Etiket: Bilinmesi

  • İmplant tedavisinde bilinmesi gerekenler

    Prof. Dr. Ömer Kutay Türkiye’de implant tedavisinin avantaj ve dezavantajlarını sıraladı.

    Prof. Dr. Ömer Kutay Türkiye’de implant tedavisinin avantaj ve dezavantajlarını anlattı. Kutay, “İmplant uygulamasının amacı eksik dişleri tamamlamaktır. Bu eksik dişler bir tanede olabilir hasta bütün dişlerini de kaybetmiş olabilir. İmplant tedavisi ile bütün eksik dişler tamamlanır ve hasta doğal dişlerinden hiçbir fark hissetmeden implantlarını çok rahat bir şekilde kullanır” dedi.

    Nişantaşı’nda İmplant Center kliniğinde 20 yıldır implant tedavisi yaptığını belirten Prof. Dr. Ömer Kutay, implantların avantajlarını şöyle sıraladı: “İmplant uygulamasından önce, tek diş kaybında kullanılan tedavi yöntemi köprü ve kron uygulamasıydı. Bu uygulamada eksik dişin yanındaki dişlerden destek alındığı için bu dişler küçültülüyordu ve büyük zarar görüyordu. Hiç diş olmayan ağızlarda ise dokudan destek alındığı için hasta damaklı protez kullanıyordu ve protez kulanımın da, konuşmada, çiğneme’de, tat almada bile hastanın beklentilerini karşılamıyordu. Hasta hayat konforu açısında zorluklar yaşıyordu. Günümüzde implant tedavisinin yaygınlığı ile birlikte bu zorluklar ortadan kalktı aynı zamanda damaklı protezler hastanın kemik erimesini devam ettiren protezlerdir olduğu için, İmplant tedavisi ise bu kemik erimesini durdurulmaktadır”.

    İmplantın dezavantajları

    Prof. Dr. Kutay’a göre implant tedavisinin dezavantajları ise; şu şekilde “Bugüne kadar implant tedavisi ile dezavantaj yaşamadım. 90 yaşında hastada da implant uygulaması yaptım ve bu uygulamadan sonra hastanın çiğneme, konuşma memnuniyeti arttı ve daha mutlu şekilde hayatına devam etti sadece implant uygulamasından sonra hasta ağız bakımına gerekli özeni göstermeli cerrahi işlemden sonra sigara, alkol tüketimini bir süre kısıtlamalıdır. Prof. Dr. Ömer Kutay implant tedavisiyle ile ilgili halk arasında kulaktan kulağa duyulan implant kemik erimesi yapar veya kanser yapar gibi duyumlarda da bir açıklık getirmek istiyor. İmplantın kanser yapma gibi bir durumu kesinlikle söz konusu olamaz. Hangi marka olursa olsun implantlar titanyumdan yapılır. Titanyum şu ana kadar bütün tıp dünyasında güvenle kullanılan en biyo uyumlu maddelerden biridir. Kemik erimesi yapması ise; hasta gerekli ağız hijyeni sağladığı zaman kemik erimesi yapması söz konusu değildir. Güvenli ellerde implant uygulaması diş hekimliğinin en avantajlı ve güvenilir tedavilerin başında gelmektedir”.

  • Grip hakkında bilinmesi gerekenler

    Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, üst solunum yollarının korunmasında aşılanma, kişisel hijyen kurallarına uyulmasının yanında bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi için uygun beslenmenin de oldukça önemli olduğunu belirterek, grip hakkında en çok merak edilenler hakkında bilgi verdi.

    Gribe yol açan influenza virüsünün çok kolay ve hızlı bulaştığına dikkat çeken Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, bulaştığı kişilerde kısa sürede ortaya çıkan ateş, adale ve eklemlerde ağrılar, halsizlik, yorgunluk, bitkinlik, titreme, baş ağrısı ve kuru öksürük, bazen ishal (çocuklarda daha sıktır) gibi belirtilerle devam ettiğini belirtti. Grip salgınının haftalarca sürebildiğini söyleyen Ulusoy, tüm dünyada 250 binle 500 bin arasında insanın gribal enfeksiyonlar sebebiyle hayatını kaybettiğini, bu hastalıktan ölümlerin 65 yaş üstü yaşlılar ve 2 yaş altındaki bebeklerde daha fazla olduğunu vurgulayarak şu bilgileri verdi:

