Etiket: Avrupada

  • Avrupa’da Türk buluşması

    Avrupa merkezli, çoğunluğunun sahibi Türk olan seyahat acentası temsilcileri 3. kez Almanya’nın Essen kentinde bir araya geldi.

    Almanya-Essen merkezli Türk Seyahat Acenteleri Birliği Coop TRR, turizmcileri bu yıl 3. kez Essen Ruhrturm Kongre Merkezi’nde bir araya getirdi. Toplantıya Almanya ve çeşitli ülkelerden gelen pek çok acentenin yanısıra, Albena Oteller Grubu temsilcisi Georgi Minev, Öger Tours Genel Müdürü Songül Göktaş Rosati, Türkiye Otelciler Federasyonu (TÜROFED) Yönetim Kurulu Üyesi Burhan Sili, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TURSAB) Yönetim Kurulu Üyesi Mücella Kantaroğlu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Berlin Kültür ve Tanıtım Müşaviri Hüseyin Gazi Coşan katılarak açılış konuşması yaptı.

    Görüşmelerde Türk seyahat acentalarının pazardaki payı, sorunları, ihtiyaçları gibi konular ele alınırken, oteller, acenteler, tur operatörleri kendilerini tanıtma fırsatı buldu. TÜROFED Yönetim Kurulu Üyesi Sili, “TÜROFED olarak 3. kez düzenlenen Türk Seyahat Acenteleri Birliği yıllık toplantısına önceki yıllarda olduğu gibi destek veriyoruz. Türk sahibi olan Avrupa merkezli acentaların üye olduğu bu yapılanma Türkiye turizmi için büyük önem taşıyor. Çünkü turizm sektöründe yaşadığımız zor dönemlerde en büyük desteği her zaman bu birlikten aldık. Türk Seyahat Acenteleri Birliği her zaman elini taşın altına koydu ve Türkiye’ye tatilci yollayabilmek için zor şartlarda çalıştı. Bu sebeple TÜROFED olarak Türk Seyahat Acenteleri Birliği’nin her zaman yanında ve destekçisiyiz” dedi.

  • Kastamonu çekme helvası Avrupa’da de tescillenecek

    Kastamonu’nun en özel yöresel ürünlerinden biri olarak kabul edilen çekme helva, artık coğrafi işaret ile üretilecek. Kastamonu Ticaret ve Sanayi Odası (KATSO) Yönetim Kurulu Başkanı Oğuz Fındıkoğlu, “Birbirinden değerli ürünlerimizi ulusal ve uluslararası alanda tescilleyerek hem bu değerlerimizi hem de üreticilerimizi koruyacağız” dedi.

    Kastamonu Ticaret ve Sanayi Odasının başvurusu sonucu gerçekleştirilen Kastamonu çekme helvası coğrafi işaret değerlendirme süreci geçtiğimiz günlerde tamamlandı ve Coğrafi İşaret Belgesi, Antalya’da düzenlenen YÖREX Fuarı’nda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu tarafından Kastamonu Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Oğuz Fındıkoğlu’na takdim edildi. Türk Patent ve Marka Kurumu, Kastamonu’nun bu yöresel ürününün coğrafi işaret mahreç tescil hakkını Kastamonu Ticaret ve Sanayi Odasına verirken, oda yönetimi de düzenlenen törenle Kastamonu çekme helvası üretimi gerçekleştiren 12 firmaya mahreç kullanma hakkı tanıyan belgelerini takdim etti. Düzenlenen törene Kastamonu Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Oğuz Fındıkoğlu, Kastamonu Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı Turgay Dellaloğlu, Yönetim Kurulu ve Meclis Üyeleri ile Kastamonu çekme helvası üreten firmaların temsilcileri katıldı.

    Törende konuşan KATSO Yönetim Kurulu Başkanı Oğuz Fındıkoğlu, “Bugün mutluluğumuzu paylaşmak için birlikteyiz. Bildiğiniz gibi şehrimizin en önemli yöresel ürünlerinden biri olan çekme helvamızın yurt içindeki Coğrafi İşaret Tescil Belgesi’ni geçtiğimiz günlerde aldık. Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Genel Başkanımızın üzerinde dikkatle durduğu bir diğer konu ise ürünlerimizin uluslararası arenada tescili. İnşallah bizde önümüzdeki günlerde başlatacağımız çalışmalarla çekme helvamız başta olmak üzere şehrimizin önde gelen yöresel ürünlerini uluslararası alanda da tescil ederek koruma altına alacağız. Bundan sonra bugün belgelerini takdim ettiğimiz firmalarımız dışında hiçbir üretici ’Kastamonu çekme helvası’ adı altında üretim yapamayacak. Bu konuyu titizlikle takip edecek, hem ürünlerimizi hem de üreticilerimizi koruma altına alacağız” dedi.

