Etiket: Almayın

  • Safra kesesindeki taşları hafife almayın

    Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Onur Cumbul, safra kesesinde taş olan hastalar incelendiğinde her 100 hastadan bir tanesinde kanser gelişmekte olduğunu belirterek, taş büyüdükçe kanser riskinin arttığını, genel olarak safra kesesinde taş olan hastalarda mutlaka ameliyat önerdiklerini söyledi.

    Konya Hospital Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Onur Cumbul, genel cerrahide önemli yeri olan hastalıklardan bir tanesinin safra kesesi hastalıkları olduğunu belirtti. Safra kesesinin, karaciğere yapışık bir şekilde bulunan, karaciğerin üretmiş olduğu safra sıvısını depolayan ve bu sıvıyı kanalı sayesinde on iki parmak bağırsağına aktaran organ olduğunu dile getiren Op. Dr. Cumbul, “Safra kesesi hastalıklarından en sık görüleni ise, safra kesesi taşlarıdır. Sıklıkla bunlar rastlantısal olarak başka bir şikayeti nedeniyle hastaya yapılmış olan ultrason, MR ve tomografi gibi görüntüleme yöntemleriyle saptanarak kliniğimize hastalar başvurur. Onun harici bazı belirli semptomlara yol açabilmektedir. Bunlar da karın ağrısı, bulantı, kusma, şişkinlik, sırt ağrısı gibi şikayetlerdir. Daha ciddi komplikasyonlar ise safra kesesindeki taşın, safra kanalının ağzına oturması ya da kanalın içine düşerek kanalı tıkamasına bağlı olarak safra kesesinin iltihabı, safra yollarının iltihabı, pankreas bezinin iltihabı ve daha ileri safhalarda safra kesesinin delinmesine yol açabilmektedir. Bu tarz vakalarda mutlaka ameliyat gerekmektedir” şeklinde konuştu.

    Taş büyüdükçe risk artıyor

    Safra kesesinde taş olan hastanın kurulu bir çalar saate benzediğini vurgulayan Op. Dr. Cumbul, “Bu saatin ne zaman çalacağı belli değildir. Birkaç dakika içinde belirtmiş olduğum sıkıntılar, semptomlar oluşabileceği gibi seneler içinde de oluşabilmektedir. Onun haricinde safra kesesinde taş olan hastalar incelendiğinde her 100 hastadan bir tanesinde kanser gelişmektedir. Safra kesesindeki taşın büyüklüğü arttıkça, 3 santimin üzerine çıktıkça bu risk 10 kat kadar yükselmektedir. Yani bu ne demek oluyor? Safra kesesinde 3 santimden büyük taşı olan her 10 hastadan bir tanesinde maalesef kanser gelişmektedir ve safra kesesi kanserlerinin ameliyat olsa dahi gidişatı sıkıntılıdır. Maalesef erken sürede bu hastalar yaşamını kaybetmektedir. Onun için biz genel olarak safra kesesinde taş olan hastalarda mutlaka ameliyat önermekteyiz. Ameliyat da iki farklı yöntemle yapılabilmektedir, açık ve kapalı cerrahi olmak üzere. Uygun olan vakalarda biz kapalı yöntemi tercih ediyoruz. Bunun da sebebi kesinin hem daha küçük olması, hastanın ameliyat sonrası ağrısının daha az olması ve işine çok daha kısa sürede dönmesi nedeniyle kapalı yöntem tercih edilmektedir” ifadelerini kullandı.

  • Safra kesesindeki taşları hafife almayın

    Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Onur Cumbul, safra kesesinde taş olan hastalar incelendiğinde her 100 hastadan bir tanesinde kanser gelişmekte olduğunu belirterek, taş büyüdükçe kanser riskinin arttığını, genel olarak safra kesesinde taş olan hastalarda mutlaka ameliyat önerdiklerini söyledi.

