan dolayı ortaya çıktığını vurgulayan Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Demirci , sağlıklı ve dengeli beslenmeyle bunların önüne geçilebilineceğini söyledi.

    Özellikle çocukların beslenmesine dikkat edilmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Demirci, çocukların gelişimi için sağlıklı beslenmenin önemli olduğunu söyleyerek, “Aşırı beslenmeden dolayı, şişmanlıkta günümüzde bir sorun haline geldi. Özellikle gelişmiş toplumlarda aşırı kalori alımı ve yağ, şeker alımının sonucunda şişmanlık önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerin ortalamasına baktığımız zaman şişmanlığın yani obezitenin yüzde 50’lere vardığını görüyoruz. Şişmanlık sadece insanların iş gücünü azaltmak gibi bir sorun ortaya koymuyor. Bunun sonucunda şişmanlık bir çok hastalığında nedeni oluyor. Kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet, yüksek kolesterol gibi hastalıkların her birisi şişmanlıkla ortaya çıkabilecek hastalıklar. Sağlıklı beslenme, dengeli beslenme çok önemli. Çocuklarımızda ki, şişmanlıkta günümüzde çok önemlidir. Bundan 10 sene 20 sene önce böyle bir sorun görünmüyordu. Son zamanlarda çocukların sağlıklı beslenememesi ve özellikle fast food’ların yaygınlaşması çocuklarda obezitenin artığını gösteriyor. Bu oran giderek de artmaktadır. Bunun önüne geçmek için ailelere büyük iş düşüyor. Ailelerin sağlıklı beslenme konusunda bilinçli olması gerekiyor. Çocukların gelişi güzel beslenmemesi gerekiyor. Çocukları tıka basa doyurmak normal değil. Çocukların gelişimi için sağlıklı beslenmesi önemli. Çocukların özelikle sütü tüketmeleri gerekmektedir. Çocukların ihtiyaç duydukları bütün besinler sütün içerisinde bulunuyor” dedi.

  • Prof. Dr. Cem Kılıç Satsoda Seminer Verdi

    Gazi Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Cem Kılıç, Türkiye ve Sakarya’daki mevcut istihdam durumu, yurt dışındaki iyi uygulamalar ve soruna çözüm önerilerini aktardı.

    SATSO Meclis Salonu’nda gerçekleştirilen seminere Sakarya Valisi Hüseyin Avni Coş, Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu üyeleri, meclis üyeleri, Sakarya Üniversitesi akademisyenleri, kurum kuruluşların temsilcileri ile daire müdürleri iştirak etti. ADAPTTO işbirliği ile gerçekleştirilen seminerin ikinci bölüm açılış konuşmasını yapan Vali Hüseyin Avni Coş, Atatürk’ün “En hakiki mürşit ilimdir” sözünü hatırlatarak “Türkiye’nin en önemli meselesi üretim ve istihdamdır. Bunu en iyi şekilde değerlendirmek ve üzerine gitmek bizim için önemli bir vazifedir. Bu toplantı beni memnun etmiştir” dedi. “Marifet iltifata tabidir” diye sözlerine devam eden Vali Coş, bu tür çalışmaların sürekliliğinin önemine değinerek “Sizler bu tür farkındalık oluşturan çalışmaların devam etmesi açısından ümit vaat ediyorsunuz” şeklinde konuştu.

    Programın ev sahipliğini yapan SATSO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Orhan Yılgenci yaptığı açılış konuşmasında, “Sakaryamız potansiyelini değerlendirme yolunda önemli mesafeler alıyor. Paydaşlarımızla birlikte gerçekleştirdiğimiz çalışmalar neticesinde her alanda olduğu gibi sanayi yatırımları ve üretimleri alanında da önemli ilerleme kaydettik. Her geçen gün yeni bir hizmetten, yeni bir yatırımdan, sanayi tesisinden söz ediyoruz. Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası olarak hayata geçirdiğimiz projeler sonucunda, yeni Organize Sanayi Bölgelerinden, Otomotiv İhtisas Endüstri Bölgesinden, kısa zaman içerisinde Sakarya’mızın sanayi bölgelerinde oluşacak toplam 90 bin istihdamdan gururla bahsediyoruz. Bu hızlı gelişmeler de tabii bizim dikkatli plan ve hazırlık çalışmaları yapmamızı da beraberinde getiriyor. Kaliteli eğitim ve nitelikli istihdamı çalışmalarımızın ilk sırasına koyuyoruz. Her başarının temeli eğitim. Üniversitemizle ortak çalışmalar yapıyor, 3+1, 7+1, Uygulamalı Mühendislik Deneyimi Eğitimi başta olmak üzere birçok noktada örnek başarılar elde ediyoruz. Milli Eğitim ile işbirliği içerisinde Meslek Liseleri inşa ediyoruz. Uygulamalı Meslek Edindirme Merkezleri çalışmalarımızda en çok kursiyere eğitim vererek Türkiye 1.’liği elde etmiş bir Oda’yız. Her fırsatta ifade ediyoruz. Özellikle otomotiv sektöründe 100 yıllık nitelikli istihdam tecrübemiz var. Şehrimizin her anlamda cazibe merkezi hüviyetine kavuşması neticesinde de kalifiye çalışana talep hızla artıyor. Zamanın ruhuna uygun çalışmalıyız. Çağı yakalamak zorundayız. Nitelikli istihdamı yenilenebilir kılarak tüm sektörlerde azami başarı elde etmeliyiz” dedi.