    KATSO olarak Türk Patent ve Marka Kurumuna Coğrafi İşaret başvurusundaki amaçlarının Kastamonu çekme helvası markasını ve üreticilerini koruma altına almak olduğunu söyleyen Fındıkoğlu, “Tescil ile coğrafi işarete konu olan ürünün kalitesinin korunması, bilinen özellikte üretiminin sağlanması, coğrafi işarete konu olan yörede veya özellikle üretim yapanların korunması ve ülkenin milli ve kültürel değerlerinin korunmasıdır. Bu tescil ile birlikte Kastamonu il sınırları içerisinde üretim, paketleme, depolama, satış yapan ve ürüne ait ambalajlarda ’Kastamonu çekme helvası’ ibaresi yazan tüm firmalar Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından belirlenen tescilli coğrafi işaret-mahreç adı amblemini ambalajlarının ön yüzünde ve görünür bir alanda kullanmak zorundadırlar. Bu amblemlerin kullanımı, ilgili tescilli ürünün tescil belgesinde belirtilen denetim mercii ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının denetimleri ile kontrol edilecektir” şeklinde konuştu.

    Fındıkoğlu, şöyle konuştu:

    “Amblemin amacı, ürünün coğrafi işaret adı olduğu konusunda tüketiciyi bilgilendirmek ve denetleme faaliyetlerini kolaylaştırmaktır. Ürünün tedarik zinciri içerisinde özellikle tüketici ile temas ettiği noktalarda, ürünün niteliğine ve satış yerine göre farklı şekillerde ürüne eşlik edecek olan amblem ile ürünün coğrafi işaret olduğuna ilişkin farkındalık oluşacaktır. İlimizde şuan 12 firma ürünlerinde Kastamonu Çekme Helvası ibaresini kullanmaktadır. Bu firmalarımız toplamda 350 kişi istihdam etmekte ve yıllık yaklaşık olarak 3 bin ile 3,5 ton arasında çekme helva üretimi yapmaktadır. Bu üretim ile Almanya, Hollanda, Norveç, Belçika, Rusya, Polonya, Kanada, Kuveyt, Irak, Bulgaristan, Romanya, Cezayir ve ABD gibi ülkeler ile Dute Free Serbest Bölge’ye çekme helva ihracatı yapılmaktadır. KATSO olarak bu 12 firmamız ile Coğrafi İşaret Mahreç Logosu kullanımına ilişkin sözleşmelerimizi yaptık ve firmalarımıza logo kullanım yetkisi verdik. Bu kapsamda da firmalarımıza yetki belgelerini takdim ediyoruz. İlimize ve firmalarımıza hayırlı uğurlu olsun. Bundan sonraki hedefimiz Kastamonu çekme helvamızı, Avrupa Birliğinde Coğrafi İşaret Tescilini yapmaktır. Şuanda Antep baklavası, Aydın inciri ve Malatya kayısısı AB’de tescillidir. Bunların dışında Kastamonu siyez bulguru resmi bültende tescil ilanında, Kastamonu siyez unu ve Kastamonu taş baskısı da Türk Patent Kurumu tarafından inceleme aşamasındadır” ifadelerini kullandı.

    Konuşmaların ardından Türkiye genelindeki birçok yöresel ürünün yurt içi ve yurt dışında tescilini gerçekleştiren ve bu konuda birçok oda ve borsada eğitimler veren Marka ve Patent Uzmanı Huriye Özener, üreticilere bundan sonra gerçekleşmesi gereken süreçle ilgili bilgiler verdi. Tören, belge takdimi ile son buldu.

  • Prof. Dr. Yıldız: “Türkiye, Avrupa’da en şişman ülkeler sıralamasında birinci”

    EndoBridge Kurucu Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, Türkiye’nin Avrupa’da en şişman ülkeler sıralamasında birinci sıraya yükseldiğini belirterek, “Türkiye’de erişkinlerde 3 kişiden biri obez, biri fazla kilolu, sadece biri normal kiloludur” dedi.

