Etiket: Azizoğlu:

  • Iuc Kurucu Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu:

    Uluslararası Üniversiteler Konseyi (IUC) Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, bu coğrafyada yaşayan Türklerin, Kürtler, Araplar, Faslılar ve diğer kavim ve kültürlerin hep birlikte yaşamaya mecbur ve mahkum olduğunu söyledi.

    Türkmeneli Televizyonunda yayınlanan ‘Coğrafyamıza Akademik Bakış’ programına bu hafta Lefke Avrupa Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Ali Yükselen’i davet eden Azizoğlu, “Bizim de dahil olduğumuz coğrafyada emperyalist güçlerin kapital kazanımları için yarattığı kaos, iç savaşlar kaçınılmaz olarak bölgemizi terörizmin merkezi haline getirdi. Kurulduğundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti devletinin millet ve devlet olarak yerel ve küresel felsefesi Yurtta Sulh Cihanda Sulh olmasına rağmen ülke ve millet olarak kendimizi bu ateş çemberinde bulduk” dedi.

    Türkiye Cumhuriyeti devletinin özellikle İslam coğrafyası başta olmak üzere tüm mazlum toplumların ve emperyalist ve sömürgeci güçlerin baskısı altında olan halkların da sesi olmaya devam edeceğini kaydeden Azizoğlu, şunları söyledi:

    “Ülkemizin etrafında cereyan eden aynı dini, kültürü, değerleri, kavramları, tarihi ve coğrafyayı paylaştığımız bu kardeşlerimizin sorunları elbette bizim sorunumuzdur. Evrensel hukuk çerçevesinde söz söyleme ve müdahil olma hakkımız her zaman vardır ve var olacaktır. Irak’ta bulunan askerlerimiz Bağdat hükümeti ve bölgesel Kürdistan yönetimi tarafından talep edildiği için muhabir olarak değil eğitim veren unsurlar olarak gitmişlerdir. Buna rağmen Bağdat yönetimi Türkiye’nin Konjonktürel Politik konumundan yararlanarak siyasi bir karar alan ya da siyasi baskılarla askerimizin çekilmesini istemesi bu coğrafyada yaşayan her toplum için düşündürücü bir karardır. Suriye ve Irakta hiçbir coğrafi komşuluğu olmayan din, kültür, değer, kavram ve tarihsel hiçbir ortak paydaşlıkları bulunmayan Rusya, Amerika, İngiltere, Fransa benzeri ülkelerin askeri varlıklarına itiraz etmeyen komşumuz, dindaşımız ve coğrafi paydaşımız Irak’ın bu reaksiyonu ne kadar insani ve vicdanidir tarih boyunca tartışılacaktır.”

    Azizoğlu, bu coğrafyada yaşayan Türkler, Kürtler, Araplar, Faslılar ve diğer kavim ve kültürlerin hep birlikte yaşamaya mecbur ve mahkum olduğunu anlatarak sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Birbirimize rağmen ya da birbirimizi yok farz ederek veya birbirimizle savaşarak hiçbir şekilde küresel güç olamayız. Toplumun refah düzeyini, hayat standardını yükseltip zenginleştiremeyiz. Ya aramızda birlik, kardeşlik, barış, huzur ve güven ortamını oluşturarak küresel güç olacak bir coğrafya oluştururuz ya da Suriye ve Irak’ta olduğu gibi sorun oluşturanlardan çözüm üretmeleri için emperyalist güçlerin himmetine muhtaç oluruz.”

  • Iuc Başkanı Azizoğlu: “Küresel Değişim Ve Dönüşümde Hedef İslam Coğrafyasıdır”

    Uluslararası Üniversiteler Konseyi (IUC) Kurucu Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, “Türkiye gibi ülkeleri de bazen sınır bekçisi olarak yaptıkları bu küresel değişim ve dönüşümün sonu geldiği için yeni bir yapılanmaya gidiliyor. Hedef seçilen bölge ilk temeli atılacak değişim ve dönüşümdeki bölge de İslam coğrafyası” dedi.

