Etiket: Aşut:

  • Aşut: “AB artık kararını vermeli”

    Mersin Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) Başkanı Şerafettin Aşut, gelinen yarım asırlık sürecin sonunda artık Avrupa Birliği’nin (AB) bir karar vermesi gerektiğini ifade ederek, “Zorla güzellik olmaz. Olmayacaksa Ulu Önder Atatürk’ün dediği gibi yeni bir dünya kurulur, Türkiye bu yeni dünyada yerini alır. Paramız, sermayemiz, malımızın dolaştığı Avrupa’da bizler vizesiz serbest dolaşamıyoruz. Zaten çifte standardın başladığı nokta budur” dedi.

    AB ve Şangay İşbirliği Örgütü ile ilgili açıklamalarda bulunan Başkan Aşut, son aylarda AB’nin Türkiye’ye gösterdiği olumsuz yaklaşım, iç siyasetimize müdahale çabaları ve üyelik müzakerelerindeki olumsuz tutumunun Türkiye’yi artık bıkma noktasına getirdiğini ve başka arayışlara sevk ettiğini söyledi. Ülkeler arasında ebedi dostluklar ve düşmanlıklar olmadığı gibi ebedi birlikteliklerin de olmadığını vurgulayan Aşut, ülkeler arası ilişkilerde çıkarların söz konusu olduğunu ve akılcı hareket etme zorunluluğu olduğunu kaydetti.

    “AB’nin teröre arka çıkması kabul edilir bir şey değil”

    AB’nin özellikle özgürlüklerin korunması bahanesiyle teröre arka çıkmasının kabul edilir bir şey olmadığını vurgulayan Aşut, “AB, ekonomik bir birlik olarak başlamış, siyasi bir birliğe dönüşmüş ve sonunda bir kültürel birlik ideali noktasına gelmiştir. Türkiye AB’nin ekonomi anlamında zaten anlaşmalarla ayrılmaz bir parçası yapılmış ama nedense paramızın, sermayemizin, malımızın dolaştığı Avrupa’da bizler vizesiz serbest dolaşamıyoruz. Çifte standardın başladığı nokta budur. Öte yandan siyasi birlik kısmında ise 50 yıldır bekletilen bir Türkiye var. Son aşama olan kültürel birlik ise AB’li birçok yetkilinin ’AB bir Hıristiyan birliğidir’ gibi açıklamalarıyla zaten bizi ön yargılarıyla dışlamıştır. Sonuç olarak bizi sadece bir pazar veya kısmen güvenlik aracı olarak gören AB ile bu noktaya gelmemiz şaşırılacak bir olay olmadığı gibi, ülkemizin haksız görüleceği bir olay da değildir. Biz iş dünyası olarak gerek ekonomik gerek kültürel anlamda, evrensel insanlık değerleri ve demokrasinin gelişmesi anlamında her zaman AB üyeliğimizi destekledik. AB gibi dünyanın gelişmiş bir bölgesinin parçası olmanın bize elbette çok şey kazandıracağını düşündük. Bu süreçteki kazanımlarımız da inkar edilemez. Ancak, geldiğimiz yarım asırlık sürecin sonunda artık bir kararın verilmesi elzemdir. Zorla güzellik olmaz. Olmayacaksa, Ulu Önder Atatürk’ün dediği gibi, yeni bir dünya kurulur, Türkiye bu yeni dünyada yerini alır” diye konuştu.

    “Yeni yollarla ilgili daha çok bilgi paylaşmak gerekir”

