Etiket: Doç.

  • Doç. Dr. Peker “Bir bağışla, bir çok kişinin hayatı kurtarılabilir”

    Doç. Dr. Peker “Bir bağışla, bir çok kişinin hayatı kurtarılabilir”

    DÜZCE (İHA) – Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kemal Peker, günümüzde nakli yapılabilen organ ve dokuları böbrek, karaciğer, kemik iliği, kalp, pankreas, akciğer, ince bağırsak, kemik, tendon ve ligament, kornea, cilt, kalp kapakçığı şeklinde sıraladı.

    Düzce Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkez Müdürü ve Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kemal Peker, ‘3-9 Kasım Organ Bağışı Haftası’ kapsamında organ nakli süreci ile ilgili merak edilenleri paylaştı. Organ nakli kavramını vücutta görevini yapamayan organın yerine canlı bir vericiden veya beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerden alınan organların nakledilmesi olarak tanımlayan Doç. Dr. Peker, günümüzde nakli yapılabilen organ ve dokuları böbrek, karaciğer, kemik iliği, kalp, pankreas, akciğer, ince bağırsak, kemik, tendon ve ligament, kornea, cilt, kalp kapakçığı şeklinde sıraladı.

    2019 yılında 28 bin 272 kişinin organ nakli beklemesine rağmen 7 bin 405 organ nakli gerçekleştiğine dikkat çeken Peker, 18 yaşını doldurmuş, akli dengesi yerinde olan herkesin organ bağışında bulunabileceğini kaydetti. Organ bağışında bulunmak isteyenlerin il sağlık müdürlükleri, devlet ve üniversite hastaneleri, organ nakli yapılan merkezler, toplum sağlığı merkezleri ve organ nakliyle ilgili dernek ve kuruluşlara başvurabileceğini ifade eden Düzce Üniversitesi Öğretim Üyesi, “Beyin ölümü gerçekleşmesi halinde organlarını bağışladığına dair bir belgeyi, iki tanık önünde doldurup organ bağışında bulunabilirler. Organ bağışında; idari ve hukuksal (Organ ve Doku Nakli Hizmetleri Mevzuatı) prosedürler işletilir. Beyin ölümü; bir kardiyolog, bir nörolog, bir beyin cerrahisi uzmanı ve bir anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanından oluşan bir kurul tarafından tutanak ile saptanır” dedi.

    “Beyin ölümü gerçekleşmeden kadavradan organ nakli yapılamaz”

    Beyin fonksiyonlarının geri dönüşümsüz (irreversible) olarak kaybolması sonucu beyin ölümü gerçekleştiğini ifade eden Doç. Dr. Peker, beyin ölümü gerçekleşmeden kadavradan organ nakli yapılamayacağının altını çizdi. Birinci derece yakınları tarafından organları bağışlanan donörün, organ ve doku bağışı için gerçekleşen süreci açıklayan Doç. Dr. Kemal Peker, “Doku bağışı için gerekli formların doldurulmasının ardından Sağlık Bakanlığı bünyesindeki Bölge Koordinasyon Merkezi’ne (BKM)sunulur. Bölge Koordinasyon Merkezi donörü Sağlık Bakanlığı bünyesindeki Ulusal Organ ve Doku Nakli Koordinasyon Merkezi’ne (UKM) sunar. UKM donörü bağış açısından değerlendirir. Bağış açısından bir engel yoksa önceliği, kriterleri önceden belirlenmiş acil bekleme listesindeki hastalara verir. UKM acil bekleme listelerini oluşturur ve takip eder. UKM acil bekleme listesinde hasta yoksa BKM’ye organ, doku yada organların dağıtımı için onay verir. BKM organ, doku veya organları nakil merkezlerinin sırasına göre teklif eder. BKM sırası gelen nakil merkezinin organ nakil koordinatörü ile iletişime geçer. Organ nakil koordinatörü donörün tıbbi bilgilerini organ naklini yapacak olan hekim ile paylaşır” şeklinde konuştu.

