Etiket: De

  • Popstar Salih’e Diva’dan nasihat: “Halk insanı vezirde eder rezil de”

    Geçen hafta 4 jüri üyesinden tam puan alarak Popstar 2018 yarışmasının birincisi ve yarışmanın en dikkat çeken ismi olan Salih Zülüfoğlu, bu hafta istediği performansı sergileyemedi. Geçen hafta yarışmacının sesi karşısında etkilenen jüri üyesi Bülent Ersoy, önündeki nota kağıtlarını sahneye fırlatırken bu hafta ise performansını beğenmediği Zülüfoğlu’na nasihatte bulundu.

    Yıllar sonra yeniden başlayan Popstar 2018’in ilk bölümüne Edirneli yarışmacı Salih Zülüfoğlu ‘Devlerin Aşkı’ şarkısıyla damga vurmuştu. Bu hafta Zülüfoğlu, ‘Sabahlar Uzak’ şarkısını seslendirirken şarkıdan çok sahne performansına önem verdi. Sahnede de istediği şovu yapamayan Zülüfoğlu, bu hafta istediği puanı alamadı. Zülüfoğlu, 4 jüriden ortalaması 77 buçuk puan alabildi.

    “Halk insanı vezirde eder rezil de eder”

    Bülent Ersoy, Zülüfoğlu’na asla ‘Ben oldum’ düşüncesinde olmaması gerektiğini ifade ederek, “Bu eserde geçen haftaki gibi değildiniz. Bu görülen şey. Sakın rahatlamayınız. Bu işler hiç belli olmaz çocuğum. Oldum demeyeceksin asla. Onun ne haddine biz olmadık daha. Olacak iş değil. ‘En iyi biliyorum diyenin dahi o kuyunun dibinde yine öğrenecekleri vardır. Bunu kulağınıza küpe ediniz çocuğum. Ve hiçbir zaman ‘oldum’demeyeceksiniz. Bu tavsiyemdir. Dinlersiniz, dinlemezsiniz. Ama hiç güvenmeyin. Halk insanı vezirde eder rezil de eder. Bir anda. Hiç güvenmeyeceksiniz” dedi.

    “Geçen haftaki performansının 3’te biri bile değildi”

    Bir başka jüri üyesi Armağan Çağlayan ise, “Olmadı. Çünkü tribüne oynamaktan vazgeçmezsen eğer. Ben geçen hafta Osman Tan’ı aradım. ‘Haftaya öyle abartacak ki, kendi kendinin karikatürüne dönecek.’ dedim. Dediğimi yaptın. Çünkü star olmak yüzde 80 zeka işidir. Geçen haftaki performansının 3’te biri bile değildi” şeklinde konuştu.

  • Başkan Aşut: “Ülkemiz otomobilini de, uçağını da yapacak güçtedir”

    Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Şerafettin Aşut, yerli otomobilin üretileceği en verimli yerin Mersin olduğunu vurgulayarak, “Biz yerli otomobilin üretilmesi konusunda kendimize, milletimize ve devletimize güveniyoruz, talipli firmalarımıza güveniyoruz. Türkiye bu başarı hikayesini yazmak zorundadır. Ülkemiz otomobilini de, uçağını da yapacak güçtedir” dedi.

    Başkan Aşut, yaptığı açıklamada, Türkiye’nin 1980’den sonra yaptığı liberal ekonomi atılımlarıyla üreten, arzu edilen seviyede olmasa da katma değer oluşturan bir ülke olma yolunda ilerlediklerini söyledi. Ancak son 40 yıla yakın zamandır ekonominin Türkiye’nin birinci gündemi olmadığını belirten Aşut, “Her zaman siyasi gündemlerin gölgesinde kaldı. Ekonominin birinci gündem olduğu dönmeler zaten ülkemizin sıçrama yaptığı dönemler oldu. 2002’den sonraki 7-8 yıl bu sıçramaları gerçekten yaşadığımız, ekonomik büyümenin, ihracatın rekorlar kırdığı yıllar oldu. Elbette bizim elimizde olmayan küresel finans krizleri, Arap Baharı, küçülen dünya ekonomisi gibi dış etmenlere bir de ülke içindeki hain bir darbe teşebbüsü ve sınırlarımızdaki sıkıntılar eklenince ekonomi ister istemez ikinci, üçüncü planda kaldı. Bizler Türk iş dünyası olarak her zaman şunu söyledik. Söz konusu ulusal güvenliğimiz ise her şey ikinci plandadır. Ve bir bedel ödenecekse, bir fedakarlık yapılacaksa bunu düşünmeden yaptık. Ancak, şunu da unutmadık, güçlü ülke aynı zamanda ekonomisi güçlü ülkedir. Eğer bugün bölgemizde yumruğumuzu masaya vurabiliyor ve ülkemizin haklarını savunabiliyorsak, bunun arkasında bir buçuk milyon girişimcisi ile güçlü Türk ekonomisinin etkisi göz ardı edilemez. Kendi, göbeğini kendi kesen bir ekonominiz varsa, askeri anlamda da cesur adımlar atarsınız, küresel politik tartışmalarda da masaya yumruğunuzu vurursunuz” diye konuştu.

