Etiket: Birinde

  • Astım Türkiye’de her 12 yetişkin ve 8 çocuktan birinde görülüyor

    Astım Türkiye’de her 12 yetişkin ve 8 çocuktan birinde görülüyor

    Nefes darlığı, soluk alıp verirken ıslık sesi çıkması, özellikle sabaha karşı artan öksürük, göğüste sıkışma ve batma hissi gibi belirtilerle ortaya çıkan astım, Türkiye’de her 12 yetişkin ve 8 çocuktan birinde görülüyor. Yaşam kalitesini önemli ölçüde azaltan hastalık, uygun tedavi ve yakın takip sayesinde kontrol altında tutulabiliyor.

    Medicana International Samsun Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uzm. Dr. Özgür İnce, astım ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Uzm. Dr. İnce, “Astım, hava yollarının ataklar (krizler) halinde gelen tıkanmaları ile kendini gösteren bir hastalıktır. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler. Astımda hava yollarında mikrobik olmayan bir iltihap vardır. Bu nedenle hava yolu duvarı şiş ve ödemlidir. Bu durum akciğerlerin uyaranlara aşırı duyarlı olmasına neden olur. Toz, duman koku gibi uyaranlar ile hemen öksürük, nefes darlığı ve göğüste baskı hissi gibi yakınmalar ortaya çıkar. Krizde hava yollarını saran kaslar (adaleler) kasılır, ödem ve şişlik artar, ilerleyen iltihapla birlikte hava yolu duvarı kalınlaşır. Hava yollarındaki salgı bezlerinden kıvamlı bir mukus (ifrazat-balgam) salınır. Tüm bunlar hava yollarını önemli ölçüde daraltır ve havanın akciğerlere girip çıkması engellenir. Bu durum kendini artan öksürük, nefes darlığı, hırıltı, hışıltı ile kendini gösterir. Astım her yaştan bireyi etkileyebilen ve kontrol altına alınamadığında günlük aktiviteleri ciddi olarak sınırlayabilen kronik (müzmin) bir hastalıktır” dedi.

    Astımda doğru teşhisin önemli olduğunu belirten Uzm. Dr. Özgür İnce, “Solunum fonksiyon testleri, görüntülemeler önemlidir. Yeterli bir tedaviyle astım hastalığı kontrol altına alınabilir, tedavi hastalığın o anki şiddetine ve şartlara göre değişir. Tedavi edilmediği sürece, ölüme kadar gidebilen ciddi solunum problemlerine ve diğer sistemik hastalıkların tetiklenmesine neden olabilir” diye konuştu.

    Astımda erken teşhisin önemi

    Astımda erken teşhisin önemli olduğunu belirten İnce, “Sonuç olarak astım kronik, sebep olan etkenlerle tetiklenebilen dolayısıyla önlenebilen ve tedavi edilebilen bir hastalıktır. Ancak erken teşhis çok önemlidir. Çocukluk yaş grubunda da sık görüldüğünden, çocuklarda sık enfeksiyon geçirme veya büyüme-gelişme geriliği veya çabuk yorulma gibi durumlarda mutlaka hekim tarafından kontrol edilmelidir. Geç teşhis alan ve ileri yaşta ortaya çıkıp tedavisi geciken astım, çeşitli kalp ve damar hastalıklarına sebep olabilir. Erişkinde sebepsiz öksürük, toz -koku hassasiyeti durumunda astım açısından değerlendirme yapılmalıdır” şeklinde konuştu.

    Astım hastaları ve şehir yaşamı

    Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Özgür İnce şöyle devam etti:

