Etiket: Davaları

  • Facia sonrasında işten çıkarılan 2 bin 831 işçinin işe iade davaları Yargıtay 22. Dairesi tarafından iptal edildi

    Manisa’nın Soma ilçesinde 13 Mayıs 2014 tarihinde Soma Kömür İşletmeleri’nin Eynez Maden Ocağı’nda meydana gelen ve 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan maden faciasının ardından bir mesaj ile işten çıkarılan 2 bin 831 maden işçisinin işe iade davası hakkında 22. Yargıtay Dairesi iptal kararı verdi.

    İşe iade davasını iptal eden Yargıtay 22. Dairesi’nin kararına avukatlardan tepki geldi. İşçi avukatlarından Ayşegül Şahin, “Burada açıkça keyfilik var. Adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan bir karar var. Bilindiği üzere Yargutay 22. Hukuk Dairesi kapatıldı. Dağıtılan Yargıtay Daireleri arasında yer alıyor. O daireden son dakikada böyle bir karar çıktı” dedi. Avukat Şahin konuya ilişkin açıklamasında şunları söyledi:

    “Soma’da maden kazası ardından 2 bin 800’ün üzerinde işçi toplu olarak işten çıkarılmıştı. Bu işten çıkarılmalarla ilgili toplu olarak bir kısım işçi adına işe iade davası açtık. Bu davalarda Soma Kömürleri AŞ ve TKİ muhatap gösterdik. Çünkü devletin asıl görevi yer altı kömür işletmeciliği yapmaktı. Muazalı olarak Soma’ya devrettiğini iddia ediyorduk ve bu iddialarımız davada tespit edildi. Mahkeme kararlarına yansıdı. Fakat 2 kez yargıtaya gidiş geliş sonrası Yargıtay 22. Hukuk Dairesi kazandığımız davayı toptan ortadan kaldırarak davanın reddine karar verdi.”

    “22. Yargıtay Dairesi kapatılmadan son dakikada böyle bir karar aldı”

    “Burada biz siyasi müdehalenin olduğunu düşünüyoruz. Soma’da bu işi bitirin dendiğini düşünüyoruz. Çünkü bir umut olacaktı. Madencilere yeniden iş kapısı açılacaktı. Soma Kömürleri bundan sonra yapacağı işlerde bir kere daha düşünecekti. Bütün bunların üzeri çizildi, işçiler kazadan sonra ikinci bir darbe yediler. Burada açıkça keyfilik var. Adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan bir karar var. Bilindiği üzere Yargutay 22. Hukuk Dairesi kapatıldı. Dağıtılan Yargıtay Daireleri arasında yer alıyor. O daireden son dakikada böyle bir karar çıktı. Şimdi biz bir kısım işçi için Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkımızı kullanacağız. Hukuk ihlallerinin tespiti ve tazminat taleplerimiz olacak.”

    “Parayı öde istediğin kadar işçiyi sokağa at”

    Dosyanın içeriğinden de bahseden Avukat Ayşegül Şahin konuşmasının devamında şu ifadelere yer verdi:

    “Fesih iradesi işçiye ulaştığı zaman hüküm irade eder. Toplu fesihte de bu böyledir. İşveren ne toplu feshin koşullarını uygulamış, sendikayla görüşmeler yapmış, ne de fesih bildirimini usulüne uygun yapmıştır. Bu nedenle bu 2 bin 831 işçi için alınan fesih kararı geçersizdir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi diyor ki işveren nasılsa 100. maddeye göre idari para cezasını ödemiş dolayısıyla feshin geçersizliğini iddia edemezsiniz. Böyle bir anlayış bütün işverenlere Parayı öde istediğin kadar işçiyi sokağa at demektir. Hukuk ve anayasamız ve uluslararası hukuk normları bunu benimsemez. Bu nedenle bireysel başvuru hakkımızı kullanmak istedik.”