    Türkiye’nin başarı hikayelerinden birinin de yerli otomobil olacağını kaydeden Aşut, “Çağımız bilgi çağı, dijitalleşme çağı, otomobil mi kaldı’ diyerek bu önemli hamleyi yok etmeye, milletimizin moralini ve bu işe talipli olan firmalarımızın motivasyonunu bozmaya kimsenin hakkı yok. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, otomobil bizce daha uzun yıllar hayatımızda olacaktır ve önemli bir uluslararası ürün olmaya devam edecektir. Bu noktada önemli olan yerli otomobilin donanımları ve kullanacağı yakıtıdır. Bu noktada yerli otomobilin elektrikli bir model olacağı açıklaması sürecin ne kadar doğru yöne gittiğini göstermiş ve bizi daha da umut vermiştir” şeklinde konuştu.

    “Mersin yerli otomobilin üretileceği en verimli yerdir”

    Şu anda yerli otomobilinin nerede yapılacağı sorusunun sıklıkla gündeme geldiğini kaydeden Aşut, “Elbette birçok il ve bölge buna talipli olacaktır ama bu noktada bu işe talipli olan firmalarımız ülkemizin büyük kurumsal firmalarıdır ve en verimli, en uygulanabilir bir araştırmayı yapacaklardır. Ancak, MTSO olarak, Mersin iş dünyası olarak biz de bu üretimin yer olarak Mersin’in ideal noktalardan biri olduğunu düşünüyoruz. Bunun çeşitli nedenleri var. Öncelikle Mersin ve hinterlandı Mersin, Adana, Tarsus daha önce birçok kez tekerlekli araçların, paletli iş araçlarının, kamyon ve otobüslerin imalatlarının başarıyla yapıldığı, tecrübesi olan bir kent ve bölgedir. Yan sanayi sorunu yoktur ki bu anlamda hinterlandında Gaziantep, Kahramanmaraş, Konya ve Kayseri yan sanayinin güçlü olduğu, tecrübeli illerden oluşmaktadır. İşe bölgesel iş birliği açısından bakılmalıdır. Ana hammadde olan yassı çelik anlamında İskenderun ülkenin yassı çelik üretim merkezidir. Üretilecek olan araç daha çok Afrika, Orta Doğu ve Asya pazarına hitap edeceğine göre Mersin Limanı ki ülkemizin en büyük ikinci ithalat ve ihracat limanıdır, transit hatlarıyla yerli otomobili en ucuz ve en kısa zamanda taşıyacak lojistik alt yapıya sahiptir. Doğu Akdeniz Bölgesi’nde 25 üniversite, 10 teknopark var ve Ar-Ge’nin, vasıflı insan kaynağının olduğu bir bölgeyiz. Tek sıkıntımız yatırım arazisi sorunuydu. Ancak, Kalkınma Bakanımızın müjdeleri ile bu sorunun yakın zamanda çözüleceğine eminiz. Kısaca yerli otomobil üretim yeri olarak Mersin, her potansiyele sahiptir, her desteğe hazırdır. Biz yerli otomobilin üretilmesi konusunda kendimize, milletimize ve devletimize güveniyoruz, talipli firmalarımıza güveniyoruz” ifadelerini kullandı.