    Konya Hospital Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Onur Cumbul, genel cerrahide önemli yeri olan hastalıklardan bir tanesinin safra kesesi hastalıkları olduğunu belirtti. Safra kesesinin, karaciğere yapışık bir şekilde bulunan, karaciğerin üretmiş olduğu safra sıvısını depolayan ve bu sıvıyı kanalı sayesinde on iki parmak bağırsağına aktaran organ olduğunu dile getiren Op. Dr. Cumbul, “Safra kesesi hastalıklarından en sık görüleni ise, safra kesesi taşlarıdır. Sıklıkla bunlar rastlantısal olarak başka bir şikayeti nedeniyle hastaya yapılmış olan ultrason, MR ve tomografi gibi görüntüleme yöntemleriyle saptanarak kliniğimize hastalar başvurur. Onun harici bazı belirli semptomlara yol açabilmektedir. Bunlar da karın ağrısı, bulantı, kusma, şişkinlik, sırt ağrısı gibi şikayetlerdir. Daha ciddi komplikasyonlar ise safra kesesindeki taşın, safra kanalının ağzına oturması ya da kanalın içine düşerek kanalı tıkamasına bağlı olarak safra kesesinin iltihabı, safra yollarının iltihabı, pankreas bezinin iltihabı ve daha ileri safhalarda safra kesesinin delinmesine yol açabilmektedir. Bu tarz vakalarda mutlaka ameliyat gerekmektedir” şeklinde konuştu.

    Taş büyüdükçe risk artıyor

    Safra kesesinde taş olan hastanın kurulu bir çalar saate benzediğini vurgulayan Op. Dr. Cumbul, “Bu saatin ne zaman çalacağı belli değildir. Birkaç dakika içinde belirtmiş olduğum sıkıntılar, semptomlar oluşabileceği gibi seneler içinde de oluşabilmektedir. Onun haricinde safra kesesinde taş olan hastalar incelendiğinde her 100 hastadan bir tanesinde kanser gelişmektedir. Safra kesesindeki taşın büyüklüğü arttıkça, 3 santimin üzerine çıktıkça bu risk 10 kat kadar yükselmektedir. Yani bu ne demek oluyor? Safra kesesinde 3 santimden büyük taşı olan her 10 hastadan bir tanesinde maalesef kanser gelişmektedir ve safra kesesi kanserlerinin ameliyat olsa dahi gidişatı sıkıntılıdır. Maalesef erken sürede bu hastalar yaşamını kaybetmektedir. Onun için biz genel olarak safra kesesinde taş olan hastalarda mutlaka ameliyat önermekteyiz. Ameliyat da iki farklı yöntemle yapılabilmektedir, açık ve kapalı cerrahi olmak üzere. Uygun olan vakalarda biz kapalı yöntemi tercih ediyoruz. Bunun da sebebi kesinin hem daha küçük olması, hastanın ameliyat sonrası ağrısının daha az olması ve işine çok daha kısa sürede dönmesi nedeniyle kapalı yöntem tercih edilmektedir” ifadelerini kullandı.

  • Prematüre bebeğiniz ilk aşısını olana kadar odasına ziyaretçi almayın

    Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Alper Özkılıç, prematüre bebeklerin hastalıklara karşı direncinin daha az olduğunu belirterek, ilk aşıları oluncaya kadar bebek odasına ziyaretçi alınmaması gerektiğini söyledi.

    Prematüre bebeğin hastaneden eve gitmeye hazır olduğu sırada çoğu ebeveyn, işin en büyük bölümünü atlattıklarını düşünebilir. Ama prematüre bebeğin evde bakımı da oldukça önemli. Medicana Bahçelievler Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Alper Özkılıç prematüre bebeklerin bakımının önemini vurguladı.

    Bebeğin kilo artışı ve beslenmesiyle ilgili endişelerin genellikle bebeğin emzirilerek mi yoksa mamayla mı besleneceği konusu olduğunu kaydeden Dr. Özkılıç, “Emziren anne, vücut depolarını korumak zorundadır. Bu nedenle annenin bünyesi güçlü olmalı ve bebeğe istediğinde gerekli beslenmeyi sağlayabilmelidir. Bazı prematüre bebekler bir süre daha burunlarından geçen bir boruyla beslenmek zorunda olabilir. Bazı prematüre bebekler eve gittiklerinde oksijene ihtiyaç duyabilir. Solunumlarının durmaması açısından sık sık izlenmeleri gerekir. Bu durum evde oksijen tüpü, gerekli hortumlar ve diğer özel donanımın bulundurulması anlamına gelir” dedi.