    Uluslararası Üniversiteler Konseyi (IUC) Kurucu Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, Irak’taki Suriye’deki veya Türkiye’deki devam eden terörizm veya küresel savaşa dönüşen bölgesel kaos ve iç savaşların küreselden başlayarak, bölgesel ve lokal olarak analiz edilmesi gerektiğini belirterek, “Dünya hızla büyük bir değişim ve dönüşüme gidiyor son 10 yılda. Bunda özellikle kapital kazanımları olan güç odakları Amerika, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi ülkelerin yerini gelecekte Hindistan, Rusya, Çin, Türkiye, İran gibi ülkeler ekonomik alanda kanaat önderi olacağı için bunlarda da askeri, diplomatik alanlarda güç sahibi olacağı hızla değişen ve dönüşen bir dünyaya doğru gidiyoruz. Küresel değişim ve dönüşümde özellikle batı toplumlarının kapital kazanımları için Rusya’nın dahil olduğu batı toplumlarını kastediyorum. Doğu ve Batı blokları olarak ayrılan Türkiye gibi ülkeleri de bazen sınır bekçisi olarak yaptıkları bu küresel değişim ve dönüşümün sonu geldiği için yeni bir yapılanmaya gidiliyor. Hedef seçilen bölge ilk temeli atılacak değişim ve dönüşümdeki bölge de İslam coğrafyası” diye konuştu.

    “BU COĞRAFYADA CEREYAN EDEN HİÇBİR TERÖR EYLEMİ VE TERÖRİSTLER HİÇBİR ETNİK YAPIYA, HİÇBİR IRKA, DİNE, MEZHEBE HİZMET ETMEMEKTEDİRLER”

    İslam coğrafyasında önce Arap Baharı diye bir projenin hayat geçirildiğini anlatan Azizoğlu, “Sözde İslam ülkelerinin evrensel hak ve hukuka hayat standartları yükseltilmiş toplumlar, demokratik sistemlerle yönetilen uluslar olarak bir halk ayaklanmaları ile başlangıç yapıldı. Fakat gördük ki Mısır’da, Libya’da Irak’ta haklar daha çok fakirleşti, daha çok evrensel ve hak ve hukuklarından mahrum kaldılar, küresel paydaşlıktan uzaklaştılar. İslam coğrafyasında cereyan eden bahar Arap Baharı değil de kapkaranlık proje kaçınılmaz olarak bizim de yakın coğrafyamıza bölgesel olarak bizim de sınırlarımıza dayandı. Önce Irak’taki iç savaşlar kaoslar Sünni Şii çatışmaları hızla yayılarak büyüdü. Suriye’de iç savaş patlak verdi. Halkların özgürlüğü, demokratikleşmesi, zenginleşmesi yerine yaşamsal alanlarını terk etmek zorunda kalan karada birbirlerinin hayatlarına son veren aynı dini, değerleri yüzyıllardır, bin yıldır birlikte yaşayan insanlar savaşırken yukarıda birbirine düşman olan farklı ülkelerden, farklı ülkelerden, milliyetlerden ülkelerin uçakları havadan bombalamaya başladı. Havada uçakların kanatları birbirine çarpmadı ama yerde bombalar birleşti. Bu iç savaşta en çok mağdur olan ülke Türkiye oldu. Bu coğrafyada cereyan eden hiçbir terör eylemi ve teröristler hiçbir etnik yapıya, hiçbir ırka, dine, mezhebe hizmet etmemektedirler. Sadece yaratılan kaoslarla efendileri olan emperyalist güçlere hizmet etmektedirler. Onların daha çok kapital kazanımlarına, daha çok silahlı güçlerini denemelerine ve ürettikleri silahları, bombaları bu coğrafyada tüketmelerine vesile olmaktadırlar bu terör örgütleri. İslam dışıdırlar, hiçbir etnik yapıya veya dine hizmet etmemektedirler” ifadelerini kullandı.