    “Ülkemiz otomobilini de, uçağını da yapacak güçtedir”

    Türkiye’nin bu başarı hikayesini yazmak zorunda olduğunun altını çizen Aşut, “Biz yokluk zamanımızda, küllerinden doğan bir devlet olarak 1925-1945 arasında 400 farklı model uçak yapmışız. Bundan korkan küresel güçler ’siz yapmayın, ne gerek var, biz size veririz’ demiş ve bu üretimi bir şekilde durdurmuşlardır. Kendi otomobilimizi ve trenimizi yapmışız onu da aynı oyunlarla durdurmuşlar. Yıllarca ulusal savunma sanayimizin gelişmesine izin vermemişler. Bu sefer bunun ucunu bırakmamalıyız. Bu sefer bu başarı hikayesinin yarım kalmasına izin vermemeliyiz. Bu sadece bir otomobil değil, bir moral meselesidir. İşte bugün sınırlarımızı kimseye ihtiyacımız kalmadan koruyabiliyorsak, Kıbrıs Harbi sonunda bizi uygulanan ambargoların sonucu kurulan Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı iştiraklerinin vizyonu vardır, milli savunma sanayimizi kurma çabası vardır. Bugün bu çaba daha da sahiplenilmiş ve olağanüstü başarılara imza atılmaktadır. Ülkemiz otomobilini de, uçağını da yapacak güçtedir. Yeter ki, ekonomi ülkemizin birinci gündemi olsun. Yeter ki, eğitim sistemi buna göre revize edilsin. Yeter ki, bizi içte tek yürek olalım. Başka Türkiye yok, başak vatan yok” dedi.

  • Prof. Dr. Alpaslan Ceylan: “Sarıkamış, maddi anlamda bir askeri mağlubiyet olarak görülse de, Türklük adlı şanlı tarihin önemli bir dönemini oluşturmaktadır”

    Güneş Vakfı Başkanı Prof. Dr. Alpaslan Ceylan, Sarıkamış Harekatının 103.’ncü yıl dönümü nedeniyle bir basın açıklaması yaptı.

    Sarıkamış Harekâtı’nın gerçekleştirildiği 1914 yılının, Türk Devleti’nin tarih önünde düştüğü en acı dönemlerin yaşandığı yıllardan biri olduğunu belirten Prof. Dr. Alpaslan Ceylan, “Osmanlı Devleti, her açıdan kuşatma altına alınmış, yorgun ve bitkin düşmüştür. Bazı vatanseverlerin yaptıkları fedakârlıklar sonucunda ayakta durabilme ve var olma mücadelesi verdiği bir dönemdir” diye konuştu.

    ACIMASIZ KIŞ ŞARTLARI

    Acımasız kış şartları nedeniyle Sarıkamış Harekatı’nın başarısızlıkla sonuçlandığını söyleyen Ceylan, “İşte bu yıllarda, Enver Paşa’nın Rus işgali altındaki Kars, Ardahan ve Sarıkamış’ı kurtararak olası bir Rus saldırısını önleme ve Kafkas ile Orta Asya Türk illeriyle fiziksel bağlantıyı kurma amacıyla planladığı Sarıkamış Harekâtı, acıdır ki maddi bir zaferle sonuçlandırılamamıştır. Askeri organizasyonların akıllıca olduğu ama bir o kadar da riskli bir plan olduğu noktasında bulunan harekât planı, ordu ve kış şartlarının da etkisiyle harekâtın başarısız olması sonucunu doğurmuştur.” dedi.

    90 BİN ŞEHİT MÜBALAĞASI

    Sarıkamış Harekatı ile ilgili yanlış bilinen noktaların olduğunu söyleyen Ceylan, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “Kamuoyuna konu ile ilgili görüş beyan edenlerin bazıları, harekâtın bir macera olduğu, aceleci davranıldığı, taktik ve stratejik planlamalarda yanlışlıklar yapıldığı, komuta kademesinin şahsi hırslarının mağlubiyetin gerekçesi olduğu düşüncesindedir. Bu görüşler, özellikle Rus kaynaklı 90 bin askerimizin şehit olduğu yalanıyla birleşince, bir kamuoyu algısının oluşturulmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Tarihi belge niteliğindeki tüm kaynaklar incelendiğinde ise, şehit sayımızın 20 bin ile 25 bin arasında olduğu anlaşılmaktadır.”

