Etiket: “AB’ye

  • Bulgaristan Başbakanı Borisov: “Türkiye’nin AB’ye üye olacağı konusunda ikiyüzlülüğü bırakalım”

    Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği konusunda iki yüzlülüğü bırakıp Türkiye ile AB arasında özel bir anlaşma imzalanması gerektiğini söyledi.

    Devlet televizyonunda bir programa katılan Başbakan Borisov, “Türkiye’nin AB’ye üye olacağı konusunda ikiyüzlülüğü bırakalım. En iyisi oturalım ve Türkiye ile AB arasında özel bir anlaşma yapalım“ dedi.

    AB ile Türkiye arasında özel bir anlaşma imzalanması gerektiğini belirten Borisov, 5-6 maddeden olaşacak bu anlaşmaya gümrük kolaylığı dahil edilebileceğini vurguladı. Borisov, ayrıca ülkesine yönelik sığınmacı akınının da kesildiğini hatırlattı.

  • Balıkesir ihracatı AB’ye

    Balıkesir’in 1 Ocak-30 Kasım 2017 tarihleri arasındaki toplam ihracatı 474 milyon 804 bin dolar olarak gerçekleşti.

    Balıkesir bu yıl toplam ihracatının neredeyse yüzde 10’unu 42 milyon 211 bin dolar olarak Almanya’ya yaptı. İtalya’ya yapılan ihracat toplamı ise 30 milyon 899 bin dolar olarak gerçekleşti. Fransa’ya yapılan ihracat ise 11 milyon 528 bin dolar oldu. Sadece 3 Avrupa ülkesi Balıkesir ihracatının yüzde 20’sini gerçekleştirmeyi sağlarken, Hollanda, İsveç ve Bulgaristan ise 5 milyon doların üzerinde ihracat yapılan ülkeler arasına girdi. Balıkesir’in bu ülkelere yaptığı ihracatın önemli bir bölümünü de BASİAD üyeleri gerçekleştirdi.

    BASİAD olarak Balıkesir’in ihracat ağırlığının Avrupa Birliği’ne olduğunu ve bunun artarak devam edeceğine inandıklarını vurgulayan Balıkesir Sanayici ve İş Adamları Derneği (BASİAD) Başkanı Abdullah Bekki, “Değişen küresel şartlar ve AB dinamikleri daha geniş, daha güçlü bir AB ihtiyacına işaret ediyor. Süreç içerisinde gereklilikleri yerine getiren Türkiye ve içte yapısal sorunlarını çözen AB’nin gelecekleri de ortak olmaya devam ediyor. Dönemsel siyasi gerginliklerin aşılması, yapıcı bir söylemin benimsenmesi ve sonuç odaklı eylemlere geçilmesi AB ve Türk iş dünyasının ortak ve öncelikli beklentisidir. Bu doğrultuda yürürlüğe girdiği 1996’dan bu yana karşılıklı olarak kazan-kazan denkleminin önemli bir unsuru olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin güncellenmesi süreci önemli bir ortak zemin oluşturuyor” dedi.

    Bekki konuşmalarının devamında, “AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin, 21. yüzyıl ticaret kurallarına uygun, KOBİ’lerin özel şartlarını göz önünde bulunduracak şekilde güncellenmesi ve hizmetler, kamu alımları ve tarım ürünlerini kapsayacak şekilde genişletilmesi ilişkilerin ihtiyaç duyduğu dinamizmi yeniden yakalaması için önemli bir fırsat olarak görülmelidir” ifadelerine yer verdi.

  • G-20 Zirvesi öncesi AB’ye önemli uyarı

    AB Komisyonu’nun EL-CSID projesi kapsamında Müslüman ülkelerle diplomatik ilişkilerden sorumlu yetkilisi Doç. Dr. Naciye Selin Şenocak, G-20 zirvesi öncesi AB Komisyonu’na dikkat çekici bir rapor sundu.

    Doç. Dr. Naciye Selin Şenocak’ın sunduğu raporda, Müslümanların temsil sorununu çözümlenmedikçe İslamiyet’in terörle anılmaya devam edeceği ve Türkiye’nin bu konuda önemli bir rol oynayabileceği ifade edildi.