    “Başlıca bulaşma yolları, öksürük ve hapşırık ile etrafa saçılan damlacıkların hava yolu ile yayılması ile beraber hasta kişiler ile direkt temas edilmesi ve hasta kişilerin ağız-burun akıntıları ile temas etmiş eşyalarla da olabiliyor. Kapalı ve kalabalık mekanlar, toplu taşıma araçları, iyi havalandırılmayan iş yerleri, sınıflar, bakımevleri gibi ortamlar da hastalığın toplumda yayılmasını kolaylaştırıyor. Grip ilk 24-72 saat arasında bulaşıcı hale gelir ve istirahat ile 7-10 gün içinde geçiyor. Başka bir deyişle insanlar gribe yakalandıklarını fark etmeden bile virüsü bulaştırabiliyor. Genellikle hastanın şikayetlerine ve de muayene bulgularıyla konuyor. Fakat gerekli görüldüğü veya ayırıcı tanı için hekimin gerekli gördüğü durumlarda kan testleri ve boğaz kültürü ile tanı kesinleştirilebiliyor.”

    “Grip ve nezle farklı”

    “Grip ve nezle, farklı virüslerin neden olduğu solunum yolları hastalıklarıdır” diyen Ulusoy, “Grip; burun, boğaz, bronş ve muhtemelen akciğerler dahil tüm solunum yollarını etkiliyor. Soğuk algınlığı özellikle burun olmak üzere üst solunum yollarını etkiliyor. Bu nedenle gribin ateş, vücut ağrıları, yorgunluk gibi belirtileri soğuk algınlığına göre daha şiddetli oluyor. Soğuk algınlığı yani diğer ismiyle nezlede normalde ateş olmaz veya çok hafif oluyor. Nezle hafif kırgınlık, burundan akıntı, hapşırma gibi belirtiler ile kendini gösteren, halsizliğe yol açmadığı için yatak istirahati gerektirmeyen bir hastalık. Gribal enfeksiyonlar genellikle oldukça hafif atlatılıp kendiliğinden geçerler fakat aşağıdaki durumlar varsa mutlaka bir hekime muayene olmakta fayda var. Bunlar; genel vücut bağışıklık yetmezliği, gribal şikayetlerin uzun zaman sürmesi, yetmişli yaşlara ulaşan kişiler, devam eden ya da aralıklı 39 dereceye ulaşan ateş yükselmeleri, baş ağrısı, solunum sıkıntısı ve göğüs ağrısı şikayetleri. Gribal enfeksiyonlar risk grubu olarak adlandırılan çocuklarda, yaşlılarda ve kalp hastalığı, akciğer hastalığı, böbrek hastalığı, şeker hastalığı gibi kronik hastalığı olan kişilerde çok daha ağır seyretmekte ve ciddi sonuçlara yol açıyor” dedi.

    Gripten korunmak için ne yapılmalı?

    Gripten korunmanın başlıca yolunun vücut direncinin düşmesini engellemekten geçtiğini ifade eden Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları kaydetti:

    “Mevsim özelliklerine uygun giyilmeli, bol sıvı gıdalar, taze meyve ve sebze tüketilmeli. Kışın odaların iyi havalandırılması ve nemlendirilmesinin yanında hastalar ile yakın temastan, ortak eşya kullanımından kaçınılmalı. Ayrıca C vitamini, ekinezya gibi doğal ürünlerin yanında magnezyum, çinko gibi minerallerin dengeli tüketilmesi de koruyucu anlamda faydalı. Hastalığa sebep olan virüsten uzak kalmak korunmanın temeli. Öncelikle hasta olduğu bilinen kişilere 1 metreden daha fazla yaklaşılmamalı, mecburi olarak hastalar ile yakın temasta olan kişiler ve sağlık personeli için ağız ve burnu da kapatan uygun basit maskeler kullanılmalı. Hastanın çevresi ve kullandığı eşyalara temas durumlarında mutlaka ellerin sabunlu su ile yıkanması oldukça faydalı. Ayrıca hasta odaları havalandırılmalı ve temizliği yapılmalı. Özellikle kullandığı kağıt mendil ve peçete gibi eşyalar uygun bir şekilde toplanıp çöpe atılmalı, ortalıkta bırakılmamalı. Sağlam kişilerin kendisini koruduğu kadar hastalar da hastalığı bulaştırmamak için kişisel önlemler almalı. Aksırırken, hapşırırken mutlaka ağızlarını ve burunlarını kapatabilecek şekilde kağıt peçete, mendil kullanabilirler. Kendileri sıkça sabun veya dezenfektanlar ile el yıkayarak çevreye bulaştırmamaya çalışmaları öneriliyor. Hasta kişinin damlacıklarla kirlenen atıkları toplanarak çöpe atılmalı.”