    Açıklamalarına “Sarıkamış, maddi anlamda bir askeri mağlubiyet olarak görülse de, Türklük adlı şanlı tarihin önemli bir dönemini oluşturmaktadır. Sarıkamış’ta binlerce Mehmet, çetin bir mücadeleye girişmiş fakat Cenabı Allah’ın takdiri onlara maddi zaferi görmeyi nasip etmemiştir. Askerlerimiz harekâtta ve kumandanları Enver Paşa Türkistan’da, şehit olarak ebedi zaferle nurlanmışlardır.” diyerek devam eden Ceylan, Bizlerde vatanı için canını göz kırpmadan feda eden neslin torunları olarak.103.yıldönümü vesilesiyle, Sarıkamış Harekâtı’nda şehit düşen Mehmetçiklerimizin ve kumandanlarının aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz; şehitlerimize Cenabı Allah’tan rahmet diliyor ve nice Fatiha’ların kendilerine ulaşacağına inanıyoruz.” ifadelerini kullandı.

  • Eski AB Bakanı Bağış: “PKK da, DAİŞ de, FETÖ de, DHKP-C de aynı aşağılık aklın taşeronlarıdır”

    Eski Avrupa Birliği (AB) Bakanı Egemen Bağış, Diriliş Gençlik Derneği tarafından düzenlenen ‘Yeni Anayasa ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ programına katıldı. Burada konuşan Bağış, “PKK da, DAİŞ de, FETÖ de, DHKP-C de aynı aşağılık aklın taşeronlarıdır” dedi.

    Elite World Van Hotel’de Diriliş Gençlik Derneği tarafından düzenlenen ‘Yeni Anayasa ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ programına eski AB Bakanı Egemen Bağış, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Gülşen Orhan, Van Milletvekili Burhan Kayatürk, YYÜ Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal, Tuşba Belediye Başkanı Fevzi Özgökçe, AK Parti Van İl başkanı Zahir Soğanda, Diriliş Gençlik Derneği Genel Başkanı Berivan Algın, Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Vakfı Başkanı Lokman Aylar, Gazeteci-Yazar Tuna Öztunç, Bayram Zilan, Avukat-Yazar Aydoğan Ahla Akın, AK Parti ilçe başkanları ve dernek üyeleri ve vatandaşlar katıldı. Saygı duruşu ve akabinde İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Diriliş Gençlik Derneği Başkanı Berivan Algın ve Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Vakfı Başkanı Lokman Aylar, bir selamlama konuşması yaptı.

    AK Parti Van Milletvekili Burhan Kayatürk, referandumun büyük fırsat olduğunu ve Türkiye’nin hem bölgede hem de dünyada siyasal bir aktör olarak öne çıkmasını sağlayacağını belirterek, “Van halkı artık neyin ne olduğunu açık ve net şekilde biliyor. Çukur siyasetin de bir fayda getirmediğini anladı. Halkımız, Recep Tayyip Erdoğan ve hareketinin bu ülkeyi nereden nereye taşıdığını, bundan sonra da bu ateş çemberi içinde Türkiye’yi daha güçlü hale getirmek için verdiği çabayı görüyor. Halk, liderini yalnız bırakılmaması gerektiğinin farkındadır” dedi.

    Gazeteci-Yazar Tuna Öztunç, 16 Nisan’da yapılacak halk oylamasında bilinçli ve mutlak bir birlikteliğin ortaya koyulmaması durumunda Türkiye’de vesayet rejimlerinin yeniden ortaya çıkacağını belirterek, AK Parti’nin 15 yıllık iktidarı döneminde yedi kez darbe girişimine maruz kaldığını ifade etti. Öztunç, “Güçlü bir liderin olduğu siyasi bir hareket, bu ülkede 7 darbe teşebbüslerine maruz kalıyorsa bunun tek nedeni işte bu sistemdir. Parlamenter sistem bu yapısıyla varlığını sürdürdüğü sürece bürokratik, oligar, bir vesayetin oluşmasını engelleyemezsiniz. 18 maddelik cumhurbaşkanlığı sistemi böylesine bir vesayetin oluşmasına karşı çok önemli bir kalkan olacaktır. Bu sistem bu ülkeye neler kazanacak görün. Daha hızlı kalkınmak ve hızlı hareket edilmek isteniyorsa bu sistem son derece hayatidir” ifadelerini kullandı.