    “İşi sonuna kadar götürmeye kararlıyız”

    İşveren Soma Kömürleri A.Ş maden kazasıyla hiçbir iş yapamaz hale geldim, ekonomik zorluk içindeyim, dolayısıyla iş akitlerini haklı olarak feshettim diyor. Ama medeni kanunun 2. maddesi var genel bir kanundur, bütün hukuk kurallarımızın üstündedir. Hiçkimse kendi kusurundan, kastından dolayı menfaat temin edemez. Ocakların kapatılması, birçok tazminat davalarına ceza davalarına yansıdı. TKİ ve Soma İşletmecilerinin kusurları nedeniyle oldu. Akhisar Ceza Davasındaki, tazminat davasında sensörlerin ayarlarıyla oynanıncaya kadar, sensörlerin nezaret defter kayıtları tutulmayıncaya kadar işçiler yana yana aylardır çalışıyor olmasına rağmen hiçbir tedbir alınmadan daha fazla kar diyerek yangına sebebiyet vermiş ve büyük bir faciayla sonuçlanmıştır. Soma’nın çehresini değiştiren bu olayda biz bu işi sonuna kadar götürmekte kararlıyız. Siyasi bir iradenin verdiği karar olduğunu ve bu Soma işinin bu şekilde kapatılması gerektiğini bunun sonuçlarını yaşadığımızı düşünüyoruz. Biz Anayasa Mahkemesine başvuruyoruz. Çünkü adil yargılama hakkımız ihlal edilmiştir. Adaleti arama hakkımız gasp edilmiştir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin bozarak ortadan kaldırma davayı reddetme hakkı yoktur. Bu kanunsuzlukları Anayasa Mahkemesinde tespit ettireceğiz.”

  • Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sonra Şamil Tayyar da davaları geri çektiğini açıkladı

    AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hakkındaki davaları geri çekmesinin ardından gazeteci Hüseyin Torun hakkındaki davalarını geri çektiğini duyurdu.

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, şahsına yönelik yapılan hakaretler hakkındaki davaların tümünü geri çektiğini açıklamıştı. Bu açıklamasının ardından AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar da, kendi sosyal medya hesabından “Madem Reis yolu açtı, ben de CHP’li gazeteci Hüseyin Torun hakkındaki davalarımı geri çekiyorum” ifadeleri ile duyurdu.

  • Termik Santral Davaları Sürüyor

    Çanakkale’nin Biga ilçesinin Karabiga beldesi sınırları içerisine yapılması planlanan 4 ayrı termik santral projesi için verilen ÇED raporları hakkında Çanakkale İdare Mahkemesi’ne iptal davaları açıldı. Mahkeme, konu için bilirkişi görevlendirdi. Verilen raporlarda 4 termik santral için birbirinin aynı ifadeler kullanıldığı ileri sürüldü. Bilirkişiler ek raporlarında hataların ‘sehven’ yapıldığını savunurken, avukatlar bilirkişi heyeti hakkında suç duyurusunda bulundu.

    Çanakkale Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Ali Furkan Oğuz, dava süreci hakkında bilgiler verdi. Cenal, Karaburun, Kirazlıdere ve Kirazlıdere 2 termik santralleri hakkında açılan davaların sürdüğünü belirten Avukat Oğuz, “Anılan dosyalar kapsamında bilirkişi raporlarına itiraz dilekçeleri hazırlanırken, aynı heyet üyeleri tarafından hazırlanan bilirkişi raporları birlikte incelendi. Farklı termik santral projeleri hakkında hazırlanan bu raporların birebir aynı değerlendirmeleri içerdiği, sonuç bölümlerinin birbirinin aynısı olduğu belirlendi. Bilirkişi heyetinin özen yükümlülüğünü yerine getirmediği, hukuki değerlendirme yapma yasağını ihlal ettikleri ve mahkemece tayin edilen süre içerisinde bilirkişi raporunu sunmadıkları tespit edildi. Görevi kötüye kullanmak suçunu işleyen bilirkişi heyeti hakkında suç duyurusunda bulunduk” dedi.

