Etiket: baş

  • 60 yıl aynı yastığa baş koydular, hiç kavga etmediler

    İzmir’in Torbalı ilçesinde yaşayan ve 60 yıldır evli olan Ramazan ve Ömrüye Uçar çiftinin aşkı, dillere destan oldu.

    Torbalı ilçesine bağlı Taşkesik Mahallesi’nde yaşayan Ramazan ve Ömrüye Uçar çifti, tam 60 yıldır evli. Birbirine karşı hep saygılı olan, mutlu bir evlilik yürüten Ramazan ve Ömrüye Uçar çiftinin bölgedeki aşkı ise herkesin dilinde. Yıllarca hayvancılık yaparak geçimlerini sağlayan çift, şimdilerde ise emekliliklerinin tadını çıkartıyor. İlk günkü gibi birbirine bağlı olan çift, birbirlerine karşı sevgi sözcüklerini dillerinden hiç bir zaman eksik etmiyor.

    Mutlu evliliği sırları

    Yarım asır aşkın evli olan yaşlı çift, bugüne kadar hiç kavga etmediklerini söylüyor. 60 yılı geride kalan evliliklerinde mutluluğun sırlarını anlatan çift, geçmişe döndükçe duygulu anlar yaşadı. İnsanoğlunun hayattaki en büyük şansı ya da şansızlığının eşi olduğunu belirten 84 yaşındaki Ramazan Uçar, “Çok büyük zorluklar yaşadık. Buna rağmen saygı ve sevgimizi yitirmedik. En önemlisi ise hayat yoldaşım Ömrüye ile birlikte neşemizi kaybetmedik. Halen birbirimize saygılı ve sevgi çerçevesinde hoşgörü gösteriyoruz. Gençler de mutlu bir evlilik sürdürmek istiyorlarsa her şeylerini kaybetsinler neşelerini kaybetmesinler” dedi.

    “60 yılı 60 saniyede bitirdik”

    Ömrüye Uçar ise evli genç kızları eleştirdi. “Eşim ile göz göze diz dize 60 yılı sanki 60 saniyede bitirdik” diyen Ömrüye Uçar, şöyle devam etti:

    “Günümüzün kızları 150 metrekarelik saraylara gelin giriyor. Keçi gütmek yok, odun toplayıp ocak yakıp süt kaynatmak yok. Bir elleri yağda öbür elleri balda. Ama yine de mutluluğu yakalayamıyorlar. Bunun sebebi bence gönül darlığı. İnsanlar bulundukları halde mutluluğu yakalayamıyorsa bunun en büyük sebebi bence kanaatsizlik ve hep kendinden üsttekilere özenme hastalığıdır. Biz hiç bir zaman başkasına bakmadık. Eşim ile göz göze diz dize 60 yılı sanki 60 saniyede bitirdik. Halen sevgimizi ilk günkü kadar sımsıcak ve tap taze” diyerek genç kızların bulundukları halle mutlu olmaya çalışmalarını tavsiye etti.”

  • Kaygı bozukluğu ile baş etme yöntemleri

    Psikolog Naciye Tokaç, kaygı bozukluğu yaşayan birçok kişi kendisinde ne olduğuyla ilgili büyük bir endişe yaşadığını söyledi.

    Aile Çift ve Evlilik Terapisti Uzmanı Psikolog Naciye Tokaç, kişilerin yaşadığı bedensel yakınmalar sonucunda bedene bağlı bir hastalık olduğunu düşündüğünden dolayı hekime başvurduklarını belirterek, “Çoğunlukla yapılan tüm incelemeler, tahlil ve tetkikler sonucunda bedene bağlı bir hastalık olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak kişi bedensel yakınmalar yaşamaktadır” dedi.

    Kaygı bozukluğu belirtileri nelerdir?