    Oda tercihen güneş almalı ve kapısı açık kalmalı

    Bebeğin odasının temiz ve düzenli olmasına vurgu yapan Dr. Özkılıç, “Oda tercihen güneş almalı ve kapısı açık kalmalı. Oda ısısı 26 dereceye ayarlanmalı, zamanla bebek büyüdükçe 22-24 dereceye düşürülebilir. Her gün en az 15 dakika havalandırılmalı, bu esnada bebek başka odaya alınmalı” dedi.

    Prematüre bebekler ışık ve sesten çok çabuk etkileniyor

    Dr. Özkılıç: “Prematüre bebekler uykuya meyillidirler; ancak uyaranlara da zamanında doğan bebeklere göre daha hassastırlar. Dokunulduğunda herhangi bir işlemde çabuk huzursuz olurlar. Işıktan ve gürültüden çabuk etkilenirler. Büyüme hormonu uykuda salgılandığı için bebeğinizin yeterli uyuması için gerekli ortamı sağlayınız. Bebeğinizin bulunduğu ortamda aşırı ışık, ses ve gürültü olmamasına özen gösteriniz. Gündüzleri odasında onu rahatlatacak alçak sesli bir müzik çalabilirsiniz. Beslenme çok uzarsa yorulup uykuya dalabilirler. Belli bir sürede beslenme işini bitirmelisiniz” diye konuştu.

    Prematüre bebeklerde anne sütü güçlendiricisi kullanılabilir

    Prematüre bebeğin günde ortalama 15-30 gram aldığı bilgisini veren Dr. Özkılıç, “Bebeğin kilo alımında sorun yok ise ilk başlarda günde birkaç kez, sonrasındaysa daha sık emzirilmelidir. Unutmayın, her beslenme sonrası gaz çıkarmak bebeği rahatlatacaktır. Anne sütü ile beslenen bebeklerde anne sütü güçlendiricisi olarak bilinen eoprotin adlı bir mama kullanılabilir. Sütünüzü günde 3 kez 30 cc kadar sağınız. İçerisine 1 ölçek eoprotin ekleyerek; bebeğiniz 4 kg oluncaya kadar kaşıkla bebeğinize verebilirsiniz. Bebeğiniz pramatüre maması alıyorsa eoprotin kullanmanıza gerek yoktur” diye bilgilendirdi.

    Prematüre bebeğin giydirilmesinde bu önerilere dikkat

    Hipoterminin önlenmesi için prematüre bebeğin giydirilmesinin son derece önemli olduğunu söyleyen Dr. Özkılıç, “İlk etapta kıyafetleri normal bebeklere oranla iki kat daha kalın olabilir. Kıyafetlerini seçimini pamuklu, kolay giydirilebilen, yumuşak, az dikişli olanlardan yana yapılmalı. Kıyafetlerin etiketleri kesilmeli ve bebek deterjanı (Sabun tozu) ile yıkanmalı. Ayrıca, kullanılacak yatak çarşafı ve battaniyeleri de tüysüz, kolay yıkanabilir ve mutlaka ütülü olmalı. Hastaneden taburcu olduktan sonra ev ortamındaki ilk günlerde bebeğin vücut ısısını günde birkaç kez derece ile ölçerek bebeğe hangi kıyafetin giydirilebileceği de kolaylıkla seçilebilir” şeklinde konuştu.

    Prematüre bebeklerde yatış pozisyonuna bağlı apne oluşabiliyor

    Dr. Özkılıç, “Ani bebek ölümünü önlemek için evde yüzüstü ya da yan yatış pozisyonlarından kaçınılmalıdır. Evde ya da araba koltuğunda, bebeğin yatış pozisyonu ile ilgili dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da başın öne gelmesi önlenmelidir. Baş öne geldiğinde, prematüre bebekler kolayca apneye girerler. Diğer yandan özellikle beslenme sonrasında, baş ve gövdenin belden itibaren 30-45 derecelik bir eğimle yükseltilmesi, reflü ve kusmayı önler. Bunun için bebeğin yatağının altına bu eğimi sağlayacak yükselticiler konulabilir” dedi.