    Grip aşısı faydalı mı?

    Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından, çeşitli gruplar gribin olumsuz etkileri açısından risk grubu olarak tanımlanmakta ve aşağıdaki gruba giren kişilerin her yıl aşılanması öneriliyor. Grip aşıları her yıl bir önceki yıl salgın yapan influenza suşları dahil edilerek güncelleniyor. Bu aşıların yapılmasının yeni direnç kazanmış bir etkene faydalı olmaması sebebiyle etkinliğinde çeşitli tartışmalar oluyor. Son yıllardaki salgınlarda sürekli kendini yenileyen farklı virüslerle olması da etkinliğini sınırlayan bir başka neden. WHO’nun önerilerine aykırı olarak Cohrane veritabanı gibi çok saygın çalışmalarda aşıların etkin olmadıkları savunuluyor. Aşı yan etkilerinin ve de aşılama sonrası oluşacak gribal şikayetlerin de oluşacağını hesaba kattığımızda bu konudaki otoriteler arasında aşı kullanımının etkinliği konusunda bir fikir birliği oluşmadı. Kişi, eğer aşılanacaksa bunun mutlaka grip sezonu başında yapılması gerekiyor.

    Grip aşısı kimler için uygun?

    65 yaşından büyük kişiler, şeker hastaları, kronik akciğer hastaları, kronik kalp ve damar sistemi hastaları, bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler, böbrek hastalıkları, huzurevi, bakımevi vb. ortamlarda yaşayanlar grip aşısı önerilen risk grubu hastaları arasında yer alıyor.

    6 aydan küçük bebekler, yumurtaya karşı alerjisi olanlar (yumurta yediğinde alerjik şoka girenler), hamileliğin ilk 3 ayı içinde olan bayanlar grip aşısı olmaması gereken grup içinde yer alıyor.

    Grip aşısı WHO’nun koordinasyonu ile bir yıl önce salgın yapan virüs tiplerinin belirlenmesi sonucu geliştirilmekte ve aşının tipi de bu uygulamaya bağlı olarak her yıl değişiyor. Grip aşısı, vücutta 1-2 hafta içinde koruyucu düzeye erişiyor. Eğer aşı, içerdiği virüs tipleri, salgınlara neden olan virüs tipine benzerse, sağlıklı erişkinlerde yaklaşık %70 oranında etkili oluyor. Yukarıda saydığımız riskli grupta ise hastalıktan korunma oranı %50’ye düşüyor.

    Ülkemizde, yukarıda bahsedilen risk grubundaki kişilere grip aşısı ücretsiz olarak yapılıyor. Aşı olduktan iki hafta sonra aşının koruyuculuğu başlıyor. Grip için aşılanma Eylül’de başlıyor, tüm grip sezonu boyunca ve sonrasında da devam ediyor. Bu zaman aralığının sebebi, grip salgınının hep aynı zamanda görülmemesi. Grip salgını, genelde Ocak ayında zirve yapıyor fakat bu durum Ekim’de de ortaya çıkabiliyor. Sanılanın aksine, antibiyotikler grip tedavisinde etkin değil. Gribin neden olduğu baş ve kas ağrısı gibi belirtiler ağrı kesicilerle giderilebiliyor. Aspirin gibi ağrı kesiciler, 16 yaşın altındaki çocuklara verilmemeli.

    “Antibiyotik kullanımı fayda sağlamıyor”

    “Gribal enfeksiyonlar özel bir tedavi olmasa bile kendiliğinden iyileşebiliyor” diyen Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, “Ancak, risk gruplarında ciddi seyredebileceğinden doktora başvurulması gereken, bazı destek ilaçlarla şikayetleri azaltmaya veya gidermeye yönelik tedavi alınması gereken bir hastalık. Grip viral bir hastalık olduğu için antibiyotikler tedavide etkili değil. Antibiyotik kullanımı fayda sağlamayacağı gibi florayı bozarak zarar da verebiliyor. Hastalığı ağır geçirenlere ve risk grubundakilere ise oseltamivir gibi virüsle mücadele eden ilaçlar doktor önerisi ile mutlaka kullanılmalı. Halk arasındaki virüslerin karda yayılmayacağı inancı gerçekleri yansıtmıyor. Grip etkeni olan influenza virüsü tüm hava koşullarında yaşayabiliyor. Virüsün soğukta sadece yayılma hızı azalır, ancak vücuduna girdiğinde ise vücut ısısıyla aktive oluyor ve hızlı biçimde çoğalmaya başlıyor” ifadelerine yer verdi.