    “Kent hayatında sanayileşme ile birlikte çarpık yapılaşma, beton yığınlarının arasında ağaçtan çiçekten böcekten uzak büyüme ve yaşama, binlerce yıldır küçük küçük nakış işler gibi gelişmiş olan immün (bağışıklık) sistemin bir nevi şaşırmasına, dengesinin bozulmasına neden olmaktadır. Bundan dolayıdır ki, alerji ve alerjik hastalıklara çağın hastalığı gibi sıfatlar yapıştırılır. Genelde duyduğumuz ‘eskiden bu kadar yoktu’ ifadesinin altında bu durum yatar. İlginçtir ki, çiçek, polen akar, küf, maya alerjileri bu ortamlardan zengin olan kırsaldan çok şehir merkezlerinde gözlenir. Astım da büyük çapta alerjiyle alakalı hatta direkt immün sistem ile ilişkili olduğundan, kişinin yaşamakta olduğu ortamla direkt bağlantılıdır. Şehir hayatında yaşayan hastaların özellikle hava kirliliğine, çok rüzgarlı havalarda tozlu ortamlara, ani ısı değişikliklerinin olduğu hava şartlarına dikkat etmeleri gerekir. Ev akarı, diğer adıyla mite alerjileri, gözle görülmeyecek kadar küçük canlıların insan cilt döküntüleriyle beslenmeleri, pamuklu, yünlü sıcak karanlık ve nemli ortamları seçmelerinden dolayı daha ziyade evlerde yatak odalarında halı kilim ve masa örtüleri, kalın perdeler, çocuk pelüş oyuncakları gibi alanlarda yerleşip çoğalırlar. Bu canlıların atıklarının soğumasıyla da akar alerjileri ortaya çıkar. Alerjik rinit, ciltte kaşıntılı döküntülerden astım ve kronik sinüzite kadar birçok hastalığa sebep olabilirler.”

    Neden başkalarında değil de belli kişilerde?

    Uzm. Dr. Özgür İnce açıklamasını şöyle tamamladı:

    “Aslında potansiyel olarak herkeste alerji olabilir. Alerjik reaksiyon görülmesinde genetik, çevresel faktörler, yaşanılan ortam, beslenme, kullanılan ilaçlar hatta stres bile etken olabilir. Son yıllarda genetik incelemeler artmakta birlikte özellikle beslenme üzerinde çalışmalar fazladır. Besinlerin bozulmaması için emülgatör denilen katkı maddeleri kullanılır, tüm market ürünlerinde neredeyse vardır, baharatlı çerezler, gazlı içecekler, doğası bozulmuş buğday ve şeker içeren besinler bağırsak florasını bozarak alerjik reaksiyonlara sebep olabilmektedir. Alerjiden korunmak için ilk kural alerjen madde biliniyorsa ondan kaçınmaktır. Ev akarı, neme bağlı küf maya mantarlardan kaçınmak için bir takım ev temizlik aletleri kullanılabilir.”

  • Bu sendrom 5 kadından birinde var

    Adet düzensizliğinin gözardı edilmeyecek bir sorun olduğunu ifade eden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Rukiye Gönüllü, polikistik over sendromunun (PCO) en sık üreme çağındaki kadınlarda görüldüğünü söyledi.

    Polikistik over sendromunun diyet, çevresel faktörler, genetik yapı ve hormonlarla ilişkili olduğunu belirten VM Medical Park Bursa Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Rukiye Gönüllü, “Bu sendrom, üreme çağındaki kadınlarda yüzde 20 oranında görülmektedir. Söz konusu oran, 5 kadından birinde bu sendromun olduğunu göstermektedir. Erkeklik hormonunun kadınlık hormonundan daha fazla salgılanması, semptomların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bu semptomların hastalarda daha çok adet düzensizliği olarak karşımıza çıktığını görüyoruz” şeklinde konuştu.

    Söz konusu hastalarda, erkek tipi tüylenme artışı ve erkek tipi saç dökülmesi veya insülin direncinin sebep olduğu obezite görülebileceğini belirten Gönüllü, “Bazı hastalar ise çocuk sahibi olamama gibi şikayetlerde bulunuyor. Adet düzensizliği, tüylenme, çocuk sahibi olamamak hastayı psikolojik olarak da etkilemektedir. Üreme çağındaki kadınlar ve gençlerin dikkatli olması gerekmektedir. Metabolik bozukluklar ortadan kalkınca sendromun şiddeti de azalacaktır. Bu bağlamda hastaların düzenli bir yaşam şekillerinin olması çok önemli. Beslenmelerine dikkat ederek, 3 ana ve ara öğüne göre hareket edilmelidir. Karbonhidrat ağırlıklı yiyeceklerden uzak durmaları da çok önemli. Haftada 2-3 kez muhakkak kuru baklagiller tüketilmeli. Zeytinyağı, fındık, badem ve ceviz tüketmelerinde de fayda var. Et ve balık yemelerinde ise sakınca yok. Tabii, en az 2,5 litre su içilmesine özen gösterilmeli” dedi.