    Bilirkişi heyetinin, raporunu mahkemece tayin edilen süre içerisinde vermediğini söyleyen Oğuz, “Şüpheliler, bilirkişi raporunu mahkemece belirlenen süreler içinde dosyaya sunmamak suretiyle görevlerini ihmal etmişlerdir. Bilirkişi heyetleri 4 dava için de aynı. Hazırlanan raporlar, birbirlerinin aynısı, yani kopyasıydı. Kopyala-yapıştır esası ile hazırlandığı açık olan bu 4 ayrı raporda aynı ifadelerle genel değerlendirmeler yapılarak, raporun ilgili olduğu termik santral hakkında özel bilgiler verilerek sözde uyarlamalar yapılmaya çalışıldığını tespit ettik. ‘Termik santraller kurulmalıdır’ görüşü üzerine genel bir metin şablonu oluşturan bilirkişi heyeti, rapor içerisine ilgili termik santral projesine ait ÇED raporundan bilgiler serpiştirerek, uyarlama çalışması yapmak istemiştir. Ancak, uyarlama yaparken de dikkatsiz ve özensiz davranılmıştır. Hazırlanan raporlarda başka termik santrale ilişkin bilgilere, hatta krokilere yer verilmiştir” diye konuştu.

  • Antmen: “Kontrolsüz Suriyeli Göçü Ve Ekonomik Koşullar Davaları Patlattı”

    Mersin Barosu Başkanı Alpay Antmen, hem ekonomik koşulların ağırlaşmasının hem de yüz binleri aşan kontrolsüz, kimliksiz en fazla Suriyeli göçü almasının Mersin’de ceza ve icra davalarını patlattığını söyledi.

    Mersin Barosu Başkanı Antmen, yaptığı açıklamada, Mersin’de son dönemde hukuki sorunların ve ihtilafların arttığını, bunun da Mersin Adliyesi’ne çok fazla iş yükü bindirdiğini belirtti. Mersin’in iyi yönetilmediğini, bunun bu kentte yaşayan herkesin suçu olduğunu öne süren Antmen, Türkiye’nin geneli itibariyle en çok Suriyeli misafir göçü alan kentin Mersin olduğuna dikkat çekti. Antmen, “Yüz binleri aşan rakamlarda kontrolsüz, kimliksiz, nasıl geçindiğini, daha sonra ne olacağını bilmediğimiz kişiler Mersin’de cirit atıyor. Akşamları Çamlıbel, Silifke Caddesi, Atatürk Parkı, hafta sonları ise Adnan Menderes Bulvarı, Mezitli artık Mersin’in dokusunu yansıtmayan ve Mersin’de yaşayan diğer insanları buradan uzaklaştıran bir yapıya sahip olmaya başladı. Bu çok önemli” dedi.

    “TÜRKİYE’NİN HATALI SURİYE POLİTİKASI NEDENİYLE MERSİN’İN EKONOMİSİ BİTMİŞTİR”

    “Bu kentin iyi yönetilmesi lazım” diyen Antmen, Mersin’in trafik başta olmak üzere Suriyeliler sorunu ve ekonomik sorunları olduğuna işaret etti. Mersin’in daha sanayi kenti mi, turizm kenti mi olduğunun bile belli olmadığını dile getiren Antmen, “Akkuyu Nükleer Santrali’nden mi bahsedelim veya çevreyi kirleten sanayi yatırımlarından mı bahsedelim? Eğer burada turizm istiyorsanız, doğa istiyorsanız, buraya nükleer santral yapamazsınız. Bunların hepsi birbirini tetikliyor. Türkiye’nin hatalı Suriye politikası nedeniyle Mersin’in ekonomisi bitmiştir. Ne Irak ile ne Suriye ile artık ticaret yapamıyoruz. Burası bir liman. Yabancı ülkelerden gelecek malların karayoluyla Suriye’ye, Irak’a gönderilmesi gerekiyor. Bunu yapamıyoruz, çünkü Suriye bir bataklık” diye konuştu.

    “MERSİN’DE CEZA VE İCRA DAVALARI PATLADI”

    Mersin’de bir taraftan ekonomik koşulların ağırlaşması, bir taraftan yoğun Suriyeli göçü nedeniyle hukuki sorunların ve ihtilafların da arttığına dikkat çeken Antmen, “İnsanlar mutsuz. Evde kavga, sokakta kavga, aile içi şiddet artıyor. Onun dışında insanlar arasındaki uyuşmazlıklar artıyor ve bu adliyenin iş yükünü artırıyor. Mutsuz insan karşısındakileri de mutsuz eder ve ceza davaları patlıyor. Onun yanında zaten esnafımızda para kalmadı, ticarette iş yapılamıyor, sanayicimiz kan ağlıyor. Bu nedenle iş davaları arttı, işçi ve işveren arasındaki uyuşmazlıklar arttı. İcra davaları arttı. Çek-senet tahsil edilemiyor ve bu bir kartopu olarak, birbirini daha çok etkileyerek adliyede de büyük sıkıntı veriyor” ifadelerini kullandı.