  • Kabızlık ve tedavi yöntemleri hakkında bilinmesi gerekenler

    Kabızlık ve doğru dışkılama alışkanlıkları hakkında bilgi veren Koru Ankara Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Ufuk Avcıoğlu, kabızlığın bir hastalık değil, kişiden kişiye değişen ve farklı şekillerde yorumlanan subjektif ve yaygın bir şikayet olduğunu söyledi.

    Kabızlık için pek çok faktörün katkıda bulunduğunu belirten Uzm. Dr. Ufuk Avcıoğlu, yaşlandıkça kabızlık sorununun daha sık ortaya çıktığını ve düzensiz dışkılama alışkanlığının zaman içerisinde kaçınılmaz olarak hemoroid, fissür gibi anal hastalıklara neden olduğunu ifade etti. Bu şikayet ile gelen hastada muayenenin bir parçasının da rektal bölge muayenesi olduğunun altını çizen Koru Ankara Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Ufuk Avcıoğlu, “Rektal muayene; kitle, darlık veya anormalliği hissetmek ve dışkıda kan olup olmadığını kontrol etmek için rektum içerisinin eldivenli parmak ile kontrol edilmesidir” dedi.

    Çoğu kişinin kabızlık tedavisini evde kendi başına yaptığını anlatan Uzm. Dr. Ufuk Avcıoğlu, “Kabızlık yeni başlangıçtaysa, üç haftadan daha uzun süren kabızlığınız varsa, ailede kalın barsak kanseri öyküsü varsa, tuvalet kağıdında veya dışkıda kan görüyorsanız, kilo kaybı varsa, ateş varsa ve zayıflama öyküsü varsa mutlaka gastroenteroloji uzmanına başvurulmalıdır” diye uyardı.

    Dünya sağlık örgütü kolon kanseri taraması amacıyla, hiçbir şikayeti olmasa bile 50-60-70 yaşlarında herkese birer kez kolonoskopi, arada kalan yıllarda da yılda bir kez dışkı da gizli kan tetkiki yapılmasını öneriyor.

    Kabızlıkta tedavi yöntemleri

    Kabızlık tedavisinin yemek alışkanlıklarını değiştirmek, lifi yüksek gıdalar tüketmek ve gerekirse laksatif ilaçlar kullanmayı içerdiğini belirten Uzm.Dr.Ufuk Avcıoğlu, “Bir sağlık kuruluşuna başvurmadan önce, evde bu tedaviler denenebilir. Ancak birkaç gün içinde bağırsak hareketi yoksa daha fazla yardım için bir sağlık kuruluşuna başvurmalıdır” diye vurguladı.

    Uzm. Dr. Ufuk Avcıoğlu, “Yaşam tarzı değişiklikleri; bağırsak hareketleri en çok yemeklerden sonra aktive olur bu nedenle dışkılama için en uygun zaman yemekten hemen sonradır. Eğer bağırsak hareketleri ile ilgili vücut sinyalleri göz ardı edilirse, sinyaller zamanla zayıf ve güçsüz hale gelir ve dışkılama hissi giderek azalır. Sabah kafein içeren içecekler tüketmek barsak hareketlerini artırmak için yararlı olabilir. Ayrıca su içilmesine engel bir hastalık yok ise günde en az 2 litre sıvı tüketilmesi ve düzenli egzersiz yapılması da kabızlığın önlenmesi için yapılması gereken yaşam tarzı değişiklikleridir” şeklinde konuştu.

    Diyetin lif içeriğinin artırılması ile kabızlık ortadan kaldırabileceğini veya rahatlatabileceğini söyleyen Koru Ankara Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Uzm. Dr. Ufuk Avcıoğlu, “Diyet içeriğindeki lif için önerilen miktar günde 20-35 gramdır. Birçok meyve (turunçgiller, kuru erik, kayısı, şeftali), sebze (bezelye, fasulye, mercimek), bazı kahvaltılık tahıllar (yulaf, kepek) ve çerezler (badem, yer fıstığı) diyet lifi için mükemmel kaynaklardır ve kabızlık tedavisinde özellikle yararlı olabilir” dedi.