  • Türkiye’de erişkin her üç kişiden birinde diyabet riski

    14 Kasım Dünya Diyabet Günü dolayısıyla diyabet hastalığına ilişkin açıklamalarda bulunan Hasan Kalyoncu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nermin Olgun, ’’Türkiye’de erişkin her üç kişiden bir tanesinde diyabet veya diyabet gelişimi açısından risk vardır’’ dedi.

    Hasan Kalyoncu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nermin Olgun, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü dolayısıyla diyabet hastalığına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Hem dünyada hem Türkiye de en önemli sağlık sorunlarından biri olarak kabul edilen diyabet, iyi kontrol edilmediğinde birçok organı da olumsuz yönde etkiliyor. Türkiye’de 8 milyondan fazla erişkinin diyabet hastası, bir o kadar kişinin de diyabet gelişimi açısından risk grubunda olduğu tahmin ediliyor. 14 Kasım Dünya Diyabet Günü dolayısıyla diyabet konusunda önemli açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Olgun, diyabetin insülin hormonunun yetersizliği, yokluğu veya eksikliği sonucu oluşan ve karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasında bozukluklara yol açan bir hastalık olduğunu vurgulayarak, ’’Diyabet hem dünyada hem Türkiye de en önemli sağlık sorunlarından biri olarak kabul edilmektedir. Diyabetli sayısının her geçen gün artması, diyabetin her yaşta görülmesi, önlem alınmazsa ağır organ hasarlarına neden olması, yaşam kalitesini düşüren maliyeti yüksek bir hastalık olması, diyabetle ilişkili sağlık sorunlarının insanların yaşamını ve sağlık sistemlerini ciddi derecede etkilemesi bu kanıyı güçlendirmektedir. Diyabet aynı zamanda Dünya Sağlık Örgütü tarafından en fazla ölüme neden olan kronik hastalıklar arasında sayılmaktadır’’ ifadelerini kullandı.

    ’’Diyabetli birey oranı en yüksek olan coğrafi bölgemiz yüzde 18,2 ile Doğu Anadolu Bölgesi iken en düşük orana yüzde 14,5 ile Karadeniz Bölgesi sahiptir’’

    Her sekiz saniyede bir kişinin diyabet nedeniyle hayatını kaybettiğine dikkat çene Olgun şöyle devam etti:

    ’’Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) 2017 raporunda dünyada toplam 425 milyon diyabetli olduğu tahmin edilmekte olup, henüz tanısı konmamış 212 milyon yetişkin olduğu belirtilmiştir. Her 100 erişkinden yaklaşık 9’u (yüzde 8,8) diyabet hastası, 7’si (yüzde 6,7) ise glikoz tolerans bozukluğuna sahipken, doğan her 7 bebekten 1’i gestasyonel diyabetten etkileniyor. Küresel bazda sağlık harcamalarının yüzde 12’si diyabet için kullanılmakta olup Türkiye de Sosyal Güvenlik Kurumu 2016 yılı için diyabete bağlı harcamaları yüzde 23 olarak açıklamıştır. Her yıl yaklaşık 4 milyon 20-79 yaş arası erişkinin diyabetle ilişkili nedenlerden dolayı hayatını kaybettiği belirtilmektedir. Her sekiz saniyede 1 kişi diyabet nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Diyabet dünyada, bu yaş grubuna göre, tüm ölüm nedenleri arasında yüzde 10,7 orana sahiptir. Türkiye Diyabet Epidemiyolojisi Projesi (TURDEP – II) verilerine göre, Türkiye’de diyabet görülme sıklığı 20 yaş üstü grupta yüzde 13,7’dir. Diyabetli birey sayısının en fazla olduğu grup 40-59 yaş aralığıdır ve bu yaş grubu toplam diyabetli nüfusun yüzde 46’sını kapsamaktadır. Diyabetli birey oranı en yüksek olan coğrafi bölgemiz yüzde 18,2 ile Doğu Anadolu Bölgesi iken en düşük orana yüzde 14,5 ile Karadeniz Bölgesi sahiptir. Diyabetli yetişkin sayısının 2045 yılında dünyada 629 milyon, Türkiye’de ise 11,2 milyon olacağı tahmin edilmektedir.’’