    Raporla ilgili açıklamalarda bulunan Doç. Dr. Naciye Selin Şenocak “Son yıllarda üst üste gerçekleşen terör saldırıları karşısında AB terörle mücadele konusunda ciddi somut çalışmalar başlattı. Avrupa İslamiyeti Batı Medeniyeti’ne daima tehdit olarak gördü. Müslümanları ’içimizdeki düşman’ olarak görerek ayrıştılar. Bu çerçevede AB Komisyonu’na Avrupa’da yaşayan müslüman gençlerin radikalleşmesinin önlenmesi ve topluma kazandırılması konusunda kamu diplomasisi ve kültürler arasında anlayış prensipleri çerçevesinde bir değerlendirmede bulundum” dedi.

    “İslam ülkeleri Türkiye çatısı altında bir araya gelebilir”

    İslam dünyasındaki başlıca sorunun İslam ülkelerini temsil eden bir kurumun olmayışı olduğuna dikkat çeken Doç Dr. Şenocak “AB’nin son yayınlanan terörle mücadele raporunda İslamiyet adına yapılan terörde en büyük tehdit ve tehlikenin Kuran-ı Kerim’in yanlış tefsir edilmesi, İslami terimlerin ve İslamiyet’in ideolojik siyasi çıkarlar doğrultusunda radikal gruplar tarafından kullanılması olarak görülmektedir. Bunun dışında diğer bir sorun İslam dünyasını temsil eden bir kurum olmamasıdır. Dünyada 1 milyar 7 milyon Müslüman yaşamaktadır. İçerisinde birçok mezhep barındıran Müslüman dünyasının çıkarlarını koruyacak, onları temsil edecek İslam dinini yozlaştırmaya çalışan terörist gruplara karşı mücadele edecek tüm müslüman ülkelerin bir arada olduğu bir üst yapıya ihtiyaç vardır. Sözde İslamiyet adına yapılan terör olayları ve terörist grupların oluşması ve hatta bu radikal grupların Hilafet ilan etmesi başı boşluktan kaynaklanmaktadır. Türkiye bu konuda önemli bir rol oynayabilir. Çünkü Cumhurbaşkanımız Arap coğrafyasında ve Avrupalı Müslümanlar tarafından bir temsilci olarak algılanmaktadır. Bu konuda Türkiye Müslüman ülkelerin bir araya geleceği teşkilatın çatısını oluşturabilir” diye konuştu.

    “İslam İşbirliği Teşkilatı anlamsız bir teşkilattır”

    İslam İşbirliği Teşkilatı’nın görevini yerine getiremediğine de dikkat çeken Doç. Dr. Şenocak “İslam İşbirliği Teşkilatı Suudi Arabistan merkezli gücü pasifiz edilmiş anlamsız bir teşkilattır. 1990 yılı Körfez Savaşı’ndan bugüne 4 milyon müslümanın iç çatışmalar, terör olayları sonucunda öldürüldüğü resmi verilere göre tespit edilmiştir. Muşluma coğrafyası son dış güçlerin çıkarları doğrultusunda 20 yıldır kanlı çatışmaların, savaşların ve İnsanlık dramının merkezi haine gelmiştir. Bu durum karsısında İslam İşbirliği Teşkilatı’nın hiçbir yaptırımını ve müslümanların hakkının koruyacak resmi ve somut bir adım atmamıştır. Bunun nedeni Suudi Arabistan merkezli bir teşkilat olmasıdır. Suudi Arabistan’ı kimin nasıl hangi amaçlarla kurduğu bilinmektedir. Zaten son Katar’la yaşanılan son diplomatik krizle de müslümanları birleştiren değil aksine müslümanları ayrıştıran ve dünyaya terörist olarak gösteren bir ülke konumuna girmiştir. Fakat işin en tirajı-komik tarafı El-Kaide ve DEAS gibi örgütlerin temelini Selefi ve Vahhabist inanç sistematiği oluşturmaktadır ki bu da Suudi Arabistan kaynaklıdır” ifadelerini kullandı.

