Etiket: Almalı

  • Vali Coşkun: “Kadınlarımız üretimin her alanında yer almalı”

    Osmaniye Valisi Ömer Faruk Coşkun, SODES (Sosyal Destek Programı) kapsamında uygulanan ‘Gül Kokulu Eller’ projesinin Değirmenocağı köyündeki uygulama alanını ziyaret etti.

    Kursiyerlere gül takdim eden Vali Coşkun daha sonra Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü İbrahim Sağlam’dan projeler hakkında bilgi aldı.

    İl Müdürü Sağlam, biri SODES projesi olan ’Gül Kokulu Eller’, diğeri ise Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının İl Özel projeleri çerçevesinde uygulamaya konulan Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü tarafından çalışmaları başlatılan ’Gül Bahçesinde Yeşeren Umutlar’ olmak üzere iki projenin uygulandığını ifade etti. ’Gül Kokulu Eller’ projesi kapsamında kursiyerlere 144 saat süreli gül yetiştiriciliği eğitimi verildiğini belirten Sağlam, ’Gül Bahçesinde Yeşeren Umutlar’ projesinde ise 2 kurs planlandığını, şu an birinci grubun eğitimlerinin devam ettiğini kaydetti.

    Ziyaretinin devamında projenin uygulama alanı olan 500 metrekarelik gül serasında incelemelerde bulunan Vali Coşkun, gül fidanı dikerek fidana can suyunu verdi. Daha sonra kursiyerlerle bir araya gelerek bir süre sohbet eden Vali Ömer Faruk Coşkun, burada yaptığı konuşmada, “Bugün ’Gül Kokulu Eller’ ve ’Gül Bahçesinde Yeşeren Umutlar’ isimli projelerimizin Değirmenocağı köyümüzdeki uygulama alanlarını ve kursiyerlerimizi ziyaret etmek üzere buradayız. Değirmenocağı ve çevre köylerimizden yaklaşık 100 kadınımız bu projeler kapsamında kurs alıyor ve gül yetiştiriciliğinin tekniklerini öğreniyorlar. Bundan sonraki süreçte kursiyerlerimiz gül üretiminde ve pazarlamasında bilfiil işin içerisinde olacaklar ve kendi kazançlarını sağlayacaklar. Bu sayede kendi bütçelerine önemli bir katkıda bulunacaklarına inanıyorum. Kadınlarımızın üretimin her alanında yer almaları gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle de projede yer alan kadınlarımızı tebrik ediyorum” diye konuştu.

    Vali Coşkun, ziyareti sırasında orada bulunan çevre köylerin muhtarları ile de bir süre sohbet etti. Ziyaret sonunda, kursiyerler ve muhtarlar Vali Coşkun’a ziyareti nedeniyle teşekkür ettiler.

    Vali Coşkun’un ziyaretinde Vali Yardımcısı Huriye Küpeli Kan ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü İbrahim Sağlam da yer aldı.

  • İpek: “Mersin, turizm gelirinden hak ettiği payı almalı”

    MESİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Hasan Hüseyin İpek, Türkiye’nin turizm gelirlerinin arttığını, ancak Mersin’in bu gelirden hak ettiği payı alamadığını belirtti. Mersin’in ciddi bir turizm potansiyeline sahip olduğunu belirten İpek, şehrin birçok alanda turizm kenti haline gelebileceğinin altını çizdi.

    Başkan İpek, yaptığı yazılı açıklamayla Mersin’in turizm potansiyelini ve beklentileri değerlendirdi. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yılın üçüncü çeyreğine ilişkin turizm gelirleri verilerine göre, Türkiye’nin turizm gelirlerinin geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 37,6 artarak 11,39 milyar dolara çıktığını ifade eden İpek, “Bu gelirin yüzde 77’si yabancı ziyaretçilerden, yüzde 23’ü de yurt dışında ikamet eden vatandaş ziyaretçilerden elde edildi. Tabloya baktığımızda Rusya ile yaşanan krizlerin turizme yansımamış olması oldukça sevindirici. Korkulanın aksine turizm gelirinde ciddi bir artış söz konusu. Ancak, Türkiye’nin turizm geliri giderek artarken Mersin’in bu gelirden hak ettiği payı alamaması Mersin kenti için oldukça üzücü bir durum” dedi.