    “TÜRKİYE’NİN HER ALANDA MÜDAHİL OLMA HAKKI EVRENSEL BİR HAKTIR”

    Azizoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

    “Yakın komşumuz, müttefikimiz olan Irak’ta cereyan eden olaylarda ise Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bir coğrafya bir bölge güvenliğini, geleceğini ilgilendiren aynı dini, tarihi, coğrafi olarak da kaderi paylaştığımız bu uluslar ve dindaşlarımız, Kürt veya Türk ırkdaşlarımız olan bu kardeşlerimizle ilgilenmek, müdahil olmak bu sorunun parçası olmak zorunda bırakılıyoruz. Olmak zorundayız da. Özellikle DAEŞ terör örgütünün yapılanması çok karanlık bir projedir. Oradaki Araplarla Sünnilerle çok da ilgilisi olmayan onları mağdur eden bir yapılanmadır. Bu Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bir yapılanmadır. Dolayısıyla Türkiye’nin her alanda müdahil olma hakkı evrensel bir haktır. Hiçbir coğrafi paylaşımı olmayan, hiçbir etnik yapısı olmayan, kültürel bağı olmayan çok uzaklardan gelen uluslar hak sahibi olduklarını iddia ediyorlar. Yerel yönetimler de bunu kabul ediyorlar. Fakat Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bir konuda söz hakkının olmadığını iddia ediyorlar.”

    “IRAK’TA BİZLER ULUSAL SAVUNMAMIZI SAĞLAMAK İÇİN BULUNMAKTAYIZ”

    Irak’ın Musul kentinde kendisinin başkanlığında 2012 yılında çok büyük bir akademik konferans düzenlendiğini hatırlatan Azizoğlu, “Irak’ın ikinci büyük üniversitesi olan Musul Üniversitesi Konseyimizin kurucu üniversitelerinden birisidir. 7 kişiden birisi Musul Üniversitesi Rektörüdür. Musul’da yaptığımız konferans ve çalıştayda güvenlik sorunları vardı. O bölge Türkiye’ye karşı çok hassas. Duygusal anlamda da Türkiye’nin yardımını her bireyin istediğini sanıyorum ve Türkiye’nin güvenlik alanında da yardımına muhtaç bir bölge. İnsani bakış açısıyla baktığınız zaman bu. İkinci bakış açısıyla baktığınız zaman sizin ulusal güvenliğinizi tehdit eden bir bölge. Her an saldırıya uğrayabilir oradaki yapılanmalarla sizin ulusal güvenliğiniz tehdit altında ise üçüncü önemli etken orada Türkiye’nin yakın akrabalık bağlarıyla olan Kürt bölgesi var. Bu federal yapının da Türkiye’nin silahlı güçlerinin güvenliğine ihtiyaç duymaktadır. Bu üç nedeni bir araya getirdiğiniz zaman Türkiye’nin o bölgede çok önemli bir kanaat önderi olması hem ulusal hem bölgesel güvenliği için kaçınılmaz bir sonuçtur. Oradaki bütün toplumlar, halklar iç savaşlarla, kaoslarla mücadele ederken en yakın komşuları, tarihsel, dinsel, kültürel akrabalık bağlarıyla bağlı olduğu Türkiye’nin sessiz bırakılması, müdahale edemezsiniz mantığıyla yaklaşılması kabul edilemez bir mantıktır. Rusya ile de coğrafyada, bölgede baktığınızda hiçbir sorunumuz yok. Rusya halkı, devletiyle ilgili Türk devletinden herhangi negatif bir söz duyulmadı. Sağduyulu davranan bir milletiz. Çünkü biz Ruslar gibi asil bir millet, Ruslar gibi kökleri tarihsel dokuları olan bir devletiz. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısının söylediği ‘Türkiye garanti versin bir daha uçağımızı düşürmesin’ diye. Sınırlarımızı ihlal etmezsiniz uçağınızı düşürmeyiz. İhlal edersiniz savunma içgüdüsüyle reaksiyon göstermek durumundayız. Düşmanca tavrımızdan değil. Rusya, İran, Irak, Yunanistan Türkiye’nin asla düşmanları, askeri hedefleri değildir. Ama savunma içgüdüsüyle davranış kalıplarımızı oluşturmak zorundayız. Irak’ta da bu gerekçelerle bizler ulusal savunmamızı sağlamak için bulunmaktayız” açıklamasında bulundu.