    Yaşlanan, nüfusu azalan bir AB’nin üreten bir Türkiye için ekonomik anlamda geleceğini sorgulamak, buna göre stratejiler üretmek ve bu konuları konuşmak gerektiğini belirten Aşut, “Öte yandan, şimdiden bazı farklı birlikteliklerin alternatifleri ortaya çıktı bile. Bu bir zorunluluk değil ama bunları düşünmek ve konuşmak gerekir. Bu işler bir şeylere kızıp tepki olsun diye yapılacak şeyler değil, bilimsel düşüncelere dayanan akılcı devlet politikaları ile karar verilecek şeylerdir. Think Tank’lerin, düşünce ve politika üreten STK’ların, akademisyenlerin bu konuda daha çok araştırma yapması, daha çok bilgiyi paylaşması gerekir. Bilgi olmadan verilen kararların sonu pişmanlıktır. Bu anlamda son günlerde gündeme gelen Şangay İşbirliği Örgütü ve Avrupa Birliği’ni karşılaştırmalı incelemek sanırım bize geleceğe dönük daha net bilgiler verecektir. Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), 15 Haziran 1996 yılında Kazakistan Cumhuriyeti, Çin Halk Cumhuriyeti, Kırgızistan Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Tacikistan Cumhuriyeti ve Özbekistan Cumhuriyeti tarafından Çin’in Şangay bölgesinde kurulmuş hükümetler arası uluslararası daimi bir örgüttür. 2001 yılında Özbekistan’ın katılımının ardından beş üyeli olan örgütün üye sayısı altı olmuş ve Şangay İşbirliği Örgütü olarak yeniden adlandırılmıştır. ŞİÖ üye devletleri Avrasya kıtasının beşte üçüne denk gelen bir rakam olan 30 milyon 189 bin kilometre karelik bir alanı kaplar ve 1,5 milyarlık nüfusa sahiptir. Bu rakam da dünya toplam nüfusunun çeyreğini oluşturmaktadır. İran, Pakistan, Hindistan ve Moğolistan’ın da üye olmaları halinde dünya nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan küresel bir örgüt olması kaçınılmaz görünmektedir. Rusça ve Çince resmi çalışma dilleridir. Hindistan ve Pakistan’ın 2017 yılında üye olması beklenmektedir. Afganistan, Belarus, Moğolistan ve İran gözlemci statüsünde, Ermenistan, Azerbaycan, Kamboçya, Nepal, Sri Lanka, Türkiye diyalog ortak statüsünde yer almaktadır” ifadelerini kullandı.

    AB ve Şangay İşbirliği Örgütü’nün farkı nedir?

    AB’nin ise 28 üye ülkeden oluşan ve topraklarının büyük ölçüde Avrupa kıtasında bulunan siyasi ve ekonomik bir örgüt olduğunu belirten Aşut, “500 milyondan fazla nüfusuyla Avrupa Birliği, dünya ülkelerinin GSYİH’ye göre sıralanışında nominal gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 30’luk bölümünü oluşturur. 24 adet resmi dili bulunmaktadır. Avrupa Birliği, üye ülkelerin üzerinde yer alan ulus üstü bir yapıyken, Şangay İşbirliği Örgütü işbirliği için kurulmuş hükümetler arası bir yapı özelliği taşımaktadır. AB’nin ekonomi, politika, güvenlik ve insan hakları konusunda bağlayıcı bir müktesebatı bulunmaktadır. Şangay İşbirliği Örgütü’nün bu alanlarda bağlayıcı bir müktesebatı yer almamaktadır. AB’nin üye ülkelerden parlamenterlerin yer aldığı ve yasama gücü bulunan bir meclisi, mahkemesi, marşı ve bir bayrağı bulunurken, Şangay İşbirliği Örgütü’nde bunlar mevcut değildir. AB’nin üye ülkeleri arasında insan, sermaye ve ürünlerin serbest dolaşımı bulunmaktadır. Şangay İşbirliği Örgütü’nde bulunmamaktadır. AB, diğer ülkelerle de serbest ticaret anlaşması imzalayabilmektedir, ŞİÖ üyelerinin kendi aralarında bile serbest ticaret anlaşması yoktur” şeklinde konuştu.

    “Kapılarda bekleyen değil, kapısında beklenen devlet oluruz”

    Bir karar verirken iyi düşünmek gerektiğine dikkat çeken Aşut, açıklamasını şöyle tamamladı:

    “Bir tarafta 50 yıldır kapısında beklediğimiz ve sıkı işbirliklerimizin olduğu ama çok iyi tanımamıza rağmen uzaklaştığımız, toplumun tepki duymaya başladığı bir AB, öte yandan hiç tanımadığımız ama toplumun büyük bir kesiminin bir tepki olarak bir anda parçası olmak istediği bir Şangay İşbirliği Örgütü. Hiçbir uluslararası örgüt bizim için vazgeçilmez değil ama bir zorunluluk da değil. Biz de iş dünyası olarak artıları ve eksileri konuşuyoruz ve daha çok konuşmalıyız. Dediğimiz gibi bunlar bir anda bir şeye tepki olarak verilecek kararlar değil. Her karar ülkemizin onlarca yılını bağlayan imzalar demektir. İş dünyası, bürokratlar, akademisyenler, Think Tank kuruluşları, politika üreten STK’lar bu konuları daha çok gündeme getirmeli, bilimsel temelli akılcı politikalar üretilmeli, elbette halkın da görüşü bu bilgilendirmeler sonunda alınarak kararlar alınmalıdır. Sonuçta ülkemizi ve milletimizi geleceğe taşıyacak olan şey, ülkemizi ve milletimizi refaha, huzura, zenginliğe, kaliteli demokrasi ve evrensel değerle taşıyacak şey illa bir örgütün parçası olmak değil, öncelikle kendi sorunlarımıza kendimizin eğilmesi, kendi öncelikli sorunlarımızı kendimizin çözmesidir. Unutulmasın ki atalarımız bu Cumhuriyeti başkalarının bir şeyler bahşetmesi ile değil, kendi öz güvenleriyle, kendi öz kaynakları ile kurdular. Bizim de önce kendimize güvenmemiz gerekir. Bu öz güvenle çalışırsak, kapılarda bekleyen değil, kapısında beklenen devlet oluruz. Bu 75 milyon olarak hepimizin sorumluluğudur.”

  • Aşut: “AB ilerleme raporuna karşı kontra raporlar hazırlanmalı ve dünyaya duyurmalıyız”

    Mersin Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) Başkanı Şerafettin Aşut, AB ilerleme raporu ile ilgili olarak “Rapor algı operasyonlarının devamı niteliğinde. Raporda algıların yanında olgular da yani gerçekler de var. Bundan dolayı bu raporların olgu kısımlarını ciddiye almalıyız ama algıları ise yok saymadan buna karşı bir kontra algı diyebileceğimiz bir bilgilendirme yapmalıyız. Buna karşı kontra raporlar hazırlamalı ve dünyaya duyurmalıyız” dedi.

    Gündemdeki konularla ilgili açıklama yapan MTSO Başkanı Aşut, 15 Temmuz’da yapılmak istenen hain darbe teşebbüsünün ardından bu sürecin artık ekonomi sahasında devam ettirildiğini belirtti. Bu darbenin arkasındaki güçlerin ekonomik ve küresel siyasette algı operasyonları ile Türkiye ve Türk milletine zarar vermeye devam edeceklerini kaydeden Aşut, “Hazırlıklı olmamız gerektiğini söyledik. Bu güçlerin son zamanlarda bunu gerçekleştirdiğini ve 15 Temmuz’u başka mecralara taşımaya çalıştıklarını görüyoruz. Bunu bazı uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının bir gün önce verdikleri olumlu raporları birden negatife çevirmelerinden anlıyoruz. Ve sormak istiyoruz. Ne oldu da bir gün içinde her şey değişti? Terörü neden gösteriyorlarsa biz 40 yıldır bu terörle mücadele ediyoruz ve olumlu raporların verildiği, övgüler yapıldığı her dönemde bu terör vardı. Çevremizdeki savaşları bahane ediyorlarsa ki bu savaşların nedeni bu güçlerin kendileridir, bu savaşlar yıllardır var ve neredeyse 100 yıldır bu bölgeler demokrasiden uzak, küresel güçlerin oluşturduğu yapay devletlerin enerji savaşları ile yaşamaktadır. Darbe girişimi bahane ediliyorsa, milletimiz demokrasiye olan bağlılığını göstermiş ve darbeye teslim olmayarak evrensel değerlerin savunucusu olduğunu göstermiştir. Demokrasiye inanan bu güçlerin zaten bundan rahatsızlık duymamaları lazım. Ekonomik büyüme her yıl orta düzeyde de olsa devam ediyor. 2008 yılındaki küresel finans krizine rağmen büyüme devam ediyor. İhracatta takıldığımız bir seviye var, bu da malum pazarların siyasi ve sosyal sorunlar yaşaması ve küresel anlamda ekonomilerdeki daralmadır. Öte yandan Avrupa Birliği’nde nüfusu bizim bir ilimiz kadar olan ve iflasını ilan eden devletler varken, iflasın eşiğine gelen ülkeler varken, nüfusu 80 milyon olan ve yarısı 30 yaş altı olan dinamik bir Türkiye’nin bu duruma düşmemesi takdire şayandır. Bunun arkasında Türk özel girişimcilerinin ve iş dünyasının olması daha da gurur vericidir. Tüm bunlara rağmen bu tip uluslararası kurumların raporlarını biz de bir algı operasyonu olarak görüyoruz ve bu başarısız darbenin bir devamı olarak algılıyoruz. Bunun arkasında güçlenen bir Türkiye’nin bölgedeki etkisinin fazlaca artmasından duyulan rahatsızlık olarak görüyoruz” diye konuştu.