    Kaygı bozukluğunun belirtilerini yaşayan kişinin yaşadığı belirtileri bedensel bir hastalık ile karıştırması ve bu nedenle korkmasıyla karşı karşıya olduklarını söyleyen Psikolog Naciye Tokaç, “Kaygı bozukluğunda hissedilen bedensel yakınmalar; çarpıntı, nefes alamıyormuş gibi olma, terleme, sıcak/soğuk basması, titreme, başında uyuşma, karıncalanma, baş dönmesi, bulanık görme, ağızda kuruluk, bedende titreklik, halsizlik, bayılacakmış gibi hissetme gibi belirtilerdir. Kişi bu belirtilerden bazılarını hissetmekte ve genellikle bu belirtilerin bedensel bir hastalığa işaret ettiğini düşünmektedir. Kaygı bozukluğunda önemli bir diğer nokta ise; düşünce yapısıdır. Bedensel belirtilere bağlı olarak ortaya çıkan genellikle bir hastalığı düşündüren düşüncelerdir. Çarpıntısı olan kişi genellikle bu çarpıntının bir kalp krizi işareti olacağını öngörerek; kalp krizi geçireceğim gibi endişeli bir düşünce zihninden geçirir. Nefes almakta zorlandığını hisseden kişi, yeterince nefes alamayacağım ve boğulacağım düşüncesine kapılır” ifadelerini kullandı.

    “Kaygı bozukluğunda düşünce kalıpları aynıdır”

    Kaygı bozukluğunda iki noktanın önem taşıdığını belirten Tokaç, “Kaygı bozukluğunda bedensel yakınmalar ve buna eşlik eden olumsuz düşünceler birlikte görülür. Kaygılı düşünceler çoğunlukla belirli kalıplara sahiptir. Delirme/aklını yitirme, kontrolünü kaybederek kendisine veya çevresine zarar vermekten korku ile şiddetli ölüm korkuları görülür. Çoğu kişide bu üç düşünce özelliğinden birisi daha baskın olarak görülürken; bazen ikisi aynı anda görülebilir. Dikkati çeken; düşünce kalıpları daima aynıdır. Bir diğer önemli durum ise kaygı belirtilerini devam ettiren şeydir ki; kişinin aynı şeyi tekrar yaşamamak için, yaşamaktan korktuğu yer, zaman, kişi ve faaliyetlerden kaçınmasıdır. Kaçınma davranışı, kaygının devam etmesini sağlar. Kaygı atağı yaşayacağını düşündüğü durumlardan kaçınmasının nedeni; yaşadığı durumun oldukça rahatsız edici sonucunda aynı şeyi tekrar yaşama korkusudur. Korku öyle yoğundur ki; kişi bunu tekrar yaşamaktansa günlük yaşamı için mecburi olan işlerinden, hoşlandığı faaliyetlerden bile vazgeçer” dedi.

    Kaygı atağı sırasında ortaya çıkan bedensel yakınmaları devam ettiren şeyin kişinin bu belirtileri tekrar yaşama kaygısı olduğunu ifade eden Tokaç, şu şekilde devam etti:

    “Bu kaygı tetikleyici unsur görevi görerek, bedensel yakınmaları uyarmaktadır. Bedensel şikayetlerin ortaya çıkması ise kişinin korkusunu ve umutsuzluğunu yükselterek; kişiyi içinden çıkılmaz bir kısır döngü içerisine iter. Bu kısır döngüden çıkmanın yolu; bedensel yakınmaların oluşmasına rağmen gerçekleşmediğinin ve korkulan şeylerin gerçekten ortaya çıkmadığının kişi tarafından anlaşılmasıyla olacaktır.”

    Bedensel yakınmalara bağlı olarak ortaya çıkan düşünceler karşısında yapılması gerekenleri belirten Psikolog Naciye Tokaç, “Bedensel yakınmalara bağlı olarak ortaya çıkan düşünceler karşısında ise yapılması gerekenler; kaygılı düşüncelerinin her zamanki, sağlıklı, normal düşünce içeriğinden farklı olduğunu fark etmesiyle başlar. Kaygı bozukluğu sırasındaki düşünceler genellikle gerçeğe, akla, mantığa uygun olmasa da yaşadığı korku o denli büyüktür ki düşüncelerinin gerçekliğini sorgulayamaz bile. Asansöre binmekten kaçınan kişi, asansöre binen başka birçok kişinin nasıl orada kalabildiklerini ve nefessiz kalmadıklarını aklına bile getiremez. Kişinin kaygı içerikli düşünceleri ile normal, sağlıklı düşüncelerini ayırt etmesi sonucunda kaygı içerikli düşüncelerinin gerçek olmadığını bilmek onu rahatlatacaktır. Ayrıca bu düşüncelerini umursamamasını, önemsememesini öğrenmesini sağlayacaktır. Böylece kişiye rahatsızlık ve huzursuzluk veren sebep geçersiz olacaktır. Bu adım rahatsızlığın iyileşmesi için oldukça önemlidir” şeklinde konuştu.