    “Mersin’i spor ve sağlık turizmi açısından önemli bir noktaya getirebiliriz”

    İklimsel şartların ve mevcut tesislerin sporcular için kamp yapmaya müsait olduğunu ifade eden İpek, Mersin’in sağlık turizmi alanında da önemli bir kent haline gelebileceğini kaydetti. İpek, “Mersin’in ciddi bir turizm potansiyeli var. Örneğin iklim şartları, spor kulüpleri açısından yaz kış kamp yapmaya müsait. Bu avantajımızı yurtiçi ve yurtdışındaki sporcuları burada kamp yapmalarını sağlamak için kullanabiliriz. 2013 Akdeniz Oyunları’nın kentimizde düzenlenmesi sebebiyle birçok spor tesisi yapıldı. Yapılan tesislerin çoğu şu an atıl durumdalar. Tesisleri çürümeye terk etmek yerine, Mersin’de spor organizasyonları düzenleyip burayı bir spor turizmi kenti haline getirebiliriz. Yine Türkiye’nin ilk Şehir Hastanesi Mersin’de yapıldı. Bu da Mersin için önemli bir kazanımdır. Bu konuda Ortadoğu’yu hedef alarak yapılacak olan tanıtımlar ile Mersin’i sağlık turizmi açısından da iyi bir noktaya getirebiliriz” ifadelerini kullandı.

    “Mersin, hem yaz hem de kış turizmi için önemli bir merkez”

    Mersin’in hem yaz hem de kış turizmi açısından önemli bir merkez olduğunu vurgulayan İpek, çalışmaları süren projelerin bir an önce tamamlanması ve yatırımların bu yönde olması gerektiğine dikkat çekti. Mersin’in, Türkiye’nin en uzun sahil şeritlerinden birine sahip olduğunu dile getiren İpek, şöyle devam etti: “Mersin’in Antalya, Muğla gibi turizmin önemli kentleri arasında olmaması için hiçbir sebep yok. Mersin ve Antalya’yı birbirine bağlayan 12 saatlik yol, Akdeniz Sahil Yolu projesi ile 4 saate düşecek. Yatırımları buraya yönlendirerek Mersin’i yaz turizminde önemli bir kent haline getirebiliriz. Mersin sadece yaz turizmi değil, kış turizmi açısından da önemli bir merkez. Tarsus ilçemizin Gülek Beldesi’nde bulunan Karboğazı Turizm Merkezi’nin çalışmaları sürüyor. Karboğazı Turizm Merkezi sayesinde yerli ve yabancı turistler isterlerse denizden çıkıp yaklaşık 1,5 saat içinde bin 800 metre rakımdaki Karboğazı’na ulaşıp kayak yapabilme olanağına sahip olacaklar. Tarihi bir mekan olan ve kış turizmi de yapılabilen Karboğazı Turizm Merkezi Projesi bir an önce tamamlanmalı ve Mersin’in ekonomik ve sosyal gelişimine katkı sağlanmalıdır.”

  • Prof. Dr. Ahunbay: “Mimarlar sorumluluk almalı”

    Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, “Mimarlar sadece kendi ülkelerindeki tarihi ve kültürel mirasın korunması ve restorasyonundan sorumlu değil, diğer ülkelerde bu yöndeki çalışmalara da alaka gösterip sorumluluk almalı” dedi.

    İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, 18 Nisan Dünya Miras Günü kutlamaları kapsamında tarihi çevre koruma bilincini güçlendirme amaçlı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Öğrenci Konseyi ve Mimar ve Mühendisler Grubu Samsun Şubesi’nin destekleriyle düzenlenen “Tarihî Çevre Koruma Eğitimi ve Uygulamaları” konulu seminerin konuğu oldu.