    “15 BİN CİVARINDA TERÖR ÖRGÜTÜNÜN İŞGALİ ALTINDA KALAN ÜNİVERSİTELERDEN ÖĞRENCİLERİN GÜVENLİ ÜNİVERSİTELERDE OKUMALARINA OLANAK SAĞLADIK”

    Irak’ta akademik olarak yapılan önemli çalışmalar olduğuna değinen Azizoğlu, Uluslararası Üniversiteler Konseyi’nin Türkiye’nin kurduğu bir kurum olduğunu ifade etti.

    2014 yılında Irak’ta yapılan bölgesel istişare toplantısıyla ilgili Azizoğlu, “Kürt ve Arap üniversite rektörleriyle yaptığımız toplantıda terör örgütü DAEŞ’in işgali altında bulunan Musul, Telafer, Ambar gibi üniversite rektörlerinin de katılımıyla güvenli bölgelerde Kerkük, Kürt bölgesi, Arap güvenli bölgeleri, Türkiye gibi üniversitelere öğrencilerin eğitimlerine devam etmeleri için çalışmalar başlattık. Mart ayında Ankara’da bölgesel bir toplantı yaptık. 15 bin civarında terör örgütünün işgali altında kalan üniversitelerden öğrencilerin güvenli üniversitelerde okumalarına olanak sağladık. Türkiye’nin akademik olarak katkısıdır bu” dedi.

    “BU COĞRAFYADA EN ÖNCE SÖZ HAKKI OLAN HER ALANDA ÜLKE TÜRKİYE’DİR”

    Türkiye’nin bu gelişmelerde hareket alanının tartışmaya açık bir konu olmadığını söyleyen Azizoğlu, şunları kaydetti:

    “Hiçbir coğrafi ortaklığı olmayan, dini, kültürel bağı olmayan, tarihsel bağı olmayan sadece emperyalist kazanımları için çok uzaklardan gelen veya yakınlardan gelip bu bölgedeki iki ülkenin içişlerine müdahale eden insanların çözüm için sözde mücadele ettiklerini söyleyen halkların daha çok kaoslara sürüklendiği bu coğrafyada en önce söz hakkı olan her alanda ülke Türkiye’dir. Çünkü mazlumların, Müslüman toplumların mazlum edilen Müslüman toplumların şuanda tek savunucusu olan ülke hakkı olan ülke Türkiye’dir. Bu hakkı her zaman söylemeye muktedirdir. Söylemeye de devam edecektir. Türkiye’de hiçbir bireyin, kurumun, konumu, mevkisi ne olursa olsun ulusal çıkarları bir tarafa bırakmaması lazım. Bu coğrafyada küresel güçlerin yaptığı hızlı bir değişim ve dönüşüm var, yeni bir yapılanma var. Bizim coğrafyamızda, komşularımızla yapılıyor. Bu yapılan projelerde Türkiye’nin söz hakkının olması lazım. İç politikalara asla alet etmemiz lazım. Farklı reaksiyonları verirken vicdani bakış açımızı ve ulusal çıkarlarımızı da ön planda tutarak hareket etmemiz gerekiyor.”

  • Iuc Başkanı Azizoğlu: “Modern Hukukla Muhafazakar Hukukun Entegrasyonu Şart”

    Uluslararası Üniversiteler Konseyi (IUC) Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, “Modern hukukla muhafazakar hukukun entegrasyonu şart” dedi.

    Türkmeneli Televizyonu’nda yaptığı programda coğrafyamızdaki akademik, politik, ekonomik ve sosyal yaşamı analiz eden IUC Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, bu hafta modern hukuk ile muhafazakar ve yerel hukuk analizi üzerinde değerlendirmelerde bulundu. Programa Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Anayasa Profesörü ve eski Refah Partisi Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Bilgin ile Çankaya Üniversitesi Anayasa Profesörü Doğan Soyaslan katıldı.

    Coğrafi ve küresel hukuk sisteminin analiz edildiği programda Azizoğlu, demokrasi perspektifinden bakıldığında 1982 Anayasası’nın öngördüğü hukuki yapının evrensel değil, yerel bir yapılanma olduğunun, ciddi değişikliklere tabi tutulması gerektiğinin kolaylıkla fark edilebildiğini belirterek, “Ancak bir hukuki düzende yapısal reformların gerçekleştirilmesi için temenniler yetersiz kalmaktadır. Dünya ve Türkiye deneyimlerinin gösterdiği gibi demokratikleşme dalgası olarak nitelendirilebilecek değişikliklerin gerçekleştirilmesi, güçlü ve kararlı halk desteğini almış siyasi iktidarları gerektirir. Böyle bir reformun yapılabilmesi için aynı zamanda istikrarlı bir döneme de ihtiyaç duyulmaktadır” dedi.