  • Çeltik üreticisi, kirpi darı otu ile baş edemiyor

    Manyaslı çiftçiler, çeltik ekili alanlarda bu yıl yoğun olarak görülen ’kirpi darı’ yabancı otuna karşı çaresiz kaldı.

    Manyas ve çevresindeki çeltik ekili alanlarda geçtiğimiz yıldan bu yana daha yoğun görülmeye başlanan ’kirpi darı’ yaban otu, ilaçla müdahale edilmesine rağmen çiftçileri canından bezdirdi. Manyas Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, dar yapraklılar sınıfından olan boyu 70 santimetreye kadar uzanan kirpi darı otunun tek yıllık bir bitki olduğunu, genelde milli, tınlı toprakları sevdiğini ve kardeşleme yapma özelliğine sahip olduğunu söyledi.

    Manyas Ziraat Odası Başkanı Hüseyin Danç, “Geçen yıl çeltik tarlalarında görülmeye başlandı. Ancak az olduğu için çeltiğe pek zarar vermedi. Bu yıl ise çoğaldı. İlaca bağışıklık kazandığı için zirai mücadelede de başarılı olamıyoruz. Bu yabancı ot, çeltikten daha çabuk gelişip, büyüdüğü için çeltiğin büyüyüp, gelişmesini önlüyor. Çeltik üreticileri olarak ziraat mühendisleri ve zirai ilaçlarının tüm önerilerini dinledik. Fakat sonuca ulaşamadık” dedi.

    Manyas ve çevresinde 70 bin dekar alanda çeltik ekimi yapıldığı açıklandı.

  • Erteleme hastalığıyla baş etmenin yolları

    Psikoterapist / Aile Çift ve Evlilik Terapisti Uzmanı Psikolog Naciye Tokaç, erteleme hastalığına dikkat çekerek, “Sık sık yapmanız gereken işlerinizi, faaliyetlerinizi erteliyor, kendinizi daha sonra yaparım derken buluyorsanız erteleme hastalığınız olabilir” dedi.

    Ertelemenin bir diğer nedeninin ise depresyon olduğunu ifade eden Tokaç, “Çoğu kişi öğrencilik yıllarında ödevlerini son güne bırakmış, sınavlara son gece hazırlanmıştır. Bu durumun öğrencilik dönemlerine özgü olduğunu düşünüyorsanız aile, iş, sosyal hayat ve ikili ilişkilerinizdeki tepkilerinizi gözden geçirerek tekrar düşünebilirsiniz. Sabahları çalar saatinizi ertelediğiniz için işinize geç kaldığınız, bitirmeniz gereken projeyi son güne bıraktığınız için yetiştiremediğiniz yada istediğiniz gibi yapamadığınız, yazlık kışlıklarınızı ayırmayı ertelediğiniz için dolabınızın dolup taştığı olmuştur. Buraya kadar söylediklerimizi birçok kişi zaman zaman yapmaktadır. Herkesin okuyacağı kitaplar, izleyeceği filmler, gideceği yerler, sevdikleri için yapmak istediği şeyler listeleri uzayıp gitmektedir. Telefonu çaldığında sonra ararım diye erteleyenler, görüşme taleplerini ertelemeler sıklıkla yapılmaktadır. Ancak daima yapılan bu ertelemeler, yapılacaklar listesi zaman geçtikçe artar gider” diye konuştu.

    Ertelemeyi aslında hiç kimsenin yapmak istemediği, hatta ertelemeden yaptığında iç huzurunun olduğu ve işler bitince ise oldukça mutlu hissettiği bir durum olduğunu kaydeden Psikolog Naciye Tokaç, “Ertelemenin birçok nedeni olmakla birlikte en önemlisi mükemmeliyetçi yapıdır. Mükemmeliyetçi bireyler herhangi bir işe başlamak için tüm şartların oluşmasını bekler ancak çoğu zaman şartlar işe koyulduktan sonra tamamlanır. Bu beklenti işe başlamayı geciktirdiği gibi başlanan işlerin ise tamamlanmasını erteler. Ertelemenin bir diğer nedeni ise depresyondur. Depresyondaki kişi yaşam enerjisini kaybetmiş, eski yaptıklarından zevk alamayan ve isteksizdir. Bu durum kişinin sorumluluğu olan konularda bile kendini gösterir. Kişi eskiden zevk aldığı faaliyetleri, yapması gereken sorumluluklarını yapmakta zorlandığından son ana kadar ertelemeyi tercih edecektir. Bir diğer önemli neden ise; kişinin yapacağı şeye nereden ve nasıl başlayacağı ve kendisinden beklenenin tam olarak ne olduğu konusunda yaşadığı belirsizlik ve kararsızlıktır. Her insan belirsizlikten hoşlanmaz. Bunun için de başına gelebilecekler hakkında önceden önlem almaya ve geleceği hakkında yatırım yapmaya çalışır ki başına gelebilecek olumsuz durumlara hazırlıklı olabilsin. İşte bunu yapamadığı ve belirsiz bir durum içinde kaldığı durumlarda ise çözümü ertelemekte bulur. Oysa ki ertelemek sorunu kemikleştirerek çözümü imkansız hale getirecektir” şeklinde konuştu.