    Müslüman ülkeler bir araya gelemezken, dünyanın kaderini 5 ülkenin belirlediğini de ifade eden Doç. Dr. Şenocak “Cumhurbaşkanımızın altını çizdiği gibi dünyanın kaderini belirleyen BM Güvenlik Konseyi’nde müslümanları temsil edecek, onları çıkarlarını koruyacak bir temsilciye ihtiyaç vardır. Dünyayı mevcut konjonktürde artık 5 ülke yönetemez. Kanlı çatışmaların merkezinde müslümanlar vardır ve müslümanların kaderini ancak müslümanlar tayin etmelidir” şeklinde konuştu.

    “İslam’ın terör dini olarak lanse edilmesi algı operasyonudur”

    İslamiyet’in vahşi ve terör dini olarak lanse edilmesinin bir algı operasyonu olduğunu da anlatan Doç. Dr. Şenocak “Dünyaya korku salan ’Cihat’ sloganı ise DAEŞ ve El-Kaide gibi terör saldırılarını sözde ’cihat’ adına saldırıları gerçekleştiriyor olmalarından kaynaklanıyor. Cihat kavramı tüm dünyada müslüman olmayanları öldürmek ve batı medeniyetine karşı intikam savaşı olarak algı oluşturabilmiş ve Islamofobia’nın yeni sloganı olmuştur. İslamiyet’i vahşi ve terör dini olarak lanse edilmesi 1990 yılından itibaren başlatılan bir algı operasyondur. Özellikle bu konuda Medeniyetler arasında çatışma gibi fikirlerin yayılması bu durumun zeminini hazırlamak içindir. El-Kaide’yi kim kurduysa DAEŞ’i de o kurmuştur. Bunu da bölgesel gücünü ve müslüman coğrafyayı kendi içinde çatışmaya götürerek bölmeye çalışarak yapmaktadır. DAEŞ müslümanlara, camilere saldıran İslamiyet’le alakası olamayan bir terör örgütüdür. İşin ilginç tarafı bu örgüt müslümanlara zulüm eden ülkelere saldırmamış olması da arkasındaki ideolojinin İslamiyet’le bağlantılı olmadığını gösterir fakat ABD’ye tavır gösteren tüm ülkelerde Filipinler gibi DAEŞ saldırılarını görmek mümkündür. Avrupa’da ise DAEŞ saldırıları AB’nin istikrarsızlaştırmak ve iç dinamiğini sarsmak için yapılmaktadır” diye konuştu.

    “İslamla bağdaştırılan terörün sorumlusu AB politikalarıdır”

    Avrupa’nın en büyük düşmanı Müslüman gençler değil kendi uyguladıkları ırkçı ayrıştırma politikası olduğunu da ifade eden Şenocak, açıklamalarını şöyle sürdürdü:

    “Ötekileştirilen, kimliksizleştirilen müslüman gençler var oldukları ispatlamak için terörist grupları üye olarak intikam duygusuyla kendilerine yeni bir kimlik ve güç elde etmektedirler. Bu saldırıları Müslümanlık adına değil kendi intikamları adına yapmaktadırlar. Bu gençler Avrupa değerler sistematiğinde büyümüş ve İslami kavramlara ve dini öğretilere hakim olmayan ve İslamiyet’i bilmeyen gençlerdir. AB bu konuda yeni bir entegrasyon politikası geliştirip bu gençleri topluma kazandırması gerekmektedir. Bu gençlerin kültürel farklılıkları AB için bir tehdit değil aksine AB zenginleştirecek bir değerdir. Bunun beraberinde AB İslamiyet’i bir tehdit olarak yadsımak yerini onu anlamaya çalışması lazım bunu da ancak ’Kültürel Diplomasi’yle yapabilir. AB’de yasayan Avrupalı din alimleri, Müslüman göçmenler, Sivil Toplum Kuruluşlarıyla bir araya gelerek ortak İslamiyet’i en doğru şekilde öğretecek eğitim merkezleri kurulması ve yeni bir kamu diplomasisi geliştirilmesi gerekmektedir.” (AB-ÖS-Y)

  • Zeytinyağı ihracatçısından AB’ye yüksek vergi, düşük kota eleştirisi

    AB’nin Türkiye’ye zeytinyağında uyguladığı düşük kota ve yüksek gümrük vergilerinden yakınan Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Davut Er, “Bu konunun özümüzdeki dönemde ülkemizle AB arasında yürütülecek olan Gümrük Birliği gözden geçirme sürecinde dikkate alınmasını bekliyoruz” dedi.