    6 aydan büyük prematüre bebeklere grip sezonunda grip sezonunda aşı yapılmalı

    Dr. Özkılıç, “2 kilonun üzerinde doğmuş bebekler zamanında doğan bebeklerle aynı aylarda aşılanır. Örneğin, zamanında doğmuş 2 aylık bir bebeğe hangi aşılar yapılıyorsa sizin bebeğinize de doğduktan 2 ay sonra aynı aşılar yapılacaktır. 2 kilonun altıda doğan bebeklere aşı yapılması 2 kg oluncaya kadar ertelenmelidir. Yalnız anne hepatit B taşıyıcısı ise kiloya bakılmaksızın bebeğe doğar doğmaz hepatit B aşısı yapılmalıdır. Çok küçük prematürelere özellikle 28. gebelik haftasının altında doğan ve 1,5 kg altında kilosu alan bebeklere RSV aşısı (Synagis) sonbahar ve kış ayları süresince her ay bir kez yapılmalı. Bu aşı RSV mikrobuna bağlı bronşiolitis ve zatürre geçirmesini engelleyebilir. 6 aydan büyük prematüre bebeklere ve ailelerine grip sezonu boyunca grip aşısı yapılmalıdır” şeklinde konuştu.

    Prematüre bebeklerin hastalıklara karşı direncinin daha az olduğunu vurgulayan Dr. Özkılıç, ilk aşıları oluncaya kadar bebek odasına ziyaretçi alınmaması konusunda uyardı.

    Dr. Özkılıç, “Anne, baba ve bakıcı dışında bebeğinizi kimsenin kucağına vermeyiniz. Eve ziyarete gelen insanlarda hastalık olmadığından emin olmalısınız” dedi.

  • Uzmanlardan anne adaylarına uyarı: Gribi sakın hafife almayın

    Uzmanlar, mevsim geçişlerinde daha sık görülen gribal enfeksiyonların, günlük hayatımızı zora sokan hastalıkların başında geldiğini bu dönemde hamilelerin daha dikkatli olmalarını istedi. Aydın Liva hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Elif Pelin Özün Özbay, özellikle anne adaylarının gribi hafife almamasını istedi.

    Özellikle havası daha sık değişen Aydın’da yaşayanların senede en az bir kez bu bulaşıcı hastalığa yakalandığını belirten Dr. Elif Pelin Özün Özbay, “Genellikle ayakta atlatılan ve klasik tabiri ile ‘ilaç ile 1 haftada ilaçsız 7 günde geçer’ denilen bu hastalığın sebebi ise İnfluenza virüsü. Temas ve solunum yolu ile kolayca bulaşabilen bu virüs 1- 4 gün içinde hastalığa dönüşebiliyor. Özellikle mevsim geçişlerinde risk oluşturan bu hastalığın, gebeler için daha riskli olduğu için önlem alınmalıdır” dedi.

    “Gribi hafife almayın”

    Dünyada her yıl yaklaşık 3 ila 5 milyon kadar ciddi grip vakası bildirildiğini ve bunlardan 500 ila 600 bin kadar kişide solunum yolu enfeksiyonlarına bağlı ölümler meydana geldiğini kaydeden Dr. Özbay, “Özellikle riskli gruplarda daha dikkatli olmalıdır. Riskli gruplar arasında bağışıklık sisteminde sorun olanlar, gebeler, kronik ilaç kullanan kişiler, çocuklar da yer alıyor. Gebelik, başlı başına özel bir durum ve her şeyden önce iki can söz konusudur. Ayrıca gebeliğin getirdiği birtakım bağışıklık sorunları da var. O nedenle gebeler gribe karşı daha dikkatli olmalıdır. Bu nedenle gebelerin kişisel hijyene azami riayet etmesinin yanında doğal ve dengeli beslenmesi enfeksiyon yakalanmamak için çok önemlidir” dedi.