    “AB ilerleme raporu algı operasyonlarının devamı niteliğinde”

    AB ilerleme raporlarının sürekli takip ettiklerini belirten Aşut, “Son yayınlanan 2016 ilerleme raporunu 2015 raporu ile karşılaştırdığımızda bazı konuların öne çıktığını görüyoruz. Bu noktada bizim de dikkatimizi çeken bazı noktaları bu algı operasyonlarının bir devamı olarak yorumlamak istiyoruz. AB 2015 Türkiye ilerleme raporunda ’Türkiye gelişmiş ve işleyen bir serbest piyasa ekonomisine sahiptir’ deniyor. Dünyanın en büyük 16. ekonomisi olarak artık bu noktada da diyecek bir şey bulamıyorlar sanırım. 2015 raporunda makro ekonomik dengesizliklerden bahsediliyor ve çözümde yavaş kalındığından ama büyümenin yüzde 3 gibi orta seyirde devam ettiği vurgulanıyor. Buna bağlı olarak finansal ve küresel risk algısındaki değişimden bahsediliyor. İşte bu nokta önemli. Böyle bir şeyin varlığı değil, algısı konuşuluyor. Yani açıkça bu algı, rapor sayesinde oluşturulmaya çalışılıyor. 2008 küresel finans krizi sonrası yok pahasına elimizden alınmak istenen şirketlerimizi nasıl unuturuz? Bu algılarla ve spekülasyonlarla ekonomiye zarar vermek, bu hain darbe girişiminden farklı bir şey değildir. Raporda cari açıktan bahsediyor ki bu, ülkemizin uzun yıllardan beri yaşadığı bir konudur. Yine 2015 raporunda istihdamın üretime paralel artmadığı söyleniyor. Aslında bu hem iyi hem kötü bir haber. Bu şunu gösterir demek ki üretimde insan gücünü az kullanan, yüksek teknolojili üretime yavaş yavaş geçiyor gibiyiz. Ve işçi verimliliğinin arttığı raporda vurgulanıyor. Ama öte yandan işsiz sayımızdaki artış ise insan kaynağımızın var olan ekonomik yapılanmaya uygun olmadığını, bugüne ve geleceğe yönelik, geleceğin yüksek teknolojili üretimine yönelik bir insan kaynağı oluşturma anlamında eksik kaldığımızı gösteriyor. Geçtiğimiz 30 yılın mesleklerinin yarısı yok oldu. Bu günün mesleklerinin yarısı 30 yıl sonra olmayacak” ifadelerini kullandı.

    “AB raporuna karşı kontra raporlar hazırlanmalı ve dünyaya duyurmalıyız”

    AB raporunda algıların yanında gerçeklerin de var olduğunun altını çizen Aşut, “Bundan dolayı bu raporların olgu, yani gerçek kısımlarını ciddiye almalıyız ama algıları ise yok saymadan buna karşı bir kontra-algı diyebileceğimiz bir bilgilendirme yapmalıyız. Buna karşı kontra raporlar hazırlamalı ve dünyaya duyurmalıyız. Elbette her eleştiriyi yok saymak medeni ve akılcı bir yaklaşım değildir. Medeniyetin ana payandası çatışma değil, uzlaşmadır. Medeniyet kızmak değil, ikna etmektir. Sonuçta bu raporları yabancı yatırımcılar okuyor ve etkileniyorlar. O halde biz de karşı bilimsel raporlarla yanlış eleştiri ve bilgileri düzeltmeli ve küresel yatırımcıyı ikna etmeliyiz. AB Türkiye 2016 raporunda da aslında aynı şeyler tekrar ediliyor. Sadece bazı siyasi manipülasyonlar var ki biz bunların ne amaçla yapıldığını biliyoruz. Ancak, dediğimiz gibi yapılacak şey bunları yok saymak değil, ikna edici, bilimsel verilerle bu raporları boşa çıkartmaktır. Sonuçta raporda var olan bazı doğru bilgiler gerçekten sorunlarımızdır ve bizler zaten bu konuları sürekli gündeme getiriyoruz. Bunları yetkililerimiz de biliyor ve zaman zaman bazı reformlar, ekonomi paketleri ve yapısal sorunlarla ilgili adımlar atılıyor. Bu raporların ötesinde bizler gerçek sorunlarımıza odaklanmalıyız. Bu sorunların çözümü ülkemizin huzur ve refahını sağlayacak gerçek konular olduğundan bu raporlarda pek rastlayamıyoruz. Nedir bu konular deseniz, elbette eğitim, eğitim, eğitim. Sonra hukuk ve adalet ve ekonominin gerçek sorunları deriz” şeklinde konuştu.