    “BİREYİN VE TOPLUMUN DEĞİL DEVLETİN KORUYUCU KALKANI ANAYASA”

    Anayasanın öngörülen evrensel hukuk sisteminin gerisinde yerel bir ihtiyaç ve birey ile toplumun ihtiyaçları yerine devletin koruyucu kalkanı olarak kurgulanıp yapılandırılmasının yargının hukukun gerisinde kalmasına sebebiyet verdiğini hatırlatan Azizoğlu, “Türkiye’de 1990 sonrasında gittikçe artan biçimde insan hakları ile ilgili bir bilinçlenme oluşmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden (AİHS) kaynaklanan bireysel başvuru hakkının tarafımızdan tanınmasından bugüne kadar Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvuru sayısının giderek artıyor olması ve bu başvuruları azaltabilmek amacıyla iç hukukumuzda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının kabulü, anılan bilinçlenme ile doğrudan ilgilidir. Türkiye’nin önce 1987 yılında AİHS’deki bireysel başvuru hakkını ve daha sonra 1990 yılında AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini tanıması sonrasında AİHM’nin Türkiye ile ilgili konularda verdiği kararlar gündemi daha fazla meşgul etmeye başlamıştır. Aynı zamanda verilen kararların bağlayıcı olması ve söz konusu kararların icrasını Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu tarafından izlenmesi nedeniyle AİHM kararlarının gereğini yerine getirmek (icrasını mümkün kılmak) için anayasal ve yasal reformlar gündeme gelmiştir. Nitekim 1990’lı yıllardan bugüne kadar yapılan birçok anayasa değişikliği ve yasal reformlar aynı zamanda AİHM kararlarının gereğini yerine getirmek ve böylelikle icra edilmelerini sağlamak amacı taşıdığı da görülmektedir. AİHM kararlarının da etkisiyle artık ülke içerisinde insan hakları bakımından duyarlık oluşmaya başlamış ve böylece bireyler devlete karşı haklarını korumak amacıyla uluslararası başvuru mekanizmalarını sıklıkla kullanmaya başlamışlardır” diye konuştu.

    DEMOKRATİKLEŞME VE SİVİLLEŞME SÜRECİ

    Demokratikleşme sürecinin başlangıç aşamasında dış dinamiklerin çok daha belirleyici olmasının yürütmeyi ve parlamentoyu daha özgür kararlar almasına imkan sağladığını kaydeden Azizoğlu, “Sözde Batı felsefesi, yaşam tarzı ve demokratik yapısının yılmaz savunucusu olan özde anti demokratik yapılanmalarla Türkiye’yi yerel bir demokrasi anlayışı ile yönetmeyi tabu gören iç dinamikler ağa babaları Batı toplumlarının reaksiyonundan korkmaları vesile olmuş, demokratik reformlar hayata geçirilmiştir. Bu aşamada iç dinamiklerin çok etkin olmaması, Türkiye’deki demokratikleşme süreci için bariz bir özellik olarak görülmektedir. Bununla birlikte 1990’lı yıllardan sonra dünyadaki ve bölgemizde gerçekleştirilen reformlar ve yaşanan siyasi gelişmelerle birlikte artık iç dinamikler de demokratikleşme sürecinde sessiz kalmaya başlamıştır. Bu durum 2000’li yıllarda daha açık biçimde fark edilebilmektedir. İç dinamiklerin belirginleşmesine katkı sağlayan değişik faktörlerden söz edilebilir. İlk olarak gelişen ekonomi ve özellikle özel sektörün dünyadaki gelişmelere daha hızlı ayak uydurması, siyasal iktidarları bazı yapısal reformları hayata geçirmeye zorlamıştır. Ekonomik standartların yükselmesiyle birlikte değişik toplum kesimlerinin hak ve özgürlükler noktasındaki duyarlığı artmıştır. Bu duyarlılık nedeniyle yasama ve yürütme organları, insan hakları taleplerine daha fazla eğilmek durumunda kalmışlardır” dedi.