  • Romatoid artiriti hafife almayın

    Romatoloji Uzmanı Doç. Dr. Hasan Ulusoy, halk arasında “iltihaplı romatizma” olarak bilinen “romatoid artriti” tamamen ortadan kaldıracak bir tedavinin olmadığını ancak tedaviler sayesinde semptomların azaldığını söyledi.

    Romatoid artrit, öncelikle küçük eklemlerin (el eklemleri, el bileği ve ayak eklemleri) tutulduğu, kronik, yani 6 haftadan uzun süreli seyir gösteren ve tuttuğu eklemde sakatlığa neden olan bir eklem hastalığıdır. Hastalık aynı zamanda; akciğer, böbrek, cilt, sinir sistemi gibi birçok organ ile sistemi de tutabiliyor ve hasara neden olabiliyor. Romatoid artrite neyin sebep olduğu tam olarak bilinmiyor. Ancak kişinin genetik yapısı, sigara ve geçirilen bazı enfeksiyonlar gibi çeşitli çevresel faktörlerin buna yol açabileceği düşünülüyor.

    Her 100 kişiden birinde hayatının bir döneminde görülen romatoid artrit, kadınlarda, erkeklere nazaran 3 kat daha fazla ortaya çıkıyor. Bunda hormonal faktörlerin rolü olduğu düşünülüyor. Neyse ki erken tanı ve uygun tedaviler sayesinde eklemde gelişebilecek hasarı ve sakatlığı engellemek mümkün olabiliyor. Bu nedenle öncelikle hastalığın belirtilerini bilmek ve zamanında hekime başvurmak büyük önem taşıyor.

    Medicana Samsun Hastanesi Romatoloji Bölümünden Doç. Dr. Hasan Ulusoy, romatoid artritin neden olduğu ciddi sağlık sorunlarına değindi.

    Ulusoy, “Diğer bazı hastalıklar da romatoid artrit benzeri yakınmalara neden olsa da, eğer aşağıda yer alan şikayetleri yaşıyorsanız, mutlaka bir romatoloji uzmanına başvurmanız öneriliyor. Eklemlerde ağrı ve hassasiyet, romatioid artrit hastalarının en sık karşılaştıkları yakınmaları oluşturuyor. Romatioid artrit ağrısı, her 2 el eklemlerini, el bileklerini veya ayak eklemlerini simetrik olarak etkiliyor ve 6 haftadan daha uzun sürüyor. Sabahları yarım saatten daha uzun süren eklemlerdeki katılık (tutukluk) hissi, çok sık karşılaşılan diğer bir şikayet. Bazen bu diğer hastalıklarda da görülebilse de eğer sabah tutulduğunuz yarım saatten uzun sürüyorsa bir romatoloji uzmanına danışmanız gerekiyor. Romatoid artitte oluşan iltihaba bağlı olarak; el bilekleri, küçük el veya ayak eklemlerinde şişlikler oluşuyor. Bu şişlikler hem eklem aralığında sıvı birikmesine, hem de eklemdeki iltihaba bağlı ödem nedeniyle gelişiyor. Bu sıvı, diz ve ayak bileklerinde de görülebiliyor. Kronik (müzmin/uzun süreli) hastalıklar, yorgunluk ve bitkinlik hissine neden olabiliyorlar. Ancak romatoid artrit nedeniyle gelişen yorgunluk çok fazla oluyor ve genelde hastaları doktora götüren önemli bir yakınmayı oluşturuyor. Romatoid artit tedavi edilmezse eklemlerde hareket ve işlev kaybına yol açıyor. Ancak, doğru tedavi ve teşhis sayesinde bu hastalar normal bir hayat kalitesi yakalayabiliyor” dedi.