    Bölge Koordinasyon Merkezi’nin teklif ettiği doku yâ da organların, organ nakil merkezinin Ulusal Bekleme Listesindeki hastalarından en uygun yada puanı en yüksek olan hasta için kabul edildiğini belirten Doç. Dr. Peker, organ dağıtımının kanun ve yönetmelik çerçevesinde, bilimsel kurallara, tıbbî-etik anlayışa uygun ve adaletli bir şekilde gerçekleştirdiğinin altını çizdi. Kadavradan organ çıkarma işleminde herhangi bir canlı ameliyatında olduğu gibi büyük bir hassasiyetle yaklaşıldığını belirten Düzce Üniversitesi Öğretim Üyesi “Organlar çıkarıldıktan sonra donörün vücut bütünlüğünde bir bozulma olmadan tabakalar usulünce kapatılır” dedi.

  • Doç. Dr. Melikoğlu: “Sedef hastalığı bulaşıcı değildir, tedavisi mümkündür”

    Doç. Dr. Melikoğlu: “Sedef hastalığı bulaşıcı değildir, tedavisi mümkündür”

    Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Mehmet Melikoğlu, sedef hastalığının bulaşıcı olmadığını belirterek, tedavisinin de mümkün olduğunu söyledi.

    29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutlayarak, bu günün ayrıca IFPA (International Federation of Psoriasis Associations) toplumda psoriazis (sedef hastalığı) hakkında farkındalık oluşturabilmek için ‘Dünya Psoriasis Günü’ olarak ilan edildiğini anımsatan Melikoğlu, hastalık hakkında bilgi verdi.

    Sebebi tam bilinmese de genetik altyapısı olan sedef hastalığının sigara, alkol, şişmanlık, psikolojik stress, enfeksiyonlar, travma, şiddetli güneş maruziyeti gibi nedenlerle tetiklendiğine dikkat çeken Melikoğlu, “Sedef, bulaşıcı bir hastalık değildir. Kroniktir, tekrarlayıcıdır ancak tedavisi de mümkündür” dedi.

    “Devletimiz, tüm tedavi giderlerini dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı kadar karşılamaktadır”

    Doç. Dr. Melikoğlu, Türkiye’nin sağlık alanında dünya ülkelerine örnek olduğu anımsatmasıyla, “Devletimiz SGK’lı tüm hastalıklarda olduğu gibi sedef hastalığı için de tüm tedavi giderlerini dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı kadar karşılamaktadır.” diyerek, sedef hastalarına şu tavsiyelerde bulundu:

    “Sedef hastalarımız deri ve zührevi hastalıklar uzmanı hekimlere başvurmaları gerekiyor. Psikolojik stresleri var ise mutlaka psikiyatri hekimine muayene olmaları, obezite şişmanlık tedavisi için dahiliye-endokrinoloji polikliniklerine, sigara içiyorsalar sigarayı bırakma polikliniklerine başvurmaları gerekiyor. Sedef hastalarımız ayrıca , alkolden uzak durmaları, D vitamini düzeylerini hekimlerinin önerileriyle hep normal aralıkta tutmaları, ciltleri kuru ise nemlendirici kullanmaları, banyoda çok sert kese yapmamaları, tahrişten kaçınmaları, şiddetli güneş maruziyeti ve yanıklarından kaçınmaları gerekiyor. Enfeksiyonlardan korunmak varsa, tedavi etmek sedef hastalığı tetiklenmesinden korur.”

    Her Perşembe Sedef Hastalığı Polikliniği

    Doç. Dr. Melikoğlu, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Anabilim Dalı olarak her perşembe günü sedef hastalığı polikliniği yaptıklarını belirterek, hastaların bu takvime göre başvuru yapabileceklerini sözlerine ekledi.

  • Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Mehtap Akdoğan SANKO Hastanesinde

    Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Mehtap Akdoğan SANKO Hastanesinde

    Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Mehtap Akdoğan, SANKO Üniversitesinin hekim kadrosuna katıldı.