    OMÜ Güzel Sanatlar Kampüsü OMÜ Sahnesi Konferans Salonu’ndaki seminere; Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Derya Oktay, akademisyenler ve öğrenciler katıldı. Seminerin açılış konuşmasını OMÜ Öğrenci Konseyi Başkanı Muhsin Oğul yaptı. Konsey Başkanı Oğul zengin bir tarihî mirasa sahip olan ülkemizin her alanda olduğu gibi mimarlıkta da her zaman kendisini dünyaya kabul ettirdiğini söyledi. Muhsin Oğul, birçok farklı medeniyete ev sahipliği yapmış olan Türkiye’nin hem Doğu hem de Batı medeniyetini içerisinde barındırdığını ve Asya ile Avrupa arasındaki köprü işleviyle mimari çeşitliliği bünyesinde sürekli taşıdığını vurgulayarak, “Yarının mimarları olacak arkadaşlarımızın şunu unutmaması gerekiyor: Şehirlerin mimarisi de insan mimarisi gibidir. Nasıl ki bir insanın mimarisi onun edebi, saygısı ve sevgisi ise bir şehrin mimarisi de onun için bir sevgi, bir adaptır. Üstat Mimar Sinan’ın şu sözünü de hatırlamak gerekiyor: İnsan eğer bir şey yapacaksa gönülden yapmalıdır ki, o çınarlar açsın, o çınarlar ki, hedeflerine ulaşsın. Nihayetinde de o gönüller huzurla dolsun” diye konuştu.

    Sonrasında konuşan Samsun Rölöve ve Anıtlar Bölge Müdürü Ali Sarıalioğlu da bugünkü etkinliğin bir anlamda medeniyetimize ve bu medeniyete katkıda bulunanlara saygı nitelediği taşıdığını belirtti. Konuşmasında Samsun Rölöve ve Anıtlar Bölge Müdürlüğü olarak Karadeniz’de önemli ve kayda değer çalışmalara imza attıklarını vurgulayan Sarıalioğlu bu bağlamda da bütün mimarlık ve inşaat mühendisi öğrencileriyle bilgi paylaşımına hazır olduklarını söyledi.

    Ardından söz alan OMÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Derya Oktay ise seminerin temel amacının kültür varlıklarının korunması konusunda farkındalık oluşturmak, toplum bilincinin oluşturulması ve arttırılmasına katkı sağlamak olduğuna işaret etti. Dekan Oktay, 18 Nisan Dünya Miras Günü’nü izleyen haftada böyle bir seminerin düzenlemesinin son derece anlamlı olduğunu da vurgulayarak koruma alanında Türkiye’nin akla gelen ilk isimlerinden Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’ı konuk etmekten son derece mutlu olduklarını dile getirdi.

    “Eğitim programımız bu amaçlar doğrultusunda”

    Henüz 3.5 yıllık bir geçmişi olan Mimarlık Fakültesi olarak geleneksel tarihî çevre, doğal çevre ve sosyal çevrede sorumluluk ve duyarlılık vizyonu çerçevesinde pek çok etkinlik gerçekleştirdiklerine vurgu yapan Dekan Prof. Dr. Oktay bu seminerin de bu vizyonu güçlü bir şekilde destekleyeceğine inandıklarını ifade etti. Dekan Oktay konuşmasının devamında şu sözlere yer verdi: “Ayrıca bu seminerin; yaşadığımız çevrenin ve kentlerin sadece tarihî anlamda değil, sahip olduğu değerlerin sürdürülmesinin öneminin anlaşılması konusunda önemli bir yansıması olacağını düşünüyorum. Bizler bu konudaki hassasiyeti yalnızca bir vizyon açıklaması olarak görmüyoruz. Zira eğitim programımızı bu amaçlar doğrultusunda biçimlendirdik ve içeriğini buna paralel yürütmeye çalışıyoruz. Geleneksel ve ekolojik çevrenin uygulamaya yansıtılması hususunda öğretim kadromuzu zenginleştirmeye özen gösteriyoruz. En büyük hedeflerimizden biri de bu süreci yüksek lisans ve doktora programlarımıza da yansıtabilmek.”