    Prof. Dr. Kılıç ise konuşmasında, “57 milyon 891 bin aktif çalışan işgücüne dahil insan var. 30 milyon 311 bin işgücüne dahildir. Türkiye de 5 milyon ev kızı var eğitimde istihdam da olmayan atıl insanlar verimlilik bu anlamda sıfır. İşsiz 2 milyon 970 bin civarındadır. İşgücüne katılma kadınlarda 32,4 erkeklerde 72,8, toplam yüzde 52,4 iken kadın istihdamı yüzde 28,3 erkeklerde yüzde 66,6 iken, işsizlik oranı kadınlarda yüzde 12,5 erkek yüzde 8,6, tarım dışı işsizlik oranı kadınlarda yüzde 17,5 erkeklerde 9.9’dur. Arabistan da kadınların işgücüne katılımı oransal olarak çok daha yüksektir” ifadelerini kullandı.

    Gençlerin Türkiye işgücü piyasasındaki performanslarına ilişkin göstergelere de değinen Cem Kılıç 11 milyon civarında olduğunu ifade ederek “İşgücü piyasasındaki 10 kişiden 4’ü niteliklerine uygun olmayan işlerde çalışıyor. Kadınların işgücüne katılım oranları özellikle kentlerde düşük düzeyde. Atıl istihdam sorunu hem genç erkek hem de genç kadınlarda yüksek düzeyde. İşgücü eğitim planlaması doğru yapılamadığı için işsizlik eğitimi artmaktadır. Türkiye işgücü piyasasının temel sorunları, “yapısal” izler taşıyor. Türkiye ekonomisinde “üç sektör kanunu” işlemedi. İşgücü piyasasında kır – kent ayrımı çok belirgin özellikte. “ücretsiz aile işçiliği ”, “nitelik ve beceri uyumsuzluğu” ,“Atıl istihdam” sorunu, hem genç erkek hem de genç kadınlarda yüksek düzeyde. Türkiye de yüksek öğrenime talep artıyor nicelikle genişleme niteliğe yansımıyor. Eğitim düzeyinin iş bulmada sağladığı avantaj giderek azalmaktadır. İş dünyası, işgücü piyasasına ilk kez giren üniversite mezunlarının eğitim sisteminden kazanmış oldukları niteliklere şüphe duyuyor. Eğitim düzeyi, işe eleman alımı sürecinde önemli bir kriter ancak adayların firmaya ve işe uygunluğunu tek başına tanımlamıyor” şeklinde konuştu.

    Prof Dr. Cem Kılıç, Türkiye’deki istihdam ve işsizlik sorununa yönelik çözüm önerileri ve değerlendirmede bulunarak, “İstihdamda nitelik sorununu çözecek göç ve eğitim politikalarına ihtiyaç var. Eğitim sistemi mesleki eğitim modeli üzerinden tekrar yorumlanmalı. Genel lise – meslek lisesi ayırımı iyi yapılmalı. Mesleki eğitim sistemi talep kesiminin ihtiyaçları dikkate alınarak yeniden yapılandırılmalı. Orta öğretim kurumlarında mesleğe yöneltme sistemi yeniden tasarlanmalı. Üniversite – sanayi işbirliği en üst düzeye çıkarılmalı. Günün ihtiyaçlarına uygun eğitim politikaları oluşturulmalı” dedi.