    1977 yılında Ankara’da doğan Doç. Dr. Mehtap Akdoğan, 1994 yılında TED Ankara Koleji’nden, 2001 yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu.

    Ocak 2014’te Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nde Nefroloji Alanında Uzmanlık Eğitimini tamamlayan Doç. Dr. Akdoğan, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki Yardımcı Doçentlik Eğitiminin ardından Mart 2018’de Doçent unvanı aldı. Doç. Dr. Akdoğan evli ve üç kız çocuğu annesidir.

    Mesleki ve idari deneyimi

    Doç. Dr. Akdoğan, 2014- 2017 yılları arasında Ankara Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Nefroloji Bilim Dalı’nda Öğretim Üyesi, 2018- 2020 yılları arasında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı’nda Öğretim Üyesi ve Organ Nakli Klinik Direktörü olarak görev yaptı.

    Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yaptığı sürede özellikle böbrek nakli, hemodiyaliz, periton diyaliz, nefritler (böbrek iltihabı), hipertansiyon, yoğun bakım diyaliz teknikleri ve böbrek hastalarında beslenme konularıyla ilgilenen Doç. Dr. Akdoğan, bu hastalarla ilgili akademik alanda çalışmalar ve hayvan deneyleri yaptı. Uluslararası dergilerde bu alanlarda çok sayıda makale yazdı. Tamamlayıcı tıp uygulamaları ile de ilgilenen Doç. Dr. Akdoğan, aromaterapi ile fitoterapi eğitim sertifikalarına sahiptir.

    Türk Nefroloji Derneği, Avrupa Nefroloji Derneği ve Dünya Nefroloji Derneği’ne üye olan Doç. Dr. Akdoğan, yurt dışında yayımlanan çok sayıda dergide hakemlik yapmaktadır.

    Doç. Dr. Akdoğan, Eylül 2020 tarihten itibaren SANKO Üniversitesi Hastanesinde İç Hastalıkları ve Nefroloji Polikliniğinde hasta kabulüne başlamıştır.

    SANKO Üniversitesi Hastanesi Nefroloji Polikliniği

    SANKO Üniversitesi Hastanesi Nefroloji Polikliniği’nde her türlü böbrek, hipertansiyon, hemodiyaliz, periton (karın) diyaliz ve organ nakli yapılmış hastaların klinik takibi ve tedavisinin yanı sıra, canlıdan organ nakli alıcı – verici hazırlığı ve kadavradan organ nakli hazırlığı yapılmaktadır.

    SANKO Üniversitesi Hastanesi

    Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.

  • Yrd. Doç. Dr. Emel Ünsür: “Çocuklara okulda temas kurmadan oynayacakları oyunlar oynatılmalı”

    Yrd. Doç. Dr. Emel Ünsür: “Çocuklara okulda temas kurmadan oynayacakları oyunlar oynatılmalı”

    Acıbadem Kayseri Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Emel Ünsür, okullar açıldıktan sonra pandemi nedeni ile dikkat edilmesi gereken noktalar hakkında yaptığı değerlendirmede, “Çocuklara okulda temas kurmadan oynayacakları oyunlar oynatılmalı” dedi.