    Uzm. Dr. Ufuk Avcıoğlu, “Ancak diyet içeriğindeki lifi çok artırırsak buda karında şişkinlik veya gaza neden olabilir. Bu nedenle dışkı daha sık ve yumuşak hale gelene kadar önce az miktarda lif ile başlayıp tedricen lif miktarını artırarak yan etkiler azaltılabilir” diye konuştu.

    Bunlar yeterli olmazsa laksatif ilaçlar kullanılabileceğini vurgulayan Uzm. Dr.Ufuk Avcıoğlu, “Piyasada çok değişik isimleri olsa da etki mekanizması bakımından temelde üç çeşit laksatif ilaç vardır ve hangi laksatif ilacın sizin için uygun olduğuna doktorunuz tarafından karar verilmesi en doğru yaklaşımdır” dedi.

    “Dışkı kitlesi oluşturan laksatifler, doğal veya ticari olarak hazırlanmış lif deriveridir” diyen Uzm. Dr. Ufuk Avcıoğlu, “Suyu emip dışkı kitlesini artırarak etkilerini gösterebilirler bu nedenle yetersiz su alımında etki gösteremezler. Özellikle yeterli lif içeren diyet alamayanlarda daha faydalıdır. Ancak gaz ve kramp oluşturabilirler bu nedenle düşük dozda başlanıp yavaş yavaş doz artırılmalıdır. Bazı ilaçlarla birlikte alındıklarında bu ilaçların etkinliğini azaltabilirler” şeklinde konuştu.

    Hiperosmolar ve tuz içerikli laksatiflerin hacim oluşturan laksatiflere yanıt vermeyenlerde kullanılması gerektiğini söyleyen Avcıoğlu, “Polietilen glikol (PEG), zayıf emilen ya da emilmeyen şekerler ve salin laksatifler, az emil diklerinden içerikleri nedeniyle barsaktan su salınımına sebep olur ve böylece dışkı sıklığını arttırırlar. Genellikle iki haftadan kısa kullanımlarda güvenlidirler. Bu ajanların fazla kullanımı, böbrek ya da kalp yetmezliği olanlarda vücut minerallerinde veya sıvı dengesinde bozukluklara sebep olabilirler” dedi.

    Dr. Avcıoğlu şunları söyledi:

    “Stimülan laksatifler bisakodil, senna ve sodyum pikosülfat intestinal mukozadaki elektrolit transportunu değiştirerek etki gösterirler. Ayrıca intestinal motor aktiviteyi, kolondaki myenterik aktiviteyi ve peristaltik kontraksiyonları uyararak barsak hareketlerini tetiklemek suretiyle etki ederler. Her gün alınımı vücut mineral dengesini bozabilir. Bazı gözlemsel çalışmalarda uzun süreli kullanımlardan sonra kolon kanseri için bir risk faktörü olan melanozis kolinin geliştiği bildirilmiştir. Bu durum ilacın kesilmesinden sonra birkaç ay içinde normale döner.”

    Genellikle rektal yolla alınan laksatiflerin yani fitil ve lavmanın, ağız yolu ile alınan laksatiflere göre daha hızlı etki ettiğini ancak çoğu insanın mecbur kalmadıkça bu yolla ilaç almayı sevmediğini söyleyen Uzm.Dr.Ufuk Avcıoğlu, “Diğer tedavilere cevap vermeyen kabızlık hastalarında sodyum fosfat / biyofosfat içeren hazır ambalajlı lavman kitleri kullanılabilir. Ancak bunlar kalp ya da böbrek hastalığı olanlara tavsiye edilmez ve tekrarlayan kullanımlar için uygun değildirler.” dedi.

    Biofeedback tedavisi ve probiyotik kullanımının şiddetli kronik kabızlığı olan bazı hastalarda faydalı olabilen destekleyici tedavi yaklaşımları olduğunun altını çizen Dr.Ufuk Avcıoğlu, “Lubiprostone (Amitiza)ve Linaclotide (Linzess) isimli ilaçlar son yıllarda yurt dışında kullanıma girmiş ancak ülkemizde henüz olmayan ilaçlardır. Pahalı olmaları ve uzun dönem yan etkilerinin tam tespit edilememiş olması nedeniyle diğer tedavilere yanıt vermeyen hastalarda kullanılması tavsiye edilir” diye konuştu.