    EndoBridge yıllık toplantılarının altıncısı, Amerikan Endokrin Derneği, Avrupa Endokrinoloji Derneği ve Türkiye Endokrinoloji Derneğinin işbirliğinde Antalya’nın Belek Turizm Merkezi’ndeki bir otelde gerçekleştirildi. Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına EndoBridge Kurucu Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, Endokrinoloji ve metabolizma Derneği Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Füsun Saygılı, Avrupa Endokrinoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Aj Van Der Lely ve Amerikan Endokrin Derneği Başkanı Prof. Dr. Susan Mandel katıldı.

    EndoBridge Kurucu Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, sağlık alanında dünyada birçok ilke imza atan bu uluslararası projenin 2018 yıllık toplantısının 41 ülkeden 578 katılımcıyı buluşturduğunu ve bu yıl en yüksek yabancı delege ve en yüksek ülke sayısına ulaştığını belirtti.

    “2 milyar kişi şişman”

    Prof. Dr. Yıldız, programda diyabet, obezite, lipid bozuklukları, tiroid, kemik ve osteoporoz, hipofiz, böbreküstü bezi, nöroendokrin tümörler, kadın ve erkek üreme endokrinolojisi dahil olmak üzere endokrinolojinin tüm problemlerine güncel yaklaşım kapsamlı bir şekilde ele alındığını bildirdi.1970’li yıllardan beri çocuk ve erişkin obezitesi sıklığının üç katına çıktığını kaydeden Prof. Dr. Yıldız, günümüzde dünyadaki fazla kilolu ve obez birey sayısının 2 milyarın üzerinde olduğuna dikkat çekti.

    “3 kişiden biri obez”

    Türkiye’nin dünyada en şişman ülkeler sıralamasında birinci sıraya yükseldiğini belirten Prof. Dr. Yıldız, “Türkiye’de erişkinlerde 3 kişiden biri obez, biri fazla kilolu, biri normal kiloludur. Obezite vücutta yağ miktarının artmasıdır. Tanıda en sık kullanılan kriter vücut kitle indeksi (VKİ)’dir. VKİ, kilogram cinsinden ağırlığın metre cinsinden boyun karesine bölünmesi ile elde edilen rakamdır. VKİ’nin 18.5 – 25 arasında olması normal, 25-30 arası fazla kiloluluk, 30’un üzerinde olması ise obezite olarak değerlendirilir. Ancak, bu kaba bir rakamdır ve vücuttaki yağ miktarını her zaman doğru olarak yansıtmaz, yağ dağılımı hakkında fikir vermez, ırk ve etnik gruplara göre farklılık gösterir ve ileri yaşlarda yanıltıcı olabilir. Vücudunda yağ fazlalığı olan erişkinlerin yaklaşık yarısı, çocuk ve ergenlerin yüzde 25-50’si normal VKİ’ne sahiptir. Klinik değerlendirmelerde vücut yağ dağılımı hakkında da fikir sahibi olabilmek için bel çevresinin de ölçülmesi önemlidir. Erkeklerde 94 santimetre, kadınlarda ise 80 cm üzeri metabolik hastalık riskinin arttığını gösterir” ifadelerine yer verdi.

    Prof. Dr. Bülent Yıldız, obezite, diyabet, lipid ve kolesterol bozuklukları, kısırlık, kalp ve damar hastalıkları, karaciğer hastalıkları, uyku apnesi, kanser, psikiyatrik hastalıklar, eklem rahatsızlıkları gibi birçok hastalığın görülme sıklığını, şiddetini ve ölüm oranlarını artırdığını kaydetti.

    “Obezite kronik bir hastalıktır”

    Türkiye’de obezitenin önlenmesi ile tüm ölümlerin erkeklerde yüzde 11’inin, kadınlarda yüzde 16’sının önlenebilmesinin mümkün olduğunun altını çizen Prof. Dr. Yıldız, “Obezitenin önlenmesi ve tedavi edilmesindeki başarısızlığın en önemli nedenlerinden biri, obezitenin kişinin kontrolünde bir yaşam tarzı biçimi sonucu oluştuğu ve şişman bireylerin kilo almalarından kendilerinin sorumlu olduğu düşüncesidir. Oysa obezite kompleks, ilerleyici ve tekrarlayıcı, kronik bir hastalıktır. Bireyin kendi kontrolünde olmayan genetik, biyolojik, psikososyal ve çevresel pek çok faktör de obezite gelişiminde rol oynar. Metabolizma ve hormon dengemizden pazarlama güçlerine kadar birçok etken, vücutta aşırı yağ birikimine eğilim ve duyarlılığımızı belirler. Obeziteyi basitçe bir vücut ağırlığı, imaj ya da irade problemi olarak tanımlamak yerine hastalığa duyarlılığı ve karmaşıklığı dikkate alan insan odaklı ve dört boyutlu olduğu unutulmamalıdır” diye konuştu.