    Erken tanı ve tedavi sakatlığı önlüyor

    Romatoid artritin tedavi edilmediğinde, her bir alevlenmeyle, eklemde hasar geliştiğini belirten Dr. Hasan Ulusoy, “Bu hasarın gelişme süresi ve şiddeti kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Sonuçta, eklemde hareket kısıtlılığıyla giden sakatlığa yol açıyor. Romatoid artrite bağlı eklemlerdeki sakatlıklar, genellikle ilk 2 yılında geliştiği için, hastalığın erken dönemde tanınması ve kontrol altına alınması çok önemli. Hastalığa bağlı organ tutulumları ise genellikle ilk 5 yılda belirti veriyor. Bu nedenle hastaların sadece eklemleriyle değil, tüm sistemleriyle ayrıntılı değerlendirilmeleri gerekiyor. Romatoid artriti tamamen ortadan kaldıracak bir tedavi yok. Ancak tedaviler sayesinde semptomlar azalıyor ve sakatlık büyük oranda önlenebiliyor. Uygun şekilde tedavi edilmezse romatoid artrit (RA) yaşam tarzı bozukluklarından şiddetli eklem hasarı ve sakatlık durumlarına kadar gidebilen, giderek kötüleşen problemlere neden olacaktır. RA ağrısı, hastaları gece boyunca birkaç kez uyandırıp tam olarak dinlenmelerini engelleyebilir. Ayrıca bazı RA ilaçları da uykusuzluğa yol açabilir. (Kortizonlu ilaçlar). RA ve neden olduğu yaşam tarzı değişiklikleri stres, kendine güven kaybı, çaresizlik duyguları ve hatta klinik depresyon ve anksiyete bozukluklarına yol açabilir. Eklem hasarı ve ağrı çalışmanızı, giyinmenizi, bilgisayar kullanımınızı ve gündelik işleri yapmanızı önleyebilir. Bir çalışma RA durumu olan kadınların yüzde yirmi beşinden fazlasının tanı konduktan sonra dört yıl içinde çalışmayı bıraktıklarını bulmuştur” diye konuştu.

    Doç. Dr. Hasan Ulusoy, hastalık hakkında şu bilgileri verdi:

    “Anemi vücutta alyuvarların seviyesinin düşüklüğüdür. Yorgunluk, halsizlik ve baş dönmesine neden olur. RA’nın neden olduğu yaygın enflamasyon vücudun alyuvar üretimini etkileyip RA hastalarında anemiyi çok sık hale getirir, hastaların yüzde 60 kadarı anemiktir. Romatoid akciğer RA hastalarında görülebilen bir grup akciğer hastalığı anlamına gelir: plevral efüzyonlar (göğüs boşluğunda sıvı), pulmoner fibrosis (akciğerlerde sertleşme), akciğerlerde nodüller (doku kitleleri) gelişmesi ve pulmoner hipertansiyon (akciğerlerde yüksek kan basıncı). Romatoid akciğer belirtileri arasında nefes darlığı, göğüs ağrısı ve uzun süreli öksürük vardır. RA bazen eklemler dışında kalp kasında ve kalp zarında da enflamasyona neden olur. Hem perikardit (kalbi çevreleyen membranın enflamasyonu) hem myokardit (kalp kasının enflamasyonu) ciddi seyrederek kalp yetmezliğine neden olabilir. RA enflamasyonu devam ettikçe eklemlerdeki kıkırdak ve kemiği hasara uğratır. Bu durum şekil bozukluklarına ve hareket kaybına yol açar. Şiddetli durumlarda kemikler birbiriyle birleşip eklemi hareketsiz hale getirebilirler. Bu hasar kalıcıdır ve bir kere oluştuktan sonra ilaçlarla geri döndürülemez. Sjögren sendromu sıklıkla RA ile ilişkili olan ve iltihabın tükrük ve gözyaşı bezleri gibi nem oluşturan bezleri imha ettiği otoimmün bir hastalıktır. Kuru göz ve ağız bulgularıyla karakterizedir, bunlar yutma ve konuşmayla ilgili problemlere yol açabilir. Osteoporoz kemik erimesi olarak bilinen ve kırık riskini arttıran bir durumdur. Hem tedavide kullanılan kortizonlu ilaçlar, hem hastalıkta oluşan iltihabın kendisi, hem de hareketsizlik osteoporoza neden olan faktörlerdir. Kalsiyum ve vitamin D açısından zengin bir diyet (veya doktor önerirse kalsiyum ve vitamin D takviyeleri almak) osteoporozu önlemeye yardımcı olabilir. Düzenli egzersiz ve yürüyüşte kemik erimesini engellemede mutlaka yapılması gereken aktivitelerdir.”