    İnsanları meslek sahip yapacak, beceri kazandıracak ciddi bir mesleki eğitim reformunun şart olduğunu vurgulayan Aşut, “Fakülte ve yüksek okul eğitimlerimiz endüstri 4.0 vizyonuna uygun olmalıdır. Hizmetlerden sanayiye, turizmden tarıma kadar endüstri 4.0 her alanda olacaktır ve yeni çağın ekonomisi her aşamada ve her alanda bilgi iletişim teknolojilerinin ve temelinde internetin, bulut teknolojilerin ve siber güvenliğin olduğu yüksek teknolojili bir üretim olacaktır. İnsan kaynağımız buna hazır mı? Eğitim sistemimiz buna hazır mı? Eğitimcilerin profili buna hazır mı? Hukuk anlamında bizi geleceğe taşıyacak, evrensel değerlere, laikliğe, demokrasiye ve insan haklarına vurgu yapan, toplumu kucaklaştıran bir anayasa diğer önemli konumuzdur. Ve elbette nüfusumuzun yarısını oluşturan gençlerimizin ve kadınlarımızın ekonomiye entegrasyonu birincil konularımızın başında olmalıdır. Sadece birer çalışan olarak değil, birer girişimci olarak ekonomide olmak zorundalar. Bunu teşvik edecek, destek olacak eğitim ve finansman modelleri düşünülmeli ve uygulanmalıdır. Memur bir Türkiye değil, girişimci bir Türkiye geleceğimizdir. Basit mikro kredilerden bahsetmiyorum. Ciddi girişimciliklerden ve ciddi finansman modellerinden bahsediyorum ve bunun temelinde eğitim olmalıdır. Bu anlamda KOSGEB’in iş tanımı mutlaka buna göre yeniden revize edilmelidir. KOSGEB bu yeni iş tanımı ile başı çekmelidir” dedi.

  • Aşut: “Gençler memur olmanın cazibesine kapılıyor”

    Mersin Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) Başkanı Şerafettin Aşut, Türkiye’nin memurlar ülkesi yolunda ilerlemesinin gelecek açısından endişe verici olduğunu ifade ederek, “Gençlerimiz zorlu ekonomik piyasalar karşısında memur olmanın cazibesine kapılmakta ve üretimden uzaklaşmaktadırlar. Bu ülkenin döviz kaynağı ihracatçıları sayesindedir. Bu ülkenin cari açığının kapanması ihracata dayalı üretim yapan KOBİ’lerin sayesindedir” dedi.

    Türkiye Ekonomik Politikalar Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından yayınlanan istihdam izleme sonuçlarını değerlendiren Başkan Aşut, yayınlanan sonuçlara göre geçen 12 ayda KOBİ’lerdeki istihdamda 10 bin sigortalı çalışan azalırken, sadece 2016 Temmuz ayında bir ayda sigortalı çalışan sayısının 272 bin azaldığını söyledi. Rakamlara dikkatle bakılması gerektiğini belirten Aşut, “Özellikle en çok azalmanın olduğu 10 temel sektör içinde 4 tanesinin üretim ve imalat sektörü olması çok önemli. Bir sektörde istihdam hızlı bir şekilde azalıyorsa o sektörde ciddi bir sorun var demektir. Ekonomisi üretim ve imalat yapan KOBİ’lere bağlı bir ülke olarak imalat sanayindeki bu istihdam düşüşü tehlikeli bir durumdur. Hükümetimiz bu tehlikeyi hızlı gördü ve acil bazı eylem planları, yeni bir teşvik mantığı ile gündemi olumluya dönüştürmeye başladı. KOBİ’ler ülke ekonomisinin omurgasıdır. Çünkü KOBİ’lerin çoğu ihracat odaklıdır. Yani, ülkenin cari açığını kapatacak yegane enstrüman KOBİ’lerdir. 2015-2016 verilerine baktığımızda genel sigortalı çalışan anlamında bir önceki yıla göre 167 bin artış var. Kamu çalışan sayısında ise 124 bin artış var. Kamuda hızlı bir şekilde devam eden memur alımları ve Türkiye’nin bir memurlar ülkesi olma yolunda ilerlemesi geleceğimiz açısından endişe veriyor” diye konuştu.