    İzmir’de gazetecilerle buluşan Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Davut Er, 2016-2017 sezonunun ilk 7 ayında Türkiye genelinde sofralık zeytin ihracatının 38 bin tona, tutar bazında ise 71 milyon dolara ulaştığını açıkladı. İlk 6 aylık dönemde zeytinyağı ihracatının miktar bazında yüzde 425’lik bir artışla 25 bin tona, değer bazında da 92 milyon dolara ulaştığını ifade eden Davut Er, uluslararası rekabet için üretim girdilerinin düşürülmesi gerektiğini söyledi.

    Sofralık zeytine 25 kuruş, zeytinyağına ise 2 TL destek sağlanması gerektiğini belirten Er, “Ülkemizde üretilen zeytin ve zeytinyağı maliyetleri rakip ülkelerden daha yüksek düzeyde gerçekleşiyor. Bu da ihracatımızı zora sokuyor. Burada asli çözüm yolu zeytin çiftçilerimizin girdi maliyetlerinin asgari düzeye indirilmesi, makineli tarım ve modern zeytincilik yöntemlerine geçişin sağlanması gerekiyor” dedi.

    Özellikle iri taneli zeytin türlerinin dikim ve üretiminde teşviklerin artması gerektiğini vurgulayan Davut Er, “Türkiye de yaklaşık 80 milyon adet delice zeytin ağaçlarından aşılanabilir durumda olan 40 milyon adedi aşılanarak üretime ve ülke ekonomisine kazandırılmalıdır” diye konuştu.

    Sektörün önündeki diğer bir engel olarak da Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin zeytinyağında Türkiye’ye uyguladığı yüksek oranlı gümrük vergileri ve kota politikasını gösteren Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Davut Er, “AB’nin Fas, Tunus gibi rakip üretici ülkelere tanıdığı kotalar karşısında ülkemize uyguladığı 100 tonluk kota yok denecek kadar azdır ve arttırılması yönünde girişimlerimiz devam etmektedir. Bu konunun önümüzdeki dönemde ülkemizle AB arasında yürütülecek olan Gümrük Birliği gözden geçirme sürecinde dikkate alınmasını bekliyoruz” şeklinde konuştu.

  • Eroğlu: “Türkiye’nin AB’ye gireceğine inanmıyorum”

    KKTC Eski Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, “AB içinde olan bir Türkiye Kıbrıs’ta anlaşmayı da kolaylaştırırdı. Türkiye’nin AB’ye girmesini çok arzu etmeme rağmen, bugün için gireceğine inanmıyorum” dedi.

    Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti(KKTC) eski Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu, Akdeniz Üniversitesi İnavasyon ve Proje Geliştirme Topluluğu tarafından düzenlenen ‘Kıbrıs Üzerine’ konulu konferansa katıldı.

    AÜ Hukuk Fakültesi Konferans Salonunda düzenlenen konferansta konuşan Eroğlu, insanoğlunun kaderinin üzerinde yaşadığı toprakla ilgili olduğunu söyledi.

    40 yıla aktif siyasetin içinde yer alan kişinin Kıbrıs’ın sorunlarına kayıtsız kalmasının mümkün olmayacağını aktaran Eroğlu, “ Savaşın gerçek yüzünü gördüm. Kıbrıs’ta anlaşma olmasını istiyorum. Kıbrıs, Türkü ile Türkiye Türkü etle tırnak gibidir. Hepimizin vatanı aynı siz burada kalmışsınız, biz Kıbrıs’a gönderilmişiz. Bizim atalarımızın Kıbrıs’a gitmede bir günahı yok. Kıbrıs, toprağına sahip çıkacak nüfusuna ihtiyaç olmuş ve Osmanlı göndermiş. İyi de yapmış. Eğer bugün Kıbrıs’ta hak sahibiysek, tabi ki oradaki Türk ve Müslüman halkın varlığının en büyük haklılığımız ortaya koyuyor. Kıbrıs, önemli yollar üzerindedir. Ve ‘Batmayan uçak üssü’ gibi ifadeler kullanılmaktadır” diye konuştu.