    Gazeteci-Yazar Bayram Zilan da çukur siyaseti izleyenlerin bölgede ağır bir bakiye bıraktığını, özellikle Sur’da tarih ve kültürel değerleri yok ettiğini anımsatarak, çözüm süreciyle gelen bahar havasının bertaraf edilmesinin bölgede yaşayan Kürtlerde bir kırılma yaşattığını aktardı. Zilan, “Çukur siyasetiyle insanların evsiz, yurtsuz kalması aynı zamanda sosyolojik bir kırılmaya yol açtı. Bir diğer önemli konu da önceki Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin Türkiye ziyareti sonrasında yapılan eleştirilerdir. Barzani dünyanın her yerinde kendi bölgesinin bayrağıyla karşılanıyor. Bu nedenle nereye giderse protokolle karşılanıyor. Bu nedenle yapılan eleştirilere sessiz kalmak doğru değildir” diye konuştu.

    Avukat-Yazar Aydoğan Ahla Akın ise Süleyman Demirel, Muhsin Yazıcıoğlu ve Necmettin Erbakan gibi siyasi liderlerin geçmişte cumhurbaşkanlığı sistemini savunduğunu anlattı. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle yasama, yargı ve yürütmenin birbirinden bağımsız ve daha güçlü hale geldiğini değerlendiren Akın, “Cumhurbaşkanlığı sistemiyle meclis fes edilmiyor. Meclis daha da güçleniyor. “Tek adam” rejimi diye bir yalan uydurmuşlar ve bu yalan üzerinden yürüyorlar. Tam tersine Türkiye gerçekten daha demokratik bir sisteme geçiyor ve yargı sivilleşiyor. Askeri mahkemeler ortadan kaldırılıyor” dedi.

    Eski AB Bakanı Egemen Bağış da özellikle 1950’li yıllarda NATO üyesi olduktan sonra küresel güçlerin Türkiye’ye bir rol biçtiğini belirterek, “Türkiye onlar açısından çantada keklik bir müttefik olmalıydı. Adeta kurudukça sulanan, büyüdükçe de budanan bir ağaca benzettiler Türkiye’yi. Ne olsun istediler, ne ölsün istediler. Ama onlar için bir tanpon olsun, onlar için bir bekçi olsun, asker olsun, Kore’de ölsün, Afganistan’da savaşsın, Bosna Hersek’te mücadele etsin. Türkiye ye biçilen kaftan buydu. Ama 3 Kasım 2002 de bir Anadolu ihtilali yaşandı. Milletin bağrından kopmuş siyasilerin kurduğu AK Parti, muhtar bile olamaz dedikleri bir önderin liderliğinde iktidara yürüdü. İktidar olmakla kalmadı, kimsenin hayal edemeyeceği bazı projelerle ilgili kolları sıvadı. On yıl içinde bu ülkede kişi başına düşen geliri üç kat arttırdı. Bunu yaparken üç kat yol yaptı, üç kat okul, havaalanı, baraj, hastane yaptı. Devletin bütün imkanlarını birleştirdi. Bütün hastaneleri, vatandaşlara açtı. 16 milyon talebeye hiçbir ayırım yapmadan ders kitaplarını ücretsiz dağıtmaya başladı. İlaç fiyatlarında yüzde 80’e varan indirimlere gitti ve vatandaşa bütün eczaneleri, bütün ilaçları sundu. Bütün bunları gerçekleştirirken bir yandan da adeta bir tasma gibi bizi yönetmeye kalkan İMF’ ye borcumuzu kapattı ve İMF’ye borç vermek için müzakerelere başladı. Bütün bunları başarmanın verdiği özgüvenle dışarıdan gelen taleplere, adete talimatlara Türkiye; “Peki benim ulusal çıkarlarım ne olacak? Benim milletimin hassasiyetleri ne olacak?” demeye başladı. Türkiye özetle ’One minute’ demeye başladı. Bu birilerini rahatsız etti. İşte o zaman düğmeye bastılar” ifadelerini kullandı.

    “Terör örgütlerinin hepsi aynı aşağılık aklın taşeronlarıdır, parayı verenin düdüğünü çalarlar”