    ULUSLARARASILAŞMANIN DEMOKRASİ VE YEREL HUKUK SİSTEMİMİZİ ETKİLEŞİMİ

    Azizoğlu, küreselleşme süreçlerinin etkisinin kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler nedeniyle insanların hem ülke içerisinde hem de uluslararası alanda yaşanan gelişmeleri daha yakından takip etmeye, uluslararasılaşmaya ve insan hakları ile ilgili gelişmelere daha fazla ilgi duymaya başladıklarını belirterek, “Özellikle diğer ülke uygulamalarının farkına varan ve Türkiye’deki durumla mukayese etme imkâna sahip olan bireyler ve toplum her zaman daha iyisini istemeye ve ülkedeki yanlış uygulamaları daha fazla eleştirmeye başlamışlardır. Bu durum insan hakları, demokrasi ve hukuk devletinin önündeki engellerin kaldırılması açısından iktidarları daha fazla zorlar hale gelmiştir. Bu noktada özellikle 2002-2012 dönemi sorunların ortaya çıkması ve bunlara yönelik çözüm önerileri bağlamında anayasal ve yasal reformların yapılması açısından çok önemli bir dönem olarak görülebilir. Bu dönemde siyasi iktidarların demokratikleşme, sivilleşme, ekonomi, sosyal politika, insan hakları, hukuk ve benzeri alanlarda gerçekleştirmeye çalıştıkları reformlara yönelik olarak ortaya konulan statüko kaynaklı dirençler, özellikle kitle iletişim araçlarının yaygınlığı ve çeşitliliği dolayısıyla tüm toplumun gözü önünde cereyan etmiştir. Bu dirençlerin aşılması amacıyla gerçekleştirilen 2007 ve 2010 anayasa değişiklikleri de yine aynı şekilde herkesin takip ettiği bir süreçte hayata geçirilmiştir. Belirtilen dönemde, karşılaşılan vesayet direnci üzerine iki önemli anayasa değişikliği gerçekleştirilmiştir. İlk olarak 2007 yılında Anayasa Mahkemesi’nin ‘367 kararı’ sonrasında gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının halkın oyu ile seçilmesi esası getirilmiştir. 1982 Anayasası’nın öngördüğü vesayetçi modelin önemli bir aktörü konumundaki Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi esasının getirilmesi ile artık Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde 1961 yılından bu yana değişik zamanlarda yaşanan baskı, tehdit, hukuk dışına çıkma, kriz ve benzeri olumsuzluklar da bertaraf edilmiştir” dedi.

    Azizoğlu, şunları söyledi:

    “Vesayetin kırılması noktasında 2010 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliğinde ise ağırlıklı olarak yargı vesayeti ile ilgili düzenlemeler yer almaktadır. Özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) oluşumuna yönelik getirilen düzenleme ile adli ve idari yargıdaki Danıştay ve Yargıtay’ın vesayeti kırılmıştır. Öte yandan Anayasa Mahkemesi’nin oluşumu daha çoğulcu hale getirilmiştir. Bunun yanı sıra askeri yargı düzeni ile ilgili yenilik de kısmen vesayetin kırılması noktasında olumlu bir katkı sağlayabilecektir. 1982 Anayasası’nın öngördüğü vesayetçi yapının tasfiyesini sağlayan söz konusu iki değişikliğin de halkoyu ile kabul edilmiş olması, esasen halkın da yapısal reformların gerçekleştirilmesi gerekliliğine ve anayasal ve hukuksal sistemimizin de hızla uluslararası statüye uygun hale getirilmesi kanaatine sahip olduğunu göstermektedir. Yaşanan bu gelişmelerle birlikte 2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye’de tabandan gelen güçlü bir talebin mevcut olduğu, sadece dış dinamiklerin değil, aynı zamanda iç dinamiklerin de artık demokratikleşme ve yerel zihniyetten kurtulup uluslararasılaşma adımlarının atılmasında belirleyici olduğu görülmektedir.”