    “Bu ülkenin döviz kaynağı ihracatçıları sayesindedir”

    Ekonomisi güçlü devletlerin, girişimcilerin çoğunluğu ile bu noktaya geldiğini vurgulayan Aşut, “Gençlerimiz zorlu ekonomik piyasalar karşısında memur olmanın cazibesine kapılmakta ve üretimden uzaklaşmaktadırlar. Öte yandan 2015-2016 yılında esnaf sayısı 53 bin azalırken, yine kayıtlı çiftçi sayısı da 99 bin azalmıştır. Yani, memur sayısı sürekli artarken ülkenin girişimci sayısı, esnaf sayısı, üretim ve imalattaki KOBİ’lerin istihdamı önemli bir azalma göstermiş. Gittikçe memurlaşan bir ülkede ülkenin zenginleşmesini, cari açığın kapanmasını, vergilerle bütçenin zenginleşmesini kim sağlayacak? Bu ülkenin döviz kaynağı ihracatçıları sayesindedir. Bu ülkenin cari açığının kapanması ihracata dayalı üretim yapan KOBİ’lerin sayesindedir. Bu ülkenin hizmet için topladığı verginin artmasının nedeni esnaftır, çiftçidir, girişimcileridir. Eğer bu ülkenin girişimcisi, esnafı, çiftçisi, sanayicisi, ihracatçısı, üreticisi bu sektörlerden çıkarsa, ülkenin geleceği olan gençler girişimci olmak, katma değer oluşturmak yerine, birer memur olma yarışına girerse, ülkemiz hangi insan kaynağıyla ve nasıl bir ekonomik modelle Dünyanın ilk 10 ekonomisi içine girecek? Bu zenginliği kim, nasıl oluşturacak” şeklinde konuştu.

    “Türkiye, özel sektör ile ekonomik sınavdan başarıyla çıktı”

    2008-2009 küresel finans krizinin 100 yılda dünyanın gördüğü en ciddi ekonomik krizlerden biri olduğunun altını çizen Aşut, açıklamasını şöyle sürdürdü:

    “Gerçekten hala bu kriz atlatılamadı. Dünya 2008 öncesi küresel ticaret hacmine hala ulaşamadı. Bu krizin büyüklüğünü sosyal ve siyasal sonuçlarıyla da görüyoruz. Son yıllarda yaşanan Arap baharı, Kuzey Afrika’daki sosyal ve siyasal hareketler, iç savaşlar, Suriye’den Yemen’e kadar yaşananlar. Tüm bunların arkasında 2008 küresel finans krizinin rolü vardır. Gerek bu bölgelere yakınlığından dolayı, gerekse bu bölgelere olan büyük ticaretinden dolayı Türkiye bu yangınların arasında kalmıştır. Ekonomimiz ciddi zarar görmüştür. Sadece bu bölgelere olan ihracatımız değil, aynı zamanda pazarlarımıza giden yollar da zarar görmüştür. Her şeye rağmen Türkiye makro bütçe yapısından taviz vermemiş ve bu sınavı Avrupa’nın iflas ilan eden devletleri göz önünde tutulduğunda iyi vermiştir. Ve unutulmaması gereken bir şey var ki, eğer Türkiye 2008 krizini birçok gelişmiş ülkeye göre daha kolay atlatabildiyse ve sosyal, siyasal ve ekonomik istikrarını sağlayabildiyse bunun arkasında özel sektörün ekonomiye verdiği güç vardır. Eğer özel sektörün, KOBİ’lerin dünya ile rekabet eden o gücü olmasaydı bu kriz atlatılamazdı. İşte bundan dolayı güçlenen bir memur devlet değil, güçlenen bir girişimci devlet, özel sektörün çok güçlü olduğu bir Türkiye, ekonomisiyle de demokrasisiyle de dünyanın ilk 10 ülkesi içinde olacaktır. Vizyon bu olmalıdır.”