    15 Temmuz darbesinin basit bir hareket olmadığına dikkat çeken Bağış, “Bu FETÖ, ilkokul mezunu şarlatan bir vaizin kurgulayabileceği kadar basit bir hareket midir? Kesinlikle değildir. 1999‘da Türkiye’yi Apo’ya teslim edenler, Fethullah’ı Pensilvanya’da koruma altına alanlar, çok farklı bir yapılanmaya gitmişlerdir. 1999 yılına kadar Amerika’ya kapağı atana kadar sadece Türkiye ve Türkçe konuşulan ülkelerde faaliyet gösteren, okul açanlar, bir anda Vatikan’dan daha kapsamlı bir ağ kurarak 160 ülkede bin 700’ün üzerinde okul açtılar. Bu FETÖ’cüler 160 ülke arasında dolar bazında para trafiği yaptılar. Kimseye yaptırmazlar bunu. Bunun arkasında bir kurgu var. Bunlar gerçekten birer fasık. Ama 17 Aralık’ta da beklediklerini alamadılar. Bu sefer teröre yüklendiler. Kobani gibi, Urfa’daki patlama gibi, Ankara ve İstanbul’daki patlama gibi, Gaziantep’teki bir düğünde yapılan saldırı gibi taşeronlarına farklı saldırılar yaptırttılar. Şundan hiç şüpheniz olmasın; PKK da DAİŞ de, FETÖ de DHKP-C de aynı aşağılık aklın taşeronlarıdır. Aynı yerden talimat alırlar. Bunların hiçbir kutsalı, hiçbir değeri yoktur. Bunlar taşerondur. Parayı verenin düdüğünü çalarlar” dedi.

    “15 Temmuz, Türkiye’de bir iç savaş çıkarma çabasıydı”

    2016 yılı boyunca haftada bir veya iki terör saldırısı gerçekleştiren PKK’nın, 15 Temmuz darbesinden sonra iki hafta boyunca tek bir mermi atmadığına dikkat çeken Bağış, şunları söyledi:

    “Halbuki onlar açısından ortamın en rahat olduğu, devletin ciddi bir zaafiyet geçirdiği, şok yaşadığı bir dönem. İnsan niye atmamış diye şaşırıyor. Çünkü onları yöneten aşağılık akıl, 15 Temmuz’daki diğer taşeronun beceriksizliğinden dolayı bir dumure uğradı. Ve bir durum değerlendirmesi yapmak, yeniden talimat almak zorunda kaldı. 15 Temmuz, bir darbe kalkışması değildi. 15 Temmuz, Türkiye’de bir iç savaş çıkarma çabasıydı. Ama kendi tuzaklarına kendileri düştüler. Çünkü o istedikleri harita değişikliğinin önündeki en büyük engel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan denen bir adam ve ona canını verecek kadar bağlı olan bu millet vardı. 15 Temmuz’da Kürdüyle, Türküyle, Çerkeziyle, Lazıyla, kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla, Cimbomlusu, Fenerlisi, Beşiktaşlısı ve Vansporlusuyla bir destan yazdı.”

    Yeni anayasanın Türkiye üzerinde kurguladıkları fitne mekanizmasını bozacak bir teklif olduğunu vurgulayan Bağış, “Bu öyle bir sistem ki; Atatürk ile İnönü’yü birbirine düşürmüş, İnönü ile Bayar’ı, Bayar ile Menderes’i, Turgut Özal ile Sülayman Demirel’i bir birini düşürmüş. Bu sistem iki yıl da böyle gitse değil Recep Tayyip Erdoğan ile Binalı Yıldırım’ı, baba ile evladı bile birbirine düşürür. Sistem bunun üzerine kurgulanmış. Bize parlamenter sistem diye okutmaya kalktıkları, aşure sistemdir. Bu günkü sistem, gerçek bir parlamenter sistemi de değildir” diye konuştu. Türkiye’nin 94 yılda 65 hükümet değiştirdiğine de dikkat çeken Bağış, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Bu ülkede iki hafta bakanlık yapanlar oldu. Bir gemide bir kaptan olur iki kaptan olursa o gemi batmaya mahkum olur. Bizim anayasayı değiştirip Türkiye’de artık 5 yıllık istikrar dönemlerini kurgulamamız lazım. Eğer Atatürk’ün kurduğu sistemi bozmasalardı, 65’inci hükümete gelmemiz 325 yıl sürerdi. Biz 94 yılda geldik. Yani bu günkü sistemin bu millete attığı kazık, 231 yıllık bir kayıptır.”

    Program plaket sunulması ve hatıra fotoğrafının çekilmesiyle sona erdi.

  • 3. Milli Kültür Şurası 3-5 Mart 2017 ’de İstanbul’da düzenlenecek

    Kültür ve Turizm Bakanlığı 1982 ve 1989 yıllarında yapılan Milli Kültür şuralarının ardından tam 28 yıl sonra 3. kez Milli Kültür Şurası Toplantısı düzenleyecek. İstanbul’da 3-5 Mart 2017 ’de gerçekleşecek olan toplantının açılışını, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yapacak ve toplantı 3 gün sürecek.