    DEMOKRATİKLEŞME SÜREÇLERİNDE AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ROLÜ

    Demokratikleşme süreçlerinin başlangıç aşamasında başta AB olmak üzere uluslararası dinamiklerin oldukça önemli etkisi olduğunu kaydeden Azizoğlu, “Ülkeye hâkim olan içe kapanık, dünyadan kopuk, milletinden korkan politikaların aşılmasında, evrensel düzeyde bir demokrasi ve insan hakları kabulünün yerleşmesinde AB’nin ve AB uyum sürecinin etkisi yadsınamaz. AB üyeliği hedefi doğrultusunda gerçekleştirilmesi gereken Kopenhag Kriterleri, Türkiye’nin demokratikleşme standardının yükseltilmesine ciddi katkı sağlamıştır. Kopenhag Kriterleri’nin üç önemli başlığı olan ‘insan hakları standartlarının yükseltilmesi’, ‘sivil demokrasi’ ve ‘serbest piyasa ekonomisi’ esasen Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin olmazsa olmazları olarak da görülebilir. AB’ye uyum süreci çerçevesinde 2004 ve 2010 yıllarında gerçekleştirilen kapsamlı anayasa değişiklikleri ile 1982 Anayasası’nın yaklaşık üçte biri değiştirilerek; demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi alanlarında önemli mesafe alınmıştır. AB Uyum Paketleri kapsamında hayata geçirilen bu değişiklikler, bir yandan demokrasiyi ve hukuk devletini güçlendirmiş, diğer yandan da Türkiye’nin daha özgür bir ortama kavuşmasını sağlamıştır. Bu değişimlerin toplumun tüm kesimleri tarafından sahiplenilmiş olması, bu adımların sadece AB tarafından istendiği için değil aynı zamanda toplumsal taleplere karşılık geldiği için atıldığının bir göstergesidir” dedi.

  • Uluslararası Üniversiteler Konseyi Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu:

    Uluslararası Üniversiteler Konseyi (IUC) Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, “Terörizmin en büyük düşmanı ve yok edicisi yüksek öğretim, bilim ve irfandır” dedi.

    Türkmeneli TV’de yayınlanan Coğrafyamıza Akademik Bakış programını hazırlayan Azizoğlu’nun bu haftaki konukları Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörü İrfan Aslan ile Bitlis Eren Üniversitesi Rektörü Mahmut Doğru oldu. Programda yerel, bölgesel ve küresel yüksek öğretimin entegrasyonu, yüksek öğretimin terörizm önünde en büyük engeli teşkil ettiği, coğrafyamızda devam eden kaosların iç savaşlar ve demokrasi ile terörizmin iç savaşların coğrafyamıza verdiği küresel zararlar analiz edildi.

    İnsanlık ailesini oluşturan ırkı, milliyeti, dini, mezhebi, kültürü ya da ideolojisi ne olursa olsun insanların yaşadığı dünyanın ortak paydaşlarının insanlık ailesinin bireyleri ve toplumları olduklarını belirten Azizoğlu, “İnsanlık ailesinin tartışılmaz en büyük düşmanı terörizm ve teröristlerdir. Terörizm ve teröristler yaptıkları eylem ve yapılanmalarla aslında en büyük yıkım ve düşmanlığı, savunucusu olduklarını iddia ettikleri din ya da etnik yapıya vermektedir. Terörizmin de en büyük düşmanı ve yok edicisi ise yüksek öğretim, bilim ve irfandır” dedi.