    Kabızlık tedavisinde yumuşatıcı laksatifler, doğal ürünler ve ev yapımı lavmanların çok tavsiye edilmediğine dikkati çeken Dr. Avcıoğlu, yumuşatıcı laksatiflerin yan etki riskinin daha fazla, etkisinin ise diğer tedavilerle aynı olduğunu söyledi. Birçok doğal üründe olduğu gibi kabızlık için kullanılan doğal ürünlerde de ticari olarak temin edilebilen laksatiflerde bulunan aktif maddeler bulunduğunun altını çizen Uzm.Dr.Ufuk Avcıoğlu, “Bununla birlikte, bunların dozu ve saflığı dikkatli bir şekilde kontrol edilmez ve bu ürünler genel olarak tavsiye edilmez. Ev yapımı lavman preparatları bağırsak iç yüzeyi için son derece rahatsız edici olabilir ve bunlardan kaçınılmalıdır.” dedi.

  • Down Sendromlu Çocuklarda Bilinmesi Gerekenler

    Edirne Sultan 1. Murat Devlet Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ferit Durankuş, “Down Sendromlu çocuğu, normal arkadaşları ile rekabete zorlamayınız” dedi.

    Uzman Dr. Ferit Durankuş, Down Sendromlu çocuklar hakkında yapılması gerekenleri paylaştı. İnsan vücudundaki kromozom sayısına değinen Durankuş, “Her hücrede 46 kromozom yaşamaktadır. Bu 46’nın (23 çift) yarısı anneden, eşit kısmı da babadan alır. Down Sendromu’nun ise bir fazlası vardır. Bu bireyin 21. kromozomunda bir fazlası bulunur. Fazladan kromozom içindeki genler dolayısıyla her hücrede artı protein üretmekte, bu da ana rahmindeki bebeğin gelişimini etkilemektedir” dedi.

    Down Sendromu’nun gebelikte tanınabilen bir hastalık olduğunu belirten Durankuş, “İkili tarama testi, üçlü tarama testi, ultrasonografi, amniyosentez ve diğer bazı tanı yöntemleri ile Down Sendromu’ndan şüphelenilen gebeliklerde kesin tanı konur” şeklinde konuştu.

    Down Sendromlu çocuklarının fiziksel bozukluklarını anlatan Durankuş, “Düz bir yüz profili, basık burun köprüsü, avuç içinde gözlenen tek ve derin bir çizgi, birinci ve ikinci ayak parmağı arasında normal dışı boşluk, ağız büyüklüğüne oranla daha geniş dil, çapı küçük kafatası, kuru cilt, küçük kulaklar, üst kısmında yapışık deri, içe kıvrık parmaklar, düz, seyrek ve yumuşak saç, basık ve küçük burun, dolgun ve kısa parmaklar vardır” dedi.

    Down Sendromlu çocuklara yaklaşım konusunda bilgiler veren Durankuş, “Çocuğunuzun durumunu değil, çocuğunuzu düşünerek sınırsız sevgi gösterin. Karamsar olmayın. Unutmayın, özel çocuğunuz bunu hemen algılayacak ve üzülecektir. Eşler olarak karşılıklı anlayış ve dayanışma içinde sorunlarınızı paylaşın. Aile içindeki diğer çocuklarınızı ihmal etmeyin. Ailenizle, arkadaşlarınızla ve dostlarınızla Down Sendromlu çocuğunuzu tanıştırın. Size ve çocuğunuza nasıl yardımcı olabilecekleri konusunda onları bilgilendirin. Down Sendromlu çocuk sahibi olan aileler ile temas kurun, bilgi ve deneyimlerinizi paylaşın” ifadelerini kullandı.

    Down Sendromlu öğrencileri olan öğretmenlere de tavsiyelerde bulunan Durankuş, “Eğitimin planı çocuğun kişisel becerilerini artırmayı hedeflemelidir. Down Sendromlu çocuğu, normal arkadaşları ile rekabete zorlamayınız. Başaramayacağı etkinliklere yöneltmeyiniz. Derslerde asgari başarıdan fazlasını ondan beklemeyiniz. Sosyal yönde yapılacak destek, çocuğu tedavi edici ve daha sonra oluşacak olumsuzlukları önleyecek özellikte olmalıdır. Sosyal aktiviteler çok çeşitli olmalıdır. Çocuğun duygusal ve toplumsal yaşamında gösterdiği başarılı uyumları daima teşvik ediniz. Giyinip soyunma, temizlik, saç tarama, tırnak kesme gibi kendisinin yapabileceği işler konusunda aile ile işbirliği yapınız” diye konuştu.