    “Hayati bir salgı bezi”

    Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Füsun Saygılı, hipofiz bezinin, beynin tabanındaki çanak biçiminde kemik yapı içinde yer alan ve vücuttaki birçok hormonun kontrolünü sağlayan hayati bir salgı bezi olduğunu vurguladı. Hipofiz bezinin bir bezelye tanesi büyüklüğünde olup, en çok kanlanan organlardan olduğunu belirten Prof. Dr. Saygılı, “Bu bezle ilgili hastalıklar, bez hormonlarının az ya da çok salgılanması, beze ait adenom denen -genellikle- iyi huylu tümörlerin gelişimi sonucu ortaya çıkar. Hipofiz hastalıkları deyince akla gelen bedenimizin orkestra şefidir. Bu kongrede de olduğu gibi en başlarda yer alır. Hipofiz adına 4 konferans verildi. Hipofiz endokrin organlarını kontrol eder. Troid bezi büyüdüğünde ürememizi sağlayan metabolizmamızı, böbrek üstü bezleri hep hipofiz bezinin sayesinde yaptıklarını yapmaya devam eder. Bu bezdeki bir takım metolojiler biz takım bozukluklar bu bezin adenomları denilen bir takım tümörleri sonucu ortaya çıkabilir. Suyu, tuzu, şekeri elinde kontrol elinde tutan bir bezdir. Hipofiz bezi adenomları, sayılan hormonların bazen fazla salgılanmasına bazen de hiç salgılanamamasına yol açar. Salgı eksiklikleri, bazen, acil ve hayati olabilir. Ayrıca hormon salgısından bağımsız, adenomların büyümesi, komşu yapıları etkileyerek görme kaybına, çift görmeye; ya da baş ağrısı, bulantı-kusma gibi kafa içi basınç artışı belirtilerine yol açar. Hipofiz bezine ait hastalıkların tanı, tedavi ve takibini endokrinoloji uzmanları yapar” diye konuştu.

    “Troid nodülleri”

    Amerikan Endokrin Derneği Başkanı Prof. Dr. Susan Mandel, son on yılda tıbbi görüntülemenin giderek daha çok kullanılmasıyla birlikte tiroid nodüllerinde tanı sayısı çok büyük oranda arttığını bildirdi. Tiroidin boyun ağrısı veya kronik öksürük gibi diğer tıbbi durumların değerlendirilmesi amacıyla yapılan boyun ve göğüs görüntülemesinin bir parçası olarak görüntülendiğini aktaran Prof. Dr. Mandel, “Tiroid nodüllerinin büyük çoğunluğu benign nodüllerdir. Ancak bir tiroid nodülü tespit edildiğinde hasta genellikle endişeye kapılır ve bir kez daha değerlendirilmek üzere başka bir uzmana yönlendirilir. Tiroidin ultrasonla görüntülenmesi, kanser riskinin sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesini ve hem herhangi bir ek değerlendirmeye gerek bulunmayan hem de ince iğne aspirasyon biyopsisi endike olan nodüllerin tespit edilmesini sağlayabilmektedir. Dolayısıyla tiroid ultrasonunun doğru uygulanması ve yorumlanması kritik önem taşır. Bir nodül, biyopsi açısından uygun olsa da sonuç bazen belirsiz olabilir, yani benign veya kanser tanısı kesin olarak konamayabilir” diye konuştu.

    “Troid artışı”

    Tiroid tanısının tüm dünyada görüntüleme ve sağlık hizmetlerine erişimin artmasına bağlı olarak artış gösterdiğini dile getiren Prof. Dr. Mandel, “Tiroid kanseri insanların yüzde 20-25 ‘inde var. 30 yaşına geldiğinize yüzde nüfusun 20-25’de küçük kanserler var. Bunlarla yaşayıp başka şeylerden ölüyoruz. 15 yıl önce elle kontrol ediyorduk şimdi, görüntüleme çalışmasıyla belirleniyor. Bazı ülkelerde dünyada sağlığa erişim olamadığı için oran düşük. Daha fazla görüntülemeye erişim arttıkça kanser insidansının arttığını görüyoruz. Etnik anlamda çok farklılık belli değil” dedi.