    Çocuklara kuralların akılda kalıcılığı açısından şarkılar ile öğretilebileceğini söyleyen Emel Ünsür, “Son günlerde yaşadığımız pandemi olayından dolayı hepimiz çok tedirginiz tabii ki aileler, çocuklar ve bizde hekimler, sağlık çalışanları olarak. Maske, mesafe, hijyen diyoruz. Bu üç kural bizim için çok önemli. Maske takmak zorundayız. Çocuklarımız küçük de olsa bunları 2 yaşın altına önermiyoruz ama 2 yaşın üstündeki çocuklarda maske öneriyoruz ve maske takılmasını istiyoruz. Maske takılırken bazı kurallar var tabii ki, çocuğumuza maskeye elini değdirmemesi gerektiğini, gün içerisinde maske değişiminin düzenli bir şekilde yapılması gerektiğini, nemlenirse mutlaka değiştirilmesi gerektiğini anlatmamız lazım. Çocuklarımıza ellerini çok sık yıkamasını, 20 saniye ılık su ve sabunla el yıkama hijyenini öğretmemiz lazım. Özellikle başparmakları da içine alacak şekilde yıkanmasını öğretmeliyiz. Tabii ki çocuklarımız 20 saniye kavramını pek bilemeyebilirler, onun için bir şarkı seçilebilir, şarkının bir bölümünü söyleyene kadar veya sayı saymayı bilen çocuklarımız için 20’ye kadar sayarak yıkamalarını öğretmemiz gerek. Ellerimizi yıkamak çok sık bir şekilde yapılması gerekiyor. Mesafe olarak da çocuklarımıza 1.5 metreden fazla diğer arkadaşlarıyla yaklaşmaması gerektiğini tembihlememiz lazım. Birbirleriyle sarılmamaları, öpüşmemeleri gerektiğini söylememiz ve öğretmemiz lazım. Birbirleriyle okul malzemesi alışverişi yapmalarını kesinlikle önermiyoruz. Bunu onlara anlatmamız lazım” dedi.

    “Çocuklara temas olmadan oynayacakları oyunlar bulunmalı”

    Okulda alınan önlemler dışında çocukların birbiri ile temas etmemesi gereken oyunların bulunması gerektiğini söyleyen Ünsür, sözlerine şu şekilde devam etti:

    “Bunların dışında alınacak genel önlemlerimiz var çocuklarımız için, sağlıklı beslenme, düzenli uyku, ve en önemli şey okuldan geldikten sonra mutlaka banyolarını yaptırmamız lazım. Sağlıklı beslenme derken sebze, et ve protein açısından, kalsiyum açısından dengeli beslenmek diyorum. Eğer gerçekten tüketemeyen çocuklarımız varsa bu dönemde D vitamini, C vitamini, çinko açısından hekimlerle görüşerek destek sağlanmalı. Uyku mutlaka düzenli olmalı. Akşam 21.00’dan önce yatıp, sabah okula uygun vakitte hazırlanmaları bedensel dinlenmeleri açısından, güne yeniden enerjik başlamaları açısından oldukça önemli. Okulda alınacak önlemler için ise okullarımız da şuan hazırlanıyor bildiğimiz kadarıyla. Okulda teneffüse açık havaya çıkmalarını, çocuklarımızın hava almalarını istiyoruz. Sınıflarımızın düzenli bir şekilde havalandırılmasını istiyoruz. Teneffüs saatlerinin topluca değil, bir sıraya konularak, birbirleriyle temas etmeyecekleri şekilde düzenlenmesi gerekli. Bunların dışında ailenin kendisinin dışında alacağı tedbirler var tabi ki ev içerisinde yaşarken, anneler babalar çalışıyor, çocuklar okula gidiyor. Her ne kadar çocuklarımızı özlesek de, yakın temas kurmak istesek de yine de ben bu dönemde hastalarıma ve kendi çocuklarımda dahil çok fazla yakın temas önermiyorum. Çok özlüyoruz, öpmek istiyoruz, sarılmak istiyoruz ama yine de böyle çok yakın temaslardan bir ebeveyn olarak kaçınılması gerektiğini düşünüyorum. Son olarak da çocuklarımızın temas kurmadan oynayacakları oyunlar bulmamız gerekiyor. En önemli şey mesafe olduğunu çok yaklaşmamaları gerektiğini ve ellerimizi de iyi yıkayıp yemeklerimizi de düzenli yediğimiz takdir de virüsün bize yaklaşamayacağını çocuklarımıza uygun bir dille anlatmamız gerekiyor.”