    Tokaç, “Ertelemek aslında bir alışkanlık olsa da yapılma sıklığı ertelemenin patolojik bir hal almasını ve artık Procrastination olarak anılmasını sağlar. Patolojik ertelemek en küçük işlerden en büyük işlere kadar hayati önemi olan işlerde bile sürekli gerçekleşen ve kişinin kontrolünde olmayan bir bozukluktur. Ancak patolojik durumda olunmasa da ertelemek sıklıkla karşılaştığımız ve kişinin hayatını oldukça olumsuz etkileyen bir durumdur. Ertelenen şeye başlamak kişi için ne kadar zor ve istenmeyen bir durum ise ertelenen şeyin yapılmadığında ortaya çıkan durumu da istememektedir” dedi.

    Psikoterapist / Aile Çift ve Evlilik Terapisti Uzmanı Psikolog Naciye Tokaç, erteleme durumu değerlendirildiğinde eğer patolojik erteleme yani Procrastination bozukluk olduğunu düşünenler için psikolojik destek alınması tavsiyesinde bulunarak şöyle konuştu:

    “Erteleme ile etkin baş edebilmek için yapılmak istenen birçok iş ve hedefin öncelikle gerçekçi bir analizinin yapılması önemlidir. En az 5 ünite olan matematik dersinin son gecede çalışılarak sınava hazırlanılması pek de gerçekçi gibi görünmemektedir. Kendinize soracağınız ilk soru “Ben bu işi ne kadar zamanda bitirebilirim?” sorusudur. Size başlangıç noktanızın ne zaman olması gerektiği konusunda gerçekçi bir sonuç çıkaracak bu soru; erteleseniz dahi ne kadar erteleyebileceğiniz konusunda ortaya gerçekçi bir süre çıkaracaktır. Bir ders, ödev veya proje için hazırlık yapacağınız zaman dikkat dağıtıcı etkenleri çevrenizden uzaklaştırmanız; çalışma sırasında konsantrasyonunuzu sağlamanıza yardım edecektir. Özellikle telefon, bilgisayar gibi materyaller ile sosyal medya gibi daima dikkatinizi ve merak duygunuzu yönlendireceğiniz etkenlerden uzak durmanızda fayda var. Sabahları saati ertelemek, görüşeceğiniz bir kişi ile planlarınızı ertelemek, sizi arayan birini geri aramayı erteleme durumlarında ise görmekteyiz ki; çoğunlukla o iş yapıldıktan sonra huzurlu hissedilmekte ve mutlu olunmaktadır. Böyle durumlarda ise daha çok yapacağınız şeyin ardından karşınıza çıkacak durumu düşünmenizde fayda var ki; bu daha çok rahatlama, ferahlama ve mutluluk olacaktır.”

  • Başbakanlık Baş Danışmanı Doğan Oğlunu Anlatırken Duygulandı

    Başbakanlık Baş Danışmanı Ahmet Doğan, Canik Belediyesi tarafından düzenlenen “Avrupa Gençlik ve Kültür Zirvesi”nde yaptığı konuşmada Mavi Marmara’da şehit olan oğlu Furkan Doğan’ı anlatırken duygulandı.