    ’’Türkiye’de erişkin her üç kişiden bir tanesinde diyabet veya diyabet gelişimi açısından risk vardır’’

    Türkiye’de 8 milyondan fazla erişkinin diyabet hastası, bir o kadar kişinin de diyabet gelişimi açısından risk grubunda olduğunun tahmin edildiğini açıklayan Olgun, ’’Türkiye’de erişkin her üç kişiden bir tanesinde diyabet veya diyabet gelişimi açısından risk vardır. Ayrıca 20 bin dolayında çocuğun diyabetli olduğu bilinmektedir. Ne yazık ki diyabetli erişkinlerin yaklaşık yarısı hastalığın farkında değildir. Tip 1 diyabet ile ilgili önleme çalışmaları başarılı olmamıştır. Oysa Tip 2 diyabet vakalarının yüzde 70’ini sağlıklı kahvaltı, lifli sebze, taze meyveler, tam buğday ekmeği, yağsız et, balık ve fındık tüketimi ve düzenli egzersizi içeren sağlıklı yaşam tarzı ile önlemek mümkündür. Diyabet bireylerin ve ailelerin yaşamlarının tüm yönlerini etkiler, zorunlu yaşam biçimi değişiklikleri gerektirir. Bakımda başarıyı artıran en önemli konu en az tıbbi yardım ile en iyi kontrolü sağlamaktır’’ şeklinde konuştu.

    ’’Diyabet İyi kontrol edilmediğinde kalp, beyin, gözler, böbrekler başta olmak üzere tüm organları etkiler’’

    Olgun, beslenmenin diyabet tedavisinin temel taşlarından biri olduğunun altını çizerek, aynı zamanda yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı, ideal kiloya ulaşmayı veya korumayı, kan yağlarını istenilen düzeyde tutmayı, göz, kalp ve böbrek gibi organlara zarar verecek komplikasyonları önlemeyi veya geciktirmeyi de sağladığını kaydetti. Fiziksel aktivite ve egzersizin, beslenme ve ilaç tedavisi kadar önemli olduğuna dikkat çeken Olgun, ’’Egzersiz yemekten 1-1,5 saat sonra her gün en az 30 dakika olacak şekilde planlanmalı, kan şeker düzeyi egzersize başlamadan önce ve sonra kontrol edilmelidir. Hareketsiz yaşamın sağlık sorunlarını da beraberinde getireceği unutulmamalıdır. Uzun vadede diyabete bağlı oluşacak sağlık sorunlarından korunmak amacıyla, hiçbir sorun olmasa bile yılda bir kan yağları kontrolü, mikroalbüminüri kontrolü, göz dibi muayenesi, kalp elektrosu, ayak muayenesi ve 3-6 aylık aralıklarla HbA1c kontrolü yapılmalıdır. Bununla birlikte diyabet ilaçlarla tedavi yönetimi en iyi bilinen ve geniş tedavi seçenekleri olan hastalıklardan biridir. Ancak bu tedavi seçeneklerinin doğru uygulanabilmesi için diyabetlinin doğru bilgi ve becerilerle donatılması, hastalığın yönetiminin kendisinde olduğuna inandırılması gerekir. Diyabet İyi kontrol edilmediğinde kalp, beyin, gözler, böbrekler başta olmak üzere tüm organları etkiler. Ancak diyabetin bakımının karmaşıklığı nedeniyle sadece hekimin yazdığı reçete ile diyabet tedavisi yürütülemez. Bu nedenle diyabetlinin tedavi ve bakımında hemşire, diyetisyen, psikolog gibi sağlık profesyonellerinin yer aldığı ekipler oluşturulmaktadır’’açıklamalarında bulundu.

    ’’Diyabetli bireylerin aşılanması Sağlık Bakanlığı tarafından genişletilmiş bağışıklama programı kapsamına alınmıştır’’