    Konuşmaların ardından programda, Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’ın öz geçmişi ve yaptığı çalışmaları anlatan kısa bir video katılımcılarla paylaşıldı. Türkiye’de kültür mirasının korunmasına yıllarını vermiş Prof. Dr. Zeynep Ahunbay ise, “Samsun çok sevdiğim bir şehir ve birçok anım var. Burada eğitim alan öğrencilerimize kültür varlıklarına farklı bir gözle bakmalarını sağlayabilirsem ne mutlu” diyerek başladığı konuşmasında mimarlık eğitiminde çevrenin çok önemli bir yer tuttuğunu ve beraberinde insani ve sosyal değerlerin bu sürecin diğer unsurları olduğunu belirtti.

    “Geçmiş, günümüz ve gelecek ilişkisi sürekli olmalı”

    “Çağdaş Mimarlık”, “Kültür Varlıklarının Anlamı ve Günümüz Dünyasındaki Yansımaları”, “Geleneksel ve Çağdaş İlişkisi”, “Tarihî Çevrede Yeni Tasarım” gibi seminer başlıklarıyla sunumunu zenginleştiren Prof. Dr. Ahunbay, mimarlığın önemine değinerek “Mimarlık yapıldığı dönemin ifadesidir ve gelişimi süreklidir. Mimarlıkta geçmiş, günümüz ve gelecek ilişkisi sürekli olmalı ve bir bütün olarak ele alınmalıdır” dedi.

    Prof. Dr. Ahunbay konuşmasında değişen ve dönüşen çevreyi anlatırken, “Tarihi yapı ve çevrelerin karakterleri korunmalı, değişen kültürel, sosyal ve ekonomik çevreye uyum sağlamalıdır. Örneğin İstanbul tarihi yarımadasının silueti, yaşanan hummalı yapılaşmadan dolayı giderek bozuluyor ve bu tabloyu üzüntüyle izlemekteyiz. Bu anlamda kentsel planlamada tarihî bölgeler ve dokular gözetilip korunmalı. Çağdaş mimarlıkta günümüz teknik ve malzemeleri kullanılıyor ancak bu yapılar kütle, ölçek, ritim ve görünüşüyle çevreye uyumlu olmalı. Dolayısıyla tarihi ve kültürel çevrenin özgünlüğünü kaybetmemesi için duyarlı olmalı ve bu konuda farkındalık oluşturmalıyız” şeklinde konuştu.

    “Koruma eğitimi disiplinlerarası yürütülmeli”

    Sunumunda yurt dışında, şehrin bütünlüğü ve tarihi anıları canlandırmak adına yapılan çalışmalardan da bahseden Prof. Dr. Ahunbay, “Neleri Koruyoruz?” başlığı altında da tarihi ve görkemli olan, ender ve ilgi çekici yapılar ile anıtsal ve önemli kişilerle ilişkisi olan yapılara örnekler verdi. Ahunbay’ın üzerinde durduğu bir başka konu ise Türkiye’deki dünya miras alanında yer alan yapıtlardı. Bu yapıtlarla ilgili bulundukları faaliyetleri paylaşan Ahunbay koruma eğitiminin, disiplinlerarası bir ekiple yürütüldüğünü ve bu kapsamda şehir planlamacıları, arkeologlar, sanat tarihçileri ve ilgili diğer uzmanlarla bir araya geldiklerine dikkat çekerek konuşmasını şöyle sürdürdü: “Kültürel mirasla ilgili eğitim ve çalışmalar sadece mimarlıkla sınırlandırılamaz. Bu bağlamda kentin diğer dinamikleri ile etkileşime girmek ve bu iş birliğini sürekli hâle getirmek kültürel mirasın korunması ve geleceğe taşınması adına büyük bir önem arz ediyor. Dahası mimarlar sadece kendi ülkelerindeki tarihi ve kültürel mirasın korunması ve restorasyonundan sorumlu değil, diğer ülkelerde bu yöndeki çalışmalara da alaka gösterip sorumluluk almalı.”