    “Kıbrıs’ta bir anlaşmaya inancım yok”

    Kıbrıs Barış Harekatı’nın yeniden doğuşları olarak adlandıran Eroğlu, “ Kıbrıs’ta en çok tutanak okuyan kişiyim. Rauf Denktaş’ın tüm tutanaklarını okudum. Bende tutanak yazdım. Ama görünen şu ki Kıbrıs’ta bir anlaşmaya inancın var mı diye sorarsanız. Bana göre artık böyle bir inanç taşımak mümkün değildir. Bunlar yıllarca bizi müzakere masasında tutmak gayreti içinde olmuşlardır. Kliridis, cumhurbaşkanı seçildiği zaman herkes Kleridis geldi, ‘Dünyanın en barışçıl insanıdır anlaşma olacaktır’ dedi. Oda 5 sene cumhurbaşkanlığı yaptı ve hatıralarında şöyle yazdı: “ Ben Kıbrıs’ta bir anlaşma istermiş gibi oturdum, ama hiçbir anlaşmaya imza atmadım. Esas amacım Kıbrıs’t AB’ye taşımaktı” dedi. Ve onun zamanında AB’ye müracaat edilmiştir. Mesafe katedilmiş ve onun ömrü yetmemiş ama Kıbrıs’ı AB’ye girmiştir” ifadelerine yer verdi.

    ” Rumlar samimi bir anlaşma ister mi?”

    “Kıbrıs’ta neden çözüm olmuyor” diye soran Eroğlu, “ 1963 Aralık ayında biz Cumhuriyetten dışlandıktan sonra, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Kıbrıs’ta akan kanı durdurmak için barış gücü kararı alırken, biz cumhuriyetten dışlandıktan sonra, normalde Kıbrıs Cumhuriyeti ortadan kalkmış olması gerekirdi. Kıbrıs Rumları, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanındı. Ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne barış gücü geldi. Geçici bir karar denildi ama bugün BM üyesi olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tanınıyor. Bu şartlarda Rumlar samimi olarak bizimle bir anlaşma ister mi? Adayı paylaşmak ister mi istemez. Daha sonra 1990 yılında Rumlar, AB’ye müracaat etti. Bu müracaattır ileri götürülmeyecek denildi. Garanti anlaşmalarına göre Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin içinde olmadığı ekonomik ve askeri toplantıya katılamaz. 1995 yılında Türkiye, Gümrük Birliği’ne girerken Rumlara da üyeliğe müracaat hakkı verildi. 1 Mayıs 2004 yılında Rumlar AB’ye girdi. Siz olsanız Rumların yerinde, BM’nin tanıdığı bir devlet, AB’ye üye olan ülke, neden anlaşsın. Şimdi anlaşabilmek içinde Kıbrıs Türk halkının, ana vatan Türkiye’nin kabul edemeyeceği isteklerde bulunuyor” ifadelerine yer verdi.

    “Görüşmeler iş olarak devam ediyor”

    Kıbrıs’ta bir anlaşma olur düşüncesiyle rahmetli Rauf Denktaş’la uyum içinde çalıştıklarını hatırlatan Erdoğlu, “Kıbrıs davasında hep beraber olduk. Bizim düşüncemiz KKTC’nin yaşatılmasıydı. Dış dünyadan bakıldığı zaman Kıbrıslı Türkler bugüne kadar anlaşmaya yanaşmadı diyebiliyorlar. Halbuki Rum’un uzlaşmazlığının görülmesi gerekir. En son Cenevre Toplantısı oldu. O toplantıda Türk tarafı bize rağmen, Rum tarafı Yunanistan’ın Dışişleri Bakanının tavrı nedeniyle görüşmeler yarıda kalmıştır. Görüşmeler devam ediyor ama iş olarak devam ediyor. Çünkü Rumlarla anlaşmanın artık imkanının olmadığını sadece ben görmüyorum, Kıbrıs Türk’ünün dörtte üçü Rum’un uzlaşma niyetinde olmadığını görüyor” diye konuştu.