    “17 ana başlık ele alınacak”

    Kültür politikalarının ele alınacağı toplantıda, kültür ve sanat alanlarındaki çalışmalarda yaşanan sıkıntılar ve çözüm yolları 17 ana başlık altında irdelenecek. Bu 17 başlık; kültür politikaları, kültür diplomasisi, kültür ekonomisi, kültür varlıkları ve arkeoloji, sahne sanatları, sinema-televizyon, müzik, görsel sanatlar, dil ve edebiyat, yayın ve kütüphanecilik, medya ve kültür, çocuk ve kültür, mimari ve kültür, şehir ve kültür, yerel yönetimler ve kültür, yurtdışı Türkler ve kültür, aile ve kültür’den oluşuyor.

    3. Milli Kültür Şurası toplantısına, Türkiye’nin önemli yazarları, sanatçıları, kültür insanı ve akademisyenleri katılacak. Üç gün sürecek olan toplantıda Çerkezköy’ü Kültür Elçisi Atilla Can temsil edecek. Şurada komisyon raporları üzerinden kültür meselesi tüm yönleriyle kültür profesyonelleri tarafından etraflıca müzakere edilecek.

    “Kültür elçiliği yapma çabası ve çalışması içindeyim”

    Davet edilerek Çerkezköy’ü temsil edecek olmasından dolayı mutlu olduğunu belirten Ebru Sanatçısı Atilla Can, “Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ‘Bir yandan geleneksel sanatlarımızı ihya etme, bunları daha ileriye taşıma konusunda seferberlik ruhuyla çalışmalıyız. Bu yüzden milli seferberlik ilan ediyorum’ demişti. Geç kalınmış olsa da bu akla, mantığa, gerçeğe dayalı çok doğru bir karar. Yıl 2017, ben bu seferberliği tam 8 yıl önce, 2009 yılında Birleşmiş Milletlere, Unesco Paris’e Geleneksel Sanatlarımızı ihya etme ve gelecek nesillere taşıma adına tek başıma yaptığım başvurularımla, taleplerimle başlattım zaten. Yaklaşık 8 yıldır, dünyanın 60 ülkesinde geleneksel sanatlarımızın tanınması, varlığının kabul edilmesi, yaygınlaşması, evrenselleşmesi için Kültürel diplomasi misyonu ile Kültür Elçiliği yapma çabası ve çalışması içindeyim. Somut olmayan Kültürel Miras taşıyıcısı bir sanatçı olarak, yaşadığım zaman diliminde, misyonunu üstlendiğim sanatı ve kültürü yaşatmak, sonsuza taşımak ideali ve aşkı, en asli vazifelerim arasındadır. Ebru sanatımızı ebediyete taşıma idealim, Türkiye sanat tarihinde bir ilke imza atmış ve ilk kez bir Türk sanatı Unesco Paris tarafından koruma altına alınmıştır. Sanatım ve ülkem adına yaptığım gayretlerim ve bu gayretlerimin diğer sanat dallarına esin kaynağı olması, tam da milli seferberlik mantalitesi ile aynıdır.Geçtiğimiz yıl Prag’da düzenlediğim, 5. Dünya Ebru Gününe katılan 38 ülkeye, bir Türk sanatçının başkanlık etmesi ve geleneksel sanatlarımızın 60 ülkede konuşuluyor olması Türk sanatları adına çok anlamlı çabalardır” dedi.

    “Biz sanatçılara en çok tesir eden, terk-i diyar etmeden kadir ve kıymetimizin bilinmesi hususudur”

    Can, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz sanatçılara en çok tesir eden, terk-i diyar etmeden kadir ve kıymetimizin bilinmesi hususudur.3. Milli Kültür Şurası toplantısına katılmam mevzusu Kültür Bakanımız Nabi Avcı ve bakanlığımızın teveccühüdür ve bir nevi ehli hünerin kadrini bilmek manasındadır. Bende bu şurada, elimden geldiğince müzakerelere dahil olup, kültür ve sanat alanlarında yaşanan sıkıntılara tecrübelerimle çözüm yolları bulmaya çalışacağım.3. milli kültür şurasının yararlı geçmesini temenni ediyorum” diye konuştu.