    “Beynin fonksiyonları”

    Avrupa Endokrinoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. AJ Van Der Lely, metabolizmanın kontrolü açısında beyinle ilgili çok az şey bildiklerini söyledi. Beynin hastalıkları nasıl etkilediğini yavaş yavaş öğrenmeye başladıklarını kaydeden Prof.Dr. Lely, “Beyin nasıl bağırsakla iletişime geçiyor, elimizde bir bilgi yok. Obez hastalar çok daha fazla yiyorlar, zayıf kişiye göre bu doğru değil. Beyin neden geri gidip neden orijinal kiloya dönmüyor. Bu temel faktörleri tespit etmeye başladık” dedi.

    Lely, şöyle konuştu:

    “Ghrelin (veya açil ghrelin; AG) ve des-açil ghrelin (DAG) peptidleri, çoğunlukla midede eksprese olan preproghrelin geni tarafından kodlanır. Hakkında epeyce bilgi sahibi olunan obezite hormonu ghrelinle kıyaslandığında DAG çok büyük bir ilgi görmemiştir. DAG uzun zamandır AG’nin inert bir bozunma ürünü olarak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte son dönemde ulaşılan kanıtlar, DAG’nin ayrı bir hormon olarak davranış sergilediğini göstermektedir. DAG’nin AG’nin fonksiyonel bir inhibitörü olduğunu öne süren çalışmaların sayısının giderek artması da klinik açıdan potansiyel önem taşımaktadır. Dolayısıyla DAG veya DAG analogları; diyabet, obezite ve Prader Willi sendromu gibi metabolik bozuklukların tedavisine yönelik erken dönem çalışmalarda incelenmektedir.”

    “Kanser ghrelin sistemi”

    Bugünlerde kanser alanında ghrelin sistemine daha büyük bir ilgi gösterildiğini ifade eden Prof. Dr. Lely, “Lokal ve sistemik faktörlerin, östrojen reseptörü pozitif meme kanseri riski yüksek olan postmenopozal dönemdeki obez kadınlarda meme kanseri hücrelerinin büyümesini teşvik ettiği kanıtlanmıştır. Aromataz enzimi tarafından memedeki yağ dokusunda lokal olarak üretilen östrojenler, kanser hücrelerinin çoğalmasını tetiklemede önemli bir role sahiptir. Dolaşımdaki AG ve DAG düzeyleri obeziteyle hemen hemen her zaman ters orantılıdır ve bu peptid hormonlarının adipoz dokusundaki aromataz ekspresyonunu inhibe ettiği kısa süre önce kanıtlanmıştır. Ayrıca bu peptid hormonlarının bazı tümör hücreleri tarafından da üretildiği ve tümör büyümesini etkilediği tespit edilmiştir. AG ve DAG’nin enerji homeostazı üzerindeki etkileri de tümör gelişimi ve büyümesini etkileyebilir. Son olarak DAG’nin iskemide ve Duchenne müsküler distrofisinde kas hücrelerinin durumunu, diyabet hastalarında ise kiloyu ve glisemik kontrolü iyileştirdiği tespit edilmiştir” diye konuştu.

  • Boynukara’dan “Avrupa’da Aşırı Sağın Yükselişi ve İslamofobi” konferansı

    AK Parti Eski Milletvekili Adnan Boynukara, “Avrupa’da Aşırı Sağın Yükselişi ve İslamofobi” konulu konferans verdi.

    Şehir Akademisi 5. Dönem konferanslarının ilkini AK Parti Eski Milletvekili Adnan Boynukara verdi. Belediye Konferans Salonunda verilen konferansın açılışını Şehir Akademi Koordinatörlerinden Mirza Gökdemir yaparak, Şehir Akademi ile ilgili bilgiler verdi.

    Avrupa’da ki İslam ve Müslüman karşıtlığı ile ilgili bilgiler veren Adnan Boynukara, İslamofobi’nin psikolojik bir durum olduğunu aktardı.