  • Doç. Dr. İdiz: “Sahte bir şeyhin yanlışından hareketle Müslümanlara yapılan saldırıları şiddetle kınıyorum”

    Doç. Dr. İdiz: “Sahte bir şeyhin yanlışından hareketle Müslümanlara yapılan saldırıları şiddetle kınıyorum”

    Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Ferzende İdiz, sahte bir şeyhin yanlışından hareketle tasavvuf ve Müslümanlara yapılan saldırıların kabul edilmeyeceğini belirterek, “Sahte şeyhin yaptığı hareketin; dine, imana, tasavvufa, insanlığa sığmadığını yüksek sesle söylüyor ve de kınıyorum. Bu yanlıştan hareketle tasavvuf ve Müslümanlara yapılan saldırıları da aynı şiddetle kınıyorum” dedi.

    Son günlerde sahte bir şeyhin çirkef bir davranışını fırsat bilen bazı çevrelerin tasavvuf, tarikat, cemaat ve dindarlara adeta saldırıya geçtiğini belirten YYÜ İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Ferzende İdiz, “Kimisi, tarikat ve cemaatler hepten kapatılmalı derken, birileri de hızını alamayıp imam hatiplilere ağza alınmayacak hakaretlerde bulundular. Oysa yanlış yanlıştır. Yanlışı yapanın; şeyh, imam, öğretmen, milletvekili, belediye başkanı veya sıradan bir vatandaş olması fark etmez. Yapılan şayet yanlışsa kınanmalı ve tepki gösterilmelidir. Bu yapılırken de cemaatçilik, ırkçılık, yandaşçılık veya particilik yapılmamalıdır” ifadelerini kullandı.

    Bir tasavvuf akademisyeni olarak sahte şeyhin yaptığı hareketin; dine, imana, tasavvufa, insanlığa sığmadığını ve bunu yüksek sesle kınadığını söyleyen İdiz, “Aynı şekilde bu tür davranışlarda bulunduğu söylenen belediye başkanı, milletvekili kim varsa onları da kınıyorum. Aynı tepkiyi, sahte şeyh üzerinden Müslüman kesime ve tasavvufa saldırıda bulunanlardan dünya görüşlerine yakın olan belediye başkanı ve milletvekili için yapmalarını da bekliyorum. Aksi taktirde samimiyetlerinden şüphe ederim” diye konuştu.

    Birçok farklı tanımı olmakla beraber genel anlamda tasavvufun; peygamber ve sahabesinin yaşadığı gibi yaşamaya çalışmak olduğunu belirten Doç. Dr. İdiz, “Tarikat ise bu yaşamın pratize edildiği kurumlardır. Kendisine peygamber ve sahabeyi örnek almış olan bir kesimin tamamı hedef alınarak, sahte bir şeyh yüzünden dil uzatılmamalı ve hakaret edilmemelidir. Eleştiriler yanlışı yapan kimsenin şahsına yani sahte şeyhe yapılmalıdır. Aynı şekilde tecavüzde bulunduğu iddia edilen belediye başkanı veya tacizde bulunduğu söylenen milletvekili üzerinden tüm belediye başkanları, milletvekilleri ve onlarla aynı görüşte olanlara hakaret edilemeyeceği gibi. Maalesef peygamber ve sahabe gibi yaşamaya çalışanların da içerisinde sahteleri olmuştur. Ancak yine bunlara ilk tepki gerçek mümin ve sofilerden gelmiştir” dedi.

    Dinin emir ve yasaklarının belli olduğunu ifade eden İdiz, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Allah’ın yasaklarını çiğneyen ve yüz kızartıcı davranışlarda bulunan kim olursa olsun eleştirilmelidir. Eleştiri de yanlışı yapanın şahsına olmalı, şahsın içinde bulunduğu kurum, toplum ve çevreyi hedef almamalıdır. Bu anlamda sahte bir şeyhin yanlışından hareketle tasavvuf ve Müslümanlara saldıranları kabul etmemiz mümkün değildir. Bu haksız hakaretlerde bulunanları da aynı şiddetle kınıyoruz.”