    Canik Belediyesi ile Uluslararası Vizyon Gençlik Derneği’nin ortaklığında “Avrupa Gençlik ve Kültür Zirvesi” düzenlendi. Canik Kültür Merkezi’nde Başbakanlık Baş Danışmanı Ahmet Doğan ile Başbakanlık Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Cahit Tuz’un konuşmacı olarak katıldığı toplantıda Canik Belediye Başkanı Osman Genç, İller Bankası Samsun Bölge Müdürü Osman Nuri Başaran, Canik Belediye Başkan Yardımcısı Alican Usta, meclis üyeleri ve yabancı öğrenciler hazır bulundu. Açılış konuşmasını Uluslararası Vizyon Gençlik Derneği Genel Başkanı Rahim Türk yaptı. Türk’ün ardından konuşan Canik Belediye Başkanı Osman Genç, “Biz gençlere en çok yatırım yapan bir belediyeyiz. Bunu yaparken sadece size değil, bu milletin geleceğine yatırım yapıyoruz. Milletin geleceği, bugünü ve yarını sizsiniz. Dolayısıyla bugünü ve yarını imal edemeyenler gelecekte hedefleri olamaz” dedi.

    BAŞBAKANLIK BAŞ DANIŞMANI DOĞAN OĞLUNU ANLATIRKEN DUYGULANDI

    Açılış konuşmalarının ardından kürsüye çıkan Başbakanlık Baş Danışmanı Ahmet Doğan, ilk olarak Mavi Marmara’ya yapılan saldırıyı, Filistin’i, Gazze’de yaşananları anlatarak, bugün gelinen durum hakkında katılımcılara bilgiler verdi. Doğan, Mavi Marmara gemisinde bulunan ve şehit olan oğlu Furkan Doğan’ın hayatı hakkında da bilgi verdi. Doğan, oğlunu anlatırken duygulandı.

    DOĞAN: “OĞLUM YÖS’DEN İYİ PUAN ALDIĞINI ÖĞRENEMEDİ”

    Mavi Marmara gemisinde ilk şehit olanın oğlu Furkan olduğunu belirten Ahmet Doğan, “Mavi Marmara gemisinde şehit olan 10 kişiden birisi de benim oğlum Furkan Doğan’dır. Furkan şehit olduğunda 19 yaşındaydı ve lise son sınıf öğrencisiydi. Üniversite sınavlarına girmişti. Furkan, lise son sınıftayken bir gün eve gelirken, Kayseri’de Gazze’ye İnsani Yardım Özgürlük Filosu’nun ilanlarını görüyor. Okuldan gelirken bu ilanı görür görmez, belki de ilk başvuranlarındandır. Akşam eve geldiğinde de bizden izin istemişti. Biz de oğlumuza ‘hayır’ diyemezdik. Yaşı küçük olduğu için kabul edilmez diye düşünmüştük. Furkan nisan ayında Yabancı Öğrenci Sınavı’na (YÖS) girdi. Hedefi de tıp fakültesiydi. YÖS’te tıp fakültesini tutturacak puan aldı ama kendisi öğrenemedi. 28 Mayıs’ta gemi Akdeniz’e açılmıştı. 2 gün sonra sonuçlar açıklandı. Telefon açtım ama ulaşılamıyordu. Sınavlardan İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni tutturabiliyordu. Nasip olmadı” diye konuştu.

    “FURKAN 30-40 SANTİMDEN VURULARAK ŞEHİT EDİLDİ”

    Furkan’ın göz doktoru olma hayalinin olduğunu ifade eden Doğan, “Bir arkadaşımın deyimi ile ‘Furkan, gözleri açamadı ama hepimizin kendi neslinin gönül gözünü açtı’ demişti. Furkan, geminin ve şehitlerin en genciydi. Furkan’a gemide saldırı olursa kamerayla geçme görevi veriliyor. Saldırı esnasında Furkan geminin en üst güvertesinde kamerayla çekim yapıyordu. Saldırı olduğu anda da görev yerini terk etmeyerek çekime devam etmiş. En üstte olduğu için helikopterle ateş açarak gemiye saldırdılar. İlk şehit düşenin Furkan olduğunu tahmin ediyoruz. Furkan ilk olarak yaralanmış, adli tıp raporuna göre Furkan yakın mesafe 30-40 santimden kasten vurularak şehit edilmiş” şeklinde konuştu.

    Başbakanlık Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Cahit Tuz da, “Siyaset Tarihi, Ülke Tarihi, Ülke ve İnsan Kültürü, Evrensel Kültür, Dünya Barışı, Global Sömürgecilik ve Ülkemizde Eğitim” konu başlıklarında katılımcılara bilgiler verdi.