    Diyabetli bireylerde ortaya çıkan hipergliseminin bağışıklık sisteminin gücünü düşürdüğünü ve sonuçta enfeksiyon riskinin arttığını dile getiren Olgun, ’’Enfeksiyonlar kontrolsüz hiperglisemiye yol açar ve hiperglisemi enfeksiyonların daha da ağırlaşmasına neden olur. Enfeksiyonlar sonucu diyabetlilerin hastane yatışlarında ve ölüm oranlarında artış görülür. 40 yaşın üstündeki erişkinlerde diyabet, toplumda gelişen zatürre ve invaziv pnömokok riskini artırır. Diyabetli bireylerin yarısı her yıl bir bulaşıcı hastalık nedeniyle en az bir defa hastanede yatarak tedavi görmektedir. Diyabet zatürre için risk faktörüdür. Zatürreye bağlı hastane yatış riski, diyabetli bireylerde 3 kat daha fazladır. Bu nedenle tüm enfeksiyonlardan korunma diyabette çok önemlidir. Enfeksiyonlardan en iyi korunma yollarından biri aşılanmadır. Diyabetli bireylerin aşılanması Sağlık Bakanlığı tarafından genişletilmiş bağışıklama programı kapsamına alınmıştır. Diyabetlilerin aşılanması uluslararası ve ulusal tüm rehberlerde önerilmekte olup diyabetlilerin aşılanması konusunda çalışmalar yürütülmektedir. Diyabet hastaları, Aile Sağlığı Merkezlerinde veya aşıya erişimin olduğu sağlık kurumlarında pnömokok-zatürre aşısını ücretsiz olarak yaptırabilirler’’ değerlendirmelerinde bulundu.

  • Her 8 kadından birinde meme kanseri görülüyor

    Meme kanseri farkındalık ayı kapsamında kontrolden geçen yeşil kırmızılı Karşıyakalı voleybolcular, sağlıklı yaşam için düzenli kontrolden geçmenin önemini vurgularken, her 8 kadından birinin meme kanseri olduğuna dikkat çekildi.

    Medicalpark İzmir Hastanesi’nin, Meme Kanseri Farkındalık Ayı etkinlikleri kapsamında Karşıyaka Kadın Voleybol Takımı meme muayenesinden geçti. Meme ultrasonu da çektiren sporcular kontrollerini tamamladıktan sonra Genel Cerrahi Kliniği uzmanları tarafından meme kanseri hakkında bilgilendirildi. Kendileri için özel olarak tasarlanan pembe tişörtleri de giyen yeşil kırmızılı ekip hastane önünde pankart açarak erken teşhisin önemine dikkat çekti. Genç sporcular sağlıklı bir yaşam için kadınların düzenli kontrolden geçmesinin önemini vurguladı.

    Her yıl ultrason ve mamografi

    Meme kanserinde erken teşhisin büyük önem taşıdığını belirten Medical Park İzmir Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği’nden Prof. Dr. Ethem Murat Sözbilen; “Her kadın yaşı ne olursa olsun her adet dönemi bitiminden bir hafta sonra kendi kendilerini meme muayenelerini yapması gerekiyor. Eğer bu muayene esnasında eline gelen bir kabarıklık, bir sertlik, şişlik gibi durumlarda mutlaka hekime başvurulmasını öneriyoruz. Erken tanı için 40 yaşının üzerinde mutlaka her yıl bir hekim kontrolünde ultrason ve mamografi ile değerlendirilmesini öneriyoruz” dedi.

    Elle muayene nasıl yapılmalı

    Prof. Dr. Sözbilen, kendi kendini elle meme muayenesinin nasıl yapılması gerektiğini ise şu şekilde anlattı: “Elimizin üç parmağının iç kısmını kullanıyoruz. Bir aynanın karşısında sol mememizi muayene ederken sağ elimizi kullanıyoruz ve sol elimiz başımızın arkasında yer alıyor. Memeyi haritalandırmak adına 4’e bölerek bu üç parmağımızın iç kısmını kullanarak meme dokusunu göğüs kafesiyle arasında sıkıştırmak üzere dairesel hareketlerle muayene ediyoruz. Elimize eğer bu şekilde bir kitle gelirse hekime başvurmakta yarar var.”

    Öte yandan meme kanseri hakkında istatiksel bilgiler veren Başhekim Yrd. Dr. Zeki Hozer ise, “30 yıl önce her 14 kadından birinde meme kanseri görülürken şimdi ise her 8 kadından birinde görülüyor. Ailesinde meme kanseri öyküsü olan kadınlarda ise meme kanserine yakalanma riski daha fazla. Genel olarak kanserden korunmak için küresel anlamda sigara, alkol ve obezite ile savaş programlarının oluşturularak etkin politikalarının uygulanması ve bireysel farkındalığın arttırılarak risk grupları için taramaların yapılması öncelikle stratejiler olarak görülmektedir” dedi.