    “Türkiye halkına serbest dolaşım hakkı”

    “KKTC’yi kurmuş olmasaydık bugün masada iki devlet olarak oturamazdık” diyen Derviş Eroğlu, “Devlete sahip çıkacağız. Bir anlaşma olsa da olmasa da. Yolumuzu görebilelim. Alternatifsiz olmadığımızı söyleyelim. Biz yıllardan beri çözüme mahkumuz sözünü sık sık söylediler. Bizde sol çözüme muhtacız denildi. Herkesin gözü Akdeniz’de. Dünya izliyor, taraf olacakları yer Rum kesimi. Bunu dediğin sürece, bizi masada çözüme zorlama amacıyla tutacaklardır. Suçlanan Rum olması gerekirken, suçlanan biz oluyoruz. Esas anlaşma olursa, büyük ekonomi küçük ekonomiyi yutar. Güneyde 1 milyona yakın nüfus var, yatırım yapan kişilere vatandaşlık veriyor, niçin ekonomiyi güçlendirmek için. Bizde ise sol cephe yabancı sermayeye karşı. Hem AB’den yana olduğunu söylüyo hem de serbest piyasa ekonomisine karşı çıkıyor. Böyle yaklaşım olur mu?. Bir yatırımcı gelecek olsa tepkiyle bakıyor. Eğer bu şartlarda bir anlaşma olursa akıbetimiz odur. 1974 öncesinde Rumlar ithalat yapardı, bizde onlardan gider alır satardık. Eğer bu şartlarda anlaşma olursa akıbetimiz odur. Türkiye’nin vatandaşlarının da serbest dolaşım, yerleşim hakkı verilmediği sürece böyle bir anlaşmadan ekonomik olarak iflasımız doğar” diye konuştu.

    “Kıbrıs 50 sene daha masada kalırsa bu yapı çöker”

    Hala Kıbrıs’ın hala sesini tam olarak duyuramadığından yakınan Eroğlu, “Kıbrıs Türkü’nün sesini dünyaya duyuracak olan Türkiye’dir. Türkiye’de basın yayın organlarında Kıbrıs hakkında az bahsedilmeye başlanırsa ben endişe duyarım. Kıbrıs halkı ve Türkiye halkı Kıbrıs’la ilgilenmeye başladığı zaman hem dünyada bir çeki düzen başlıyor müzakereye yönelik. KKTC bir 50 sene daha masada kalırsa bu yapı çökebilir. Gelecek nesiller ne düşünür bilemeyiz. Bizim neslinden kökü kazınıyor.Yetişen gençler daha ziyade ekonomiyle cebine girecek parayla ilgileniyor. Mühim olan devlete sahip çıkmaktır. Biz siyasi hayatımızda hep yetişen gençlerimize Türkiye’nin anavatan olduğunu, anavatansız Kıbrıs Türkiye’nin yaşayamayacağını anlattık” dedi.

    “Türkiye olduğu sürece Kıbrıs mücadelesine devam eder”

    Eroğlu şöyle konuştu: “ Türkiye halkının Kıbrıs’la ilgisi devam ettiği sürece Kıbrıs türkü o topraklarda mücadelesine devam eder, dünyada o gerçeği görür. Türkiye’nin etrafında ateş çemberi. Çevresinde düşmanlar kol geziyor. Bu huzursuzluk ortadan kalkar ve Türkiye dışa karşı daha güçlü pozisyonda olur.”

    Kıbrıs’ın Türkünün geleceğini Türkiye ile birlikte gördüklerini vurgulayan Eroğlu, “ Bir anlaşma olmuş olsaydı, biz AB’de olacaktık. Anlaşmadan o kadar uzağız ki AB’de bizim için hayaldir. Türkiye’nin AB’ye girmesini çok arzu ederdik. AB içinde olan bir Türkiye Kıbrıs’la anlaşmayı da kolaylaştırırdı. Türkiye’nin AB’ye girmesini çok arzu etmeme rağmen, bugün için gireceğine inanamıyorum. Şimdi şartlar daha da zorlaştı. Geçmişte verilen mesajlar geçmişten çok farklı olacaktır. Müzakereler yeniden başlayacak, kendimiz çok güvende olacağımızı hissetmiyorum. Bir anlaşma olsaydı bizde geleceğimizi Türkiye’nin içinde olduğu bir AB’de görürdüm. Kendimizi çok güvende olacağımızı hissetmiyorum.

    Konuşmasının ardından, Toplumsal Ekonomik Araştırmalar Merkezi öğrencileri tarafından el dokuma halı hediye edildi.