    Şu an için Mersin Adliyesi’nin fiziki şartları iyi olduğunu, ancak özellikle icra daireleri için personelin yetersiz kaldığını kaydeden Antmen, “Ama mahkeme adedi, hakim ve savcı adedi anlamında iş yükünü karşılayacak durumda. Bu arada, hakim ve savcıların tam bağımsız olmaları, hiç kimseden emir, talimat, tavsiye almadan işlerini yapmalarını gerekiyor. Avrupa’da bir hakim ağır cezada yılda 30 dosyaya bakıyorsa, burada belki 600 dosyaya bakıyor. Biz hakim ve savcıları kendi hallerine bıraksak tayin ve terfi korkusuyla karar vermeyecekler. Hiç kimseden ürkmeyecekler. Gerçekten üzerlerine ne kadar yük yüklerseniz yaparlar ama yeter ki, rahat bırakalım onları” şeklinde konuştu.

    “BU KADAR BÜYÜK ÇEZAEVİ YAPILMASININ CEVABI POLİTİK”

    Tarsus ilçesine yapılmakta olan Türkiye’nin en büyük cezaevini de değerlendiren Antmen, suç ve suçlu olduğu sürece, suçlunun ıslah edilmesi için cezaevlerine ihtiyaç olduğunu vurguladı. “En büyük cezaevi Mersin’in imajını etkiyecek” kaygılarına değinen Antmen, şunları söyledi: “Niye bu kadar çok cezaevi var ya da niye bu kadar büyük cezaevleri yapılıyor? Onun cevabı da politik, toplumsal eğitim eksikliği ve aslında siyasi iktidarlar. Siyasi iktidarlar genel olarak buna çözüm bulmak zorunda. Tarsus’a bir bölge cezaevi yapılması Mersin’in imajı anlamında ‘Bu kadar çok suç mu işleniyor ki, bu kadar büyük cezaevi yapılıyor?’ diyebilirsiniz. Ama tutuklular hariç, hükümlüler Mersin’de yargılandıktan sonra Türkiye’nin her yerinde başka illere de gönderilebilir veya başka illerden de Mersin’e gelebilir.

    “TARSUS CEZAEVİNİN EN BÜYÜK EKSİĞİ KADIN HAPİSHANESİ OLMAMASI”

    “Tarsus’a yapılan cezaevinin en büyük eksiği, bir kadın hapishanesi olmaması” diyen Antmen, bunun kadın tutuklular açısından olumsuzluklar oluşturacağına işaret ederek, şöyle devam etti: “Siz eğer yargılama safhasında Mersin’de yargıladığınız bir kadını, Adana’nın Karataş ilçesinden 120-130 kilometre öteden getirirseniz, bu onun yorgun bir halde hakim karşısına çıkmasına ve kendisini iyi ifade edememesine neden olur. Bu doğru değil. SEGBİS ile elektronik ortamda dinlerseniz bu da olmaz. Çünkü yargılamada yüzyüzelik ilkesi vardır.”

    Toplumda, Tarsus’a bu kadar büyük cezaevi açılmasının ekonomiyi canlandıracağı yönünde bir beklenti de oluşturduğunu belirten Antmen, sözlerini şöyle tamamladı: “İnsanlar, ‘Cezaevi açıldığında buraya insanlar gelip gidecek, sanki bir cezaevi turizmi gibi bölgeye para akacak’ diye düşünüyor. Evet, ona da varız. Fakat bunlar devlet politikası olarak çözümlenmesi, önleyici suçla mücadelenin yapılarak cezaevlerini en az gerektirecek hale getirilmesi gerekiyor. Mesela Silivri Cezaevi gibi bir zindanın Türkiye’de olmaması lazımdı.”