    Boynukara konuşmasında, “Batıda yapılan araştırmalar, karşıtlığın,düşmanlığın, yoğunluklu olarak 5 farklı şekilde kendini gösterdiğini açıklar. Önyargı, dışlama, ayrımcılık, nefret ve şiddettir. Bu tutumların hiç birisi korku sonucu ortaya çıkmış davranışlar veya tutumlar değildir. Bunların tümü bilinçli bir biçimde ortaya çıkan durumlardır. Dolayısıyla karşılaştığımız durum, İslamofobi kavramının birebir kelime anlamının ötesinde, çok daha derin sosyal, siyasal, psikolojik ve kültürel bir içeriğe, geçmişe sahiptir. Çünkü mesele basit bir korkudan farklı olarak, bütün bir medeniyete dine, düşünceye ve topluluklara yönelik çok boyutlu bir nefreti ve şiddeti kapsamaktadır” dedi.

    Boynukara, “O nedenle, biz konuyu İslam ve Müslüman karşıtlığı olarak somutlaştırıyoruz. ‘Aşırı Sağ’ ifadesi ise İslamofobi kavramını daha da yumuşatmak ve olayı sadece siyasal bir zemine çekmek için üretilen bir kavramdır. Siyasal bir ekol olarak aşırı sağcılar, sadece Müslümanları hedefe alıyorsa konu farklılaşır. Aşırı sağ ile İslamofobi arasında fark olmadığının en temel göstergesi, saldırılara hedef olan kitledir. Veriler incelendiğinde, bu tür kesimlerin hedefinin İslam’ı yansıtan görünür işaretler ve bu işaretleri taşıyan bireyler olduğu görülür. Bu kesim camiler, mescitler, başörtülü kadınlar, namaz kılanlara saldırıyor. Bunlar, farklılığı somutlaştıran ve karşıdakinin kimliğini ortaya koyan göstergeler. Bu anlamıyla da, aşırı sağ ile islamofobi arasında fark yoktur. İkisi de İslam ve Müslüman karşıtlığının ortaya çıkmış, farklı görünen halleridir. İslam ve Müslüman karşıtlığının tarihi arka planı olduğunu çok iyi biliyoruz. İnançlar üzerinden üretilen bir karşıtlık ve düşmanlık vardı. Ancak tarihte, bugünkü anlamıyla bir karşıtlıktan bahsetmek oldukça zor. Tarihte olmayıp, bugün var olan iki konu var. Birincisi dünya küreselleşti, ilişkiler çeşitlendi, hatta ilişkiler iç içe geçti, toplumlar birlikte yaşamaya başladı, temaslar arttı. İkincisi tarihte sınırlar netti ve din kaynaklı düşmanlık, ağırlıklı olarak devletlerin veya devletlerin yan örgütlenmeleri üzerinden düşmanlıklar cereyan ediyordu. Bugün ise devletlerin farklı araçlarla ortaya çıkardığı, ürettiği ve sonra kendilerini kenara çekerek, insanları birbirine düşürerek seyirci oldukları bir düşmanlık var” ifadelerini kullandı.

    Konferansa Belediye Başkanı Hüsrev Kutlu ve çeşitli sivil toplum kuruluşu başkanları ve vatandaşlar katıldı.

  • Avrupa’da tek kullanımlık plastik yasaklandı

    Avrupa Parlamentosu, çevre kirliliğine karşı tek kullanımlık plastikler üzerinde geniş kapsamlı bir yasağa destek verdi.

    Avrupa Parlamentosu, denizlerde, tarlalarda ve su yollarında kirliliğe sebep olan tek kullanımlık plastikleri tamamen ortada kaldırmaya çalışıyor. Belçikalı Liberal Parti vekili Frédérique Ries’in sunduğu yasa teklifi bugün yapılan oylamada 571’e, 53 oy ile kabul edildi. Böylece Avrupa Komisyonu ve Avrupa Birliği ülkeleri önümüzdeki haftalarda kararı görüşecek. Teklife göre 2021 yılına kadar Avrupa’da plastik pipet, balon çubuğu, plastik şişe, kulak çubuğu, tabak, bardak ve çatal gibi birçok ürünün kullanımı yasaklanacak.

    Ayrıca Ries’in raporuna göre 2025 yılından itibaren küçük poşetlerin, plastik ambalajların ve yemek ambalajlarının da yasaklanması amaçlanıyor. Alınana karar yasalaşırsa kullanımın kalktığı 2021 yılından 2025 yılına kadar bütün plastik şişelerin yüzde 90’ının geri dönüştürülecek.

    Öte yandan Akdeniz ve Atlantik Okyanusu’nu en çok kirleten plastik madde olan olta misinalarının da daha farklı bir maddeyle üretilmesi planlanıyor.