    İş dünyası olarak kendilerinin gerçekçi bir camia olduğunu belirten Aşut, “Bardağın yarısı bizim için hep doludur. Yani, umudumuzu asla kaybetmeyiz. Ama bardağın yarısının boş olduğu gerçeğini de asla unutmayız. Bundan dolayı zaman zaman gündeme getirdiğimiz eleştiriler bir umutsuzluk veya karamsarlık oluşturma çabası değil, aksine sorunlarımızı görüp tedbir alma çabasıdır. Biz kendimize, kentimize, devletimize ve milletimize güveniyoruz. Tüm bunları yapabilecek gücümüz olduğunu bildiğimiz için bunları söylüyoruz. Yeter ki sanal gündemlerden sıyrılıp, kendi gerçek gündemlerimize odaklanalım. Yeter ki 29 Ekimlerin, 15 Temmuzların ruhunu yaşatalım ve birlik olalım, tek yürek olalım” ifadelerini kullandı.

  • (Özel Haber) MTSO Başkanı Aşut: “Narenciye sektöründe hareket bu sabah itibariyle başladı”

    Mersin Ticaret ve sanayi Odası (MTSO) Yönetim Kurulu Başkanı Şerafettin Aşut, Rusya lideri Vladimir Putin’in, narenciye ve yaş sebzeye yönelik kısıtlamaları kaldırdıklarını açıklamasıyla birlikte hem üreticinin hem ihracatçının çok sevindiğini belirterek, özellikle narenciye sektöründe bu sabahtan itibaren hareketliliğin başladığını söyledi.

    Rusya Devlet Başkanı Putin’in, dünkü Türkiye ziyaretinde narenciye ve yaş sebzeye yönelik yasağın kaldırılması kararını aldıklarını açıklaması, Rusya kriziyle büyük mağduriyet yaşanan narenciye sektöründe sevinçle karşılandı. Putin’in, “Türkiye’den ihraç edilmesi yasaklanan bazı kalemlerin yeniden ihracını açmış bulunuyoruz. Narenciye gibi bazı tarım ürünlerindeki kısıtlamaları kaldırdık” demesi, Türkiye’de hasadına başlanan narenciye ürünlerinin en büyük pazarı olan Rusya kapısının yeniden açılmasıyla hareketlenecek.

    “Putin’in açıklamaları bölgemiz üretici ve ihracatçılarını çok sevindirmiştir”

    Putin’in açıklamaları ve Rusya pazarının yeniden açılması konusunu İHA muhabirine değerlendiren MTSO Başkanı Şerafettin Aşut, narenciyenin, Çukurova bölgesinin omurga ve ihracata ayna ürünü olduğunu vurguladı. “Bu noktada en güçlü pazarımız ise Rusya idi” diyen Aşut, Rusya ile yaşanan kriz ve narenciye ihracatının bitmesinin, sektörde hem üreticiyi hem ihracatçıyı, depocuyu, paketlemeciyi domino taşı gibi olumsuz etkilediğini kaydetti.

    Aşut, “Rusya ile normalleşen ilişkiler ve Putin’in Türkiye ziyaretinde narenciye ile ilgili yaptığı olumlu açıklama, bölgemiz üretici ve ihracatçılarını çok sevindirmiştir. Rusya-Türkiye krizi öncesinde paketleme firmalarına bölgemizden günde 3 bin araç narenciye naklediliyordu. Yaşanan kriz sonrasında bu rakam günde 200 araca kadar düşmüştü. Rusya-Türkiye arasında normalleşen bu ilişkiler birçok sektörde olduğu gibi narenciyede de eski parlak günlere ulaşacak gibi görünüyor. Mersin, Adana, Hatay hattında canlanma bugünden başladı. En kısa sürede yine günlük 3 bin araç sayısına ulaşılabileceğinin sinyalleri geliyor” dedi.