    Sunumunda zaman zaman mimarlık lisans düzeyinde yapmış oldukları uygulamalı eğitimleri slaytlar eşliğinde katılımcılarla paylaşan Prof. Dr. Zeynep Ahunbay biz mimarlar “Eğer çalışırsak bizler için çok iş var ve bu iş temposu çok yönlü ve boyutlu. Siz sevgili öğrencilerimizin de bu duyarlılık ve bilinçle çalışmanız gerekiyor” diyerek sunumu bitirdi.

    Öğrencilerden gelen soruları da cevaplayan Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’a Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Derya Oktay adına düzenlenmiş fidan sertifikası verdi.

  • Hamdi Ulukaya: “Gelir adaletsizliğini gidermede iş dünyası sorumluluk almalı”

    47. Dünya Ekonomik Forumu toplantılarına katılan Chobani markasıyla Amerikan gıda pazarında büyük başarı kazanan Türkiyeli girişimci Hamdi Ulukaya, “İs insanlarının daha fazla varlık edinmek yerine çalışanları için daha fazlasını yapması şart. Başarıyı paylasmak ticarette zarar getirmiyor” dedi.

    Chobani markasıyla Amerikan gıda pazarında büyük başarı kazanan Türkiyeli girişimci Hamdi Ulukaya, Davos’ta devam eden 47. Dünya Ekonomik Forumu toplantılarına katıldı. Ulukaya, “Toplumsal Değer Yaratarak Kar Elde Etmek” başlıklı oturumda, Chobani’de gerçekleştirdiği işçilerle hisse paylaşımı da dahil pek çok sıra dışı uygulamayı örnekleriyle aktardı. Bugün gerçekleştirilen oturuma Ulukaya’nın yanı sıra EY Kürsel Başkanı ve CEO’su Mark Weinberger, Tata CEO’su Natarajan Chandrasekaran, Global Innvation Fund CEO’su Alix Zwane ve Proctor & Gamble Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su David Taylor konuşmacı olarak katıldı.

    Davos’ta yaptığı konuşmada gelir dağılımındaki adaletsizliğe dikkat çeken Hamdi Ulukaya, “Kaybedilen fırsatlar yüzünden insanlar büyük öfke ve içerleme yaşıyor. Ailelerini geçindirmeye çalışan milyonlarca insan kendini çaresizliğe terk edilmiş hissediyor. Umutlarını kaybetmiş durumdalar. Bu öfkeyi çok iyi anlıyorum, ben de patronlardan nefret ederek büyüdüm. Çünkü yalnızca kendilerini düşünüyorlardı. İş dünyasının tek derdi kar olmamalı; insanların hayatlarını daha iyiye götürecek gücü var ve bence bu gücü kullanmalı” dedi.

    “Başarı paylaşıldıkça büyür”

    Pek çok insanın şirketleri sorunun bir parçası olarak gördüğünü ve düşmanlık duyduğunu belirten Ulukaya, “Amerikan rüyası kavramını bilirsiniz, insanların en temel arzusunu ifade eder. 19. yüzyılda bu rüya, insanların kendi arazilerine, 20’nci yüzyılda kendi evlerine sahip olabilmesiydi. 21’inci yüzyılda ise Amerikan rüyası, insanların emekleriyle büyümesine yardımcı oldukları şirketlerde hisse edinebilmesi olmalı diye düşünüyorum. Şirketleri var eden insanlar, sıra başarının paylaşılmasına geldiğinde hiçbir bir fırsata sahip olamıyorlar. Oysa ben Chobani deneyiminden şunu öğrendim: ’Basarı paylasıldıkça büyüyor’. Artık daha fazla sirketin her ülkede, tüm çalısanlar için daha iyi ekonomik fırsatlar yaratmasının zamanı geldi” diye konuştu.

    “Başarıyı paylaşmak ticarette zarar getirmiyor”

    Geçtigimiz ilkbaharda Chobani Shares isimli hisse paylasım uygulamasını başlatarak 2 binden fazla çalışanını kar paylasımı yoluyla sirket ortagı yapan Hamdi Ulukaya, sözlerine şöyle devam etti: “Patronlardan nefret eden o çocuga, bu isin baska türlü de olabilecegini kanıtlamak istedim. Bu tür haklar, sanılanın aksine ticari anlamda da zararlı degil faydalı. Çalısanların islerine baglılıgı, is yerinin verimliligi bu sayede artıyor. Şirketlerin insanlara daha fazla ekonomik güvence sağlamasının farklı farklı yolları var. Elbette bizim Chobani’de getirdiğimiz yaklaşım bu işin tek yolu değil ve herkes için en iyi yöntem bu olmayabilir. Ama her şirket, çalışanlar ve toplum için daha fazlasını yapmanın yöntemlerini geliştirmeye uğraşmalı”.