  • Çelik: “Alzheimer olan birinde hücre ölümüyle birlikte beyin yavaş yavaş küçülür”

    SAKARYA (İHA) – Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Yahya Çelik, “Alzheimer hastalığında hücre ölümüyle birlikte beyin yavaş yavaş küçülür” dedi.

    Adatıp Sağlık Grubu hastanelerinden Özel Adatıp Sakarya Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Yahya Çelik, Dünya Alzheimer Günü vesilesiyle hastalık hakkında bilgiler verdi. Çelik konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Hastalık başlangıçta sinsi bir unutkanlıkla başlayabileceğinden, yaşlılıkta izlenen unutkanlık normal olarak görülmemelidir. Alzheimer hastalığında başlangıçta hafif bir unutkanlık vardır. Örneğin hasta evde para veya eşyalarını koyduğu yeri, randevularını, ocağın altını, bakkaldan alacaklarını unutmaya başlar. Günlük yaşam aktivitelerini önceden kolayca yapabilirken zorlanmaya başlar. Araba kullanma, elektronik eşyaları ve diğer beceri gerektiren aletleri kullanmada yetersizlik, fatura ödemelerini unutma gelişir. Eski olayları çok iyi hatırlarken zamanla unutkanlık giderek artar ve hasta yeni olayları hiç kaydedemeye başlar. Örneğin; 5 dakika önce sorduğu soruyu tekrar tekrar sorabilir. Torunlarının isimlerini unutabilir. Hasta yakınları sıklıkla “Ne unutkanlığı, 40 yıl öncesini cin gibi hatırlıyor” diye konuştu.

    “Evin yolunu bulamama”

    Gençlerde görülen unutkanlığın altından sıklıkla modern yaşam tarzının getirdiği ruhsal sıkıntılar ve hastalıkların çıktığına dikkat çeken Prof. Dr. Yahya Çelik; “Eğer unutkanlığı olan bir yaşlı, iyi bildiği yolları bulamıyorsa, daha önceden dolaştığı yerlere artık gidemiyorsa, evin yolunu bulamayıp kayboluyorsa ya da evin yolunu aramaktan dolayı eve geç geliyorsa, evin içinde odaları karıştırıyorsa, bunlar da Alzheimer hastalığı ile ilişkili bulgular olabilir. Hastalar, uğraş ve hobilerini terk edebilir. Örneğin bir hasta arkadaşları ile briç oynamayı bırakabilir. Karmaşık alet kullanımı zorlaşır. Para hesabında güçlük olabilir. Bankamatikten para çekmek hastalar için çok zor bir şey haline gelebilir. Bunlar ile beraber bir takım psikiyatrik bulgular da olabilir. Hastalar, olmayan şeylerden bahsedebilir, onları gördüğünü, işittiğini söyleyebilir. Her ne kadar hastalıkta birçok bulgu olsa da en önemli bulgu giderek artan bir unutkanlıktır” ifadelerini kullandı.

    “Alzheimer’in nedeni bilinmemekte”

    Alzheimer hastalığının nedeninin tam olarak bilinmediğini belirten Çelik, “Alzheimer hastalığı henüz nedeni tam olarak bilinmeyen bir süreçle beyin hücrelerinin beklenenden daha erken ölmesi nedeniyle olmaktadır. Yaşla beraber her kişide beyin hücre ölümü olmaktadır ama Alzheimer hastalığında bu süreç çok hızlı ve erken olmaktadır. Hücre ölümüyle birlikte beyin yavaş yavaş küçülür. Alzheimer hastalığı bulaşıcı bir hastalık değildir, bir kanser de değildir. Hastalığın nedeni tam olarak bilinmese de, ileri yaş, geçmişte yaşanmış depresyon, damar hastalıkları (Kalp krizi, tansiyon yüksekliği, şeker hastalığı, kolestrol yüksekliği gibi), geçmişte yaşanmış ciddi kafa yaralanmaları, düşük eğitim düzeyi, APOE4 denilen bir genetik testin varlığının ve bazı durumların hastalığa yakalanma riskini arttırdığı gözlemlenmiştir. Hastalıkta ortalama süre 8 yıldır. Buna karşın bazı hastalarda hastalık çok yavaş ilerlerken bazılarında da kısmen daha hızlı ilerlemektedir. Hastalık erken, orta ve ileri evre olarak 3 evreye ayrılabilir” diye konuştu.