    “Sektörde hareket bu sabah itibariyle başladı”

    Anlaşmanın özellikle turunçgil ihracatı adına çok önemli bir döneme denk geldiğine işaret eden Aşut, “Belki erkenci çeşit yetiştiren bir kısım çiftçi ürününü iyi fiyattan değerlendirememiş olabilir, ancak Ekim’den Şubat ayına kadar hasat yapacak olan çiftçilerimizin, ki bu narenciyemizin yaklaşık yüzde 70’ine denk geliyor, Rusya pazarını iyi değerlendireceğini tahmin ediyorum. Rusya’ya önemli ihracat yapan firmalarımız 3 aydır sessiz kalırken bu sabahtan itibaren özellikle mandalina ve portakalda Ekim-Kasım ayında kesilecek çeşitler için çiftçilerle mal alımına girme teşebbüsüne başladılar” diye konuştu.

    Sebzede de aynı şekilde tüm Türkiye’de sera ekimleri yapıldığını dile getiren Aşut, yasağın kaldırılmasının onların hasadı adına da önemli bir dönem olarak değerlendirilebileceğini kaydetti.

    “Rusya’nın kapılarını açması iç piyasayı ciddi şekilde rahatlatacak”

    Türkiye’nin, Rusya’nın kapıları kapatması sonrasında yeni pazarlara da yöneldiğini, pazar çeşitlendirmesine gittiğini ifade eden Aşut, ancak halen Rusya’nın, Türkiye için büyük ve önemli bir pazar olduğuna dikkat çekerek, kapılarını açmış olmasının önemli olduğunu söyledi. Aşut, bu gelişmenin, meyve sebze kalemlerinde iç piyasayı ciddi şekilde rahatlatacağının da altını çizdi.

    Bununla birlikte Türkiye’nin önümüzdeki süreçte Rusya kapısı açıldı diye durmaması gerektiği uyarısında da bulunan Aşut, “Uzak pazarlardaki, Asya pazarlarındaki temaslarını, araştırmalarını sürdürmeli. Tek pazara bağımlı kalmanın bedellini ödedik, ders almamız gerek. Şu anda meyve sebzeye tanınan bu imkan birçok sektörü nakliyeden sigortacılığa, beyaz eşyadan inşaata kadar Türkiye geneline dolaylı da olsa yansıyacaktır” ifadelerini kullandı.

  • Başkan Aşut, sanayi üretim endeksi rakamlarını değerlendirdi

    Mersin Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) Başkanı Şerafettin Aşut, Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı Ağustos ayı sanayi üretim endeksi rakamlarının kendilerini sevindirdiğini ifade ederek, “Sanayi üretimi bir önceki yılın aynı ayına göre artış gösterdi. Morale ihtiyacımız vardı ve açıklanan rakamlar hepimizi sevindirdi” dedi.

    Türkiye İstatistik Kurumu Ağustos ayı sanayi üretim endeksini açıkladı. Buna göre mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi bir önceki aya göre yüzde 9,4 artarken, takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi de bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 2,2 artış gösterdi.

    Konuyla ilgili değerlendirme yapan MTSO Başkanı Aşut, rakamların sevindirici olduğunu söyledi. Türkiye’nin ve dünya ekonomisinin sıkıntılı bir süreçten geçtiğini hatırlatan Aşut, “Morale ihtiyacımız vardı. Bu rakamları görmek sevindirici. 2008-2009 küresel finans krizinden sonra dünya ekonomisinde büyük bir daralma yaşandı. Henüz dünya ekonomisi yeni yeni 2008 öncesi ticaret hacmine ulaşmaya çalışıyor. Dev dediğimiz ekonomiler bile bu süreçte küçülmeye gitti. Biz ise bu süreçte sürekli ihracatımızı ve üretim düzeyimizi korumanın dahi büyük bir başarı olduğunu söyledik. Bu dönemde art arda gelen küresel krizler, AB’deki ekonomik sıkıntılar, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki siyasi sıkıntılara rağmen Türkiye büyümeye devam etti. Bunların ötesinde Türkiye’mizin art arda yaşadığı seçim süreçleri ve bunun arkasından yakın zamanda yaşadığımız ülkemiz üzerinde oynanmak istenen darbe girişimi oyununa rağmen ülke olarak hala büyümeye devam ediyorsak bu çok önemli bir başarıdır. Ülkemiz ekonomisinin omurgası olan sanayi üretiminde bırakın durumu korumayı, artış gösterebiliyorsak, bu durum gerçekten ülke ekonomimizin gücünü göstermektedir. Bu anlamda her zaman söylediğimiz gibi ekonomimizin omurgası KOBİ’lerimiz güçlendikçe Türkiye ekonomisi daha da güçlenecektir” diye konuştu.