    “Şirketler liderliği üstlenmeli”

    Ulukaya, iş insanlarının daha fazla varlık edinmek yerine şirketlerindeki insanlar için daha fazlası yapması gerektiğini vurgulayarak: “Kurumsal sosyal sorumluluk denen şey, sırf yanına yapıldı işareti konulsun diye yapılmamalı, o günler geride kaldı. Bunu aynen satış, pazarlama ve finans gibi işimizin merkezine almamız gerekiyor. Alın teriyle çalışan insanlara, ailelere, muvaffak olma fırsatı vermek bir tercih değil, bir sorumluluk. ‘Bugüne dek farklı devlet yönetimi türlerini denedik, farklı iktisat kuramlarını denedik. Bir uçtan digerine savrulduk. Ama henüz denemedigimiz bir sey var: Sirketlerin liderlik rolünü üstlenmesi. Buna bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç olduguna inanıyorum”.

  • Erkekler De Meme Kanserini Dikkate Almalı

    Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Sernaz Uzunoğlu, “Erkeklerde yüzde 1 oranında meme kanseri görülüyor. Ancak erkekler meme kanserini kendine yediremeyebiliyor. ’Çarptım’ diyor, ’Düştüm’ diyor, o yüzden ileri seviyelerde görülebiliyor” dedi.

    Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Başhekimlik Toplantı Salonu’nda basın mensuplarıyla bir araya gelen Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Sernaz Uzunoğlu, meme kanserleri konusunda kamuoyunu bilgilendirdi.

    Erkeklerde yüzde 1 oranında meme kanseri görüldüğünü kaydeden Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Uzunoğlu, hastalığın biraz daha agresif gidebildiğini söyledi.

    Meme kanserinde erkeklerin kadınlar kadar farkında olmadığını kaydeden Doç.Dr. Uzunoğlu, “Meme kanserini de kendisine belki yediremiyor, öyle birşey düşünmüyor, ’Düştüm’ diyor, ’Çarptım’ diyor, ’Ondan sonra böyle oldu’ diyor. Biraz daha ileri aşamalarda geliyorlar. Erkeklerde yüzde 1 oranında görüyoruz. Her erkek meme kanseri olanda da BRCA1 ve BRCA2 genini bulmuyoruz. Bu oranlar erkeklerde biraz daha düşük, ama dediğim gibi mesela bir kadın hasta, genç bir hasta meme kanseri oldu, ailesinde çok genç yaşta meme kanseri var. Bu durumda şüphelenebiliyoruz, genetik geçişli meme kanserinden. Erkeklerde de bu geçerli, ailesinde görüldüğünde şüpheleniyoruz” dedi.

    “AİLESİNDE KANSERDEN ÖLEN VAR DİYE HEPSİ GENETİK GEÇİŞLİ DEĞİLDİR”

    Genetik geçişli kanserlerde farkındalık oluşturduklarını kaydeden Doç Dr. Uzunoğlu, “Kanserden korunma, erken tanı yöntemlerinde de halkı bilinçlendirmemiz gerekiyor. Her ailesinde kanser hastası olanlar genetik geçişli olmayabilir. Örneğin ailesinde 10 kişi hayatını kaybetti, ama bunun 3 tanesinin kanserden öldü, ’Genetik geçişli kanser miyim?’ diye bize soruyorlar. Hayır bu aslında normal bir şey çünkü biliyoruz ki kanser, kalp hastalığından sonra ikinci en çok ölüm nedenlerinden. Bu yüzden şüphelenmeye gerek yok. Anneden babadan genetik geçişli kanser türleri sadece yüzde 5- 10’u oluşturuyor” şeklinde konuştu.