    Ağrı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İrfan Aslan yaptığı analizle akademik sistemde özellikle son 10 yılda Ak Parti iktidarı ile çok ciddi mesafe kat edildiğini belirtti. Doğumuz ve güneyimizdeki komşulardan Türkiye’ye on binlerce öğrencinin okumaya geldiğini belirten Aslan, şöyle konuştu: “Aslında tüm dünyada yüksek öğretim ekonomik getirisi olan önemli bir rant alanıdır. Türkiye’de yüksek öğretim seviyesini yükselterek bu küresel ranttan pay almaya başlamıştır. Amerika, Avrupa hatta Japonya ve Uzak Doğu ülkeleri yüksek öğretimde büyük ekonomik gelir elde etmektedir. Son 10 yılda Türkiye kalkınmakta olan tüm ülkelerden öğrenci almaya başlamıştır. Türkiye, geçmiş tarihinde çok önemli eğitim alanları oluşturarak bölgemiz ve tüm dünyaya bilim insanı yetiştirmiştir. Sonraki yıllarda eğitim ve bilim alanları ortadan kaldırarak yüksek öğretim ve bilim sanki batıya ait olduğuna inanan ve anlatan bir güruh peyda olmuştur. Eğitim sistemini ve değerlerini Türkiye’ye yerleştirmeyi başardı. Son yıllarda Türkiye, yüksek öğretim ve bilimde gerekli atılım ve kalkınmayı başarmış tekrar tüm bölgeden öğrenci almaya başlamıştır. Bu öğrenciler mezun olup ülkelerine gittiklerinde bizim eğitim sistemimiz kültürümüz hatta yaşam ve her anlamda Türkiye’nin savunucusu olacaktır.”

    Bitlis Eren Üniversitesi Rektörü Mahmut Doğru ise konuşmasında, özellikle son 10-15 yılda yüksek öğretimde toplumun kendi değerlerine dönüşünde ve yüksek öğretimin kazandığı başarılar batı değerlerinden çok kendi değer, kültür, inançlarına inanan farklı düşünen akademisyenler ve bilim insanlarının görev ve sorumluluk almasıyla bu başarı elde ettiğini söyledi. Doğru, “Objektif baktığımızda biz Avrupa’dan da eğitim öğretim ve bilimde daha eski ve daha başarılı bir milletin fertleriyiz. Dolayısıyla biz kendimizi bilerek ve unutturmadan adım atmalıyız” dedi.

  • Uluslar Arası Üniversiteler Konseyi Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu:

    Uluslar arası Üniversiteler Konseyi (IUC) Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, Paris’te gerçekleşen insanlık ve İslam düşmanı terörizm eylemini lanetlediklerini söyledi.

    Konuyla ilgili IUC tarafından yapılan açıklamada, yapılan kanlı, vahşi ve barbar terör saldırısını 29 ülkeden üyemiz üniversite rektörleri ve bu üniversitelerde görev alan on binlerce akademisyen adına nefretle lanetledikleri belirtildi.

    İnsanlık ailesini oluşturan ırkı, milliyeti, dini, mezhebi kültürü yada ideolojisi ne olursa olsun insanlar yaşadığı kürenin ortak paydaşları olduğunu belirten Azizoğlu, “İnsanlık ailesinin bireyleri ve toplumlarıyız. İnsanlık ailesinin tartışılmaz en büyük düşmanı terörizm ve teröristlerdir. Terörizm ve teröristler yaptıkları eylem ve yapılanmalarla aslında en büyük yıkım ve düşmanlığı savunucusu olduklarını iddia etikleri din yada etnik yapıya vermektedirler” dedi.

    Azizoğlu,şunları söyledi:

    “İnsan olarak tanımlama da zorlandığım bu eli kanlı vicdanı ve insani tüm duygulardan mahrum teröristlerin yaptığı eylemi ve ülkemiz Türkiye de devam eden sözde din yada etnik yapı adına terörist eylemleri de tüm benliğimle lanetliyorum. Gezegenimizin tartışmasız paydaşları olan tüm insanlık ailesinin dünyanın hangi ülke yada coğrafyasın da olursa olsun nevi ne olursa olsun ve her türlü terörist eylemleri amasız, fakatsız lakinsiz aynı refleks ve duygularla lanetlemesi karşı duruş sergilemesi bir insanlık görev ve duruşudur.”

    Azizoğlu, 22-25 Ekim 2015 tarihlerinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Lefke Avrupa Üniversitesi ev sahipliğin de yapılan uluslar arası üniversiteler konseyi bölgesel toplantısında demokrasi ve terörizmi 15 ülkeden 50 rektörle ele almış ve dünya kamu oyuna terörizmin tüm insanlık ailesi için korkunç bir tehlike olduğunu, tüm insanlık ailesinin terörizme karşı birlikte mücadele etme zorunluluğunu sonuç bildirgesi ile belirttiklerini ve tüm Fransa halkı ve aslında insanlık ailesine yapılan bu saldırıyı tekraren kınadıklarını kaydetti.